Arama

Zeki Müren

Güncelleme: 3 Ağustos 2016 Gösterim: 67.950 Cevap: 3
Kral_Aslan - avatarı
Kral_Aslan
VIP MsXTeam
2 Kasım 2006       Mesaj #1
Kral_Aslan - avatarı
VIP MsXTeam
Zeki Müren, (d. 6 Aralık1931, Bursa – ö. 24 Eylül1996, İzmir). Klasik Türk Müziği sanatçısı.
Bursa'da başladığı orta öğrenimini İstanbulda'da Boğaziçi Lisesi'nde tamamladı. İstanbul'da Devlet Güzel Sanatlar Akademisi'nin Yüksek Süsleme Bölümü Sabih Gözen atölyesinden mezun oldu. Desen çalışmalarını öğrencilik yıllarından başlayarak pekçok kez sergiledi.
Sponsorlu Bağlantılar
Zeki Müren, Bursa'da tamburi İzzer Gerçeker'den aldığı solfej ve usül dersleriyle musiki bilgileri öğrenmeye başladı. 1949'da, Boğaziçi Lisesi'nde okurken Agopos Efendii (sinema yönetmeni ve senaryo yazan Alşavir Alyanak'ın babası) ile udi Kirkor'dan aldığı derslerle de musiki eğitimini sürdü. Daha sonra, fasıl musikisini iyi bilen ve geniş bir repertuvarı olan Şerif içli'den çeşitli eserler meşk etti; Refik Fersan'dan, Sadi Işılay'dan, Kadri Sançalar'dan yararlandı.
1950'de sınavla İstanbul radyosu'na girdi. İstanbul radyosunda 1951'de, canlı olarak yayımlanan bir programda ilk radyo konserini verdi ve bu konseri çok beğenildi. Bundan sonra Türkiye radyolarında düzenli olarak okumaya başladı. Radyo programları on beş yıl sürdü, bunların çoğu canlı yayın programlarıydı. Müren bundan sonra kendini daha çok sahne ve plak çalışmalarına verdi. Alışılmış kalıpları zorlayan elbiseleri ve sahne davranışı ile halkın ilgisini sürekli olarak üstünde tutmayı başardı.
Zeki Müren 600'ü aşkın plak, kaset, CD doldurdu. Plağa okuduğu ilk şarkı Şükrü Tunar'ın "Bir muhabbet kuşu" güfteli şarkısıdır. Müren 1955'te, "Manolyam" adlı şarkısıyla Türkiye'de ilk kez verilen Altın Plak ödülü'nü kazandı.
Zeki Müren Türkiye'de en çok konser veren ses sanatçısıdır. Bir yılda yüz konser verdiği dönemler olmuştur. Kendisine 'sanat güneşi' unvanı verilmiştir. Yabancı ülkelerde de birçok konser vermiştir.
İki yüz dolayında şarkı besteledi. On yedi yaşındayken bestelediği "Zehretme hayatı bana cânânım" mısraıyla başlayan acemkürdi şarkı bestelediği ilk şarkıdır. "Şimdi uzaklardasın gönül hicranla doldu" (suzinâk), "Manolyam" (Kürdihicazkâr), "Bir demet yasemen" (nihavent), "Gözlerinin içine başka hayal girmesin" (nihavend) güfteli şarkıları sık sık okunan, en sevilen şarkılarıdır. Müren bu şarkıları plaklara da okumuştur.
Zeki Müren 1954'te Beklenen Şarkı adlı filmde sinema oyunculuğuna başladı. Büyük bir ticari başarı kazanan bu filmden sonra şarkılarının çoğunu kendisinin bestelediği on sekiz filmde daha oynadı. 1955'te de Arena Tiyatrosu'nca sahneye koyulan Çay ve Sempati adlı oyunda da baş roldeki oyuncuydu. Ayrıca 'Bıldırcın Yağmuru' isimli bir şiir kitabı da vardır.
Zeki Müren kalp rahatsızlığı ve şeker hastalığı yüzünden 1980'den sonra sahne hayatından ve musikiden uzaklaştı. Bodrum'daki evine kapandı, münzevi bir hayat yaşadı. 24 Eylül 1996 Çarşamba günü, TRT İzmir Televizyonu'nda kendisi için düzenlenen tören sırasında geçirdiği kalp krizi sonucu hayata gözlerini yumdu. Cenazesi görülmemiş bir halk kalabalığının katılmasıyla büyük bir törenle kaldırıldı. Mezarı, doğum yeri olan Bursa'da Emirsultan mezarlığındadır.
Vasiyetinde mirasının en büyük bölümünü Mehmetcik Vakfı'na bıraktı.



BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 2 üye beğendi.
Son düzenleyen Jumong; 3 Ağustos 2016 11:34
Biyografi Konusu: Zeki Müren nereli hayatı kimdir.
Hayatın ne anlamı var.. Yanımda sen olmayınca....
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
28 Şubat 2007       Mesaj #2
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Filimleri

Sponsorlu Bağlantılar
1953 "Beklenen Şarkı" - (Cahide Sonku).
1955 "Son Beste" - (Belgin Doruk).
1956 "Berduş" - (Deniz Tanyerli).
1957 "Altın Kafes" - (Nilüfer Aydan).
1958 "Gurbet" - (Mualla Kaynak).
1959 "Kırık Plak" - (Belgin Doruk).
1960 "Aşk Hırsızı" - (Leyla Sayar).
1961 "Hep O Şarkı" - (Belgin Doruk).
1962 "Bahçevan" - (Belgin Doruk).
1963 "İstanbul Kaldırımları" - (Belgin Doruk).
1964 "Hayat Bazen Tatlıdır" - (Belgin Doruk).
1965 "Katibim" - (Sezer Güvenirgil).
1966 "Hindistan Cevizi" - (Filiz Akın).
1967 "İnleyen Nağmeler" - (Mine Mutlu).
1968 "Kalbimin Sahibi" - (Sema Özcan).
1969 "Aşktan da Üstün" - (Filiz Akın).
1971 "Rüya Gibi" - (Esen Püsküllü).
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
24 Eylül 2007       Mesaj #3
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Bir Güneşin Doğuşu ve Batışı

Son tarihi bir bilseydim, işportacı olurdum
Hayatın anası tablamda.

Sanat Güneşi Zeki Müren “Bıldırcın Yağmuru” adlı kitabına koymuştu bu biyografik şiirini. Yaşamını bu şiirle özetleyivermişti. 1965’ te bu satırları yazarken bir tek şeyi bilmiyordu: “Kara dünyaya ne zaman veda” edeceğini... Oysa biz artık biliyoruz: 1996’da bir güneş gibi parlamasını sağlayan sahnede, billur sesini bizlere duyuırduğu ilk mikrofonu elindeyken yorgun kalbine yenik düştü.Geride 300’ü aşkın şiir, 100’e yakın beste, 500’ü aşkın plak, 18 film, bini aşkın desen ve kulaklarımızdan silinmeyecek, hiçbir ölçüyle ölçülemeyen güzellikte bir nida bıraktı.

Şimdi en başa dönüp Türkiye’nin bu ilk ve tek sivil “Paşa”sı Zeki Müren’i satır başlarıyla, zaman zaman kendi ifadeleriyle tanıyalım.

“6 Aralık 1931 doğmuşum... İyi halt etmişim.”

