Arama

Osmanlı'da Eğitim

Güncelleme: 14 Ekim 2010 Gösterim: 26.651 Cevap: 5
virtuecat - avatarı
virtuecat
Ziyaretçi
23 Kasım 2006       Mesaj #1
virtuecat - avatarı
Ziyaretçi
Aşiret Mektebi

Sponsorlu Bağlantılar
Aşiret Mektebi, Sultan İkinci Abdülhamid Han tarafından, 21 Eylül 1892 tarihinde açılan okul.
Aşiretlerin yoğun ve hakim olduğu bölgeleri muhafaza etmek için, bunların reislerinin ve ağalarının çocuklarını, Osmanlı kültürüyle yetiştirerek devlete ve saltanata bağlamaK amacıyla, açılmıştır.
Mektebe ilk olarak Halep, Bağdat, Suriye, Musul, Basra, Diyarbekir, Trablusgarp vilayetlerinden ve Kudüs, Bingazi ile Zur sancaklarından, kabiliyetli ve muteber ailelerin 12 ile 16 yaş arasındanki çocukları alınmıştır.
Bunlar, özenle yetiştirildiler ve daha sonraki senelerde sayıları arttırıldı. İki yıllık öğretim programı, beş yıla çıkarılan okulda Kuran-ı Kerim, fıkıh, ilmihal gibi din bilgileri yanında, zamanın fen bilgileri, Fransızca, Türkçe, coğrafya, tarih, edebiyat ve askerî dersler okutuldu.
Başlangıçta sadece Arap aşiret reislerinin çocukları alınırken, sonraki yıllarda, Doğu Anadolu ve Arnavutluk bölgelerindeki aşiret çocukları da kabul edilmeye başlandı. Böylece mektep, bütün aşiretlere hitap eder duruma geldi. Aşiret mektebinden mezun olan çocuklar, Harbiye ve Mülkiye mekteplerine gönderildiler.






Darüşşafaka Cemiyeti



1863 30 Mart 1863 tarihinde Padişah fermanı ile "aceze-yi eytam ve etfal-i müslimenin talim ve terbiyeleri için" Cemiyet-i Tedrisiye-i İslamiye (İslam Okutma Kurumu) adlı bir cemiyet kuruldu. Cemiyetin kurucuları; Maliye Nazırı Yusuf Ziya Paşa, Gazi Ahmet Muhtar Paşa, Vidinli Tevfik Paşa, Hariciye Nazırı Sakızlı Esat Paşa ve Trabzonlu Ali Naki Efendi'dir.
Cemiyetin ilk etkinlikleri ve çabası Kapalıçarşı'daki esnaf çıraklarına boş zamanlarında okuma-yazma ve sosyal bilgiler öğretmekti. Bu amaçla 1865'te Beyazıt'ta Simkeşhane'deki Valide Mektebi (Ümmet-ül Hatun Mektebi) onarılarak öğretime açıldı. Okul esnaf çırakları ile devlet dairelerinde çalışan memur ve katipler arasında ilgi uyandırdı. Öğrenci sayısının çoğalması üzerine Aksaray'da Çakırağa Camii karşısındaki Ebubekir Paşa Mektebi de öğrenime açıldı ve 1873'te Darüşşafaka'nın öğretime başlamasına dek Cevdet Efendi'nin yönetiminde hizmet gördü. 1873'te Maarif Nazırı (Eğitim Bakanı) Münif Paşa'nın emri ile Valide Mektebi'ndeki öğretime son verildi.
1873 Cemiyet kurucuları, yetenekli ve yoksul kız ve erkek Müslüman çocuklarına daha yüksek düzeyde eğitim ve öğretim olanakları sağlayabilmek için çalışıyorlardı. Paris sefaretinden İstanbul'a gelerek cemiyete katılan Sakızlı Esat Paşa, Fransa'da gördüğü asker yetimlerinin eğitimine özel Prytanee Militaire de la Fleche adlı bir okulun planlarını, programını, ders kitaplarını, hatta öğrenci giysilerini örnek olarak getirmişti. Bunlar cemiyet üyelerince benimsenerek Darüşşafakatü'l İslamiye adıyla okulun kuruluşu gerçekleştirildi. Yeni okulun binasının da Yavuz selim ile Fatih Camileri arasında yapılması kararlaştırıldı. Fatih semtinde bulunan arsa devrin Padişahının bağışlarıyla satın alınmış, okul binasının projesi ise Dolmabahçe Sarayı'nın mimarı Balyan Efendi tarafından hazırlanmıştı.
Okul binasının yapımına 14 Ağustos 1868'de başlandı. 17 Haziran 1873'de bitirilen okulda 28 Haziran 1873'de derslere başlandı. Yapım sürerken 3 Ocak 1873'de okulun adı Darüşşafaka olarak değiştirilmişti. Ve Darüşşafaka ilk mezunlarını 1881 yılında verdi.
1903 Okulun giderek mali olanaksızlıklar nedeniyle kötülemesi ve geleneksel disiplin anlayışına tepki gösteren Darüşşafaka öğrencileri, okul müdürü Hüseyin Paşa'yı şikayet amacıyla Babıali'ye yürüdüler. Bu yürüyüşü bir kalkışma olarak yorumlayan 2. Abdülhamit Darüşşafaka'yı Maarif Nezareti'ne (Eğitim Bakanlığı) bağladı.
1908 "Hürriyet"in ilanından kısa bir süre sonra toplanan bir grup Darüşşafaka mezunu 8 Ağustos 1908'de Darüşşafaka Mezunin Cemiyeti (Darüşşafakalılar Cemiyeti) adıyla bir dernek kurdular. Dernek daha sonra Cemiyet-i Tedrisiye-i İslamiye'nin yeniden kuruluşuna öncülük ederek okul yönetimini Maarif Nezareti'nden geri aldı.
1914 Darüşşafaka Terbiye Bedeniye Kulübü (Darüşşafaka Spor Kulübü Derneği) kuruldu. 1935
26 Nisan 1935'te Cemiyet-i Tedrisiye-i İslamiye'nin adı Türk Okutma Kurumu olarak değiştirildi.
1953 3 Ocak 1953'te Türk Okutma Kurumu adı Darüşşafaka Cemiyeti olarak değiştirildi.
1955 1955 - 1956 öğretim yılı, Özel Darüşşafaka Lisesi tarihinde bir dönüm noktasıdır. Bu öğretim yılında Darüşşafaka Lisesi'nde yabancı dille öğretim hamlesi ile, orta ve lise sınıflarında Fen ve Matematik dersleri İngilizce olarak okutulmaya başlamıştır.
1964 1964-1977 arasında okula sadece yetenekli yetimler değil, analı-babalı yoksul çocuklar da (%50 oranında) alınmış, ancak bu uygulama 1977-78 döneminde kaldırılmıştır.
1971 1971-1972 öğretim yılından itibaren de okula kız öğrenciler alınmaya başlanarak, tarihi binanın yapısında somutlaşan, ancak o günün koşullarında uygulanamayan, hem erkek, hem kız öğrencilerin yatılı eğitim görmesi esasına göre karma eğitim sistemine geçilmiştir.
1993 Darüşşafaka Lisesi'nde 1993-1994 öğrenim yılı Maslak'taki yeni kampüste başladı. Değil lise düzeyinde, yüksek okul düzeyinde bile ülkemizde bir örneği bulunmayan yeni kampüs, eski binanın satışıyla birarada yeni bir dönemin de başlangıcı oldu. Ayrıca Darüşşafaka Çetin Berkmen Sosyal Tesisleri, örnek spor kompleksiyle de Darüşşafaka Spor Kulübü'nün eski başarılı, görkemli günlerine dönüşünün yolunu açtı.
1997 Bağış potansiyelini arttırmak ve mali olanakları yüksek insanlarımıza bağışları karşılığında kaliteli bir yaşam, huzurlu bir birliktelik sağlamak amacıyla Darüşşafaka Yakacık Bağışçılar Sitesi hizmete açıldı.
2003 Darüşşafaka'nın 24 saat bakımı ve tedavisi gerekli hayırsever bağışçıları ve onların yakınlarına çağdaş ve konforlu bir ortamda sürekli ya da geçici olarak sağlıklı bakım hizmeti vermek amacı ile 2003 yılında Maltepe Özel Bakım Ünitesi (Nursing Home) hizmete girdi.
2004 Darüşşafaka, değerli bağışseverlerine ömür boyu konforlu ve sağlıklı bir yaşam olanağı sunduğu Yakacık Bağışçılar Sitesi'ne ek olarak Maltepe Bağışçılar Sitesi'ni de 2004'te hizmete soktu. Onun yanısıra Bağışçıları ile birlikte dışarıdan taleplere de cevap veren beş yıldızlı Ömran ve Yahya Hamuluoğlu Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Ünitesi 'ni de hizmete açarak tarihsel misyonuna yakışır sosyal bir girişim örneği daha vermiş oldu.






