Arama

Boris Vian

Güncelleme: 7 Temmuz 2015 Gösterim: 9.070 Cevap: 4
KisukE UraharA - avatarı
KisukE UraharA
VIP !..............!
16 Kasım 2006       Mesaj #1
KisukE UraharA - avatarı
VIP !..............!
Boris Vian (1920-1959) Fransız yazar,müzisyen,sinemacı.
10 Mart 1920’de Ville d’Avray’da doğar. Beş yaşında okuma yazma öğrenir. Hayatı boyunca yaşadığı kalp rahatsızlıkları ilk olarak on iki yaşında başlar. Yine bu yaşlarda tifoya yakalanır.
Sponsorlu Bağlantılar

İlk romanında Fransız bürokrasisini eleştirir. 17 yaşında trompetle tanışır.Versailles Lisesi'nde felsefe ve matematik dallarında çok başarılıdır. 1940’ta Michélle Leglise ile tanışır, bir yıl sonra evlenirler.1942 yılında Maden Mühendisliği dalında üniversite diplomasını alır. Bundan sonra "Office Professionel..du papier et du Carton" adlı firmada çalışmaya başlar. Görevine 1947'de son verilince ,çevirilirle geçinir.1946 yılında en tanınmış üç romanını; Günlerin Köpüğü (L'Ecume des jours) , Mezarlarınıza Tüküreceğim(J'irai Cracher sur vos tombes), Pekin’de Sonbahar(L'Automne a Pekin) yazdığında, 26 yaşındadır.Jarry’nin patafizik okuluna bağlı bir yazardır.

Mezarlarınıza Tüküreceğim adlı kitabını "Vernon Sullivan" ismiyle yazdı. Romanda Amerikalı bir siyahinin erkek kardeşinin linç edilerek öldürülmesini anlatılır. İntikamını beyaz kızlara tecavüz ederek alan kahraman Anderson'un yakalanıp asılmasıyla son bulur. Kitap, 100.000 kopyayı satar, yasaklanmadan önce; 100,000 frankla cezalandırılır. Yürek Söken(L'Arrache-coeur)adlı roman en son romanıdır. Bundan sonra Vian müzikle daha çok ilgilenir. Kardeşleri Alain Vian ve Léilo Vian ile birlikte Fransız Caz topluluğu olan Claude Abadie'ye girer. Claude Luter ile çalışır. Jazz Hot, Jazz News gibi dergilerde modern cazın Fransa'da kabul görmesi konusunda yazılar yazmıştır. Sadece caz müzikle değil,Bertolt Brecht'in şiirlerinden uyarlamalar ve Rock ile ilgilenmiştir. Evliliği 1952'de biter ve 2 yıl sonra İsviçre'li dançı Ursula Kübler'le evlenir.

1954'te Cezayir savaşını ve bir barışseveri konu edinen Asker Kaçağı (Le déserteur) adlı şarkısı büyük yankı uyandırır. Binlerce kayıt satılmasına rağmen; Fransız vatanseverleri öfkelenir ve şarkı yasaklanır.. Tiyatro oyunlarında avant-garde tarzla absurd tarzı harmanlar. Herkes Av (L'équarissage pour tous) olarak bilinen oyunu Normandiya Çıkarması'nda bir ailenin gülünç evlilik sorunları anlatılır ve savaş zamanı müttefikleri özgür Fransızlar tarafından yok edilir. İmparatorluk Kuranlar ya da Schmurz (Les Bâtisseurs d'Empire ou le Schmurz)adlı oyunda Kapitalist bir ailenin, yeni bir apartman dairesine taşınması ve burayı istila etmesi anlatılır. Bu oyun, 1962'de İngiltere'de ve 1968'de New York'ta sahnelenir. Ölümünden yedi yıl sonra da Fransa'da. Gerçekçiliğe şiddetle karşı çıkan Vian,Egzistanyalizmi (varoluşçuluk) benimser.

Filmlerde küçük parçaları oynayan ve film senaryolarını yazan Vian, 23 Haziran 1959 günü Mezarlarınıza Tüküreceğim adlı romanının film galasında, Cinéma Marbeuf’da kalp krizi geçirerek kaldırıldığı hastanede hayatını kaybeder.
Son düzenleyen KisukE UraharA; 1 Mart 2009 13:04
Biyografi Konusu: Boris Vian nereli hayatı kimdir.
Gerçekçi ol imkansızı iste...
BrookLyn - avatarı
BrookLyn
Kayıtlı Üye
25 Haziran 2008       Mesaj #2
BrookLyn - avatarı
Kayıtlı Üye
Boris Vian
Vikipedi, özgür ansiklopedi

Sponsorlu Bağlantılar


"Boris Vian"

Takma adı: Vernon Sullivan, Bison Ravi, Baron Visi, Brisavion
Doğumu: 10 Mart 1920 Paris, Fransa
Ölümü: 23 Haziran 1959 Paris, Fransa
Mesleği: Yazar, müzisyen, gazeteci
Milliyeti: Fransız


Boris Vian ( d.10 Mart 1920 - ö.23 Haziran 1959) Fransız yazar, müzisyen, şair ve eleştirmen. Vernon Sullivan takma adıyla da yazdı.

Yaşamı

10 Mart 1920’de Paris yakınlarındaki Ville d’Avray’da doğdu. Beş yaşında okuma yazma öğrendi. Hayatı boyunca yaşadığı kalp rahatsızlıkları ilk olarak on iki yaşında başlamıştır. Yine bu yaşlarda tifoya yakalandı.

İlk romanında Fransız bürokrasisini eleştirdi. 17 yaşında trompetle tanıştı. Versailles Lisesi'nde felsefe ve matematik dallarında çok başarılıdır. 1940’ta tanıştığı Michélle Leglise ile bir yıl sonra evlendi.

1942 yılında Maden Mühendisliği dalında üniversite diploması aldı; "Office Professionel des Industries et des Commerces du Papier et du Carton" adlı firmada çalışmaya başladı. 1947'de görevine son verilinceye kadar iki kitap yazmış, daha sonra da çevirilerle geçinmiştir.

1946 yılında en tanınmış üç romanını olan Günlerin Köpüğü (L'Ecume des jours), Mezarlarınıza Tüküreceğim (J'irai Cracher sur vos tombes) ve Pekin'de Sonbahar'ı (L'Automne a Pekin) yazdığında, henüz 26 yaşındaydı.

Alfred Jarry'nin geliştirdiği patafizik felsefeye bağlı bir tarzda yazdı.

Mezarlarınıza Tüküreceğim adlı kitabını "Vernon Sullivan" takma adıyla yazdı. Roman, Afrika kökenli ABD vatandaşı Anderson'ın erkek kardeşinin linç edilerek öldürülmesiyle başlar.

Roman kahramanı Anderson, intikamını beyaz kızlara tecavüz ederek alır ve yakalanıp asılır. Kitap yasaklanmadan önce 100.000 adet satmış, Vian ise 100.000 frank para cezasına çarptırılmıştır. Yürek Söken (L'Arrache-coeur) adlı roman en son romanıdır. Bu kitabından sonra Vian müzikle daha çok ilgilenmeye başladı.

Kardeşleri Alain Vian ve Léilo Vian ile birlikte Fransız caz topluluğu Claude Abadie'ye girdi. Claude Luter ile birlikte çalıştı. Jazz Hot, Jazz News gibi dergilerde modern cazın Fransa'da kabul görmesi konusunda yazılar yazmıştır.

Sadece cazla değil, Bertolt Brecht'in şiirlerinden uyarlamalar ve rock ile de ilgilenmiştir. Evliliği 1952'de sona erdi; 2 yıl sonra İsviçre'li dansçı Ursula Kübler'le evlenmiştir.

1954'te Cezayir Savaşı'nı ve bir barışseveri konu edinen Asker Kaçağı (Le déserteur) adlı şarkısı büyük yankı uyandırdı. Binlerce satışa rağmen Fransız vatanseverlerinin öfkesi üzerine şarkı yasaklanmıştır.

Tiyatro oyunlarında avangart tarzla absürt tarzı harmandı. Herkes Av (L'équarissage pour tous) olarak bilinen oyununda Normandiya Çıkarması sırasında bir ailenin yaşadığı gülünç evlilik sorunlarını anlatır.

İmparatorluk Kuranlar ya da Schmurz (Les Bâtisseurs d'Empire ou le Schmurz) adlı oyununda ise kapitalist bir ailenin, yeni bir apartman dairesine taşınması ve burayı istila etmesi konu edilir. Bu oyun, 1962'de İngiltere'de, 1968'de New York'ta, Vian'ın ölümünden yedi yıl sonra da Fransa'da sahnelenmiştir.

Gerçekçiliğe şiddetle karşı çıkan Vian, varoluşçuluğu (egzistanyalizm) benimsedi.

Filmlerde küçük rollerde oynayan ve senaryo yazan Vian, 23 Haziran 1959 günü Mezarlarınıza Tüküreceğim adlı romanından uyarlanan filmin galasında, Cinéma Marbeuf’te kalp krizi geçirdi ve kaldırıldığı hastanede hayatını kaybetti.

Ölümü uzun süredir mağruz kaldığı kalp atışı düzensizliğine bağlanmıştır.

Bazı sözleri

Sadece iki şey vardır; güzel kızlarla aşk, her şekilde aşk; bir de New Orleans veya Duke Ellington'ın müziği. Geri kalan her şey gitmeli, çünkü geri kalan her şey çirkindir...