63 yıl öncesinin Bursa’sı... Cumbalı evlerin yıkılmamak için sırt sırta verdiği Tophane Mahallesi Ortapazar Caddesi’ndeki 30 Numaralı ev.Sadece mahallenin değil Bursa’nın en iyi giyinen erkeği diye ün salan Kaya Bey ve güzelliği, tatlı diliyle mahallenin göz bebeği Hayriye Hanım sıkıntıda.Mahallenin ebesi Rukiye Hanım bir içeri bir dışarı koşuşturup duruyor.Herkes hem endişeli hem heyecanlı hem de büyük bir merakta.Dakikalar geçmek bilmiyor.Gün doğmak üzere.Sabah ezanına bir çığlık karışıyor.Rukiye ebe bir yandan bir oğlan doğduğunu müjdeliyor, bir yandan da sanki içne doğmuş gibi “Göbek bağını uzun kesiyorum ki sesi güzel olsun” diyor.

Babaanne, “başarılı ve zeki olsun” diyerek adını ZEKİ koyarken, dede yıllarca kulağından silinmeyecek ve ilk müzik dersi olan ninnisini fısıldıyor kulağına.

İşte böyle doğmuş yıllar sonra Türk Sanat Müziği’nde Türkiye’nin bir numarası olacak ZEKİ MÜREN...

“39 İlkokul: Siyah önlük, beyaz yaka. Topluma ilk fiyaka.”

Ahşap cumbalı evin üst katı.Minik Zeki 6 yaşında.Ev derin bir sessizlik içinde.Herkes uyuyor.O hariç.O pirinç karyolasında sırtüstü yatmış pırıl pırıl parlayan gözlerini tavana dikmiş sabırsızlıkla sabahın olmasını bekliyor.Çünkü aylar,günler boyu kedisi

“Benli”ye anlattığı hikayeleri sabah olunca gerçeğe dönecek.Günlerdir dört gözle beklediği okuluna nihayet bu sabah kavuşacak Zeki.

Günün ilk ışıklarıyla hemen yatağından kalkıp aşağıya iner. Babaanne çoktan kalkmış mangalda sabah kahvesi pişirmektedir. Kimbilir belki o da torununu okula başlayacağı bu ilk güne hazırlanmak için sabahı zor etmiştir. Zeki’yi bir güzel giydirir. Adeta gelini ile küçük bir rekabet yaşamış ve babaanne kazanmıştır. Anne Hayriye Hanım aşağıya indiğinde Zeki çoktan okula hazırdır.

Hayriye Hanım,Zeki’yi Orhan Gazi İlkokulu’na götürür ve Nazire Öğretmen’e teslin eder. Yalnız “küçük” bir sorun vardır: Zeki henüz altı yaşındadır.Müren ailesi ilk haftayı heyecanla bekler.Ya bir aksilik çıkarsa diye.Ne varki küçük Zeki,tıpkı adı gibi zeki bir çocuktur ve müjde gelmekte gecikmez: Zeki,okuma-yazmayı hemen söktüğü için okula kesin kaydı yapılır.

Okul dışındaki günler de keyif içinde geçer.Aile tek çocuklarının üzerine titrer.Zeki’ye sokakta oynamak resmen olmasa da yasaktır.Çünkü taşlı,topraklı yolda çelik-çomak oynarsa gözlükleri kırılabilir.Zaten çok ince ruhlu,duygusal olan Zeki hem bu ruh halinin hen ailesinin etkisiyle evin merdiveninde oturur,sokakta oynayan çocukları seyreder imrenerek.Neyseki bez bebeği “Tomris” vardır.En büyük eğlencesi akşamları evin merdiveninde babasını beklemektir.Kaya Bey her akşam aynı saatte yolun başında göründüğünde Hayriye Hanım çoktan akşam sofrasını hazırlamış olur.Rakılar içilir ve Zeki babasının dizindeki yerini alır her gece olduğu gibi büyük bir zevkle her ikisinin de en çok sevdiği şarkıyı söylemeye başlarlar:

“Yalnız benim ol, el yüzüne bakma sakın sen...

Kıskan beni, göğüsünde uyut, yan ateşimden...”

Pazar günleri biri beyaz biri doru iki atın çektiği minik faytonla anne ve babayla gidilen piknikler,piknikteki çilingir sofraları hiç silinmez hafızasından.

Sahne tozunu ilk o yıllarda yutar: Her yaz gelen çadır tiyatrosu Zeki’nin en büyük eğlencesidir.Evde babaannesinin gıcırdayan gramofonuna kayıt yapıyormuşcasına şarkılar söyleyen,bahçenin havuzunun duvarlarını sahne olarak kullanan küçük Zeki için çadır tiyatrosunun çok büyük bir anlamı vardır,çünkü orada saz heyeti ve sanatçılar vardır.Çadır tiyatrosu Bursa’da kaldığı müddetçe Müren ailesi iki gecede bir giderler.Zeki en önde oturur ve sırayla sahneye çıkan sanatçılarla birlikte şarkıları mırıldanır,sahne kokusunu içine çeker doya doya... İşte bütün yaşamı boyunca onu sahnelere bağlayacak tozu ilk orada yutar.Tiyatro dönüşü sıra Zeki’dedir.Eline renkli bir mendil alır,başına şifon bir eşarp sarar,geçer aynanın karşısına saatlerce şarkı söylerdi.

“44 Orta mektep: Soluk beniz, kısa saç.Umutlardan kıskaç.”

Mora yarımadasından gelip Bursa’ya yerleşen,topuz saçları,bembeyaz uzun elbisesiyle mahallede herkesin arkadaşı,ablası olan babaanne,Zeki’nin ortaokul yıllarında midesinden rahatsızlanmıştı.Yılda bir kez Tuzla’ya İçmeler’e gelirdi.Zeki ile birlikte Mudanya’dan İstanbul’a gelir ve Sirkeci’dekiViyana Oteli’nde kalırlardı.Her şey Zeki’yi adeta sahnelere hazırlıyordu.Otelin alt katındaki plakçı son çıkan plakları çaldıkça Zeki müthiş heyecanlanır,şarkıları dinlemek için otelin penceresinden aşağıya düşecek kadar kendinden geçerdi.Bursa’ya dönmek gelmezdi içinden.

Ortaokul bittiği zaman içindeki isteği bastıramaz hale gelmişti.Bursa ona dar geliyordu.İstanbul’a gitmek için içinde dayanılmaz bir arzu vardı.Dinlemek istediği sanatçılar,müzik dersleri alabileceği okullar istediği herşey İstanbul’daydı.Sonunda babacığına açtı derdini.Babası kırmadı onu.

“1947 Lise: Pembe hayaller, yeşil filizler.Yorulmayan yorgun dizler”

Bir sonbahar günü babası Zeki’nin elinden tutup İstanbul’a götürdü.Zeki burnuna gelen kokuyu çadır tiyatrosundaki kokuyla karşılaştırdı.İstanbul’un kokusu ağır bastı.Çok sevdiği annesi,babası,neneleri,dedeleri,herkes Bursa’da kalmış Zeki İstanbul’da Bebek’teki Boğaziçi Lisesi’ne yatılı olarak kaydolmuş ve yepyeni hayata ilk adımını atmıştı.İlk aylar çok zordu.Dağ sıla hasreti,aile özlemiyle doluydu.Etüd öncesi toplandıkları yüksek tavanlı,muhteşem akustiği olan dershanede bu özlemini duygulu sesiyle dile getirir,sınıfı hıçkırıklara boğardı:

“Penceremden kar geliyor,
aman annem, gurbet bana zor geliyor...”