Rüşdiye



Rüşdiye kelime anlamı Arapça’da erginliğe giren akli olarak olgunlaşan demektir. Diğer anlamıyla ise eskiden İptidâî ile ‘İdadi arasında üçü ilk ve üçü orta olmak üzere altı sınıflık bir mekteptir1.
II. Mahmut devrinde 1838 yılında sıbyan mekteplerinin üstünde, sınıf-ı sânî okullarının açılmasına karar verilmiş, daha sonra bu okulların adı “Rüşdiye” olarak değiştirilmiştir1.
1846 yılında Mekatip-i Umûmiye Nezâretinin kurulmasıyla da Osmanlı devleti dahilinde Rüşdiyelerin açılmasına başlanacaktır. İlk etapta dört yıllık eğitim ve öğretim programı görülmüşse de, Darü’l-Ma’ârif açılınca altı yıllık bir programa tabi tutulmuşlardır. Rüşdiyelerin ders programına baktığımızda temel olarak Kur’an-ı Kerim, Akaid, Arapça, Hesap ve yazı derslerinin verildiği görülmektedir.
1848 yılında gelindiğinde ise bu derslere ilave olarak Hendese derslerinin de verilmeye başlandığını görmekteyiz. 1869 tarihli Ma’ârif Nizamnâmesinin 23. Maddesine göre Rüşdiyelilerin ders programında şu derslerin mevcudiyeti görülmektedir; Mebadi-i Ulûmu diniye( Din ilimlerine Giriş), Lisân-ı Osmanî Kavaidi( Dilbilgisi), İmla ve inşa, Tertib-i cedid üzere kavaid-i Arabiye ve Farsiye, Tersim-i Hudud, İlm-i Hesap, Defter tutmak usûlu, mebadii hendese, Jimnastik, Rüşdiyelerin bulunduğu bölgede kullanılan ikinci dil, ticaret merkezlerinde isteyen öğrenciye Fransızca.
1869 yılında Adana Vilâyetinde 6 rüşdiye ve bu rüşdiyelerde eğitim öğretim görmekte olan 328 tal****** varlığı görülmektedir. Erkek ve kızlar için ayrı olan rüşdiyeler 11 yaşına gelen çocukları kabul etmektedir. İstanbul’da 1883 tarihinde 15 erkek , 11 kız rüşdiyesi mevcuttur.
1867 yılına kadar rüşdiyelere sadece Müslüman talebe alınmaktaydı. Bu tarihte Osmanlıcılık ideolojisi gereği Hristiyan çocuklarında okullara alınması prensip olarak kabul edilmiştir1.
1869 Ma’ârif-i Umûmiye Nizamnâmesi rüşdiyeler içinde yeni hükümler taşımaktadır. Nizamnâme’nin Rüşdiyelerle ilgili hükümleri şunlardır.
  • Beş yüz haneden fazla her kasabada bir rüşdiye açılacak,
  • Rüşdiyelerin öğretim süresi dört yıl olacak,
  • Her rüşdiyede bir veya iki muallim ayrıca 1 mübaşir ve bir bevvab
(hademe) görevlendirilecek,
  • Rüşdiyelerin masrafı Vilâyet Ma’ârif idaresi sandığından karşılanacak,
  • Bütün rüşdiyeler 1-23 Ağustos arasında tatile girecek.,
  • Rüşdiyeyi bitirenler imtihanla İ’dadilere alınacak148.
1878 yılından itibaren rüşdiyelerin ıslahına ve yenilerinin açılmasına başlanmış ve kısa zamanda rüşdiyeler eski sayısına ulaşmıştır. Osmanlı-Rus Savaşı (1877)nda azalmıştır, fakat 1880’lerden sonra İ’dadilerin önem kazanmasıyla Rüşdiyeler ikinci palan itilmiştir. Bununla birlikte, devrin sonlarına doğru imparatorlukta 619 rüşdiye okulu mevcut olup, toplam 40.000 civarında tal****** devam ettiği anlaşılmaktadır.



Sıbyan Mektepleri

Bu mektepleri ilk defa İstanbul’da Fatih Sultan Mehmet, meşhur cami ve medreselerini tesis ettiği zaman bunların yakınında ve caminin batı tarafında bir de sıbyan mektebi yaptırmıştır.
Sıbyan mektepleri beş ile 10 yaşındaki erkek ve kız çocuklarına dini bilgiler vermek ve okuma yazmayı öğretmeyi amaçlamaktadır. Sıbyan mektepleri, hemen her mahallede bir tane bulunduğundan halk arasında “mahalle mektebi” adıyla anıldığı gibi, çoğu taşla yapılmış binalardan olduğu için “Taş Mektep” ismi de verilirdi. Bu mektepler genellikle camilere bitişik büyük bir odadan ibaretti. Bunları yaptıranlar, başta Osmanlı Padişahları ve kadın sultanlar olmak üzere, derece derece zengin olan bütün hayırsever kişilerdi. Bu kişiler camilerini, medrese ve imaretlerini, mescitlerini yaptırırken yanlarına bir de sıbyan mektebi yaptırmayı, o hayrın ayrılmaz bir gereği saymışlardır.
1824, 1838, 1845 ve daha sonraki tarihlerde sıbyan okullarını ıslah etmek için aynı çizgide çalışmalar yapıldığını görmekteyiz. 1868 yılında Istanbul’da bir “Daru’l-Muallimin-i Sıbyan”ın açılmasıyla ilkokullara yetiştirilecek öğretmen konusunda önemli bir adım atılmıştır.
1869 Maarif-i Umûmiye Nizamnâmesi’nden sonra devlet, ilköğretim alanında mütereddit de olsa, şu siyaseti takip etmiştir;
-Yapılacak yenilikleri kolayca uygulamak için, sıbyan okulları dışında İptidâî okulları açmak,
-Sıbyan okullarını tedricen ve muhafazakar zümrelerin dikkatini çekmeden usûl-ü cedid üzere (yeni usûl) ders veren duruma getirmek.
II. Abdulhamid devrinde hazırlanmış bulunan 1876 Kanun-i Esasi Anayasası’na göre ilköğretim kız ve erkek çocuklarına mecburi hale getirilmiştir. Böylece kız ve erkek çocukların eşit şekilde eğitim imkanlarından yararlanması hukuken temin edilmiştir.
1879’da Ma’ârif teşkilatında yapılan değişiklikte Ma’ârif Nezâreti bünyesinde “Mekatib-i Sıbyaniye Dairesi”nin kurulması, artık devletin ilköğretim meselesini ciddi olarak ele aldığını göstermektedir. Yine bu dönemde, ilköğretim iki kısma ayrılmıştır. Birincisi “mekatib-i sıbyaniye” olup bu okullar, usûl-ü atîka denilen eski, yani geleneksel eğitime devam ediyordu.