Eğer bir kadını elde etmek, bir kadeh cini ya da bir paket Gauloise sigarasını elde etmek kadar kolay olsaydı ve onun, alkol ve sigara gibi, kirli ve mide bulandırıcı bir odaya tıkılmaya zorlanmaksızın açık havada tadına bakma özgürlüğümüz; alkolizm ve nikotin zehirlenmesi çarçabuk ortadan kalkar ya da en azından makul ölçülere inerdi...

Eserleri

Edebiyat

Boris Vian Adıyla
  • Günlerin Köpüğü (1946, Roman)
  • Mezarlarınıza Tüküreceğim (1946, Roman)
  • Pekin'de Sonbahar (1946, Roman)
  • Karıncalar (1946,Öykü)
  • Buzlaşmış Ezgiler, Gebermek İstemiyorum (1946, Şiir)
  • Kurt Adam (1946, Öykü)
  • Yürek Söken (1954, Roman)

Vernon Sullivan Adıyla
  • Mezarlarınıza Tüküreceğim (1946, Roman)
  • Ölülerin Derisi Hep Birbirine Benzer (1947, Roman)
  • Bütün Kötüler Öldürülecek (1947, Roman)
  • Kızlar Farkına Varmıyor (1949, Roman)

Tiyatro
  • İmparatorluk Kuranlar ya da Schmurz (1950)
  • Mesleklerin Sonuncusu (1950)
  • Medusa Başı (1951)
  • Generallerin Beş Çayı (1959)

Müzik
  • Asker Kaçağı(1955)

Sinema
  • Güzel Çağ
  • Madam ve Ay Işığı
  • Notre Dame de Paris
  • Tehlikeli İlişkiler
  • Cezayir Soykırımı

Son düzenleyen Safi; 7 Temmuz 2015 17:28
RoSSoRoSe - avatarı
RoSSoRoSe
Ziyaretçi
6 Temmuz 2008       Mesaj #3
RoSSoRoSe - avatarı
Ziyaretçi
mozzani vian meulle stef
GüNeSss - avatarı
GüNeSss
Ziyaretçi
6 Şubat 2012       Mesaj #4
GüNeSss - avatarı
Ziyaretçi

Boris Vian’ın Romanlarında Kendilik Sorunu

Mehmet ALKAN
Burdur Eğitim Fakültesi Dergisi

ÖZET
İdeolojilerin, edebi ve felsefi akımların dışında kalmaya özen gösteren, 20.yüzyıl Fransız edebiyatının belli bir gruba sokulamayan yazarı Boris Vian kendilik bilincini Patafizik’in esnek ve özgürlükçü koşullarında ve her türlü düşüncenin üstünde tuttuğu bireyci dünya görüşüyle biçimlendirir. Bu bireyci dünya görüşü kendini gerçekleştirmek ve birey özgürlüklerini engelleyen tabuları sarsmak için erotizmi belli başlı bir unsur olarak değerlendirir. Kendilik bilincinin oluşmasında Aristo mantığının yetersiz kaldığını düşündüğünden, özel koşullara göre tasarlanmış yeni ve farklı bir mantık oluşturmaya çalışan yazar, bu yeni mantıktan da yararlanarak tasarladığı mizah anlayışıyla kendine ayrıcalıklı ve özerk bir konum sağlar.Tüm bu farklılıkları, özgünlükleri ortaya koymak ve kendi gerçekliğini ifade edebilmek için yazarın yeni bir dil ve edebiyat tanımlaması yapmaya da gereksinimi vardır.


Boris Vian, who tries to keep himself out of ideologies, literary and philosophical movements in the twentieth century French literature, combines self-consciousness with the individualistic world view in free and .supple conditions of Pataphysics beyond every sort of thought. This individualistic world view uses eroticism as a means to subvert taboos which bar freedom and self-achievement. In the construction of self-consciousness, Vian thinks that the Aristo logic is not enough, and thus he forms a new and different view of logic and develops a humorous view by taking advantage of this new logic. The author feels that there is a need for the definition of a new language and litterature to explore all these differences, originalities and self-reality.

Bu makale, “Le non-conformisme dans l’œuvre romanesque de Boris Vian” adlı doktora tezinden hareketle kaleme alınmıştır.

Burdur Eğitim Fakültesi Dergisi

Boris Vian’ın Romanlarında Kendilik Sorunu
Mehmet ALKAN
Kişiliğin öznel yanını oluşturan ve insanın kendi kişiliği üstündeki kanılarının toplamı olan benlik ya da kendilik, ruhsal eylemlerin bir bütünüdür. İnsanın kişiliği daha çok “öteki” nin algısıyla doğrudan ilintili olarak saptanır iken, kendilik insanın kendi benliğini ya da kişiliğini olduğu gibi tanıyıp bilmesini, dolayısıyla kendisine içtenlikli sorular sormasını ve bu sorulara yine aynı içtenlikle yanıtlar vermesini gerektirir. Türleri ve yöntemleriyle edebiyat, yazara kendini sorgulama, tanıma ve gerçekleştirme bakımından önemli açılımlar sunan bir alandır kuşkusuz. Şair, tiyatro ve öykü yazarı, romancı olarak kendisine sorduğu soruları, bireyci tavrı, şaşırtıcı yeteneği, aşırı duyarlılığı, güçlü fantezisi ve yıkıcı mizahıyla dışa vuran, 20. yüzyıl Fransız edebiyatının kıymeti sonradan anlaşılmış yazarlarından Boris Vian’ın romanları temelinde kendilik sorununu ele almaya çalışacağız bu çalışmada.

İdeolojilerin ve onların çevresinde oluşan felsefi ve edebi akımların, dolayısıyla güdümlülüğün hüküm sürdüğü bir dönemde yazı hayatına giren Boris Vian belirli bir gruba katılmaktan kaçınmış; söylemek ve yapmak istediklerini kuralları, yöntemleri ve sınırları daha önceden başkaları tarafından çizilmiş bir edebi anlayışa göre belirlememiştir. Temelde kendi olma arzusunun yansımalarından yalnızca birisi olan bu bağımsız aydın tavrı, tüm dünya görüşlerinin ve edebi-felsefi akımların üstünde tuttuğu, bir ideolojinin ya da ilkel bencillik duygusunun çok ötesinde, tamamen bir yaşam, bir varoluş biçimi olarak benimsediği bireyciliğin gereğidir; yarattığı roman kahramanları aracılığıyla da zaman zaman ipuçlarını verdiği bu bireyci tavrın onun,
“hayali çözümler bilimi” olarak da adlandırılan patafizik adlı oluşumun içinde yer almasında önemli bir yeri olacaktır kuşkusuz. Genel geçer kuralların hatta her anlamda kanunların bireylerin tek tek gereksinimlerini karşılamaktan uzak olduğunu düşünen kişilerden oluşan bu grubun üyesi olarak Vian, siyah, beyaz, gri ya da “evet, hayır ve belki ” den oluşan üç nitelikli Aristo mantığını tersyüz ederek, duruma, kişiye ya da koşullara göre işleyen mantık dışı, hatta mantık üstü bir anlayışı hakim kılmaktadır romanlarında . Kişiye neredeyse sınırsız bir hareket ve fikir yürütme alanı açan bu “üst mantık” yazarın kurulu düzenin köhne parametreleri, davranış kalıpları karşısında benliğini savunmasında önemli silahı olan mizahın da altyapısını hazırlayacaktır.

Tüm bu düşünce ve kaygılarla biçimlenen Vian’ın sanat anlayışı diğer tüm geleneksel yapılara karşı olduğu kadar, dil ve edebiyatın o güne dek geldiği noktayı da bir anlamda dışlayıp, sözcüklerin esiri olmayan, yazma ve kendini ifade etmenin alışılagelmiş biçimlerinin dışında, kendi dil, edebiyat ve tema anlayışını yaratmaya yönelik bir iradeyi de beraberinde getirecektir. Bu nedenledir ki, yazar, birçok ahlaki kuralın, yargının ya da kanunun ısrarla zararlı göstermeye çalıştığı, ama bireyin birincil gereksinimlerinden olan erotizmi ve cinselliği korkusuzca ve ustaca kullanarak, hem tabuları yıkma eğilimine girer, hem de yemek içmek kadar doğal, hatta “ birçok spor dalından daha yararlı ” bulduğu bu “etkinliği ” kendi olmanın ya da kendini aramanın bir yolu olarak görür.

Bireyin özgürlüklerini kısıtlayan, onu köleleştiren iş ve emeğin kutsallaştırılmasındansa, cinsellik gibi biyolojik ve ruhsal gereksinimlerin karşılanmasının, bunların edebiyat aracılığıyla ele alınmasının bir tür devrimci tavır olduğu düşünülmelidir yazara göre. Nasıl ki tüm ahlaki, dinsel ve yasal engellemeler karşısında cinselliği edebi bir tema olarak ele almak aslında tüm sağlıklı bireylerin ortak sorununu ortaya koymak ve dolayısıyla devrimci bir davranış sergilemek anlamına geliyorsa, mizah da, muhalif, yıkıcı ve koruyucu özelliğiyle hem bireye kendi ayrıcalıklı konumunu sürdürme olanağı tanıyacak, hem de bir başkaldırı anlamına gelecektir. Her ne kadar birey odaklı, onun özgürlükleri ve gereksinimleri doğrultusunda tasarlanmış bir kendilik arayışı olsa bile, tüm bu istekler sonuç olarak mutlu bir toplum yaratmayı öngören, yazarın kendi imgeleminde yarattığı yeni bir hümanizmanın temellerini de oluşturacaktır.


