Arama

Osmanlı Çadırları

Güncelleme: 5 Şubat 2010 Gösterim: 9.844 Cevap: 1
virtuecat - avatarı
virtuecat
Ziyaretçi
23 Kasım 2006       Mesaj #1
virtuecat - avatarı
Ziyaretçi
OSMANLI DÖNEMİ SARAY VE ORDU ÇADIRLARI
Günlük hayatta ve seferde, hükümdarın, vezirlerin, şehzadelerin, halkın ve ordunun her türlü ihtiyaçlarını karşılayan çadırlara, Osmanlılar döneminde çok önem verilmiştir. Osmanlı saray teşkilâtında padişaha hizmet amacıyla kurulmuş, MEHTERHANE-İ -AMİRE isminde bir kuruluş bulunmakta olup, bu kuruluşun başında vezir rütbesinde bir amir (ÇADIR NAZIRI) bulunmakta idi.
Sponsorlu Bağlantılar
MEHTERHÂNE-İ ÂMİREYE bağlı olarak sadece çadır işleri ile görevli HAYME-İ HASSA MEHTER BAŞISI (Çadır Mehter Başı) adındaki bölümün başında HAS AĞA (Sancak beyi) mertebesinde bir amir bulunmaktadır.
Çadırlara ait her iş ancak padişahın izni ile yapılmaktadır. Sadrazam dahil herkesin çadırını padişah tespit etmekte. Padişahın izni olmadan yeni çadır yapımı, onarımı, bakımı, yapılamamaktadır. Sarayda, çadır yapımı, onarımı, bakımı işleriyle ilgili bir atölyenin bulunduğu, buranın devamlı işçileri ve sanatkârlarının olduğu belgelerden anlaşılmaktadır.
634 numaralı ve 1760 tarihli belgede görüldüğü gibi, bir çadır onarımı ile ilgili işlemler şu aşamalardan geçmektedir. Mehterhaneye Ebubekir Paşanın terekesinden alınan atlas işlemeli büyük çadırın eksiklerini tamamlamak üzere, gerekli malzemenin alımında kullanılacak miktarın, acele ödenebilmesi için başmuhasebeye emir verilmesi konularında mehterbaşı, tarafından yazılan dilekçe padişahın emirlerine sunulmaktadır. Aynı belgede, yeni alınan bir çadır işlemesinin tamamlanması için gereken malzeme, ayrıntılı biçimde belirtilmiş, malzemelerin kısa sürede temininin sağlanmasına bizzat padişah emir ve izinlerine gereksinim duyulmuştur.
Çadırların onarımı ya da padişahın yaz aylarını geçirdiği sahil sarayına taşınması durumlarında gerekli olan yeni mefruşatın alınmasında aynı işlemlerin yapıldığı, çadır mehterbaşı tarafından padişaha sunulan belgelerden anlaşılmaktadır.
2529 numaralı ve 1791 tarihli belgeye göre; bostancıbaşı ağasının, ve çadır nazırının bu işlerle görevli olarak konuyu ihale yoluyla çözmesi de çadıra verilen önemi göstermektedir.79 Yeni bir çadırın yayılabilmesi için, çadır onarımındaki işlemelerin tekrarlandığı, mehterbaşı tarafından hazırlanan listedeki yeni çadırın yapımı ve gerekli bazı malzemeye uygulanacak işlemler (yatak ve yastıkların hallaca attarılması) için dahi padişahın izni gerektiği, 673 numaralı 1770 tarihli belgeden anlaşılmaktadır.