İdadi



Kelime anlamı olarak İ’dadi, "hazırlanmaya mahsus yer" demektir. Uygulama da ise; Rüşdiye denilen orta okuldan sonra yüksek okula öğrenci yetiştiren orta dereceli okuldur.
Eskiden tahsil dereceleri sıbyan, rüşdiye, ve darü’l fünun olarak üç derece iken Saffet Paşa'nın Ma’ârif nazırlığı zamanında çıkarılan 1869 tarihli Nizamnâme ile Rüşdiyelerin üstünde olmak üzere İ’dadi mektepleri de oluşturulmuştur. 1869’a kadar İmparatorlukta Rüşdiyelerin sayısı oldukça artmıştır. Buna karşılık, ne Vilâyetlerde rüşdiye üstüne bir okul, ne de İstanbul’da yüksek okullara talebe yetiştirecek rüşdiye dışında bir okul vardı.
1869 Nizamnâmesinde İ’dadiler rüşdiyelerden mezun olan müslim ve gayrı müslim çocukların bir arada eğitim yapacakları yerdir” der. Öğrenim süresi üç yıldır. 1876 yılına kadar taşrada bir İstanbul’da dört veya beş civarında İ’dadi açılabilmiştir.
Taşrada açılan İ’dadiler bir bakıma İmparatorluk dahilinde İstanbul ve Girit dışında kurulamayan Sultaniyelerin işlevini taşrada yerine getiren kurumlar olarak değerlendirilebilir.
İlk açılan i’dadi 1873 yılında “Mülkî İ’dadi” adıyla İ’dadiye çevrilen Dar’ül Ma’arif’tir. 1873 tarihinden itibaren imparatorluk dahilinde açılan bu i’dadilerin ders programları ise şöyledir;
Kavaid-i Osmanîye, Arabi, Farisi, Kıraat ve kitabet-i Türki, Tarihi Umûmiye-i Osmanîye, Jimnastik(bazı yerlerde), Mükemmel hendese, Müsellesat, Resim ve tarama, Fransızca, Almanca, İngilizce okutulmaktadır.
1887 yılında toplanan Ma’ârif komisyonu i’dadilerin o zamana kadar açılmış olanların muhafazası, fakat bundan sonra açılacak olanların durdurulması yolunda bir karar almıştır. Komisyon üç yıl olan İ’dadi tahsilini dört yıla çıkartmıştır. İ’dadi okulları açılmaya başladığından sekiz veya dokuz yıl sonra bütçe yetersizliğinden dolayı leyli ve nehari (gece ve gündüzlü) İ’dadiler açılmaya başlanmıştır. Bunlar paralı ve parasız olabilmektedir. 1895-1896 Öğretim yılında İmparatorlukta birçok leyli ve nehari i’dadiler açılmıştır. Bu dönemde 19 Leyli (Gececi) İ’dadide toplam 3374, 35 nehari (Gündüzlü) İ’dadide ise toplam 4270 talebe mevcuttur. 1887 yılındaki komisyon kararıyla taşrada 3 yıllık rüşdiyeler ile dört yıllık İ’dadiler birleştirilerek 7 yıllık Leyli ve beş yıllık Nehari İ’dadilere dönüştürülmüştür.
1869 tarihli Ma’ârif Nizamnâmesinde, İ’dadilerin ders programları içerisinde İlmi Mevalit, Mantık, İlm-i Servet, Hikmet-i tabiiyye ve kimya dersleri çıkarılarak Arapça, Farsça, İngilizce, Almanca, Jimnastik, ve müsellesat dersleri konulmuş olmasına karşılık, 1898-1899 yılına ait Ma’ârif Salnâmesinde Hüsn-ü Hat, Maa tecvit, Kuran ve Ulûmu Diniye, Ma’lûmât-ı Nâfi’a, Hıfsı Sıhha, Hikmet-i tabiiyye, ve kimya, Kozmoğrafya, makine, Edebiyat, ve Ahlak, Ma’lûmât-ı Fenniye derslerinin tekrardan İ’dadilere alındığı ve bunlara ek olarak Elsine adıyla bazı okulların ders programlarına bulundukları yerdeki azınlık dillerini (Rusca, Bulgarca, Ermenice) içeren, derslerin de konulduğu görülmektedir.




Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
23 Kasım 2006       Mesaj #2
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
menu ust
egitim
porhangazi
Orhan Gazi
Eğitim ve Öğretim; Her seviyede eğitim ve öğretim yapılırdı. Sıbyan mektebinden üniversitemâhiyetindeki dârülfünûn ve medrese ile medrese-i mütehassısîn denilen ihtisas müesseselerine kadar teşkilâtlı idi. Câmilerde yapılan günlük vaazlarla da vatandaşlar eğitilirdi. Osmanlı eğitim sistemi, İslâm terbiyesi ve örfe göreydi. Öğretim İslâmî esaslara göre olduğundan her Müslüman Kur'ân-ı kerîm okumasını bildiğinden, Osmanlıca da Kur'ân harfleri ve ilâvelerinden meydana geldiğinden Müslümanlar arasında okuma-yazma nisbeti yüzdeyüze yakındı. Gayri müslim tebeadan dağ ve mağaralarda yaşayıp, medeniyeti kabul etmeyen taassup sâhipleri kişiler varsa da, Osmanlı hoşgörüsü bunlara baskı yapmaktan uzaktı. Bunlar hâlâ böyle olup, insanlar arasına karışmamışlardır Osmanlının bütün memlekete şâmil eğitim ve öğretim müesseseleri olduğu gibi, gayri müslim ve bâzı gayri Türk ve yabancıların da okulları vardı. Sıbyan, rüştiye, idâdî, dârülfünûn, çeşitli medreseler, mekteb-i aklâm, mekteb-i fünûn-i idâdiye, mekteb-i fünûn-i mâliye, mekteb-i fünûn-i nücûm, mekteb-i maarif-i adliyye, mekteb-i nüvvâb, mekteb-i Osmanî, mekteb-i sultanî, mekteb-i tıbbıyye-i mülkiyye, mekteb-i ulûmu-i harbiye adlarıyla ve pekçok askerî ve sivil okul vardı. Türkiye'deki Gayri müslim azınlık ve yabancılar da kendi dil, din ve kültürlerinde mektep açtılar. Rum, Ermeni, Yahûdî, Fransız, İtalyan, Avusturya, Amerikan, Ortodoks, Gregoryen, Katolik, Süryânî, Mûsevî gibi azınlıklar, çeşitli din, dil ve yabancıların başta İstanbul olmak üzere Selânik, İzmir ve diğer merkezlerde okulları vardı. . posman1
Osman Gazi
pmurat1
1.Murat
Okulların kitap, âlet ve edâvatları ülke içinde hazırlanıp, îmâl edildiği gibi dışarıdan da getirilip, tercüme de yaptırılırdı. Eğitim ve öğretim her devirde yaygın ve mükemmel olmasına rağmen, Sultan İkinci Abdülhamîd Han (1876-1909) zamânında daha artıp, mükemmelleşti. Memleketin her köşesine aynı şekil ve değerde liseler yaptırdı. Bunların bâzıları hâlâ daha sağlam olup, eğitim ve öğretim seviyesi bakımından Türkiye'nin en meşhur liseleridir. Osmanlı eğitim ve öğretim sisteminde öğrenci-öğretmen-veli münâsebetleri mükemmel olup, hocaya hürmet edilirdi. Hoca da talebesine şefkâtle muâmele ederdi. Okullarda falaka olmayıp, dayak karakollarda vardı.
Sponsorlu Bağlantılar
HipHopRocK - avatarı
HipHopRocK
Ziyaretçi
28 Mart 2009       Mesaj #3
HipHopRocK - avatarı
Ziyaretçi
Darülfünun

Dar-ül Fünun veya Darülfünun, (Arapça: دار الفنون), Arapçada Dar : ev , yurt Fünun : Fenin çoğulu fenler manasındadır "üniversite" anlamında kullanılan sözcüktür . Avrupa üniversiteleri tarzında kurulan Darülfünun-ı Şahane veya İstanbul Darülfünunu 1900'da II. Abdülhamit'in iradesiyle kuruldu. 1933 reformuyla İstanbul Üniversitesi'ne dönüştürüldü.