Güdümlü olmayan bir yazar ve “ hayali çözümler bilimi ” : Patafizik
Başta iki büyük savaş olmak üzere, insan eliyle yaratılmış birçok felakete tanıklık eden 20. yüzyıl Fransız edebiyatı, çıkış yolunu genellikle ideolojilerin, edebi ve felsefi akımların belirleyici olduğu güdümlülükte aramıştır. İki savaş arası döneme damgasını vuran gerçeküstücülük ve varoluşçuluk akımları yalnızca edebi anlamda bir ortak tavır sergilemekle yetinmemiş, aynı zamanda toplumsal sorunların çözümü konusunda ideolojik bir angajmanı da gerekli görmüştür. Kırklı yılların edebi yaşamını biçimlendiren varoluşçu düşünce ve onun öncüsü Sartre ile olan iyi ilişkilerine, onun kişiliğine karşı duyduğu hayranlık ve saygıya karşın, Boris Vian hiçbir zaman bu katı bir güdümlülük gerektiren grubun taraftarı ya da sempatizanı olmamıştır. Günlerin Köpüğü ’nde ( L’Ecume des jours ) “Jean- Sol Partre” ve “Bouvouard Düşesi”olarak karikatürleştirilen Jean-Paul Sartre ve Simone de Beauvoir ve onların kişiliğinde yerilen ne varoluşçuluk ne de onların edebiyatçı kimliğidir; yazarın şiddetle yerdiği şey, herhangi bir düşünce etrafında toplanan taraftarın sergilediği bağnazlık ve kişinin kendini birey olarak gerçekleştirme yeterliliğinden uzak kalarak, ancak bir kitleyle, bir grupla var olmaya, ayakta durmaya çalışmasıdır.

“Jean-Sol Partre”ın hayranı Chick burada özden, anlamdan ve içerikten çok, biçim ve görüntüye önem veren, kişisel bağımsızlığını ve özgürlüğünü güdümlülüğe tercih ederek hazin bir sona doğru giden, kendi olamamış, körü körüne bir düşünceye bağlanan bir kişiliği temsil eder. “Partre”ın “ eski pipolarını ”, “ eski elbiselerini toplayan ” bu koleksiyoncunun gözüyle yapılan tespitler Vian’ın kolektivizme, toplu hareketlere ve bu hareketler etrafındaki kişilerin durumuna ilişkin önemli ipuçları vermektedir. Chick’in kişiliğinde “kendi” olamayanların betimlendiği konferans sahnesi bu anlamda ilginç bir örnek olacaktır :

"Partre söz konusu olunca, dublözonlarını harcarken dikkat etmiyordu. Alise ve Isis kendisiyle birlikte, konferansçıların gelmesini bekliyorlardı. Onlar da bu önemli olayı kaçırmamak için geceyi burada geçirmişerdi. Koyu yeşil kapıcı üniformalarının içinde Chick çok yakışıklıydı. Colin’den yirmi beş bin dublözonu aldığndan beri artık işini de ihmal ediyordu” (Vian, 1963,75) (Alıntıların çevirisi tarafımızca yapılmıştır )

Kayıtsız şartsız, ne pahasına olursa olsun, bir kişiye, bir gruba, ideolojiye boyun eğmek, kişiyi tipleştiren, “ üniformaya ” sokan, etiketleyen bir durumdur; toplu kurtuluşu amaçlamak, sihirli formüller üretmek zaten doğası gereği karmaşa içinde olan insanı daha çok düzensizliğe itecek, özgürlüklerini yaşamasına ve kendini gerçekleştirmesine engel olacaktır. Zaman zaman abartılı, gerçeklikten uzak ve yalnızca sözcük yığınlarından oluşuyormuş gibi bir izlenim verse de, “Partre”’ın konferans sahnesi tipleşmeye, aynılaşmaya dolayısıyla kendi olamamaya yönelik eleştirileri ortaya koyar. Söz konusu romanda geçen bir betimleme bu aynılaşmaya dikkati çeker:

“İçerde yığılan kalabalıktakilerin birbirine benzeyen bir görüntüsü vardı. Yalnızca gelip geçen gözlüklü yüzler, kabarmışsaçlar, sararmışsigara izmaritleri ve helva geğirtileri vardı, kadınlarda ise, kafaların çevresinde topuz yapılmış çelimsiz saç örgüleri, çıplak gövdeye geçirilmiş kanadiyen ceketler ve karanlıkta sızan meme yuvarlağı görüntüsü vardı ” (Vian, 1963, 75)
Aidiyet duygusuyla kendinden geçmiş, yüzlerinde biyolojik varlık olmanın dışında herhangi bir zekâ pırıltısı görülmeyen, birbirinin benzeri bu kitle, kadın ve erkek olmanın dışında kendine ait bir nitelik taşımaz; tamamen bir lidere teslim olmuş, kitlesel kurtuluş arayan bu “ gözlüklü suratların ” oluşturduğu manzara,“ kendinden başkasına asla çözüm ya da cevap üretmeyi istemeyen ” (Baudin 1966, 181), yalnızca sorunu ortaya koymakla yetinen Vian’ın üslubuyla tam bir uyum içindedir. Nasıl kendi olunamayacağını ortaya koyan bu betimlemenin tersine, yine Günlerin Köpüğü ’nde “ yemek pişirme konusunda çok yetenekli ” (Vian, 1963,24), “ konumundan dolayı gurur duyan ” (Vian, 1963,25), iyi dans edebilen, işine ve özel yaşamına uygun giyinmeyi ve davranmayı bilen aşçı Nicolas, kendi olmayı başarabilen ender kişiliklerdendir. Üstelik mahallenin “Ev Hizmetkârları Felsefe Kulübünün” başkanı olan, “ ne yaptığını bilir gibi görünen ” (Vian, 1963,13) bu aşçının yaptığı iş, “Partre” ın eşyalarını ya da kitaplarını biriktirmekten daha iyidir:

“- Nicolas iyi biri, dedi Alise. Neden aşçılık yapıyor anlamıyorum
- Evet, garip, dedi Chick.
- Neden garip olsun, dedi Alise. Bunu Partre koleksiyonculuğu yapmaktan daha akıllıca buluyorum .” (Vian, 1963,78)
Asıl olan, büyük ve önemli düşüncelere sahip olmak, bunların ardından gitmek değil, kişisel yaratıcılığın olanaklarıyla donatılmış bir kimlik ve yaşam oluşturmaktır. Kitlesel kurtuluşu amaçlayan güdümlülüğü tercih ederek kendi trajik sonunu hazırlayan Chick’in aksine, bağımsız, başarılı, yetkin ve özgün Nicolas, yazarın ideal birey tanımıyla örtüşen bir özellik gösterir. Kendisi de her türden ideolojiye mesafeli duran yazar farklı ve özel olanın ardından gider.

Zorlayıcı ve totaliter bulduğu ideoloji ve hareketlerin gereği olan güdümlülüğe karşı ilgisiz kalan yazarın dayanışma içinde olduğu tek örgütlü grup patafizik olacaktır. Hayali çözüm önerileri, istisnai ve ayrıksı olana tanıdığı ayrıcalıklarla, sonucu itibarıyla bir mizah etkisi yaratan, nesnelere ve dile tanıdığı olağanüstü özelliklerle Vian’ın mizacıyla örtüşen bir oluşumdur. Yazarı bu ilginç “düzensizliğe” iten nedenleri ve kendilik sorununa ışık tutacağına inandığımız patafiziği belirginleştirebilmek için Jarry’nin bu konudaki tanımına başvurmakta yarar var:

“ Her ne kadar bilimin genel olduğu söylense de; Patafizik özelin bilimi olacaktır. İstisnaları düzenleyen yasaları inceleyecek ve bu evreni tamamlayan başka bir evreni açıklayacaktır; ya da en azından, tutkulu bir biçimde, geleneksel olanın yerine ikame edilebilecek, belki de edilmesi gereken bir evreni betimleyecektir, çünkü geleneksel evreni keşfettiği sanılan yasalar, istisnalar ile pek az istisnai bağıntıları olduğu için, ayrıksın özelliklere sahip değiller .” (Rybalka, 1969,169)
Genel durumlardan çok, farklı ve özel olanla ilgilenen patafizikçiler fizik kurallarını “istisnai olmayan istisnalar ” olarak değerlendirirler; bu istisnalar bilimin temelini oluşturur ve onun ilerlemesini sağlar, fakat bir kere ortaya çıkarılıp çoğunluk tarafından kabul edilince genelleşir ve özel konumlarını yitirirler. Bu durumda yalnızca birey tasavvurlarına dayalı hayali ve istisnai durumlar üretmek zorunlu hale gelmektedir.