Bir başka belgede, ordunun ihtiyaç olan çadır yapımına özellikle dikkat edilerek, önem verildiği, yapım için geciken malzemelerin derhal temin edilerek Mehterhane Amirine teslim edilmesi hususunda sert bir ifade kullanılarak gecikme nedenlerinin açıklanma isteği dikkat çekicidir. Aynı belgeden, ordu çadırlarının yapım ve onarımı için gereken parçanın sefer bütçesinden ödeneceği anlaşılmaktadır.
Osmanlı ordusunda çadırın sayısal olarak da önemli bir yer tuttuğu görülmektedir. Sadece bir belgede, 415 adet çadır yapılması istenilerek, gerekli malzeme alımında kullanılacak paranın sefer bütçesinden ödenebilmesi için padişahın emir ve müsaadelerine sunulmuştur.
Osmanlılarda değişik türdeki çadırları, önceden yapılıp Mehterhane ambarlarında depolanarak korunmakta ve ihtiyaç halinde muhasebe başkanlığından gene, padişahın emir ve izinleriyle verilmekte idi.
Padişahın bir yere göç etmesi halinde kullanılmak üzere yaptırılan çadırların, mehterhane ambarına teslim edilmek üzere yapılan listede, çadırların kimler için, ne amaçla yapıldığı ve kullanılan malzemelerin miktarlarıyla en ince ayrıntılarına kadar gösterilmesi konuya verilen önem açısından dikkat çekicidir.
Mehterhane ambarında depolanan çadırların, Mehterbaşı tarafından kontrol edildiği, onarıma muhtaç olanlar ve yeni yapılacaklar için çok miktarda para kullanıldığı, gerekli kırk bir top beyaz kir-basın Anadolu tarafından mubayaa edilmesinin kararlaştırıldığı belgelerden anlaşılmaktadır. Ayrıca ekteki belgelerde (Bkz. Belge No: 634-577) atlas, çuha, Bursa yapısı sim işlemeli atlas kurdeladan da söz edilmektedir.
Padişaha ait düğünlerde kurulan süslemeli, işlemeli görkemli çok sayıdaki (22 adet) büyük çadırlarda, onüç, ondört kişiye ziyafet verilir, eğlenceler düzenlenirdi. Her çadırda kimlerin nerede, oturacağı ile, ikram edilecek yiyeceklerin listesinin titizlikle önceden hazırlandığı belgelerden anlaşılmaktadır.
Osmanlı döneminde yapılmaları ve yaşatılmaları bakımından çok geniş bir teşkilata sahip olan çadırlar, formlan ve fonksiyonlan bakımından da çok zengin örnekler sahiptir. Başta padişah çadır kompleksi olmak üzere tüm ileri gelen vezir ve paşaların çadırlan ile, yerleşik saray düzeninde görülen her türlü hizmetin, çadırlardan oluşan bir bütün içinde başarı ile yürütüldüğü görülmüştür. Çadırların meydana getirdiği sarayın iç bölümlerinden başka sefere katılan tüm asker ocaklarının barındığı, her türlü ihtiyaca cevap verecek çadırlar da mevcuttur.
Osmanlı dönemi saray ve ordu çadır türlerini genel olarak şöyle sıralamak mümkündür:
  • Otağı Hümayun-Padişah çadırı-Hünkâr Çadırı
  • Otağ-ı Asafi-Paşa Çadırı, Divan Çadırı,
  • Halvet Çadırı,
  • Sokaklu çadır-Perdeli çadır,
  • Çadır-ı Hazine,
  • Kurba çadır-Hamam Çadırı,
  • Hastahane Çadırı
  • Kilar çadırı-Çadır-ı Kilar,
  • Çadırı Sarraçhane,
  • Çadır-ı Matbah-Mutfak çadırı,
  • Çile çadırı-Ceza çadırı,
  • Muhtelif Sınıf Asker çadırları