Kuruluşu

Osmanlı İmparatorluğunda rüştiye (ortaokul) üstünde "tüm ilim ve fenleri kapsamak üzere yatılı ve gündüzlü" bir darülfünun inşaına 1848'de karar verildi. Ertesi yıl açılan Darülfünun, öğrenci ve öğretmen yetersizliğinden kapandı.
1870'de Âli Paşa'nın sadrazamlığı ve Safvet Paşa'nın Maarif Nezareti döneminde yeni Darülfünun açıldı. Rektörlüğe Hoca Tahsin Efendi, bellibaşlı profesörlüklere Cemaleddin Efgani ve Aristoklis Efendi tayin edildi. Bu okul da ertesi yıl Cemaleddin Afgani'nin bazı görüşlerinin doğurduğu şiddetli tepkiler yüzünden kapatıldı.

II. Meşrutiyet ve Cumhuriyet Dönemi

Abdülhamit döneminde yakın siyasi gözetim altında tutulan Darülfünun, 1908 Devrimi'nden sonra gelişti. Araştırma enstitüleri, doktora programları ve bilimsel yayınlar, kurumun bir "yüksek okul" kimliğinden çıkarak gerçek bir üniversiteye dönüşmeye başladığını haber verdi. 1908 öncesi 600 dolayında olan öğrenci sayısı 1913-14 ders yılında 4600 dolayına çıktı. 1912'de Darülfünun Senatosu kuruldu. 1913-14'ten itibaren öğretim kadrosuna yabancı profesörler katıldı.
1914'te Darülfünun-ı İnas (Kızlar Üniversitesi) kuruldu, ancak 1920'de kız öğrencilerin sınıfları boykot etmeleri üzerine bu kuruluş Darülfünun'la birleştirildi ve kız öğrencilerin erkeklerle birlikte üniversite eğitimi görmesi sağlandı. 1922'de Tıp Fakültesinin kız öğrenci kabul etmesiyle birlikte, İlahiyat dışındaki tüm fakültelerde karma eğitim gerçekleşti.
Mütareke yıllarında üniversite gençliği, Milli harekete destek verdi. 1922'de üç ay süren talebe direnişi sonucunda, öğretim kadrosundaki anti-Kemalist beş üye istifa etmek zorunda bırakıldı. Boykotlar, gösteriler ve bildiriler, bu yıllarda üniversite yaşamının rutin tezahürleri olarak boy gösterdi.
Atatürk'ün 1920'ler boyunca Darülfünun hakkında ifade ettiği görüşler olumlu ve övücüdür. Örneğin 1924'te kurumun "memleketin ilim ve medeniyette layık olduğu mevkie ulaşması hususundaki şuurlu fiiliyat ve irşadatı," 1925'te "milli ve vatani meselelerde gösterdiği yüksek idrak ve hassasiyet"] övüldü. Aynı yıl "münevver gençliğin teceddüt ve terakki yolunda gösterdiği alaka ve hassasiyet" dolayısıyla Gazi, rektöre bir teşekkür telgrafı gönderdi. 16.12.1930'da Darülfünun'u ziyareti dolayısıyla İstanbul basınında yayınlanan mesajında Gazi, "İstanbul Darülfünununda yüksek profesörler ve kıymetli gençlerle yakından tanışmaktan çok memnun oldum. İlim timsali olan bu yüksek müessesenin büyük hizmetleriyle iftihar edeceğimize şüphe yoktur" görüşünü belirtti.

Kapatılışı

1932'de resmen ilan edilen Türk Dil ve Tarih Tezleri karşısında üniversitenin gösterdiği kuşkucu tutum, Darülfünun'un sonunu getiren başlıca etken olmuştur. Prof. İlhan Başgöz'ün deyimiyle,
"I. Türk Tarih Kongresi'nde İstanbul Darülfünunundan bazı öğretmenler resmi dil ve tarih görüşlerini eleştirmek cesaretini gösterirler. Mustafa Kemal'in öz ilgi ve desteği ile yürütülen ve hükümetin kültür politikası halini alan bu iki görüşün Üniversitede destek bulamaması bir yana, bir de eleştirilmesi Ankara'da şiddetli tepki yaratır."
Kongreden iki ay sonra sonra, eski İstiklal Mahkemesi hakimi Dr. Reşit Galip maarif vekili tayin edilerek, üniversiteye çeki düzen vermekle görevlendirildi. Daha önce İsviçreli eğitimci Albert Malche ülkeye çağrılarak, Darülfünun'un aksayan yönlerini eleştiren bir rapor yazması sağlanmıştı. 1933 Temmuzunda çıkarılan bir kanunla Darülfünun lağvedildi ve yerine aynı gün İstanbul Üniversitesi kuruldu. Darülfünun'un toplam 114 müderris (ordinaryus profesör) ve muallimine (profesör) karşılık, yeni üniversite öğretim hayatına 78 profesör ve ordinaryus profesörle başladı. Bu sayının 65'i Türkiye'ye yeni gelen ecnebi öğretim üyeleri idi. Eski kadrodan 100 kadarı emekliye sevkedildi.
Dr. Reşit Galip, üniversitenin açılış konuşmasında Darülfünun'un kapatılma nedenlerini açıklarken, ağırlığı bu kurumun "siyasi, içtimai büyük inkılaplar karşısında bîtaraf bir müşahit [tarafsız bir gözlemci] olarak kalmasına" verdi; yeni üniversitenin en esaslı niteliğinin "milliyetçilik ve inkılapçılık" olacağını belirtti.
Maarif Vekilinin 12.9.1933 tarihli Milliyet'te yer alan tebliğine göre atamalarda "ilimden ziyade idealistlik ön planda tutulmuş"tu.
Yeni düzenleme ile üniversitenin idari ve mali bağımsızlığı kaldırılarak, üniversite yöneticileri ile profesör ve doçentleri tayin ve azil yetkileri Maarif Vekaletine verildi. Bakanlık, siyasi kontrolü, profesörlerden derse devam cetvelleri isteyecek kadar sıkı tuttu. Başgöz-Wilson'ın deyimiyle,
"üniversitenin cumhuriyet devri boyunca serbest eleştiri ve kontrol ödevini yerine getirememesinde öğretim üyelerinin şahsi kusurları ve bilgi seviyeleri ile birlikte, bu ağır siyasi kontrolun da rolü olduğu açıktır."


asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
17 Temmuz 2009       Mesaj #4
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
Darüşşafaka (Şefkat Yuvası) 30 Mart 1863 tarihli Padişah fermanı ile kurulan "Cemiyet-i Tedrisiyye-i İslamiye"nin (İslam Okutma Kurumu) Kapalı Çarşı'daki çırakları eğitmek için yürüttükleri çalışmaların başarılı olması üzerine yeni bir kapsamda kurdukları parasız yatılı öğretim kurumudur. 1873 yılında faaliyete geçmiştir.

Kuruluş ve misyon

Darüşşafaka’nın temelinde, Osmanlı döneminde Müslümanların kurduğu ilk eğitim-öğretim derneği olan “Cemiyet-i Tedrisiyye-i İslamiye” yatar. Bu kuruluşun başlıca hedefi Osmanlı toplumunda İslam unsurunun modern yaşamın gerektirdiği bilgilerle

Dâire-i Askeriyye rûznâmçecisi Yusuf Ziya Bey’in (sonradan Paşa – Maliye Nazırı, Yusuf Ziya Paşa), Ahmet Muhtar Bey (sonradan Paşa – Sadrazam, Gazi Ahmet Muhtar Paşa), Vidinli Tevfik Bey (sonradan Paşa, Vidinli Tevfik Paşa), Sakızlı Es'at Bey (sonradan Paşa – Sadrâzam, Sakızlı Esat Paşa) ve Trabzonlu Ali Nâki Efendi (sonradan Trabzon mebusu, Şeyh-ül Mebusin) gibi kişilerle birlikte kuruluş başvurusunu yaptıkları Cemiyet-i Tedrisiyye-i İslâmiye, Hicrî 21 Şevval 1280 - Rumî 18 Mart 1280 - Milâdî 30 Mart 1864 (kurumun resmî kabulüne göre 30 Mart 1863) tarihli Padişah fermanı ile onaylanır ve Cemiyet çalışmalarına başlar.