Bu türden durumları üretmek için en verimli alanlardan birisi de edebiyattır hiç kuşkusuz. Zira edebi kurgu bireye kişisel yaratıcılık anlamında sınırsız bir özgürlük sunmaktadır. Sürekli olarak, düşünce biçimlerini, sabit mantığını, varlıkları ve nesneleri tanımlama biçimlerini ve değerler sistemini dayatan geleneksel dünya hayal dünyasını daraltan bir yapıya sahiptir. Bu durumda, “ herhangi bir değerler hiyerarşisini tanımayan patafizikçi için herşey değerdir, (…) o, değerler yelpazesini ele geçirip hayali olanın içine yerleştirir .” (Arnaud ve Baudin, 1977b, 389)

Tüm bu özgürlüklerin dışında, eşitlik ilkesi patafizikçiye gerçeği düşsel ile, ciddiyeti komedi ile, çirkini güzel ile iç içe koyma olanağı sağlar; ona göre her şey aynıdır, Vian’ın sözleriyle belirtmek gerekirse: “ istesek de istemesek de, her an patafizik yaparız .” (Arnaud ve Baudin, 1977b, 388) Bu açıklamalara karşın, Boris Vian’ın yapıtlarında tek tek ele alıp, somut olarak örnek vermekte zorlanacağımız, ancak yapıtın tümü göz önünde bulundurulduğunda belli bir kanıya ulaşabileceğimiz patafiziğin ne olduğu, neler içerdiği merak konusu olmaya devam etmektedir; bu, bir tavır mıdır, bir bilgi, bir bilim ya da ekol müdür? Bu soruya en uygun yanıtı Patafiziğin Başlangıcında ( Au suil de Pataphysique ) adlı yapıtın yazarı Shattuck verecektir:

“ Patafizik her birimize birer istisnayıymışız gibi yaşama ve yalnızca kendi kanunlarımızı açıklığa kavuşturma olanağı sunan içsel bir tavır, bir disiplin ve bir bilimdir .” (Duchateau, 1969, 218)
Dünyayı kurtarmaya soyunmayan ender öğretilerden biri olan patafizik, bireye kuralları ve yasaları geleneksel normlara göre şekillenmemiş bir dünya yaratma özgürlüğü sunuyor; neredeyse sınırsız denilebilecek bu özgürlük kendilik arayışına yönelik iradenin gerçekleşmesi için uygun bir zemin hazırlayacaktır. Bu patafizik tanımlamalarını somutlaştırabilmek ve bunların Boris Vian’ın kendilik sorunundaki yerini saptayabilmek için elbette yazarın kendi tanımlarına ve onun romanlarındaki yansımalara da başvurmak gerekecek. Kendine özgü bir düzen etrafında birleşen “marjinal” kimliklerin oluşturduğu Patafizik Koleji kırklı yıllarda kurulmasına karşın, Vian buraya ancak 1952 yılında girmiştir. Bu tarihten önce kaleme alınmış olmalarına rağmen, romanlarının tamamı Jarry’nin düşüncelerinden izler taşımaktadırlar. Zira, Vian’daki patafizikçi düşüncelerin oluşması çocukluk yıllarına dayanmaktadır; yazarın ölümünden kısa bir süre önce yaptığı radyo konuşması bu konuda önemli ipuçları verir:

;“(…) Patafiziğe sekiz yaşlarımda Robert de Flers ve Caillavet’in “ La Belle Aventure ” adlı piyesini okurken ulaştım, patafizikçi olmayan birinin patafiziği bulmayı düşünebileceği en son yer burası gerçekten .” (Duchateau, 1969, 389)
Adı geçen piyesteki bir replik Vian için adeta bir slogan olacaktır: “Genellikle, başkalarının düşünmeyeceğini düşündüğüm şeyleri düşünmeye çalışıyorum .” Yalnızca onun patafizikçi anlayışının eksenini oluşturmakla kalmayıp aynı zamanda kendilik arayışına da katkıda bulunan bu inanç yazarın hayali çözümlerin egemen olduğu dünyasını anlamamıza ve çözümlememize de yardımcı olacaktır. Ayrıca, içinde yaşadığımız dünyanınkinden tamamen farklı işleyen bir mantığı olmasına karşın, bu çözümler bir iç tutarlılığa da sahiptir; Vian romanlarındaki dünyada, gemilerin yelken yerine ayakları varken, balık avlamak için denize değil lavaboya gidilir; yine bu dünya ve onun kendine özgü koşulları Kırmızı Ot ’un ( L’Herbe rouge ) kahramanı Wolf’a bir tür zaman makinesiyle geçmişini ve onun izlerini ortadan kaldırma fırsatı, Yürek Söken ’in ( L’Arrache-Coeur ) “ yalnızca hareketleri, refleksleri ve alışkanlıkları olan ” “ bo ş” yetişkin Jacquemort’a kendini psikanaliz aracılığıyla “ doldurma ” ve “ bir tür kimlik oluşturma ” (Vian, 1962, 198) olanağı tanır. Günlerin Köpüğü ’nün öznel koşulları ise akciğerde beliren bir nilüferin neden olduğu hastalığı çiçekleri içe çekerek iyileştirmeyi gerektirir. Tüm bu kişisel imgelem ürünü çözüm ya da durumlar Vian’ın patafizikçi yanının bir yansıması olduğu gibi, farklı olmanın, kendini gerçekleştirme arzusunun da simgesel anlamda dışavurumudur. Kuşkusuz böylesi bir istek ve arayış bireyci bir dünya görüşünü kaçınılmaz kılacaktır.

Bir varoluş biçimi olarak bireycilik ve erotizm :
Herhangi bir akıma ya da ekole dahil edemeyeceğimiz Boris Vian, dünya ve yaşam görüşünü tam bir bağımsızlık duygusunun izlerini taşıyan bireycilik üzerine kurar. Kendilik arayışında en yüce değer olarak gördüğü bu görüş yazarın bağlandığı yegâne “izm” olacaktır. Fakat bireycilik Vian için toplumu ve dünyayı elinde tutan bir ideoloji olmaktan, başka bir deyişle, toplumu ve dünyayı açıklayan eksiksiz bir sisteme duyulan inançtan öte, bir yaşam ve tamamen kişisel bir varoluş biçimidir. Dolayısıyla dünyayı değiştirmekten çok yaşamı değiştirmeye dayanır bu inanç. Bu yönüyle özgün, bağımsız ve bireyin emrinde bir toplumun doğmasını ister yazar; toplumun geleneksel kurallarına göre yaşayan iyi bir yurttaş olmaktansa, özgürlüğünü yaşayabilen mutlu bir birey olmayı yeğler.

Günlerin Köpüğü ’nün önsözünde yer alan “ Beni bütün insanların mutluluğu değil bireylerin mutluluğu ilgilendirir ” ya da “ kitleler haksızdır, bireyler her zaman haklı ” biçimindeki değerlendirmelerle somutlaşan bu tercih kitlelerden ve diğer insanlardan kendini ayırt etmeyi gerektiren, üzerinde uzun uzadıya düşünülmüş bir duygunun yansımasıdır. Bireye ve birey mutluluğuna üst düzeyde değer veren bu duygu en somut biçimiyle kendini Kırmızı Ot ’ta göstermektedir. Wolf’un köpeği Senatör Dupont uzun zamandır düşlediği, mutluluğu simgeleyen ama tam olarak neye benzediğini kestiremediğimiz “ouapiti ” sini elde etme şansına erişince bunamaya benzeyen bir mutluluk yaşar. Ayakları arasında uyur vaziyette bu şekilsiz nesneyi tutarken söylediği sözler tipik bir birey mutluluğu örneği olacak ve sözünü ettiğimiz kendini gerçekleştirme ve kitleden geri çekilme düşüncesine açıklık getirecektir:

“-İşlevimi yerine getiriyorum. Gerisi çocuk oyuncağı. Ve şimdi sade vatandaşlığa dönüyorum. Sizleri çok seviyorum, sizleri anlamaya devam edeceğim belki, fakat artık hiçbirşey söylemeyeceğim. Benim ouapitim var. Siz de kendinizinkini bulun .” (Vian, 1962,136)
Bireyden bireye farklılık göstereceği ve bu yüzden “resminin çizilmesi” kolay olmayan mutluluk “ouapiti” gibi belirsiz ve şekilsiz bir nesneyle simgelenir; ulaşmak için çaba ve emek gerektiren ve bir kez yakalanınca artık toplumun biçtiği rolleri, statüleri anlamsız kılan, bir tür içe ya da “ sade vatandaşlığa dönmeyi ” gerektiren bu duygu artık kendi kendine yetebilen, kendi içinde “ küçük toplumunu ” yaratan bir kişiliğin de yolunu açacaktır. Bunama düzeyinde bir kendinden geçmişlikle betimlenen bu kişisel tatmin, bu içe bakış toplumsal bir varlık olarak bireyin sıradanlıktan kurtulması, kendi içinde kendisi için bir dünya yaratmasıyla ilgilidir. Fakat bu, hiçbir zaman kendi dışında kalanları göz ardı etmeyi de gerektirmez; onların da kendi mutluluklarını yaşamaları için “ kendi ouapitilerini ” bulmalarının salık verilmesi bu nedenle anlamlıdır. Bireycilikten hareketle varılan bu yeni ve güler yüzlü hümanizmayı Pekin’de Sonbahar ’ın ( L’Automne à Pékin ) kahramanlarından Angel aracılığıyla da görebiliriz:

“ Yere uzanmak gerek. Yere, hiçbirşey düşünmedenşu kumun üstüne ve birazcık da rüzgâr; ya da yürümek ve herşeyi görmek, birşeyler yapmak, insanlar için taştan evler yapmak, onlara arabalar vermek, ışık vermek, herkesin sahip olabileceği her türdenşey, onlar da hiçbirşey düşünmesin ve kadınlarla yatabilsin diye .” (Vian, 1996, 152)
Kendilik arayışının temelini oluşturan Vian bireyciliği bir teori ya da doktrin özelliği taşımaz; esas olan, bireysel özgürlüğün gereklerine yanıt verebilmektir. Bu da önemli oranda çalışma hayatıyla ilintili bir durumdur; çözüm ise bireysel haklardan yola çıkarak kendini gerçekleştirmiş bir toplumda insanların fizik gücüne dayalı çalışma koşullarının geliştirilecek teknolojilere ve makinelere devredilmesinde görülür. Zaman zaman bilimkurguya varan bu reformcu ve hümanist düşünce yazarın yalnızca Boris Vian olarak haklarını istemekle kalmayıp, insan olarak başkaları için de hak talep ettiğini gösterir. En geniş tanımıyla insan onuruna saygı, adalet, barış ve özgürlüğe dayanan hümanizma birey odaklı bir yorumla Vian’da bir anlamda yeniden tanımlanacaktır. Vian, kendi için istediklerini başkaları için de ister çünkü “bireyci bir toplumda her bireyin gereksinimleri karşılandıktan itibaren toplu bir düşünce ve çıkar ortaklığının egemen olacağının ” (Laforet, 1979, 170).farkındadır. Ancak, “ hiçbirşey düşünmeden kadınlarla yatmak ” biçimindeki ifadeyle pekiştirilen bu özgürlük ve hümanizma anlayışı yazarın kendilik sorunu içinde önemli bir yer ayırdığı cinsellik ve erotizme de göndermede bulunmaktadır.