Sonra Zeki,yi sevinçten havalara uçuraçak bir haber duydular okulda.Ünlü bestekar Şerif İçli ve Kadir Şençalar Boğaziçi Lisesi’ne gelerek ders vereceklerdi.İlk kayıt yaptıran Zeki oldu. Her Çarşamba hiç aksatmadan ders almaya başladı. Sonraları dersler Şerif İçli’nin evinde de sürdü.Okulun tatil olmasını dört gözle bekliyordu. Ailesine kavuştuğu ilk tatil, ilk bestesini de kazandırmıştı ona. Sözlerini de kendisi yazmıştı hem de akrostiş olarak:

"Zehretme bana hayatı cananım
Elemlerle doldu benim her anım
Kederinle yanıp sönse de canım
İnanki ben sana yine hayranım"

İstanbul ‘a döner dönmez “Acem Kürdi” makamında bestelediği bu ilk şarkısını keman ustadı Yavuz Özüstün ve Udi Edip Dikencik ‘e mırıldandı. Onlardan aldığı “olur” ona dünyaları bağışlamıştı. Bu ilk beste Zeki Müren daha lisedeyken henüz 14 yaşındayken radyoda Suzan Güven tarafından okunmuştu.

Boğaziçi Lisesi Zeki Müren’in hayatının dönüm noktasıydı. İlk bestesini orada okurken radyoda çalınmıştı. Radyoyla tanışması da yine o yıllarda olacaktı:

Radyoda Zeki Müren’in bestesini seslendiren Suzan Güven bir gün okula gelmiş ve müjdeyi vermişti:

“Radyo imtihan açtı.Sanatçı alınacak.Bunu sana haber vermeye geldim.Mutlaka bu imtihana girmelisin.”

Sınav gününü nasıl bekledi,radyoevine kadar nasıl gitti,farkında değildi.Öylesine çok heyecanlıydı ki dizleri titriyor,ağzı kuruyordu.Ama her şey radyoda jürinin karşısına,sazların önüne geçtiğinde bitmişti.Veli Kanık,Yorgo Bacanos,Refik Fersan,Fahire Fersan,Cevdet Çağla ve Baki Süha Edipoğlu’ndan oluşan jürinin karşısında 3 bin eseri ezbere bilen yaşı genç ama bilgisi,görgüsü,sesiyle 40 yıllık sanatçılara taş çıkartan bir Zeki Müren vardı.İlk okuduğu şarkı Hicaz makamında “Nideyim sahnı çemen seyrini cananım yok” oldu.Sonra ardı geldi.Jüri Zeki Müren’i Bir türlü bırakmıyordu.Sınava girmek için bekleyen 185 kişi kapıda sabırsızlıkla içeride ne olduğunu öğrenmeye çalışıyor,jürinin istekleri ise bitmiyordu.Bir saatin sonunda jüriden bir tek ses çıkıyordu: “Fevkalade,fevkalade...”

Boğaziçi Lisesi’nde bayram vardı.Çok sevdikleri Zeki Müren radyo sınavını da başarıyla geçmişti.Sıra program yapmaya gelmişti ki birinci haftanın sonunda beklenen telefon geldi radyodan:

“Perihan Altındağ altındağ rahatsızlanmıştı ve yerine Zeki Müren’in programa çıkması” isteniyordu.En çok sevdiği makam olan Hicaz dosyasını alıp koşa koşa gitti radyoevine.Program tam 45 dakikaydı.Zeki Müren’in ilk programıydı.Binlerce,milyonlarca insan onu dinleyecekti.Bacakları titriyor,sırtı terden ıslanıyordu ama o adeta bülbül gibi önce hicaz şarkıları okudu,ardından kalan vakti doldurmak için bir maya,ardından bir türkü...45 dakika bitmişti.Saz heyeti şaşkın,radyoların başındakiler merakta,Zeki Müren mutluluktan sarhoştu.Dinleyenler telefonlara sarılmıştı.Herkes büyük bir merak içinde bu güzel sesin sahibini öğrenmek,tanımak istiyordu.Gelen telefonlardan biri de Hamiyet Yüceses’tendi: “Radyodan 45 dakika boyunca ağlayarak dinledim seni evladım.Çok merak ediyorum,kimsin,nesin?”

Çok değil,birkaç ay sonra yalnız Hamiyet Yüceses değil,tüm Türkiye onu tanıyacak,sevecek,hayran olacaktı.

Lise yılları böyle geçti.Bir yandan şöhret basamaklarını tırmanıyor bir yandan Refik Fersan’dan “feyz almaya” ,Şerif İçli’den ders almaya devam ediyordu.

“Akademi 1950: Renk deryasında renksiz yelkenli”

Boğaziçi Lisesi Zeki Müren’i Türkiye’ye kazandırmıştı.Lise bittiği gün Zeki Müren plakçıların,gazinocuların,filmcilerin peşinde koştuğu pırıl pırıl bir gençti.Sıra üniversiteye gelmişti.O artık bir şöhretti ama ailesinin de etkisiyle okulu hep birinci sıradaydı.İstediği fakülteye girebilecekken o sınavla öğrenci alan Güzel Sanatlar Akademisi’ ni seçti. İlkokuldan beri resme, güzel sanatlara olan ilgisi sınavı kolaylıkla geçmesini sağladı.

Bir yandan akademiye devam ediyor, bir yandan da radyo programlarını sürdürüyordu. O yıllarda İstanbul ‘da üç gazino vardı. Küçük Çiftlik Parkı, Tepebaşı Gazinosu ve Cumhuriyet Gazinosu. Gazino sahipleri sırayla Zeki Müren’in kapısını çalıyor ve o günler için çok büyük paralar öneriyorlardı. Zeki Müren’in yanıtı hep aynıydı: “Hayır”.

Ama plak önerisine aynı kararlılıkla hayı diyemedi. Bütün plakçılar peşindeydi. En büyüklerinden biri görülmemiş bir parayla kapısını çalınca kabul etti. Yeşilköy’de bir stüdyoda doldurulan ilk palak “Bir Muhabbet Kuşu” bir anda yok sattı. Türkiye’nin her yerinde pikap olan her evde,lokantada, kahvede, meyhanede artık bir tek plak çalıyordu: Bir Muhabbet Kuşu ... “Altın Plak “ ödülünü ise 1955’de doldurduğu “Manolya” adlı plağı ile alacaktı.

Sırada Yeşilçam vardı. İlk film teklifi baba dostu İhsan Doruk aracılığıyla geldi: Cahide Sonku, o yılların en gözde sanatçısı, o unutulmaz güzellikteki Cahide Sonku müzikal bir film yapmak istiyordu ve başrolde Zeki Müren’i uygun görmüştü. Babası “önce okul bitsin” diye direnecek oldu ama ikna edildi ve kollar sıvandı.