İlk girişimleri, Beyazıt, Koska’da Valide Mektebi (Emetullah Kadın Mektebi)’ni açmak olur. Bu girişim Ebubekir Paşa Mektebinde şube açılarak ilerletilmiştir.

Cemiyetin gelişmesiyle birlikte daha büyük ölçekli bir okulun kurulması gündeme alınır. Seçenekler arasından Fransa’daki “Prytanéé Militarie De La Fleshe” denemesi örnek alınarak, kız-erkek İslam yetimlerinin eğitim görecekleri Darüşşafaka kurulur (1873). Tanzimat’ın başından beri, Osmanlıların karşılaştıkları problemlerden biri, sivil bürokrasinin yeniden üretilmesindeki yetersizliktir. Böylece daha önce vakıflar eliyle yürütülen eğitim hizmetleri “Maarif-i Umumiye Bakanlığı" kurularak merkezileştiriliyor. Ayrıca rüştiyelerin nitelikli memur yetiştirmekte yetersiz kaldığı görüşünden hareketle bir dizi üst kademe okul açılıyordu.

Mekteb-i Mülkiye (1859), Mahrec-i Erkani (1862), Darül Muallim-i Sıbyan (1862), Erkan-ı Harp (1864), Galatasaray (1867), Darülfünun (1868), Askeri Tıbbiye (1869), Darülmuallimat (1870), Kız Sanayi Mektepleri (1870), Darüşşafaka (1873). 1863 yılında padişah fermanıyla, kapalı çarşı ve civarında çalışan çırakların eğitim ve terbiyesi için Yusuf ziya pasa tarafından tesis edilmiş cemiyetin daha sonraki ismidir. Türkçe `şefkat yuvası` anlamına gelir. maddi durumu elverişsiz, babası olmayan çocuklara dünya standartlarıyla eğitim veren kurumdur.

Bütün öğrencilerinin birbirini desteklediği ve mezun olunca ne halin varsa gör anlayışını kırmış, mezunları dünyanın dört bir yanına dağılmış öğrenim kurumudur. İlk zamanlarında sadece babası olmayanları, bir dönem babalı yoksul çocukları da kabul etmiştir.

İslam Öğesinin Sebepleri

Tanzimatla birlikte “Osmanlılık” yeniden yorumlanmaktadır. “Yeni Osmanlılar”, başta eğitim olmak üzere tüm alanlarda gayrimüslim halklarla rekabete girişirler. O dönemde Osmanlı topraklarındaki 10 yüksekokul, 46 lise ve 1450 diğer ilk ve orta dereceli yabancı okulda 61.678 öğrenci eğitim görmektedir. Bunlardan başka, hükümetin denetimi dışında kalan, Rum Ortodoks, Ermeni ve Yahudi toplumuna ait yaklaşık 10.000 okulda eğitim sürmektedir.

Bu durum, Osmanlıları harekete geçmeye zorlayan faktörlerden biridir. Kendisini bu gelişmelerin olumsuz etkilerinden korumak ve sivil bürokrasinin iyi eğitilmiş insan gücü ihtiyacını karşılamak üzere; eğitim örgütlenmesini yaygınlaştırır, denetim dışı kalan eğitim kuruluşlarına sınırlamalar getirir. Bu okulların öğrenci seçimlerine kısıtlamalar getirmek, Osmanlı okullarında ön eğitim şartı uygulaması ve izinsiz açılan misyoner okullarının kapatılması vb. son aşamada da Müslüman çocuklarının yabancı ve azınlık okullarında eğitim görmesini teşvik eder. Dolayısıyla yeni Osmanlılar gayrimüslim unsurların direnciyle karşılaşır. Örneğin Galatasaray Sultaniyesi girişimi Rus Elçiliği ve Papalığın engellerini görür. Ancak proje Fransızların da desteği ile gerçekleşir. Bu kez gayrimüslimler, çocuklarını bu okula göndermemekte bir süre direneceklerdir. Ancak sonuçta öğrencileri çoğunlukla yabancılardan ve gayrimüslimlerden oluşan bir imtiyazlılar okulu niteliğine bürünecektir.

Cemiyet-i Tedrisiye-i İslamiye’nin bu dönemde özgün bir model olan Darüşşafaka’yı kurmasının, yukarıdaki tarihsel çerçevede değerlendirilmesi gerekir.

Ancak Darüşşafaka modeli eğitimde fırsat eşitliğini hedefleyen sosyal dayanışmacı yönüyle tarihimizde bir ilktir.

Darüşşafaka 1873’de belli bir eleme yöntemiyle öğrenci alımına başlamıştır. Öğrencilerin okula nasıl seçildiklerini ise bilinmemektedir.

Öğrencilerin %63’ünün İstanbul kökenli olduğu ve büyük oranda okulun yakın çevresi olan Fatih ve Eminönü semtlerinden geldikleri görülür. Ancak %20’ye varan bir oranda da özellikle 19. Yüzyılda Osmanlı hakimiyetinden çıkmış olan bölgelerden gelenlerin yoğunluğu göze çarpar. Bu öğrencilerin okula giriş tarihleri genellikle Balkanlardaki askeri yenilgileri takip etmektedir.

Darüşşafaka’nın Anadolu ve uzak Osmanlı eyaletlerinden seçilen öğrenciler %40’a yakın bir oran oluşturmaktadıR. Memleketlerinden, aile ve sosyo-kültürel ortamlarından büyük ölçüde kopan bu çocuklar tabii olarak Darüşşafaka’ya kuvvetle bağlanırlar. Bu bağlılık okula yüklenen işlev ve hedeflere bağlılık olarak devam etmiştir. Böylece bir anlamda bürokrasinin insan kaynakları bu sadık gençler tarafından garantilenmiş olmaktadır. Bu yönleriyle Darüşşafaka modeli klasik “devşirme” yöntemine benzetilebilir.