Sürekli ve ısrarcı olmamakla birlikte güçlü bir etki bırakan bu erotizm kendilik arayışının hatta giderek kendinin dışındakileri de harekete geçirmeyi amaçlayan “ devrimci ” tavrın da izlerini taşır. Yüzyıllar boyunca yasaklanmasa bile, çoğunluğun ahlaki değerlerine göre lanetli ve zararlı görülen cinsellik bu yönüyle yazarın, hakkında devrimci düşünceler ileri sürdüğü bir alana dönüşür. Erotik edebiyat konusundaki bir konferansında şunları söyler Vian:

“ Sevimli bir gizemin sunduğu olanaklarla seçilmişkarşı cinsle birlikte olmak sağlıklı birşeydir. Bu, aşkın ve erotizmin edebi bir tema olarak kullanılmasıyla da doğrulanmaktadır; Devlet, benim judodan daha mantıklı, koşudan, paralel jimnastikten ve benzerlik gösterdiği tüm etkinliklerden daha doyurucu bulmakta ısrar edeceğim bu sporu bir boşlukta tutuyor. Herşeye karşın, çoğu sağlıklı insanın ilgi merkezi olan aşk Devlet tarafından kösteklenip engellendiğine göre, devrimci hareketin günümüzdeki biçiminin erotik edebiyat olmasınınşaşırtıcı bir yanı olmayacaktır .” (Arnaud; 1976, 256)
İlk bakışta birbiriyle bağdaşmayacak iki kavram gibi duran “ devrim ” ve “ erotizm ” insanoğlunun toplumsal çevresince sürekli kontrol altında tutulmaya çalışılan biyolojik ve psikolojik gereksinimleri ve Boris Vian’ın bireyci ve hazcı görüşü söz konusu olduğunda ancak birbirine yaklaşabiliyor; nefes alıp vermek, yemek içmek kadar doğal bir eğilim ve gereksinim olan cinsellik bireyin ve giderek toplumun kendini tanımasında itici bir güç oluşturacak ve özgürlük alanını genişletmesine fırsat verecektir. Belli bir birikim ve altyapı gerektiren ideolojilerin tersine, sağlıklı her bireyin ortak gereksinimi olan cinsellik kurulu düzenin aygıtlarınca engellenmeye, alanı daraltılmaya ve giderek yasaklanmaya uğruyorsa, bu çoğunluk hakkını elde etmek, kendini yaşamak, özgürlük alanını genişletmek için en devrimci tutumunu bu alanda göstermelidir. Bu sorunu edebiyat aracılığıyla ele alan bir yazar da devrimci biri olarak değerlendirilmelidir. Vian’ın bu konudaki düşünceleri çok nettir:

“ Yeni bir düzenin gerçek propagandacıları, gelecek ve diyalektik devrimin gerçek havarileri açık saçıkşeyler yazdığı söylenen yazarlardır. Erotik kitaplar okumak, bunları tanıtmak, yazmak yarının dünyasını hazırlamak ve gerçek devrime yol açmak demektir .” (Arnaud; 1976,256)
Vernon Sullivan takma adıyla yayınladığı Mezarlarınıza Tüküreceğim adlı romanın içerdiği erotik sahneleri nedeniyle ortaya çıkan tepkiler ve açılan davaların ardından 1948 yılında dile getirilen bu sözler bir yandan yazarın genel kabul gören totaliter ideolojilere karşı duyduğu kayıtsızlığı ve güvensizliği vurgularken, öte yandan da erotik edebiyatın bireysel anlamda içe bakışı sağlayan, özgürlükleri genişleten yıkıcı yanını ortaya serer. Eğer ideoloji varsa, aşk ve cinsellik tamamen bireysel bir duygu ve davranış olarak yepyeni bir ideolojinin bileşenleri olmalıdır. Yazarın bireyci dünya görüşüyle beslenen bu anlayış toplumunu ve yönetimin ahlaki değerlerini sorgular; yine yazarın aynı konuşmada belirttiği gibi, “ yurttaşlarını alkol ve tütün kullanmak için cesaretlendiren, kötülüklerin en büyüğü olan savaşı kahramanca bir tarihe dönüştüren kitapları göklere çıkaran Devlet ” “ sağlıklı çoğunluğun ilgi merkezini oluşturan aşkı engellemektedir .” (Arnaud; 1976,256)

Dolayısıyla, kişiliğin heyecan verici bir dışa vurumu olan aşk ve onu bir tema olarak ele alan erotik edebiyat kendilik bağlamında olduğu kadar, toplumsal ve ahlaki normların sorgulanması konusunda da önemli bir unsur olarak ortaya çıkmaktadır. Geleneksel ideolojilerin bu konuda önemli bir şey önermediği kabul edilince “ erotik edebiyatın günümüzdeki devrimci hareket biçimi olmasına şaşmamak gerekir .” Vian’ın bu devrim anlayışı, bireyin kendini tanımasını, yani bildiği, hissettiği cinsel arzuyu yaşamasını görmezden gelen hatta inkâr eden bağnaz tutumu alt üst eder. Tamamen farklı bir edebi tür olan Vernon Sullivan romanlarını ayrı tutarak söylemek gerekirse, Vian’ın erotizminin olay örgüsüne sıkışmış bir ayrıntılar bütünü olduğunu görürüz, ancak bu ayrıntının çarpıcı, şaşırtıcı ve alt üst edici bir yanı vardır. İçsel dürtülerden esinlenen ve cinselliği meşru bir zemine oturtmaya çalışan Vian erotizminin bir başka amacı daha vardır: yazar için “ sanat halkta sevinç, korku, cinsel tahrik ya da herhangi başka bir yolla fiziksel bir şok yaratmaktan ibarettir .” (Baudin 1966,69) Doğaüstü özelliklerle donatılmış bir tür harikalar diyarı olan Vian evrenindeki fantastik kurgularla sevince, şiddet sahneleriyle korkuya, zaman zaman pornografiye varan erotizmle cinsel tahrike dönüşen bu “şok ”, en belirgin biçimde, içinde yaşadığımız dünyanın mantık kurallarını sarsarak, bu mantığın dışına çıkarak kendini gösterir.

“ Üst mantığın ” biçimlendirdiği edebiyat ve mizah :
Öncelikle Vian’daki mantık dışılığın (illogisme) bir tür alternatif, göreceli ya da Clouzet’nin deyişiyle, bir “ üst mantık ” anlamına geldiğini belirtmek gerekir. Böylesi bir mantık Vian romanlarındaki tuhaf, sıra dışı ama olay örgüsüyle ve kurgusuyla arasında bir iç tutarlılık sergileyen akıl yürütmelerden ve değerlendirmelerden kaynaklanır. Aristo mantığının tamamen alt üst edilmesinden söz edilemez burada; yazar bu mantığı yetersiz bulduğu için ona belli bir ihtiyatla yaklaşır yalnızca. Tıpkı genelin kullandığı dilden kendine özgü yeni bir dil yaratmaya çalıştığı, bireyin içindeki derin beni çıkarmak için kitleyi “ tahrik ” ettiği gibi, var olan mantık sistemini ve anlayışını da kazıp içinden tamamen yeni, farklı bir mantık çıkarmak ya da kendi “ gerçekdışı ” gerçekliğini yaratmaktır onun amacı. Bu amaçla “ bizden (…), davranışlarımızın, yaşam kurallarımızın, yargılarımızın üstündeki örtüyü aralamamızı ister, içindekileri görmemiz için, içinde hala birşey varsa eğer… ” (Clouzet, 1971, 52) “İyi”, “kötü”, “doğru” ve “yanlış” gibi mutlak kavramları algı alanından çıkararak, Aristo kıyasları üzerine kurulmuş mantıktan kaçınmaya çalışan bu “ üst mantık ” ya da öz mantık, Vian romanlarında algı, yargı ve değerlendirme sistemini yeniden oluşturacak köklü zihinsel değişikliklere yol açar. Bu, tamamen çoğunluğun kabul ettiği mantık anlayışının yetersizliğiyle açıklanabilecek bir durumdur. Yazarın şu sözleri bu anlamda önemli katkı sağlayacaktır:

“ Mantığı tam olarak alt üst edip etmediğimi bilmiyorum; bu izlenim, sanıyorum, benim Aristo mantığını mantık olarak kabul etmememden kaynaklanıyor. Siyah, beyaz ya da iki niteliğe sahip mantıkla hiçbir zaman yetinmedim. Bu kesinlikle yetersizdir. Birşey siyah değilse elbette beyaz olabilir ama aynı zamanda bir yığın başka renkte de olabilir. Dolayısıyla, bu, evet, hayır, belki den ibaret birşey değildir. Bu üç niteliği yetersiz buluyorum .” (Pestureau, 1978,159)
Arzuların, hayal gücünün ve bilinçaltının en derin katmanlarında saklı duran itkilerin bir bireşimi olan insan ruhunun, algılarının, özlemlerinin, kavrayış ve beklentilerinin, sınır ve kapsamı daha önceden başkaları tarafından çizilmiş bir mantıksal yapıya göre tatmin bulamayacağı açıktır; üstelik, tüm bu duyguların kişiden kişiye farklılık göstereceği gerçeği de göz önünde bulundurulursa, tek tip ve sınırlı bir mantık her durum ve olay karşısında aynı geçerliliği taşımayacaktır. Düşünmeyi, akıl yürütmeyi belli ve sınırlı değerlere sahip bir ölçüye oturtmaktansa, bu ölçülerin sınırlarını bireyin gereksinimleri doğrultusunda geliştirmek ve genişletmek temel düşünce olmalıdır. Çünkü bu gereksinimler onu denetleyen ve sınırlandıran ölçütlerden daha kapsamlı ve daha çeşitlidir. İkinci karısı Ursula Vian’ın deyişiyle, “ büyük bir çocuk ”, sözcüğün gerçek anlamıyla “ bir hayalperest ” olan Boris Vian’ın genel geçer mantık karşısındaki bu anlayışı düşünmeyi öğretmek gibi bir sav taşımaz, yalnızca her bir bireyin, tıpkı düşlerde olduğu gibi, kendi gerçeklikleri olduğunu, bu çok sayıda gerçekliğe uyacak çok sayıda mantıksal alternatif olması gerektiğini vurgular. Dolayısıyla, düşüncenin değiştirilmesi değil, onun etki ve kabul alanının genişletilmesidir esas olan. “ Sıradan şeylerden sıkılan ” ve bu yüzden “ kendisine sürekli gerçekliğin gereğini yapması hatırlatılan ” (Boggio, 1993, 391) yazarın sinemayla ilgili bir düşüncesi bu “ üst mantığı ”nın izlerini taşır: “İ lginç olan imgelemdir (…). Bisiklet çalan birini görmek yaygın birşeydir. (…) Bir dalgıcı yiyen ahtapot görmeyi çok isterim .” (Pestureau, 1978,159) Yazarın romanlarında bize ilk bakışta tuhaf, mantık dışı ve tutarsız gibi görünen kimi imge veya akıl yürütmelerde bu düşlerin izlerine rastlamak olasıdır: iş yerine gitmek üzere yola koyulduğunda birçok kez otobüsü kaçıran, bu arada yürüdükçe iş yerine yaklaştığını görünce “ yolun karşısına geçip otobüse binmeye değecek bir yere varmak için aksi yöne doğru giden ” (Vian, 1996, 13) Amadis’in tercihi de buradan kaynaklanıyor olmalı. Kırmızı Ot ’ta Wolf ve Lazuli arasında geçen şu diyalogdaki mantık zincirini anlamamızı zorlaştıran neden de yine aynıdır: “

- Beş ev sayıp giriyoruz dedi, Lazuli.
-Tamam, dedi Wolf. Neden beş ?
-Çünkü iki kişiyiz, dedi Lazuli ” (Vian, 1962,100)

Kendi söz dizimini ve sözcük dağarcığını kendisi belirleyen Vian, olayların akışını belirleyen mantığı da kendisi belirliyor. Dünyaya ve geleneksel edebi biçimlere karşı bir ironiyi içinde barındıran bu mantık yazarın görmeyi öğrenmek için seçtiği yol olan edebiyatın da yöntemlerini belirleyecektir.

Vian’ı yazmaya iten temel nedenlerden birisi kurulu düzene karşı sergilediği derin karşıtlığı ortaya sermek ise, bir diğer neden de kendine özel bir alan açmak, iç gerçekliğini ifade etme yolu yaratmaktır. “Gerçek” dünyanın düzlüğünden ve sıradanlığından dolayı sıkıntı duyan yazara edebiyat ikincil ve düşsel ama kıyasıya yerici ve alaycı bir evren yaratma olanağı sunar; burada konformist alışkanlıkları oluşturan tüm değerler eleştirildiği gibi, edebiyatın kendisi de bu yıkıcı eleştiriden nasibini alır. Yazım kurallarında yaptığı bilinçli değişikliklerle sözcüklere yeni biçimler vererek, onları ilk ve düz yönüyle ele alıp yeni anlamlar yükleyerek ya da kendi ürettiği sözcüklerle kendi gerçekliğini ifade ederek dili dış dünyanın baskısını kırmak için bir silah olarak kullanan Vian katı dilsel gerçekliği reddedip mutlak olanı muhtemele dönüştürmeye çalışır. Tüm diğer alanlarda olduğu gibi dil de mümkün olduğunca özgün ve kendi gerçekliğini aktarmaya uygun olmalıdır. Bu yenilikçi arayış kendi olma yolunda kişiye özgürlük ve özgünlük sunacaktır. Traité de Civisme adlı tamamlanmamış kuramsal kitabında dilin kendilikle ilgisine dair düşüncelerini şöyle ifade eder yazar:

“ Sözsel malzemeyle donanmamız yaşam deneyimleri sonucu oluşur; diğer insanlarla “iletişim kurmaya” yarayan bu malzeme yavaş yavaş zenginleşir, ta ki hep belli belirsiz duyumsadığımız herşeyi dile getirmemizi sağlayıncaya kadar. Sözcükler herşey demek değildir: o yüzden kendinizin olmayan, duyumsamadan, algıladığınızı sandığınız çarpıcı ifadelerin sizi baştan çıkarmasına izin vermemelisiniz. Angaje olmak güzel şey, fakat belgeyi imzalamadan önce okumak gerekir; eğer akla yatkın görünmüyorsa, kullanılan öğelerden hareketle kendininkini oluşturmaktan başka yol yoktur. ” (Arnaud, 1976, 387)
Her anlamda bağlılığı ve bağımlılığı yadsıyan düşünceleri de kapsayan bu ifade bireyin basmakalıp bir dili kendinin saymasına itirazlar içerir: nasıl ki bireysel gereksinimler ve arzular kişiden kişiye farklılıklar gösteriyor, bunların tatmini için sınırsız sayıda alternatifler üretmek gerekiyorsa, öznel duyumsamalarımızı, bize ait, bizim bilebildiğimiz düşünceleri dile getirmek için bilgi aktarmaya yarayan ortak dilden de yeni bir iletişim aracı yaratmak gerekir. Bunu yaparken, dilin bir iletişim aracı olduğunu, dolayısıyla “öteki” ile aramızdaki köprüyü kuran en önemli yol olduğunu göz ardı etmeden, ama sadece çarpıcılığına ve albenisine kapılıp“ baştan çıkmadan ”, “kendi” gerçekliğini ifade edecek bir dil üretmek olmalı amaç. Bu, kişiye yalnızca kendi gerçekliğini ifade etme fırsatı vermekle kalmayacak ayrıca çoğunluğun ortak bir biçimde benimsediği ve birey üzerinde bir erk olarak kullandığı dilsel gerçeklik anlayışını da sarsacaktır. Dilin bu özgürleştirici gücünün farkında olan ve bundan yararlanarak yer yer dilsel parodiye varan yeni bir üslup yaratan yazar aynı tutumu edebiyat ve edebi gerçeklik karşısında da sergileyecektir. Başka bir deyişle, nasıl ki yapıtlarında sözcüklerin esiri olmadan, onlara üstünlük tanımadan kendini ifade ediyorsa, döneminin edebiyat anlayışına da boyun eğmeden yapar edebi anlayış tercihini “ Fotoğraf çeken edebiyatçı olmakla yetinmeyen ” (Clouzet, 1971, S.37) yazar için önemli olan kendi sözcüklerine ve edebi yaratısına yeni bir hayat vermektir. Gerçekliğini geniş bir hayal gücünden alan Günlerin Köpüğü ’nün önsözü bize Vian’ın gerçeklik anlayışı hakkında bir fikir verebilecektir:

“ Öykü tamamen gerçektir, çünkü onu baştan sona ben tasarladım. Özdeksel gerçekliğin, ısıtılmışve dolambaçlı bir atmosfer içerisinde, düzensiz kıvrımları ve bükümleri olan bir yüzey üstünde yansıtılmasıyla elde edilmiştir .” (Vian, 1963, Önsöz)
Bir şeyin gerçek olabilmesi için belli bir uzam ve zaman içinde geçmiş olması gerekli midir? Gerçeklik algımızı sorgulayan bu satırlardan yola çıkarak söylemek gerekirse, yazarın bu soruya yanıtı olumlu olmayacaktır. Günlük yaşamımızda yer alan ve hemen herkesin bir biçimde yaşadığı aşk, evlilik, dostluklar, çalışma yaşamı, ekonomik sorunlar, sevinçler ve üzüntüler gibi “ özdeksel gerçeklikleri ” bireysel imgelemin “ düzensiz kıvrımlarından ” geçirerek, yani ortak ve sıradan gerçekliği “ dolambaçlı bir atmosfer içinde ısıtarak ” ona yeni ve otantik bir biçim verip “ bir yüzey üstünde yansıtmaktır ” asıl gerçeklik yazarın gözünde. Hatlarını kendisinin çizmediği gerçekliği, başka bir deyişle diğerlerinin gerçeklik algısını kabul etmeye yanaşmayan Vian bu konuda öznel bir gerçeklik tanımı ortaya koyuyor. Kişileri ve olayı belli bir zaman aralığına ve dar bir çerçeveye sıkıştıran gerçekçi edebiyatın tersine, “ tasarlanmış” gerçeklik sınırsız denilebilecek çözümleri ve mantıksal yaklaşımları kabul edecek bir evren oluşturur.