Yapmcılığını Cahide Sonku ve kocası İhsan Doruk’un yaptığı başrollerini Jeyan Mahfi Ayral’la Zeki Müren’in paylaştığı “Beklenen Şarkı” adına uygun bir başarı elde etti. Türkiye Zeki Müren’i bekliyordu ve onu bağrına bastı. Beyaz Perde’ye aranan renk bulunmuştu. Ardı ardına 18 film çevirdi. Her biri büyük başarı elde etti Şiir, şarkı, desen derken Zeki Müren adeta güzel sanatların her dalında başarılı olabileceğini kanıtlıyordu. Filmlerde hem oynuyor, hem söylüyor hem müzik yönetmenliğini yapıyor hem de kendi dublajını kendi yapıyordu. Sıra sahneye gelmişti..

“1955 Sahne: Çile, para, para, çile.Ne dilersen dile.”

Gazino sahipleri kapısını aşındırıyordu.Biri gidiyor,biri geliyor,araya tanıdıklar konuluyor.”dile bizden ne dilersen” deniyordu.Okul da bitmişti.Yani artık gazinocuları reddedeceği bir bahanesi de yoktu.Küçük Çiftlik Gazinosu’nun sahibi Mahmut Alnar bu fırsatı değerlendirdi:

“Okulunuz bitmiş Zeki Bey,Size gecede 1200 lira teklif ediyorum.Evet mi, hayır mı?”Gecede 1200 lira... 1954 yılı için bu parayı bir gecede kazanmak hayal bile edilemezdi.Zeki Müren’in dudaklarından dökülen “Evet” onu sahnelerin “Sanat Güneşi” yapacak ilk adımdı.”Evet” dediği andan itibaren içine bir kurt düştü.İlk kez hayranlarının karşısına çıkacaktı.Şimdiye kadar onu plaklarından,radyodan,filmlerinden izleyenlerin,sevenlerin karşısına etiyle,kemiği ile ilk kez çıkacaktı. Öyleyse bir şeyler yapmalıydı. Yetenekleriyle nasıl ötekilerden faklı olduğunu kanıladıysa , görüntüsüyle de farklı olmalıydı. Birşeyler yapmalıydı. Günler, geceler boyu düşündü ve sonunda buldu. Sahneye önce beyaz bir frakla çıkacak, beş şarkı sonra siyah bir frak giyecek, altı şarkı da bordo cıvıl cıvıl bir frakla programını tamamlayacaktı. Tam içi rahatlamıştı ki aklına saz heyeti geldi. Ya onlar? ne giyecekti . Ogüne kadar her biri başka biri başka bir renk giysisiyle hatta kirli buruşuk giysilerle çıkıyolardı sahneye. Onu da değiştirmeliydi de nasıl? Akademi Dekoratif Sanatlar Bölümünü’nde okumuş olmasının da etkisiyle çözümü bulmakta gecikmedi. Hem sahne düzenini değiştirdi, hem saz sanatçılarına bir örnek elbise giydirmeye karar verdi. Tek sorun her biri kendi alanınd üstad olan saz sanatçılarına bunu nasıl söyleyeceğiydi. Ama duygusal, sevecen kişilği, insanlara duyduğu saygıyı, sevgiyi göstermekteki becerisi ve nezaketi bunun da üstesinden gelmesini sağadı. Şıklığıyla tanınan Selahattin Pınar bu işe biraz alınmıştı. Zeki Müren “Canım üstadım, diğerlerine de siz örnek olursunuz. Siz giyerseniz onlar da giyer.” Deyince akan sular durmuştu.

Zeki Müren Küçük Çiftlik Gazinosunda sahne aldığı ilk gece bembeyaz bir frak giymiş arkasında oturan Selahattin Pınar, Sadi Işılay, İsmail Şençalar, Yorgo Bacanos, Kadri Şençalar, Şükrü Tunar, Necdet Gezen (Müjdat Gezen’in babası), Fevzi Aslangil ve Hakkı Derman da bir örnek mavi ceket, gri pantalaton ve gri papyonlarıyla yerlerini almıştı. Bu Zeki Müren’e göre “küçük değişiklik” ilerde sahnelerde yaratacağı büyük devrimin de göstergesi olmuştu.

Tarih 2 Mayıs 1955’ti. O gece Küçük Çiftlik Gazinosu’nda yer yerinden oynamıştı. Zeki Müren sahneden inemiyordu. Gördüğü büyük ilgiye göz yaşlarıyla karşılık verdi. Kalbinin bütün bu heyecanlara nasıl dayandığını anlayamıyordu.

Sahne programlarının ardı arkası gelmiyordu. Biri bitiyor diğeri başlıyor, sahneden indikten sonra da “ekstralar” başlıyordu. Bu ekstraların çoğu ona vaktiyle elini uzatan sanatçıların jübileleri oluyordu.

Sahnelerdeki devrim ise tüm hızıyla sürüyordu. Önce saz heyetinin sahne giysilerinin dışarda da giymemesi için küçük bir önlem aldı. Giysilerin yakalarına parlak şal desenli parçalar koydurdu ve böylece elbiselerin gündelik yaşamda giyilmesini ve yıpranmasını önlemiş oldu. Ardından kendi giysilerini ele aldı. Modelini çiziyor, kumaşını beğeniyor ve diktiriyordu. Her birinin de bir başka adı kostümlerinin . Kendi modasını kendi yaratıyordu. Neler yoktu ki bu modada: Bir gün pullar, payetlerde süslü pırıl pırıl bir ceket, başka bir gün rengarenk ışıl bir kostüm. Ama en büyük devrim sahneye şortla çıkmasıydı:

Apartman topukların moda olduğu yıllardı. Dizlerine kadar bağcıklı lame çizmeler, yakası tüylü, payetlerle süslenmiş lame karışımlı mini minnacık bir şort takım ve arkasında yine elbisesine uygun renklerde şifon bir pelerin , kolunda-başında giysilerini tamamlayan aksesuarlarla seyircilerin karşısına çıktığında o güne dek süregelen bütün kalıpları, alışkanlıkları yıkmıştı. Aldığı kimi cılız eleştirilere karşı “Bir sanatçı hem kulağa hem gözlere hitap etmek zorundadır” diyordu. O günlerde sınırlı sayıda olan magazin bası, müzik-sinema dergileri için bulunmaz bir nimetti. Hemen her gün, her hafta Zeki Müren ile ilgili bir haber, Zeki Müren’in sahnelere getirdiği bir yenilik yer alıyordu gazetelerde, dergilerde.

Bu yeniliklerden biri de Zeki Müren’in sahne dekorunu değiştirmesiyd. O güne kadar düz olan sahne onun ricasıydı “T” şeklinde bir podyuma dönüştürülmüştü. Böylece Zeki Müren gazinonun her yerinden görülebiliyor, sanatçı hayranlarıyla daha da yakınlaşabiliyordu. Her gece kendi programının başlamasından çok önce gazinoya gider, müşterilerinin kimler olduğunu, ona çiçek yollayanları öğrenir, her biri için adeta bir başka şiir yazar ve bunları sahneden okurdu. Konuşma tarzı, hitap tarzı da adeta bir devrimdi. Seyircilerine “ siz” der, onlara duyduğu sevgiyi, saygıyı öylesinegüzel bir türkçeyle ve öylesine şairene dile getirirdi ki izleyiciyle kurduğu bu diyaloğu hiçbir sahne sanatçısı böylesine başarıyla kuramamıştı.