Vikipedi
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
7 Nisan 2010       Mesaj #5
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
Islâm ülkelerindeki ilmî hayatin gelismesinde XI. asrin müstesna bir yeri vardir. Zira bu asirdan itibâren sistemli bir egitim ve ögretim mahalli olarak medreseler, halkin kültürel ve dinî anlayis bakimindan yetisip gelismesinde faal bir rol oynamaya basladilar. Osmanlilar döneminde ise medreseler, hem program,hem de mimarî sahada büyük bir yenilik ve ilerleme kayd ettiler. Bu bakimdan, Osmanli sehirlerinin fizikî gelismesinde de medreselerin önemli bir yeri oldugu söylenebilir.
Osmanlilar, medrese egitimi ve dolayisiyla ilim ve bu sahanin adamlarina deger verdiklerinden, bunlarin tahsil ve egitim konusunda karsilasabilecekleri her türlü sikintiyi ortadan kaldirmaya çalismislardi. Bu devlette ilim ve mensuplarina itibar edilip saygi gösterildigi için Iran, Turan, Horasan, Dagistan, Hindistan, Buhara, Haleb, Sam, Misir ve Karaman gibi birçok Islâm ülkesinden bilginler Istanbul'a akin etmisti. Bu akin sebebiyle devletin merkezi olan Istanbul, yavas yavas Islâm dünyasinin ilim merkezi haline gelir.
Osmanlilar, medreselerdeki egitim ve ögretim faaliyetlerini vakiflar vasitasiyla devam ettirdiler. Fatih Sultan Mehmed'in, Istanbul'u feth eder etmez "Sahn-i Semân" medreselerini tesis ettirmesi ve bunlarin giderlerini saglamak için vakif kurmasindan sonra, devlet merkezi oldugu gibi ilim merkezi haline de gelen Istanbul'da basta hükümdarlar olmak üzere sultanlar, vezirler, ilim adamlari, bazi saray mensuplari ve maddî durumu iyi olan halk tarafindan pekçok medrese insa olunmustu. Yalniz Mimar Sinan'in bas mimarligi sirasinda Istanbul'da insa edilen medreselerin sayisi, 6'si Süleymaniye medreseleri olmak üzere 55'i bulmaktadir. XVII. asrin son çeyregi basinda ise Istanbul'daki medrese sayisinin 126'ya ulastigi görülmektedir. Fetihten XIX. asra kadar Istanbul'da insa edilen medrese sayisi 500'ü asmaktadir. Ancak bunlarin büyük bir kismi yangin ve deprem gibi tabiî âfetlere maruz kalarak yikilip yok olmus veya terk edilmistir.
Orta ve yüksek ögretimi gerçeklestiren Osmanli medreselerinin ilki, Orhan Gazi tarafindan 731 (1330) tarihinde Iznik'te açilmisti. Orhan Gazi, bu medrese için vakiflar kurmustu. Geliri, medrese, müderris ve talebeye tahsis edilen vakif köyler, her türlü "Tekâlif-i Örfiyye"den (Örfî vergiler) muaf idiler. Nitekim Orhan Gazi'den çok daha sonraki tarihlere uzanan 27 Cemayizelevvel 1136 (23 Subat 1724) tarihli bir "arz" (arsiv belgesi), Iznik'e bagli Kozluca Köyü'nün, adi geçen medreseye vakfedildigini göstermektedir.
Ilk dönem Osmanli ilim hayati hakkinda bilgi veren D'Ohsson'a göre Osmanli Devleti'ndeki ilmî faaliyetler, daha Osman Gazi döneminde baslamisti. O, bu konuda su bilgileri vermektedir: "Osman Gazi, Sögüt'te yeni imparatorlugun temelini atarken hazine ve silah ile beraber ilmî ve kültürel faaliyetlere karsi da gayet mütesebbis idi. Ilmî yönden ilerlemeyi ve en azindan eski medreseleri olduklari gibi muhafaza etmeyi arzu ederdi. Veliahdi ve oglu Orhan Gazi, Iznik'te imparatorluk camiini yükseltirken orada bir de, bir asri mütecaviz bir zaman boyunca Osmanli medreselerinin en yüksegi olarak bakilacak olan bir medrese yaptirdi. Yeni kurulmus (731/1330) ve kendi ismi ile adlandirilmis olan bu medresenin idaresi, Islâm âlemindeki diger bütün medreseler gibi müderris titri altinda Seyh Davud-i Kayserî'ye verildi."
Iznik, bir ilim merkezi olarak önemini XV. yüzyilda da korumus ve bu yüzden sehre "âlimler yuvasi" ünvani verilmisti. Iznik Medresesinin yetistirdigi ünlü âlimlerden biri de Osmanlilarin ilk Seyhülislâmi Molla Fenarî'dir. Osmanlilarin, ilk birbuçuk asir içinde yaptirmis olduklari medreselerin derece ve sinif itibariyle en mühimleri Iznik, Bursa ve Edirne'de idi. Devletin kurulusu esnasinda Iznik Medresesi, beyligin birinci sinif medresesi idi. Bu medresede yapilan egitim ve görülen ögretimin derecesi hakkinda kesin bir bilgiye sahip olmamakla beraber, müderrisligine (Ögretim Üyeligi'ne) tayin edilmis olan sahislar, bunlarin hayatlari ve eserleri, dolayisiyla ilmî kapasiteleri tedkik edilecek olursa bu medresenin oldukça yüksek seviyede bir egitim ve ögretim kurumu oldugu düsünülebilir. Gerçekten Kahire'de ihtisasini yapip memleketine dönen ve orada birçok talebe yetistiren Davud­i Kayserî (öl. H. 751/M. 1350)'nin söhretini duyan Orhan Gazi, onu Kayseri'den getirterek Iznik'te yaptirdigi medreseye müderris olarak tayin eder. Iznik medresesinin ilk müderrisi olan Davud-i Kayserî, Muhyiddin Arabî'nin üvey oglu Sadreddin Konevî'nin halifelerinden tefsir sahibi ve Muhyiddin Arabî'nin "Fusûsu'l-Hikem" adli eserini serheden Kemaleddin Abdurrezzak el-Kâsî (öl. 1329)'nin halifesi olup yüksek tahsilini Misir'da yapmisti. Davud'un halefleri olan Taceddin el-Kürdî ve Alaeddin el-Esved de devrin büyük bilginleri arasinda sayiliyorlardi. Bu nokta göz önünde tutulursa Iznik Orhaniye medresesini yüksek seviyeli egitim ve ögretim veren bir müessese olarak kabul etmek gerekir.
Bursa'nin fethinden sonra orada da medreseler kurulur. Bundan dolayi Iznik ikinci dereceye inerek Bursa'daki Sultan Medresesi birinci dereceyi alir. Orhan Gazi'den sonra oglu Murad (Murad Hüdâvendigâr), Bursa Çekirge'de eski Kaplica civarinda bir câmi, medrese ve imâret yaptirarak, bu konuda babasindan asagi olmadigini göstermisti.
Yildirim Bayezid, Hisar disinda bir câmi ve medrese yaptirmakla Bursa'nin bir ilim ve irfan merkezi haline gelmesini ve sehrin hisar disina tasmasi ile genislemesini sagladi. Çelebi Sultan Mehmed'in Bursa'da kurdugu medrese, digerlerine nazaran ayri bir hususiyete sahiptir. "Sultaniye Medresesi" denilen bu tahsil kurumunda ilk müderris Mehmed Sah Efendi (öl. 839/1435)'dir. Molla Semseddin Fenarî'nin oglu olan bu zatin ilk dersinde ögrencilerden baska Bursa'nin belli basli âlimleri de hazir bulunmus, yeni müderris Mehmed Sah Efendi de medreselerde okutulan ilimlere dair sorulan suallere cevap vermisti. Sultaniye müderrislerinin, böyle umumî sekilde ders vermeleri bir gelenek haline gelmistir. Bilhassa Bursa Sultaniyesi kurulduktan sonra Iznik medresesi, ikinci dereceye düsmüstü. Buna karsilik bir ilim merkezi olarak Bursa ilk siraya yükselmisti. Bu durum, Sultan II. Murad'in Edirne'de Üç Serefeli Câmii yanindaki Saatli medresesini kurana kadar devam eder. Edirne devlet merkezi olduktan sonra II. Murad zamaninda 841 (1437) yilinda baslanarak bazi ârizalar sebebiyle 851 (1447) senesinde tamamlanan Üç Serefeli Câmii yanindaki medrese ile Dâru'l- Hadis, o tarihte Osmanli ülkesindeki medreselerin üstünde yer aldi. Böylece, Bursa'daki Sultaniye Medresesi, gerek egitim ve ögretim, gerekse tahsisati bakimindan ikinci dereceye düstü. Üç Serefeli medrese müderrisine o tarihe kadar hiç bir medrese ögretim üyesine verilmeyen yüz akça yevmiye verildi. Halbuki bundan önce Iznik medresesi müderrisinin