Otağ-ı Hümayun - Padişah Çadırı - Hünkar Çadırı
Türk çadırları sınıfına dahil olan en gelişmiş çadır türü. Otağ-ı Hümayun adı verilen sultan çadırlarıdır.88 Padişahın sefer sırasında yatıp kalktığı başkumandanlık karargahı olarak kullandığı savaş divanının toplandığı gezici saray büyüklüğünde, pek çok daireden oluşan çok direkli kırmızı çadırdır.
Sultan dışında yalnızca en büyük dini yetkili "Şeyhü'l-İslam" vezirler ve büyük eyaletlerin yöneticileri olan "Beylerbeyi" kırmızı kumaştan yapılan bu çadırda oturma hakkına sahiptirler.
Barış zamanında, padişahın yazlığa veya uzak bir yere gidişinde kullanılırdı. Sultan çadırları daima çevreyi en iyi şekilde gören küçük bir tepenin üzerine kurulurdu. Çadırın kurulduğu yer aynı zamanda Sultanın en üst rütbede bulunduğunu vurgulamaktadır. Doğal olarak sultan çadırı, boyutları ve dış süslemeleri ile diğer çadırlardan üstün olduğunu göstermek zorundadır.
Sefer çadırları çift olup, biri kullanılırken diğeri bir sonraki menzilde kurularak padişaha hazır bekletilirdi. Padişah çadırın kurulup toplanması ile görevli olanlara saray teşkilatında "ÇADIR MEHTERLERİ" veya "HAYME MEHTERLERİ" denirdi.
İçi bölmelerle ayrılmış içice iki çadır şeklinde olan Sultan çadırlarında, padişahın oturduğu, kısmın etrafında yine perdeler ile ayrılmış bir gezinti yeri bulunurdu. Burada nöbetçiler ve savaşçılar beklerdi. Padişah çadırının duvar ve tavanları iki kat kumaştan olup, pencereleri bulunurdu. İçi, toprak zemin üzerine hasır ve keçeler ile kaplanır, bunların üzerine kürk halı serilirdi. Kenarlara, kolay kurulup sökülebilen oymalı, süslü ağaçtan yapılmış sedir ve divanlar yerleştirilirdi. Üzerlerine şilteler, yataklar serilir, nadide nakışlı kumaşlar örtülürdü. Kışın çadırın içi, süslü mangallarla ısıtılırdı. Duvarlara işlemeli kumaşlar ve ince halılar, geceleri ışık vermesi için de altın ve gümüş şamdanlar asılırdı.
Bu çadırlar önceleri, 'YURT", "TOPAK EV" veya "KUBBE ÇADIR" denilen, etraf duvarları kafes şeklinde yapılmış panolardan oluşmakta iken, dokumacılığın ilerlemesi ile özellikle XVII. yüzyıldan itibaren karacadır biçiminde, iki veya üç direkli büyük ve geniş çadırlar şeklinde yapılmaya başlanmıştır.
Bu tip padişah çadırları alt kısmı pamuk veya kendir ipliğinden su geçilmeyecek şekilde dokunmuştur. Bunun üzerine de ikinci kat olarak kırmızı ipekten ve haricen rankli şerit ve sırma ile işlenmiş motif ve saçaklar ile süslenmiş ipek kumaşlar örtülerek yapılırdı.
En yüksek dinî yetkili olan Şeyhü'l-İslam, vezirler, Beylerbeyi ve şehzade çadırları da kırmızı kumaştan olurdu.
Avrupalıların hayret ve hayranlıkla izledikleri bu saray büyüklüğündeki otağlar, İslam öncesi Türk hakanlarından devam ettirilen bir geleneğe dayanıyordu.
Evliya Çelebi Seyahatnamesinde görkemli otağlardan bir örnek, şöyle anlatılmaktadır.
Avusturya-Almanya İmparatoru, sarı üstüne, sarı yaldızlı nakışlı otağ'ı görünce hayran kalmış, konuklarına bu otağda ziyafet vermek istediğini belirterek, otağ'ın derhal bahçesine kurulmasını emretmişti. Ancak Otağın 564.52 kg. ağırlıktaki direkleri ve 282 kg. ağırlıktaki orta direği rüzgardan uçarak, otağ kurmasını bilmeyen kralın yedi adamının ölümüne ve pek çok adamın yaralanmasına sebep olmuştu. Bunun üzerine paşanın, çadır mehterbaşısını gönderip, çok kısa zamanda otağı kurdurduğu görülmektedir.
Böylece, otağ'ın büyüklüğü ile birlikte, çadır kurucularının bu konudaki ustalıkları da anlaşılmaktadır.
Seferde padişah otağı ve hemen ona bitişik olarak kurulan Divan çadırı arasında bir geçit (galeri) mahiyetinde bir çadır daha olurdu ki padişah buradan divan toplantılarını dinlerdi. Bu ek çadırın karşısında yine bir geçit ile Otağı Hümayuna bitişik başka çadırda Hazine-i Hümayun bulunurdu.