Yemekli, içkili gazinolarda sahneye çıkıyordu ama sıra Zeki Müren’e geldiği zaman gazino adeta bir konser salonuna dönüyor çıt çıkmıyordu. Garsonlar servis yapmayı bırakıyor, müşteriler çatal bıçakları bırakıyor, Zeki Müren’in şarkıları, esprileriyle doyuyorlardı...

“Tiyatroda oynaması da olay oldu. Oyun, aylarca kapalı gişe oynadı.”

Şöhretin zirvesindeyken askerliği geldi çattı. Ankara Piyade Okulu’nda hakikilere büründü. Türkiye’nin dört bir yanından her bölük Zeki Müren’in orada askerlik yapmasını istiyordu. O, kurada Tuzla Uçaksavar’ı çekmişti. Piyale Okulu Komutanı odasına çağırdı ve “Oğlum Zeki, bir dilekçeyle piyadede kalmak istiyorum der misin?” diye sordu. Hemencecik yazdı dilekçeyi ve Ankara’da kaldı ama 6 ay sonra Genelkurmay emri ile İstanbul’a Harbiye’ye aldılar onu. Askerliği boyunca ordunun göz bebeğiydi. Verdiği 100’den fazla konserle askere moral kaynağı oldu. Orduya, askere, devlete olan saygısını, sevgisini ölümünden sonra mirasının yarısını “Mehmetçik Vakfı”na bağışlayarak bir kez daha kanıtlayacaktı.

Yıllar hızla geçiyor, Zeki Müren’in yıldızı söneceğine daha da parlıyordu. Plak, kaset dolduruyor, sahneye çıkıyor, film çeviriyor, desen çiziyor, şiir yazıyor, durmaksızın üretiyordu. İşte bu yıllarda bu kez tiyatrocular çaldı kapısını. Sıraselviler’de Abdullah Ziya Kozanoğlu’nun Arena Tiyatrosu’nda sahnelenelecek “Çay ve Sempati” de rol almasını istiyorlardı. Cüneyt Gökçer’in yöneteceği oyunda bir kolej öğrencisini canlandıracktı. Rol arkadaşları Altan Karındaş ve Asuman Korad’dı. Zeki Müren, birkaç dakika düşünmüş ve kararını vermişti: “Neden olmasın. Bir ses sanatçısının tiyatroda oynayabileceğini ispat edebilmesi lazım” deyince teklifi getirenler sevinçten Zeki Müren2in boynuna sarılmıştı. Tiyatro da oynaması da olay oldu. Oyun aylarca kapalı gilşe oynadı. Zeki Müren bir kez daha başarmıştı.

“62 en büyük aşkım; 62 en deli gönlüm...62 en...neyse...Bindokuzyüz bilmem kaç; Veda kara dünyaya.”

1962’den sonrasını yazmamış, yazmak istememişti. En büyük aşkını zaman zaman dile getirse de ne kim olduğunu öğrenebildik ne aşkın yaşanıp yaşanmadığını...Anılarını yıllar sonra kaleme aldığında Bursa’da kapı komşusu olan yeşil gözlü esmer güzeli bir kızdan söz etmiş, ona olan aşkını söylemeden kızın evlendiğinden dem vurmuştu ama magazin basını bütün çabalarına karşın gerçek aşkının ya da aşklarının kim olduğunu, kimler olduğunu öğrenemedi. Makyaj yapıyor olmasından, sahneye mini etekler, şortlar rengarenk cıvıl cıvıl kostümlerle çıkıyor olmasından hareketle cinsel tercihi hakkında yorumlar yapıldı, imalarda bulunuldu. Şöferleri, aşçıları yardımcıları “cinsel tercihlerini” herkese anlatmakla tehdit etti ama o bunların hiç birine en azından görünürde pabuç bırakmadı. Kırılan kalbini, incinen onurunun, insanlara duyduğu güvenin sarsılmasını da içine gömdü. Bir televizyon programında cinsel yaşamı ile ilgili imalara verdiği yanıtta gizliydi herşey :

“Tanrı’nın istediğinin önüne geçilmez. Tanrı nasıl nasih ederse öyle olur.”

Vücudun İflası

Zeki Müren’in seksenli yıllarda yaşamında acılar,hastalıklar,üzüntüler vardı.Yıldızının parlama eğrisi hala yukarıları gösteriyordu ama sağlığı yılların koşuşturmasına,heyecanına,stresine artık dayanamıyor,sağlık eğrisi hızla aşağılara düşüyordu.

Ankara’da konser verdiği günlerdi.Ayaklarında,dizlerinde dayanılmaz ağrılar başlamıştı.Ayakkabılarını,o sevdiği rugan pabuçlarını giymek ölümdü.Ama dayanıyordu.Zeki Müren söz verince onu tutardı.Yıllarca ödün vermediği bu ilkesinden vazgeçemezdi.Ayakkabılarının önünü kestirip öyle giymeye başladı.Ayakları görünmesin diye de sahnenin önünü çiçeklerle kaplatıyordu.Teşhis damar genişlemesiydi.Tek tedavi de kortizonlu iğnelerdi.Kortizonlu ilaçlar yüzünden bir ayda tam 14 kilo almıştı.Artık sahnelere pek çıkmıyordu,televizyon çekimlerinde ise vücudu görülmesin diye genellikle üstü çiçekli bir masanın arkasında duruyordu.Küçük çekim hileleriyle hızla kilo alan vücudunu saklıyor ama hastalıklarını önleyemiyordu.Vücudu iflasa doğru gidiyordu.

Antalya’daki antik tiyatro Aspendos’ta şarkı söylemesi projesi o günlerde gündeme geldi.Antik tiyatro ilk kez böyle bir konsere sahne olacaktı.”İlk”lerin adamı Zeki Müren’in bu projeye “Hayır” demesi çok güçtü.Kararını verdi:”O konser hayatımın en büyük konseri,zafer tacı olacaktı.”

Konser günü Antalya boşalmıştı adeta.Yollarda faytonları çeken atların nal sesinden başka ses duyulmuyordu.Aspendos ise tıklım,tıklımdı.Yalnız tiyatronun içi değil dışı da dolmuştu.Konserin birinci bölümü klasikti.Dede Efendi’yle başlamış,Nevres Paşa’yla devam etmiş,birinci bölümü Bayburtlu Zihni’nin eserleriyle sonlanmıştı.Konserin ikinci bölümünde Sadettin Kaynak ve Selahattin Pınar’ın eserleri vardı.Aspendos’un içinde ve dışında binlerce kişi nefesini tutmuş,bu müzik ziyafetini dinliyordu can kulağıyla.Üçüncü bölüm cicili-bicili kostümleriyle çıkmıştı hayranlarının karşısına,günün popüler parçaları ile coşturmuştu dinleyenleri.Konser bittiğinde Aspendos ayaktaydı.Çılgın alkışların ardı arkası gelmiyordu.Zeki Müren mutluluktan sarhoş,acılarını,hastalıklarını,yorgunluğunu unutmuş,havalarda uçuyordu.Sabaha karşı zorla yatağa gönderdiler.