Yazarın “ canının istediğini yapabileceği bir alan gibi gördüğü edebiyat ” (Rybalka, 1969, 97) ilk sıraya anıları değil, ayrıksı ve istisnai olanı, bilinmeyeni yerleştirecektir. Romanlarında hep bunu tercih ettiğini söyleyen yazara kulak verelim: “ Bir romanımda aşklarımı, bir diğerinde eğitim yaşamımı ya da askerliğimi anlatmadım; hepsinde, yalnızca bilmediğim şeylerden söz ettim. Gerçek entelektüel dürüstlük budur. İnsanın konusu olmayınca ya da bu konu gerçek olmayınca onu kötüye de kullanamıyor .” (Arnaud, 1976,206)
Edebiyat ve edebiyatçının amacı yaşanmışlıkları, yaşamın içinde bir biçimde yanıtı ve karşılığı bulunmuş ya da bulunmamış, çözülmüş ya da çözülememiş sorunları aktarmak değil, duyumsanan ama adlandırılamayan, zihni meşgul eden ama ele avuca gelmeyen, somutlaşamayan “şeyler ” den söz etmek olmalı. Bu, yazarın kendinden söz etmeyeceği anlamına değil, tam tersine bizzat kendini anlatması gerektiği anlamına gelecektir; ancak, yaşanmış olanlardan çok yaşanmak istenenlerden, bilinenlerden çok bilinmek istenenlerden yola çıkmak gereklidir. Yaratıcılık bunu zorunlu kılar, tersi, olsa olsa tarih yazarlığı olacaktır. Bu yüzden, yalnız bir yazarı ya da edebi akımı değil, genel anlamda yazı dünyasını hedef alan Vian’ın yaratıcılık gerektirdiğini düşündüğü edebiyat ile olan ilişkisi onun dil ve gerçeklikle olan ilişkisiyle benzerlik gösterir: bu iki kavram konusundaki geleneksel anlayış ve algıyı reddetmesinden dolayı sergilediği alaycı yaklaşım edebiyat söz konusu olduğunda da ortaya çıkacaktır. Beğenmemenin, onaylamamanın ustaca ve rafine bir biçimde yansıtılması olarak da görebileceğimiz parodi, edebi geleneklerden etkilenmemeye çalışan, onları taklit etme yanlışlığına düşmek istemeyen yazarın romanlarında , genel kabul gören yazma üslubunun ve klişelerin içini boşaltmayı amaçlar. “Ciddi” edebiyatla bir anlamda alay eden böylesi bir niyete Vercoquin ve Plancton adlı romanın ilk sayfalarında sıkça rastlıyoruz. Hepimizin yakından bildiği klasik romanlardaki romantik sahne betimlemelerinden birisi Vian’ın kendine özgü üslubuyla adeta içeriğinden yoksun hale getirilip yeni ve özgün bir içeriğe bürünür. Yazar güneşin romantik ışıklarını şöyle betimler burada:

“ Güneş, kaynamış amber kokulu aydın bakışını herşeyin üstüne konduruyordu, bu yüzden bayram eden doğa dörtte üçü altın dolgulu öğlen dişleriyle gülüyordu .” (Vian, 1972, 16)
İçinde bireyin kendi algılama, imgeleme ve ifade etme biçimini barındıran bu betimleme harcıâlem düşünceye ve üsluba karşı da yıkıcı bir tutum sergiler. Kendi deyişiyle, “ bilmediğişeyleri ” aktarabilmek için bilinmedik imgelere ve mantıksal yaklaşımlara gereksinimi vardır yazarın. Alışılagelmiş edebiyat anlayışının kısıtlayıcı nitelikleri karşısında bireyin eleştirel düşünceye ve kendi ölçütlerine başvurmaması kabul edilebilir bir şey değildir onun için. Döneminin eli kalem tutan ve gerçeği ifade ettiği yanılsaması içinde bulunanların çoğunu “ yalancı ” ve “ dolandırıcı ” olmakla suçlayan Vian’ın edebiyat dünyasına karşı eleştirisi oldukça keskindir:

“ Zamanımın çoğunu yalancıları ve dolandırıcıları, sözcük ve söz dolandırıcılarını, demagoji yapan insanları ifşa etmekle geçiriyorum. Günümüzde, gazetelerde, okunabilecek herşeyde, her yerde en kötü seçim konuşmalarına benzeyen bir söz enflasyonu var .” (Laforet, 1979, 58)
Bir iletişim ve propaganda aracı olarak dil ve edebiyat mevcut haliyle kitlelerden tek tip insanlar yaratmaya eğilim gösteren bir yapı ve özellik taşımaktadır. Bu yargıdan hareketle yazar, bir erk edinmek amacıyla kitle psikolojisini körükleyen her türden otorite karşısında bir direnç göstermektedir. Kısır sözcükler ve içi boş öykülerle kendine bir güç oluşturmaya çalışan edebi otorite, yazarın gözünde, beylik laflar sayesinde karanlık politikalar üreten bir yönetim erkiyle eşdeğerdedir. Kendine ait olmayan sözlerle, imgelerle, deyimlerle yine çoğunlukla kendi süzgecinden geçmemiş düşünceleri aktarmak “ yalancılık ”tan ve “ dolandırıcılık ”tan farklı bir şey değildir. Oysa dilin bir tek sahibi yoktur; söz öze ait olmalıdır. Dolayısıyla, bir otorite olarak genel kabul gören edebiyat anlayışının dümen suyuna girmeyi reddetmek aynı zamanda felsefi, siyasal, dinsel, ya da savaştan yana bir otoriteyi de reddetmek anlamına gelecektir. İşte bu yüzden, Vian, “ edebiyatı aptalların eline bırakmak, bilimi savaşseverlerin eline bırakmak demektir ” (Laforet, 1979, 57), diyecektir. Bu net ve keskin eleştiri “ dilin ve edebiyatın sahibi olduğunu iddia edenlere ve çeşitli dışlama yöntemleriyle diğerlerinin buraya girmesini yasaklamaya çalışanlara ” (Arnaud ve Baudin, 1977a,211) karşı bir tepkinin dışavurumudur. Sözcüklerin ve edebi yapıtların ardında hep bir yaratıcılık, bir özgünlük ve kendilik arayan yazar bu olumsuz manzara karşısında benliğini korumak, “ bu sözsel enflasyon ” içinde bir aktör olmamak için mizahın koruyucu ve savaşımcı gücüne sığınır.

Boris Vian’ın mizahı söz konusu olduğunda, ilk söylenmesi gereken şey, bu mizahın güldürmekten çok, konformist anlayışı yıkmaya ve onu oluşturan güçler karşısında kendini savunmaya dayandığı olmalı. Buradan doğacak etki olsa olsa acı bir tebessüm olacaktır; bu izlenim, kuşkusuz, yıkıcı eleştirinin yetişkinlerin, siyasal yönetimin ya da dinin ve günlük yaşamdaki sıradanlığın oluşturduğu baskıcı ve otoriter yapıya yöneltilmesinden ileri gelmektedir. Yergi üzerine kurulmuş olan bu olumsuz ve saldırgan mizah, kendini abartılmış durumlar ve zıtlıklarla gösterir. Başka bir deyişle, yazar gerçekliği edebi anlamda deforme etmek için mizahını karikatürleştirme ve zıtlıklar yaratma üzerine kurar. Karikatür ona kurulu düzenin “kurucuları”nın kusurlarını abartıp olduğundan daha büyük gösterme olanağı sunarken, tezatlar görüntüyle gerçek arasındaki uyumsuzluğu ortaya koyma fırsatı verir. Romanlarındaki ciddi görünümlü kişilerin zaman zaman komik davranışlar sergilemesi bu yüzdendir.

Yazarın güç sahiplerinin tutum ve davranışlarıyla arasına mesafe koymak ve kendi “ben”ini korumak amacıyla sergilediği bu karşı duruş ya da yer yer düşmanca tutum daha çok yetişkinler dünyasını hedef alır. Bu nedenle, yetişkinlerle gençler arasındaki kuşak çatışmasını mizahi biçimde ele alan Vercoquin ve Plancton ’daki baş mühendis Miqueut gülünç ve sevimsiz yanlarıyla öne çıkarılır. Yönettiği kurumun evrakının “ yağmaya, yangına, hırsızlığa, tecavüze, ziyana, imhaya uğramasından sürekli endişe eden ” (Vian, 1972, 97) bu mühendis işgal yıllarındaki birçok Fransız gibi yurtsever ve direnişçi olur, öyle ki “ mutfak kapısının tokmağının altına bir mantar tabancası sakladıktan sonra kendinde yurtsever düşünceler belirtme hakkı görmeye başlar .” (Vian, 1972,97) Kuralların ve seçkinciliğin ateşli savunucusudur artık: “ kurallara saygı gösterilmediği için geldiğimiz noktayı görüyorsunuz ” (Vian, 1972,124), “ özellikleşef yapılmış olan bizlerin diğerlerinden daha çok örnek olması gerekir .” (Vian, 1972, 96) Bu karikatür insan Miqueut karikatür bir direnişçiye dönüşmüştür artık, tıpkı Yürek Söken ’de çocuklarının uğrayacağı olası tehlikeler karşısında annelik içgüdüsünü çok ileri götürüp karikatür bir anneye dönüşen, üçüzlerin annesi Clémentine gibi; gülünç bir paranoyaya dönüşen annelik sevgisini şu monologda bulabiliriz:

“ Ya çocuklar ellerindeki küreklerle bahçeyi biraz derince kazıp bir petrol kuyusuna rastlarlarsa; ve petrol fış
kırıp hepsini boğarsa, ne yapardı sonra. Ne korkular yaşarım ben! Onları ne kadar çok seviyorum! ” (Vian, 1962,339)
Aile kurumunun bir tür şiddete dönüşen ölçüsüz sevgisinin ve aşırı korumacılığının karikatürleştirildiği bu monologu da göz önünde tutarak, Vian’ın mizahı hem toplumsal kurumları sarsmak için bir silah olarak, hem de kendini bu güçler karşısında korumaya yarayan bir sığınak olarak kullandığını söyleyebiliriz. Kabul etmek gerekir ki birey, aile, din, yazılı olan ve olmayan kurallar gibi toplumsal kurumların oluşturduğu ve kendisi üzerinde despotça bir tutum sergileyen birlik karşısında sınırlı bir güce sahiptir. Bu gücünü bozguncu bir mizaha başvurarak artıran Vian, böylece hem çoğunluğun oluşturduğu yüzeysellikten korunmuş olmakta hem de bu ezici hegemonyanın gücünü zayıflatmaktadır. Sorgulanmadan kabul edilmiş gerçeklikleri paylaşmamanın verdiği istek ve zevk ona ayrıcalıklı bir konum tanıyacaktır. Henri Baudin’in sözleriyle ifade etmek gerekirse:

“ Tüm bu mizah olumsuz fakat özgürleştiricidir; kişinin üstünlüğünü amaçlar, en azından, “büyülü” bir davranış sayesinde onda yoğun biçimde bir dokunulmazlık izlenimi bırakarak kararsızlıktan ve iç sıkıntısından kurtulmasını amaçlar . (…) Vian’ın saldırgan mizahı devrimci değil asidir .” (Baudin, 1973, 213)
Kuşkusuz, böylesi bir mizahın muhalif özelliğini bir başkaldırı olarak değerlendirmek mümkündür; ancak ne kadar acımasız olursa olsun bu başkaldırı yeni bir düzen kurmayı değil, bireysel anlamda yeni bir yaşam oluşturmayı amaçlar. Ani ve köklü bir değişiklik gerektiren devrim ise Vian romanlarının amacının dışındadır. Yazarın tek isteği “ dünya düzenine katılmamaktır ” çünkü “ o, dünyada düzen görmez .” (Baudin, 1966, 151) Mizah yoluyla dışa vurulan bu karşı koyma Vian’da, günlük yaşamlarında ciddi bir görünüm vermesi gereken insanların sözlerinin, davranışlarının ve giyimlerinin birbiriyle derin uyumsuzluklar göstermesiyle belirginleşir. Yazarın romanlarındaki savaşın, dinin bir oyuna dönüşmesi, resmi bir törenin gülünç bir şenliğe benzemesi tesadüfî değildir; çünkü toplumsal yaşama ağırbaşlı havayı veren unsurların oluşturduğu tabuyu kırmaktır amaç. Bu da “ ciddi şeylerden basitçe ve ironik olarak, önemsiz şeylerdense ciddi biçimde söz eden bir insan için kolay ve doğaldır .” (Clouzet, 1971,99)

Doğrudan doğruya başkalarını kurtarmak gibi bir amacı olmayan Vian her türlü tehdidi bir oyuna dönüştürmekle ve kendini özgürleştirmeye çalışmakla yetinir. Fakat bu oyun genellikle bir aykırılık üzerine kuruludur:” Üniforması ve altın zinciri üşümüş burunlar gibi parlayan ” (Vian, 1963,52) ajan ile “ dokuz kuyruklu kedi pisliğine basıp havada bir tur atan ” (Vian, 1996, S.33) papazın durumunun sergilediği aykırılığın bıraktığı yergi izlenimi kendini mantıksal aykırılıklarda da gösterecektir: Vian romanlarının evrenindeki mantıksal işleyiş ile içinde yaşadığımız dünya arasındaki uyumsuzluk komik bir etki bırakır; Türkçe’ye Savrulan Otlar Arasında diye çevrilen Trouble dans les Andains adlı yapıtta bu türden paradokslara sıkça rastlanır: burada, “ arkadaşının sol gözünden en büyük taşları gözleri bağlı olarak çıkartan ” (Vian, 1966,94) birisini görmek ya da “ isabetle vurulmuş bir çekiç darbesiyle ” (Vian, 1966,94) gerçekleştirilen bir intihara tanıklık etmek olasıdır. Yazarın roman evrenindeki işleyiş ve kurallarla herhangi bir çelişki oluşturmayan bu mizah anlayışı yalnızca Vian’ın kendi üstünlüğünü koruma çabasından değil, karşıtlıkları çoğaltarak, ifade ile düşünce arasında bilinçli uyumsuzluklar yaratarak bizi şaşırtmak istemesinden, sarsmak istemesinden de kaynaklanmaktadır.

Sonuç
Boris Vian’ın yapıtlarında ve yaşamında, kurulu düzenin aygıtlarına kategorik bir karşı koyma ve bunların dayattığı sınırlayıcı zorunlulukların yerine birey mutluluğunu koyma biçiminde ortaya çıkan kendilik bilinci, klasik anlamdaki ideolojik ve edebi güdümlülükten çok, patafizik gibi, sıra dışı, düzensizliği düzen olarak benimsemiş bir “ disiplin ” içinde yer almayı tercih eder. Kişisel özerkliğin en yüce değer görüldüğü bu anlayış, Vian’ın kendini gerçekleştirmesinde bir varoluş biçimi olarak önemli rol oynayan bireycilikle de birebir örtüşecektir. Kolektif yaşamın birey hakları üzerindeki ezici baskısı karşısında bencillik taşımadan, içten, iyi niyetli ve insancıl bir tavır takınan bu bireycilik cinselliği ve erotizmi kendini gerçekleştirebilmenin başat unsuru olarak görmektedir. Dünyayı değiştirmeyi savlayan ideolojilerin yerine erotizmi koyan ve bunun edebi tema olarak ele alınmasının devrimci bir tavır olduğunu düşünen Vian, dile ve edebiyata getirdiği yeni anlayışla kendine otantik bir alan sağlamaktadır. Kendini tanıma ve tanımlama eylemini, sınırları ve kapsamı genişletilmiş bu edebiyatla ortaya koyan yazar, içinde yaşadığımız dünyaya hükmeden Aristo mantığının kalıplarını yıkarak, kişiye ve duruma göre değişebilen esnek ve kendine özgü bir mantık sistemi geliştirir. Bireysel özgürlükleri sınırlayan, onu görmezden gelen genel değer yargılarının gücünün farkında olan yazar bu yeni mantığın da etkisiyle yaratılmış mizah ile kendi benliğini savunma yoluna gider. Kurulu düzenin normlarını sarsmak için uygun bir araç olan bu muhalif mizah kendisine dünya düzenine dahil olmama ve kendi özerk konumunu koruma ayrıcalığı tanımaktadır. Her ne kadar bireysel ve içe dönük bir sorun olsa bile, Vian’ın kendilik bilinci sonuçları itibarıyla toplumun yararını da gözeten içten ve hümanist bir özellik taşımaktadır.


kaynak:
Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
7 Temmuz 2015       Mesaj #5
Safi - avatarı
SMD MiSiM
Ad:  Boris_Vian_-_WIKI.jpg
Gösterim: 788
Boyut:  57.3 KB

VİAN
(Boris), fransız yazar (Ville-d'Avray 1920 - Paris 1959). Önceleri Vemon Sulllvan adıyla, İngilizceden çevirdiğini öne sürdüğü romanlar yayımladı (Mezarlannıza tüküreceğim [J’irai eraeher sur vos tombes], 1946; Et on tuera tous les affreux, 1948). ilk romanı skandal yaratan büyük bir ilgi gördü. Aynı zamanda caz müzikçisi olan Vian, Paris'in Saint-Germain -des-Prös semtinde gelişen varoluşçu harekete katıldı. Bazıları bestelenen pek çok şiir yazdı (les Çent Sonnets, 1941-1944; Barnum’s digest, 1948; CantilĞnes en ge- IĞe, 1950; Je voudrais pas crever, 1962; bunlardan /e DĞserteuYün radyoda yayımlanması Cezayir savaşı sırasında yasaklanmıştır). Tiyatro yapıtlarında da aynı muhalif tavır ve parodi eğilimi vardır (l’Equarissage pour tous, 1950; le Goûter des gĞnüraux, 1951; les Bâtisseurs d'empire, 1959). Vian, kendi adıyla yayımladığı romanlarındaysa, söz oyunlarına, sözcüklere büyük bir önem verir ve yarı tatlı yarı acı bir düşselliğin peşine düşer. Bu yapıtlarda, birbirlerine delice âşık olan kahramanların, bencillikten ve yolunu şaşırmış kişileri kendiyle birlikte sürükleyen toplumun yabancılaştırıcı etkisinden kurtuldukları görülür (Vercoçuin e) le plancton, 1946; Günlerin köpüğü [l'Ecume des jours], 1947; Pekin'de sonbahar [l’Automne â Pekin], 1947; l’Herbe rouge, 1950; Yürek söken [l’Arrache-Coeur], 1953).

Kaynak: Büyük Larousse

Benzer Konular

2 Nisan 2008 / Bluesorrow Sanat ww
12 Haziran 2009 / ThinkerBeLL Sinema ww
29 Kasım 2015 / estudiantes Spor ww
4 Nisan 2009 / Harry Kewell Spor ww