yevmiyesi otuz, Bursa'daki Sultan Medresesi müderrisinin ise günde (yevmiye) elli akça idi.
Görüldügü gibi Bursa'nin fethinden hemen sonra orada da çesitli medreseler kuruldu. Suurlu ve ne yaptigini bilen bir politika sonucu sinirlari yavas yavas genisleyen Osmanli Devleti'nde, pekçok devlet ricali, mektep, medrese, imâret ve câmi gibi farkli sahalara hizmet veren kurumlari açmakta adeta birbirleri ile yarisiyorlardi. Örnek olmasi bakimindan sadece Istanbul'un 1453 yilindaki fethinden sonra Fatih'in yaptiklarini vermek istiyoruz. Buna göre otuz yillik hükümdarligi döneminde basta Istanbul, Bursa ve Edirne olmak üzere devletin çesitli sehirlerinde 85'i kubbeli olarak 300 kadar câmi 57 medrese, 59 hamam, 29 bedesten, çesitli saraylar, hisar, kale, sur ve köprüler yaptirdigi görülmektedir. Bunlarin çogunun zamanla yikildigina da isaret etmek gerekir.*
764 (1363) tarihinde Edirne'nin fethinden sonra, Rumeli'deki fetihlerin daha saglikli ve basarili olabilmesi için devlet merkezi buraya nakledilir. Edirne'nin devlet merkezi olmasi, burada da medreselerin hizla açilip çogalmasina sebep olur. Zira biraz önce de görüldügü gibi herkesten önce devletin basinda bulunanlar, bulunduklari yerlerde egitim kurumu açmayi bir gelenek haline getirmislerdi. Böyle bir anlayistan dolayidir ki, hemen her zaman devlet merkezinin bulundugu yer, ilmî faaliyetlerin en çok yogunlastigi merkez oluyordu. Nitekim Istanbul'un fethi ve devletin merkezi haline gelmesinden sonra Fatih Sultan Mehmed tarafindan yaptirilan "Sahn-i Semân" medreseleri ön plana geçtiler. Fatih Kanunnâmesinde "Sahn-i Semân" diye meshur olan medreselere vakfiyesinde "Medâris-i Semâniye" denilmektedir.
Fatih külliyesi kurulunca sekiz büyük medreseye "sahn" adi verilmisti. Bu tabiri her ne kadar ilk tomar Arapça vakfiyede bulamiyorsak da Fatih'in tashihinden ve külliye müderrislerinin tedkikinden geçen meshur kanunnâmede bu tabiri görüyoruz. O halde bu tabir, Fatih'ten günümüze kadar gelmektedir. Fatih külliyesi büyük medreselerinden her birini mâna itibariyle birer fakülte sayabiliriz. Vakfiyelerinde buralara aklî ve naklî ilimlerde mütehassis müderrislerin (profesör) tayin olunacagi açikça belirtildigine göre buralarda tip, fikih (Islâm hukuku), hey'et (astronomi) ve ilâhiyat okutuluyordu. Bu büyük medreselerin odalarinda birer yüksek ilim talebesi (danismend) oturuyordu. Bunlar, seviyesi yüksek dersleri okuyunca branslarina göre daha sonra hekim (doktor), fakih, fen adami, maliye ve devlet memuru oluyorlardi. Bu sahn medreselerine musila-i sahn olan Tetimmeler de, adeta bugünkü lise tahsilini bitirerek geldiklerine göre Semaniye Medreselerine alem olan sahn tabiri yüksek bir tahsil derecesini gösteriyordu.
Osmanli medreselerindeki egitim ve ögretim usulü, diger Islâm devletlerinde oldugu gibi bir metod takip etmis olup, medreselerin sayilari arttikça bunlar da derece ve siniflarina göre bir düzene tabi tutulmuslardi. Bunun içindir ki ilk defa Sultan II. Murad, daha sonra da Fâtih Sultan Mehmed tarafindan medreselerin bir siniflandirilmaya tabi tutuldugu görülür. Fatih medreselerinin (Sahn-i Semân) yapilmasi, Osmanli ülkesindeki medrese teskilâti için bir yenilik sayilmaktadir. Onun için kisa ve özet bir sekilde de olsa bu medreselerden bahsetmek istiyoruz.
Fatih'in kanunnâmesinde "Sahn-i Semân" diye adlandirilan medreselere "Semâniye medreseleri" de denilmektedir. Fatih Sultan Mehmed, Istanbul'u feth ettikten sonra, Imparator Jüstinyen'in esi Teodora tarafindan yaptirilan Havariyûn kilisesi yerine câmi yaptirir. Daha sonra câminin dogu ve bati kismina "Sahn-i Semân" denilen sekiz medrese yapti ki, bunlar yüksek tahsil içindi. Bunlarin arkalarinda da "Tetimme" adi verilen ve sahn medreselerine ögrenci yetistiren sekiz medrese daha yaptirir. Vakfiyedeki bilgi ve Âli'nin kaydina göre burasi Istanbul'un ortasina denk geldigi için buraya sahn denmistir. Tarihî rivayetlere göre bu medresenin programini Vezir Mahmud Pasa ile matematik ve astronomi âlimi Ali Kusçu tertip etmislerdir. Dördü câmiin dogu kisminda, dördü de bati tarafinda bulunan bu medreselerden her birinin ondokuz odasi vardi. Sekiz müderristen her birinin birer odasi ve elli akça yevmiyesi vardi. Ayrica, beser akça yevmiye ile bir oda, ekmek ve çorba verilmek üzere sekiz medreseden her birine birer "muid" (asistan) verildi. Her medresenin onbes odasina ikiser akça yevmiye (burs, kredi), imâretten ekmek ve çorba (yemek) verilmek üzere birer "danismend" konuldu. Geri kalan iki oda da kapicilarla ferras denilen temizlik isçilerine tahsis olundu.
Sahn medreselerinin arka taraflarinda yüksek tahsile, yani Sahn-i Semân medreselerine danismend yetistirmek üzere "Tetimme" veya "Musila-i Sahn' ismiyle sahn medreselerinden küçük olarak sekiz medrese daha insa edilmisti. Bu medrese, derece itibariyle orta tahsil seviyesinde idi.
Sahn medresesi talebelerine danismend, Tetimme talebesine de Suhte (galat olarak softa) deniyordu. Tetimmelerden her hücreye üç ögrenci konmustu. Bu odalardan her birisine ihtiyaçlarina sarf edilmek ve mum parasi olmak üzere 5'er akça tahsis edildigi gibi yemekleri de imâretten veriliyordu.
Bilindigi gibi egitim ve ögretim, hiç bir devletin vazgeçemeyecegi bir mecburiyettir. Bununla beraber her devlet, vatandasini, kendi sartlari, ihtiyaçlari ve ileriye dönük hedeflerini gözönünde bulundurarak yetistirmeye çalisir. Osmanli Devleti de vatandasini kendi durum ve sartlarina uygun bir sekilde yetistirmeye gayret etmistir. Bu gayenin tahakkuku için de egitim ve ögretim müesseseleri kurmustur. Devletin kurulusu ile baslayip, yikilisina
kadar çesitlenerek gelisen bu müesseseler, devlet ve çogunlukla vakiflar vasitasiyla kuruluyorlardi. Bu müesseseleri, klasik ve yeni diye iki gruba ayirabilecegimiz gibi, örgün ve yaygin egitim müesseseleri diye de ayirmak mümkündür.