1980’in Haziranı.Hava güzel mi güzel.Zeki Müren,son yıllardaki gözde yeri Kuşadası’nda Kalamaki Koyu’nda.Kumsalda bir şemsiyenin altında oturmuş denize girenleri seyrediyor.Bir anda gözleri kararıyor,nefes almakta zorlanmaya başlıyor.Adeta “Azrail boğazını sıkmaktadır”.Çevredekiler fark edip apar topar Alsancak’a Özel Sağlık Hastanesi’ne kaldırılır.İlk tedavisini yapan doktorlar durumu özetler:Tansiyonu 12’ye düşmüş,nabız 100’e yükselmiş.Fazla kilolarına tansiyon ve gut hastalığı eklenince kalbi dayanamamış.O gece Ege Tıp Fakültesi’ne nakledildi.Bir hafta sırtüstü yatmak zorunda kaldı.Şimdilik durumu iyiydi,kendi deyimiyle “Azrail’i kovmayı başarmıştı” ama sonrası için daha köklü önlemler gerekiyordu.Dostları,yakınları seferber oldu.Ankara’da da doktorlara göründükten sonra durumun ciddiyeti iyice ortaya çıktı.Bir an önce fazla kilolarından kurtulması gerekiyordu.Damarları kalbine yeterince kan taşıyamıyorlardı.Houston’a gitmeye karar verdi.

Houston’da ünlü kalp uzmanı De Bakey’in ellerine teslim oldu.Anjiyo sonucuna göre kalbe giden üç damardan ikisi tıkalıydı ama ameliyat olması gerekmiyordu.Bu habere çocuklar gibi sevinmişti.Ama bir an önce kilolarından kurtulması gerekiyordu.54 gün boyunca sadece su içmesine izin vererek tam 25 kilo verdirdiler.

Türkiye’ye döndüğünde artık çok şey değişmişti.Yemesine,içmesine dikkat edecek,stresten,üzüntüden uzak duracaktı.

Bir sabah gazeteleri okurken gözüne bir ilan ilişti.Bodrum’da kiralık yazlık ilanıydı.Ev tutuldu.Zeki Müren Bodrum’a gitti.Gidiş o gidiş.Bir daha da dönmedi Bodrum’dan.Bodrum’un yazlıkçıları da yerlileri de onu bağrına basmıştı.Bardakçı Koyu’nun adı Zeki Müren Koyu olmuştu.Ama hastalıklar yakasını bırakmıyordu.Sürekli kontrol altında tutulması gereken tansiyonu,şekeri,her an durabilecek kadar yorgun bir kalbi vardı artık.Her şeyden elini eteğini çektiği yıllarda Alo deterjanlarının reklamlarına çıkması istendi.Tam onu kabul etmiş ve sözleşme imzalanmıştı ki İstanbul’dan bir haber geldi:

“Zeki Müren devlet sanatçısı ünvanı verilecek sanatçılar listesindeydi.”

Ama reklam filminin anlaşmasını çoktan yapmıştı yani “Zeki Müren’in sözü”yle yetinilmemiş bir de sözleşme imzalanmıştı.O yüzden devlet sanatçısı ünvanı verilmedi.Bu aksiliğe kalbi burulsada o zaten Türk halkının gözünde en büyük ünvanları kendiliğinden kazanmış,en üst mertebeye ulaşmıştı.Onunla avunmayı yeğledi.

Bodrum’daki inziva da onu basının bir numaralı malzemesi olmaktan alıkoyamıyordu.Her gün yeni bir haberle basındaydı.Bu haberlerin çoğu gerçeği yansıtmıyordu ama o bunların hiç birini “yalanlamıyor”,basındaki gerçek dostları aracılığıyla işin doğrusunu yansıtmaya çalışıyordu.Sevenleri ise eski konserleri,kasetleri,plaklarıyla avunuyordu.Artık birden çok televizyon kanalı,yüzlerce radyo istasyonu,bir çok gazino vardı.Hepsi sırayla kapısını çalıyordu.Bir tek kaset,bir tek konser için yine akıl almaz paralar öneriyorlardı.Gerçi o günlerde ikna edilmesi gereken babası,bitmesi gereken okulu gibi engelleri yoktu ama hepsine verdiği yanıt tekti: "Hayır sağlığım izin vermiyor.”

Biyografik şiirinde söylediği “Bindokuzyüz bilmem kaç’a hızla yaklaşıyordu 1996 yılı başında içinde kıpırdayan aşkı daha fazla bastıramadı. Sanki ölmeden önce son kez hayranlarıyla buluşmak istiyordu. Sanki öleceğini hissetmişti.Önce TRT’ye açtı kapılarını,yaşamını anlattı ince ince.Adeta TRT’ye onu Zeki Müren yapan,”Sanat Güneşi”olmasına ilk olanağı tanıyan TRT’ye vefa borcunu ödemek istiyordu ölmeden önce...

Sonra o gün geldi.TRT İzmir stüdyolarında “Batmayan Güneş” adlı Zeki Müren Belgeseli’nin çekimleri ve bir ödül töreni vardı.Yakınları sağlığı iyice bozulan Müren’in İzmir’e gitmesine karşı çıktılar.Hiç kimseyi dinlemedi.Hatta sonradan evdeki yardımcılarının söylediğine göre o gün ilaçlarını da almadı.Evden çıkarken yardımcılarıyla helalleşti ve onu son yolculuğuna götüren minibüse bindi.

Tarih 24 Eylül 1996’yı gösteriyordu.Zeki Müren TRT’nin İzmir Fuarı’ndaki stüdyolarındaydı.Yanında Ajda Pekkan ve Muazzez Ersoy vardı.Onlarla sohbet etti,şarkı söyledi.Daha sonra TRT Genel Müdür Yardımcısı Altan Kıyal sanatçıya Türk musikisine yaptığı hizmetlerden ve “Batmayan Güneş” adlı dizinin yapımındaki katkılarından dolayı teşekkür etti.TRT’nin Zeki Müren’e bir de sürprizi vardı.Sanatçının 1951 yılında Ankara Radyosu’nda ilk şarkısını söylediği mikrofonu hediye edeceklerdi.

Zeki Müren,çok heyecanlanmıştı.Oturduğu koltuktan güçlükle kalktı.Büyük bir gayret sarfederek birkaç adım attı ve sunucu Hülya Aydın’ın eline sıkı sıkı tutunarak ayakta durmaya çalıştı.Bacaklarının titrediği,yüzünün solduğu gözleniyordu.Altan Kıyal’ın konuşmasından sonra mikrofonu eline aldı ve son gücünü kullanarak şu birkaç cümleyi söyleyebildi: “Böyle bir sürprizi beklemiyordum.Hayatımın en büyük anısı.O yıllara iniyorum.Ağlayayım mı, güleyim mi?” dedi.Bunlar son cümleleriydi.Kıyal ve Aydın’ın yardımlarıyla koltuğa oturulan Zeki Müren fenalaşıp kendini kaybetti.TRT’ye çağırılan doktor ilk müdahaleyi yaptığında ise Zeki Müren çoktan hayata veda etmişti.

Yaşamı boyunca her türlü dedikoduya hatta kendi deyimiyle iftiraya rağmen hiç solmayan,ışığından hiç kaybetmeyen Sanat Güneşi, 24 Eylül 1996 ‘da batmış,Türkiye’nin ilk sivil “Paşa”sı Zeki Müren “kara dünyaya veda etmişti.”