Otağ-ı Asafi, Paşa Çadırı, Divan Çadırı

Vezirlere mahsus çadırdır. Çok geniş bir alana oturtulmuş birkaç direkli, padişah çadırları gibi içi, dışı nakışlı sayebanlar ile süslü duvar ve tavanları iki kat kumaştan yapılmış, pencereleri ve perdeleri bulunan muhteşem bir çadırdır. Etrafı çadır bezinden yapılmış bir perde ile örtülerek içeri girilmesi hatta görülmesi yasak olan bir meydan halindedir. Bu çadırda sadrazam ve sardar-ı ekremler (başkumandanlar) toplantı yaparlar, resmi kabulde bulunurlar. Savaş görüşmelerinin planlan burada yapılır, ziyafetler burada verilir, devlet adamları burada kabul edilirdi. Bu çadır, ara bir çadırla padişah çadırına bağıntılı olurdu.

Halvet Çadırı

Sadrazamın şahsına mahsus olup, bu çadırda yatıp dinlenirdi. Padişah çadırında olduğu gibi bu çadırlarda da soğuk havalara karşı tok, kalın, sırma işlemeli bezden yapılırdı. İçerinin dıştan görünmemesi için etrafına çevrilen dış etekliğin (zokak) önünde bir de kapısı bulunurdu.

Sokaklu Çadır, Perdeli Çadır

İpler ve bezlerden meydana gelen perdeli çadır, sefer sırasında sancakbeyinin barınağı görevini yapardı. Aynı şekilde abrizli çadırlara da rastlanmaktadır. Abriz terimi Farsça olup, kuyudan su çekmeye yarayan kovayı ifade etmektedir. Abrizli çadır teriminden muhtemelen, kısa bir temizlik yapılabilecek perdeli çadırı anlamak mümkündür.

Çadır-ı Hazine

Hazine çadırı, sancakbeyinin sefer sırasında savaş hazinelerini muhafaza ettiği çadırdır.

Kurba Çadır, Hamam Çadırı

Kurba ismi verilen çadır aynı zamanda hamam olarakta kullanılmakta idi.

Hastahane Çadırı

İçerisi değişik bölmelere ayrılmış, hastalara mahsus çadırlardır.

Kilar Çadırı, Çadırı Kilar

Bu çadır, sefer sırasında yiyecek stoklarının saklanmasına yaramaktadır.

Çadır-ı Saraçhane

Bu çadır da, eyer ve deri işlerinin yapıldığı çadırdır.

Çadır-ı Matbah, Mutfak Çadırı

Mutfak görevi yapacak bir çadırdır.

Çile Çadırı, Ceza Çadırı

Cezalı askerler için kullanılan hapishane ve çile çadırlarıdır.

Muhtelif Sınıf Asker Çadırları
Kapıkulu denilen piyade ve benzeri meslek sınıfı askerlerinin yatmalan ve dinlenmeleri için kullanılan hemen hemen birbirinin aynı yapıda olan çadırlardır.
Süvari askerlerine mahsus ve içeride kılıç, mızrak, gibi silahlan ile koşum takımlannı muhafaza edebilecekleri bölmeler bulunur.

Bu çadırlara ilave olarak ekteki belgelerde sözü edilen ancak başka kaynaklarda belirtilmeyen çadır türleri şöyle sıralanabilir. "Kapalı Memşa" (Hela Çadırı) "Tepeli Memşa" (Kapalı Memşa) "Tenteli Memşa" "Tepeli Çeşme Çadırı" "Açık Çeşme Çadırı" "Kubbe Çadırı" "İbadet Çadırı" "Gizli Görüşme Çadırı".