ÖRGÜN EGITIM MÜESSESELERI

Bu müesseseler, belirli yas ve bilgi seviyesindeki insanlari, yine belirli zaman ve disiplinlere göre yetistirmek üzere kurulmus bulunan müesseselerdir. Bu kuruluslarin, sivil ve askerî olmak üzere iki sahada sekillendiklerini görüyoruz. Bir bakima, özel egitim ve ihtisas konusuna girdigi için askerî müesseseleri daha sonraya birakip sivil egitim kurumlarindan bahsetmek istiyoruz. Bu arada, yaygin egitim müesseseleri diyebilecegimiz, câmi ve tekke gibi kurumlardan bir önceki ciltte bahsedildigi için burada bunlara temas edilmeyecektir.

MsXLabs.org & OT
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
14 Ekim 2010       Mesaj #6
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
Fen ilimleri evi, üniversite. Osmanli Devleti'nde medrese disinda bir darülfünun açilmasi fikri, ilk defa Abdülmecîd Han zamaninda 1845'de Geçici egitim meclisi (Meclis-i muvakkat-i maâ-rif) tarafindan tanzim edilen egitim programinda yer aldi.

Böyle müessesenin çalismaya baslamasi için; bina, ögrenci, ögretmen ve kitap gibi dört ana unsurun saglanmasi gerekliydi.

Bina için taninmis italyan mîmâr Fossati getirilip projeler yaptirildi. 1846 yili Ekim ayinda Ayasofya Camii yakinindaki bir arsada temel atildi. Darülfünun ögretimini tâkib edebilecek seviyede ögrenci yetistirmek maksâdiyle lise seviyesinde dârülmaârif adiyla bir okul kuruldu (1849). Bundan baska darülfünuna ögretim üyesi yetistirmek maksadiyla Avrupa'ya ögrenciler gönderildi. Okutulacak derslerin kitaplarinin seçimi, tercüme ve te'lif suretiyle hazirlanmasi için de Encümen-i dânis kuruldu.

Bu hazirliklar sürdürülürken, memleketin taninmis bilim adamlari tarafindan umûma açik konferans seklinde serbest hâlde ögretime baslanmasina karar verildi. 12 Ocak 1863'de Dervis Pasa'nin verdigi fizik dersiyle baslayan serî konferanslar, Hekimbasi Salih Efendi'nin biyoloji, Ahmed Vefik Efendi'nin târih ve muhtelif hocalarin cografya, astronomi ve deneysel fizik dersleriyle devam etti. 1864'den sonra Dîvânyolu'nda kiralanan bir konakta devam eden bu çalismalar, 1865'de Avrupa'dan getirilmis teknik edevat, laboratuvar gereçleri ve kütüphaneyle beraber konagin yanip kül olmasiyla sona erdi.

Bu yangindan sonra bir süre duran çalismalar, 1 Eylül 1869'da yayinlanan Maârif-i umûmiye nizâmnâmesiyle tekrar basladi. Bu nizâmnâmenin yüksek okullara ayrilmis bölümünde belirtildigine göre, Dârülfünûn-i Osmânî adiyla kurulacak üniversite, Hikmet-i edebiyat, ilm-i hukuk ve Ulûm-i tabiiyye ve riyâ-ziyye adlariyla üç fakülteden meydana gelecekti. Üniversitenin basinda nazir unvanli bir emîn bulunacakti. Yine bu bölümde, kurulacak üniversitenin, muhtariyete (özerklige) sâhib oldugu belirtilmis, darülfünun kurulusuna ve organlarina, programlarinin ana çizgilerine, ögretim üye ve yardimcilarinin hak ve görevleriyle tâyin ve terfî sartlarina, ögrencilerin kayit islerinden baslayarak devamin siki kontrolü dâhil olmak üzere doktora imtihanlarina kadar bütün esaslari düsünülmüs ve tesbit edilmistir.

Sultan Mahmûd türbesi yaninda yaptirilan binada ögretime baslayan okulun müdürlügüne, Avrupa'ya evvelce darülfünun hocasi olarak yetistirilmek üzere gönderilmis ve tahsilini tamamlayip dönmüs bulunan Yanyali Hoca Tahsin Efendi tâyin edildi. Okul, 20 Subat 1870'de büyük bir törenle açilarak derslere baslandi. Fakat daha okulun açilisinda, hocalardan Cemâleddîn-i Efgânî'nin sapik fikirlerini yaymaya çalismasi, nizâmnâmedeki bir çok hükümlerin tatbikatinin istenilen sekilde uygulamaya konulamamasi sebebiyle 1871 ortalarinda kapatildi.

1874'de Galatasaray mekteb-i sultanîsi içinde, bu okulun adetâ bir üst okulu seklinde Dârülfünûn-i sultanî adiyla üçüncü darülfünun açildi. Hukuk, Mühendislik ve Edebiyat fakültelerinden meydana gelen bu okulun müdürlügüne de Sava Pasa getirildi. Bu okula sâdece Galatasaray mekteb-i sultanîsinden me' zun olanlar alinabilecek, bu seviyede agitim için henüz yeterince Türkçe eser hazirlanmamis oldugundan, bir kisim 'dersler Fransizca olacak ve Fransa'dan getirilecek profesörlerle ögretim kadrosu tamamlanacakti. Pakat bu okul da uzun süre ögrenime devam edemedi ve 1882'de kapandi.

Bugünkü istanbul Üniversitesi'nin çekirdegini meydana getiren Dârülfünûn-i sahane, dördüncü darülfünun olarak 15 Agustos 1900'de ikinci Abdülhamîd Han zamaninda kuruldu. Ulûm-i âliye-i diniye, Ulûm-i riyaziye ve tabî-iyye ve Edebiyat fakültelerinden meydana gelecekti.

15 Agustos 1900'de çikarilan yirmi yedi maddelik darülfünun nizâmnâmesine göre; dârülfünûn-i sahanenin, Ulûm-i âliye-i diniye (ilahiyat) fakültesinin her sinifina en fazla otuz kisi alinabilecek ve ögretim süresi dört yil olacakti. Ulûm-i riyaziye ve tabîiyye (matematik ve fen bilimleri) fakültesi ile Edebiyat fakültelerinin siniflarina ise yirmi beser kisi alinabilecek ve ögretim süreleri üç yil olacakti. Bunlara ek olarak yine darülfünun idaresine bagli olarak Türkçe, Arabça ve Farsça'dan baska, Fransiz, ingiliz, Alman ve Rus dillerinin okutulacagi filolojiler kurulacakti.

Ögrenci sayisi sinirlandirilan ve parali olan bu okula girebilmek için, bir orta ögretim kurumunu bitirmek veya bu düzeyde bilgi sahibi oldugunu isbatlamak gerekiyordu.

O târihlerde ayri bir bina ve idare kurulmasina lüzum görülmediginden, Cagaloglu'ndaki Mekteb-i mülkiyenin bir bölümü bu okul için ayrildi ve iki okul ortak müdürlükle yönetildi. 1909' da Vezneciler'deki Zeynep Hanim Konagi'na tasinarak kendi binasina sâhib oldu. Ögrenci sayisindaki kisitlamalar kaldirilip, ücretsiz hâle getirildi. Okulun ismi Dârülfünûn-i Osmânî olarak degistirilip, programlarinda bâzi degisiklikler yapildi. Okul idaresi, Mülkiye mektebinden ayrildi.

Emrullah Efendi'nin maârif nazirligi zamaninda çikarilan 21 Nisan 1912 tarihli nizâmnâmeyle yeni düzenlemelere gidildi. Büyük kütüphaneler, laboratuvarlar kurulmaya baslandi. Sinif usûlü terk edilerek, yerine sömestr usûlü getirildi. Zeyneb Hanim Konagi'nin yeterli olmamaya baslamasi üzerine, Yerebatan'da kimya, Feyzullah Efendi Konagi'nda jeoloji, ibrahim Pasa Konagi'nda dogu dilleri ve Safvet Pasa Konagi'nda cografya enstitüleri te'sis edildi.

Birinci Dünyâ Savasi esnasinda Almanya ve Avusturya-Macaristan'dan Edebiyat, Fen ve Hukuk fakülteleri için davet edilen profesörler ile ögretim kadrosu güçlendirildi. Savastan sonra yeni bir yönetmelik hazirlandi. Buna göre darülfünunu, her yil seçilen bir eminin (rektör) baskanligi altinda fakülte temsilcilerinden meydana gelen bir dîvân (senato) idare edecekti.

Osmanlı Tarihi
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....

Benzer Konular

6 Ekim 2010 / Misafir Osmanlı İmparatorluğu
13 Şubat 2014 / Misafir Soru-Cevap
26 Mayıs 2011 / rockk.. Soru-Cevap
31 Aralık 2013 / Misafir Soru-Cevap
13 Nisan 2014 / Misafir Soru-Cevap