Geride 300’ü aşkın şiir, 500’ü aşkın plak, 100’e yakın beste, 18 film ve 1000’i aşkın desen bırakarak.Bir de trilyonlarla ifade edilen miras.Onu da Mehmetçik Vakfı ve Türk Eğitim Vakfı'na bağışlamayı vasiyet ettiğini öğrenecektik.

Cenaze töreni de hiçbir sanatçıya nasip olmayacak kadar görkemli oldu. Devletin en tepesinden en alt kademesine kadar bir çok kişi başsağlığı mesajı yayınladı.

İlk tören Bursa Ahmet Vefik Paşa Devlet Tiyatrosu’nda yapıldı. Daha sonra Sanat Güneşi’nin bayrağa sarılan naaşı Bursa Ulucami’ye kadar eller üzerinde taşındı.100 bine yakın kişinin katıldığı tören sonrasında Emirsultan Mezarlığı’nda gözyaşları arasında toprağa verildi.Evet,işte 1931’de Bursa’da başlayan Türkiye’de sanat ve sahne dünyasında bir çok “ilk”e imza atan hatta “devrim”ler yaratan Zeki Müren 65 yaşında yorgun kalbine yenik düşmüş bir kuyruklu yıldız gibi kayıp gitmişti hayatımızdan.

Zeki Müren’in filmlerinden bazıları:

Son Beste,Berduş,Altın Kafes,Gurbet,Kırık Plak,Hayat BazenTatlıdır,Aşk Hırsızı,Bahçevan,İstanbul Kaldırımları,Hep O Şarkı,Düğün Gecesi,Hindistan Cevizi,Katip Üsküdar’a Giderken,İnleyen Nağmeler,Aşktan da Üstün...

Zeki Müren’in bestelerinden bazıları:

Bir Yaz Yağmuru Gibi Geçiverdi Aşkımız,Yoksun Bu Gece,Yine Zehroldu Şarabım,Manolyam,Yaprak Dökümü,Beklenen Şarkı,Bir Tatlı Yalan,Bir Demet Yasemen,Yaşamak Zevki Verir Ruhuma Sonsuz Kaderim,Söğüt Dalından İncesin,Bir Tatlı Tebessümün Bin Vuslata Bedeldir,Bir Gönül Hikayesi Anlatırdı Gözlerin,Gurbet Yolu Hasret Dolu,Hayat Bazen Tatlıdır,Berduş,Altın Kafes,Şimdi Uzaklardasın...
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 21 Şubat 2016 23:43
Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
21 Şubat 2016       Mesaj #4
Safi - avatarı
SMD MiSiM
Ad:  Zeki Müren.jpg
Gösterim: 742
Boyut:  13.8 KB


Zeki Müren kimdir
, Klasik Türk Müziği ses sanatçısı, söz yazarı ve besteci. Türk Sanat Musikisi’nin unutulmaz seslerinden biri olan Zeki Müren, duygulu sesi, farklı yorum tarzı ve feminen görüntüsüyle, Türkiye‘de birçok toplumsal tabuyu aşmıştır. Sanatını icra ederken takındığı efendi ve kibar tavrıyla ülkenin ilk sivil “paşa“sı olmuş; güçlü sesi, müzik kariyerindeki başarısı ve sahnedeki görkemiyle “san’at güneşi” ünvanına layık görülmüştür.

6 Aralık 1931‘de, Bursa‘nın Tophane semtinde doğdu. İlk ve orta öğrenimini Bursa’da tamamladı. İnşaat mühendisi olan babası Kaya Müren, oğlunun musiki yeteneğinin ve hevesinin farkına vardı. Zeki Müren, Tamburi İzzet Gerçeker‘in hocalığında solfej ve sanat müziği usül dersleri almaya başlayarak, kişisel yetilerini edindiği bilgilerle geliştirdi.

1946‘da, ilk bestelerini yapmaya başlayan Müren, eğitim hayatına İstanbul‘da devam etmeye karar verdi. Büyük musiki üstadlarından ders almak, onları birebir dinlemek istiyordu. Bu hevesi kırmayan baba Müren, oğlunu İstanbul Boğaziçi Lisesi‘ne yatılı olarak gönderdi.

1949‘da, lise eğitimine devam ederken, sinema yönetmeni ve senaryo yazarı Arşavir Alyanak‘ın babası ve ünlü bir musiki üstadı olan Agopos Efendi ile udi Kirkor Efendi‘den dersler almaya başladı. Sonraki yıllarda, Refik Fersan ve Şerif İçli hocalardan fasıl musikisi, Klasik Türk müziği makamları, usül ve kuramları üzerine öğretiler aldı; Şükrü Tunar‘la besteleme çalışmaları yaptı.
Yine 1949’da, ilk şarkısı ve akrostişi “Zehretme bana hayatı cananım“ı besteledi. Bu şarkı İstanbul Radyosu‘nda Suzan Güven tarafından “Bursalı Zeki Müren’in acemkürdi şarkısı…”anonsuyla okunduğunda, 17 yaşında bir lise öğrencisiydi.

1950 yılına gelindiğinde Müren, İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi (Şimdiki adıyla Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi) ‘nin Yüksek Süsleme Bölümü, Sabiha Gözen Atölyesi’nde yüksek tahsiline başladı. Aynı yıl, açılan bir sınavda, 186 kişi arasından birinci seçilerek İstanbul Radyosu sanatçıları arasına katıldı. Ancak Müren’in hayatını asıl değiştiren olayın tarihi, 1 Ocak 1951‘di. O gün, İstanbul Radyosu sanatçılarından Perihan Altındağ Sözeri‘nin aniden rahatsızlanması üzerine, onun yerine konser vermek için radyodan çağrılmıştı. Programda, 45 dakikalık muhteşem bir canlı performans sergileyen Müren’in musiki kariyeri, bu konserden sonra yükselişe geçti.

Sanatçının ilk profesyonel plak çalışması, aslında bu konserden önce, 1950 yılındaydı ve plağa Şükrü Tunar‘ın güftesini yaptığı “Bir Muhabbet Kuşu” şarkısını okumuştu. Radyo programlarında seslendirdiği parçalarla yeteneğini sergileyen ve geniş bir dinleyici kitlesi edinen Müren’in ismi artık büyük harflerle yazılıyordu.

1954 yılında, müzikal başarılarının yanı sıra, o zamanların sinema ilahesi Cahide Sonku‘yla başrolünü paylaştığı ilk beyaz perde çalışması olan “Beklenen Şarkı” filmini çevirdi. O dönemde halen öğrenci olan Müren, akademide üçüncü sınıftaydı. Henüz sahneye çıkmadığı için radyo programları vesilesiyle sesi tanınıyordu, ama insanlar sanatçının yüzünü merak ediyordu. On güzel bestesinin de yer aldığı müzikal niteliğindeki bu film, Zeki Müren’i görmek isteyenlerin akınıyla gişe rekorları kırdı. 17 filmde daha başrol oynayan unutulmaz sanatçı, sinema oyuncusu olarak da büyük beğeni topladı ve o dönemler telaffuz edilen en yüksek rakamlı sözleşmelere imza attı. 1955 yılında, Arena Tiyatrosu’nun “Çay ve Sempati” adlı oyununda da başrol oynadı. Filmlere kendi bestelediği şarkıların isimlerini verdi: Berduş, Hayat Bazen Tatlıdır, Altın Kafes, Bir Yaz Yağmuru, vs. Bundan sonrasğırlık vermeye başladı.

1955
yılında, müzik kariyerinde önemli bir noktaya gelen Müren, “Manolyam” adlı kürdilihicazkar makamındaki parçasıyla, Türkiye’de ilk defa verilmeye başlanılan “Altın Plak Ödülü“nün ilk sahibi olmayı başardı. Sanatını bu ödülle taçlandıran şarkıcı, dönemin en popüler ve aranılan yüzü haline geldi. Öyle ki, ünlü gazinolar sanatçıyla çalışmak için birbirleriyle kıyasıya rekabete girişti; sahne aldığı mekanlar cumhurbaşkanları, başbakanlar, bakanlar ağırladı. Vurgulu ve ince yorumuyla, ahenkli sesiyle kulağa; tasarımı kendine ait gösterişli ve ilgi uyandıran kostümleriyle de göze hitap eder hale gelmişti (Bir gazino çalışmasında o zamana kadarki en uzun ökçeli ayakkabıyı giymişti: 20cm). Türkiye’de ilk defa saz ekibini de standart kıyafetlerle birörnek giydiren Müren, sahnede bütünlük oluşturarak, müziğine neredeyse tiyatral bir görkem katıyordu. Bu vesileyle kendisine, sadece ömrü boyunca değil, ölümünden sonra da adıyla birlikte telaffuz edilmeye devam edecek olan “sanat güneşi” betimlemesi atfedildi.

Birçok sanatsal yeteneğe sahip olduğunu, ortaya koyduğu başarılı yapıtlarla kanıtlayan Müren, 1965 yılında, farklı zamanlarda yazdığı şiirlerini biraraya getirerek “Bıldırcın Yağmuru” adıyla yayınladı. Amatör olarak resimle ve desen tasarımıyla da ilgilendi ve birkaç sergi açarak bu alandaki yeteneğini gözler önüne serdi. 70’li yıllar boyunca birçok kaset çalışması yayınlayan sanatçı, televizyonun gündelik hayattaki payını arttırmasıyla birlikte, sahnelerden ekranlara doğru geçiş yapmaya başladı. Sayısız kurum ve kuruluş tarafından birçok ödüle layık görüldü ve sanatını aynı saygın çizgiden kopmaksızın sürdürdü. Sert ifadesine rağmen, duygusal besteleri ve nezaketiyle, Türkiye’nin ilk sivil “paşa“sı oldu. 70’li yılların sonuna doğru, kalp yetmezliği, yüksek tansiyon ve şeker hastalığı nedeniyle, sanatsal çalışmalarında perde arkasında kalmayı tercih etti. Sahnelerden uzaklaşarak, varlığını, dönemin müzikal modası olan video kliplerde hissettirdi.

1980‘de Kuşadası‘nda ve 1983‘de Paris‘te kalp krizi geçirdikten sonra, Bodrum‘daki evinde istirahate çekildi. 1984‘de, oldukça uzun bir zamandan sonra geliri antik tiyatronun restorasyonuna harcanmak üzere, Bodrum kalesinde son konserini verdi. Aldığı ilaçlar yüzünden artan kilosu ve yıpranmış görüntüsüyle değil de, parıltılı kostümler içindeki görkemli haliyle hafızalarda kalmak isteyen Müren, evine kapanarak insanlardan uzaklaştı. 24 Eylül 1996 tarihinde, TRT tarafından adına düzenlenmiş bir ödül töreninin TV çekimleri için İzmir Stüdyosuna gelen sanatçı, Ajda Pekkan ve Muazzez Ersoy‘un da bulunduğu program esnasında kalp krizi geçirerek hayata veda etti. Üç yıldan aradan sonra çıkarmayı planladığı, Ajda Pekkan, Muazzez Abacı ve Muazzez Ersoy’la düetlerin yer alacağı yedi şarkıdan oluşan yeni kasetini tamamlayamamıştı.

Hemen hemen her albümü büyük başarılara imza atan Zeki Müren, Türk toplum yapısıyla tezat düşen görüntüsüne rağmen, farklı kesimlerden insanların sevgisini kazanabilmiş nadir sanatçılardandır. 45 yıllık sanat hayatında, yüzün üzerinde besteye imza atan sanat güneşi, ikiyüzün üzerinde plak ve albüm çalışması yayınlamıştır. Almanya, Amerika, Yunanistan gibi ülkelerde de kasetleri satılmıştır. İngiltere‘nin dünyaca ünlü şarkıcılarından Morrissey ve Marc Almond, Zeki Müren’i en sevdikleri ses sanatçıları arasında baş sırada göstermektedirler.
Müren’in radyolarda başlayan canlı performans geçmişi artarak devam etmiş ve Türkiye’nin en çok konser veren sanatçısı haline gelmiştir. Öyle ki, bir yıl içinde yaklaşık yüz konsere çıktığı olmuştur. Çok sevdiği Bodrum’da evinin bulunduğu koy bugün, kendi adıyla anılmaktadır. Aynı zamanda sanatçının evi, müzeye dönüştürülmüştür ve sahne kostümlerinden resim çalışmalarına kadar birçok yapıtı burada sergilenmektedir. Müren’in cenazesi, binlerce kişinin katılımıyla, görkemli bir törenle kaldırılmıştır. Kabri Bursa Emirsultan mezarlığında bulunmaktadır ve mirasının büyük bir bölümünü Mehmetçik Vakfı‘na bağışlamıştır.

ALBÜMLERİ:

SENEDE BİR GÜN (1970); PIRLANTA 1 (1973); PIRLANTA 2 (1973); PIRLANTA 3 (1973); PIRLANTA 4 (1973); HATIRA(1973); ANILARIM (1974); MÜCEVHER (1975); GÜNEŞİN OĞLU (1976); NAZAR BONCUĞU (1977); SÜKSE (1978); KAHIR MEKTUBU (1981); ESKİMEYEN DOST (1982); HAYAT ÖPÜCÜĞÜ (1984); MASAL (1985); HELAL OLSUN (1986); AŞK KURBANI (1987); GÖZLERİN DOĞUYOR GECELERİME (1988); AYRILDIK İŞTE (1989); KARANLIKLAR GÜNEŞİ (1989); ZİRVEDEKİ ŞARKILAR (1989); DİLEK ÇEŞMESİ (1989); BİR TATLI TEBESSÜM (1990); DORUKTAKİ NAĞMELER (1991); SORMA (1992)

Ölümünden Sonra Yayınlanan Albümler;

MUAZZEZ ABACI & ZEKİ MÜREN DÜET (2000); SELAHATTİN PINAR ŞARKILARI (2005); SADETTİN KAYNAK ŞARKILARI (2005); ZEKİ MÜREN: 1955-1963 KAYITLARI (2005); BATMAYAN GÜNEŞ (2006)



Ad:  Zeki Müren1.jpg
Gösterim: 3648
Boyut:  201.9 KB Ad:  Zeki Müren2.jpg
Gösterim: 1333
Boyut:  69.9 KB


BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 2 üye beğendi.
SİLENTİUM EST AURUM

Benzer Konular

24 Ocak 2009 / PINIPINI Soru-Cevap
11 Eylül 2008 / Bia Eğitim Bilimleri
3 Ocak 2011 / The Unique Zooloji
21 Şubat 2016 / Ziyaretçi Taslak Konular