_KleopatrA_ - avatarı
_KleopatrA_
Ziyaretçi
5 Şubat 2010       Mesaj #2
_KleopatrA_ - avatarı
Ziyaretçi
Otağ
Padişahlara ve beylere mahsus büyük süslü çadır.
Sponsorlu Bağlantılar
Otağ, Orta Asya Türk devletlerinde bir azamet, Müslüman-Türk devletlerinde ise bayrak ve tuğla beraber hakimiyet alâmeti olarak telakki edilmiştir. Çin kaynaklarına göre eski Türklerde bayraksız otağ, otağsız bayrak olmazdı. Uygurlarda, hakan çadırlarına Bayraklı otağ denilirdi. Bundan, hakanın çadırının aynı zamanda savaş karargâhı olduğu düşünülebilir.
Otağlar renkleriyle de sahibinin devlet içindeki mertebesini belirtirdi. Göktürk ve Uygur hakanlarının çadırları, Altın otağ olarak adlandırılırdı. Otağlar ayrıca üzerlerini örten keçenin rengine göre ak, boz, kızıl, kara gibi isimler de alırlardı. Hakanın hareminin bulunduğu çadır, daima beyaz renkli olurdu. Oğuz Han'ın çadırı, kaynaklara göre, her direği altın varakla kaplı ve üzeri yakut, safir, zümrüt ve firuze ile süslenmiştir. Otağlar, bir ev büyüklüğünde olup, içerisi perdelerle odalara ayrılmıştı ve bir evde bulunması gereken bölümler mevcuttu. Altınordu Devleti'nde hakana ait çadır, beyaz renkte ve uzaktan bir tepeyi andırırdı. Divanhanesinin zemini, ipek halı döşeli ve ortada hakanın oturacağı kıymetli taşlarla süslü taht bulunurdu.
Türk hakanlarının çadırları, kubbeli olur ve gök kubbenin yeryüzündeki bir modeli olarak telakki edilirdi. Eski Türk devlet teşkilâtına göre, gökkubbe altında devlet, çadır kubbesi altında ise ailenin mahremiyeti bulunurdu. Eskilerden beri halk arasında kullanılan çadırını başına yıkmak deyimiyle, devletin veya ailenin yıkılmasının kastedilmesi, çadırın Türk kültüründeki manâsını açıklamaktadır.
Hakan otağı, maiyet otağları ve diğer kişilerin çadırlarının, savaş ve sulh zamanında, belirli bir kurulma düzeni vardı. Bu düzen, asırlarca bozulmadan devam etti. Kırgızlarda, ortaya hakan çadırı kurulur, etrafı çitle çevrilir ve diğer çadırlar, bu çitin dışına kurulurdu. Göktürk ve Uygurlarda ise ortada hakan çadırı bulunur, diğer çadırlar rütbeye göre çadırın etrafında halka şeklinde dizilirdi.
Otağ-ı hümâyûn ise, Osmanlı Devleti'nde padişaha mahsus çadırlardır. Çetr-i hümâyûn veya renginden dolayı kızıl çadır olarak da kaynaklarda geçmektedir. Türk sanatının en parlak numunelerinden olan otağ-ı hümâyûnlar, Orta Asya dan beri gelen çadır an anesinin en mükemmel hâlini almış şekilleridir.
Otağ-ı hümâyûn, birbirine geçilebilen birkaç çadırdan meydana gelirdi. Asıl otağ-ı hümâyûn yedi direkli olup, birbirleriyle bağlantılı bu çadırlar grubunun, cepheden üç kubbeli bir görünüşü vardı. Bu üç kubbenin biri padişahın dinlenme ve arz odası olan divanhâne, diğeri hamam odası, üçüncü kubbenin altı ise hazîne-i hümâyûnun muhafaza edildiği kısımdı. Otağ-ı hümâyûn, savaş meydanında veya konak yerindeki yerleşmede merkez noktasını teşkil ederdi. Sefer süresinde otağın muhafazası, sipahi ve silâhtar bölüklerinin vazifesiydi. Otağ-ı hümâyûnun çevresindeki birinci sırada altı bölük askerlerinin çadırları, ikinci sırada yeniçerilerin çadırları bulunurdu.
Seferde veya padişah başka bir yere gideceği zaman otağ-ı hümâyûn iki takım olarak tertip edilirdi. Padişah, bir konak yerindeyken ikinci otağ, bir sonraki konakta hazır edilirdi. Bir sonraki konak yerine hareket eden otağ-ı hümâyûnun bakımı ve muhafazası, sipahi bölüklerinden bir subayın emri altında yapılırdı.
Otağ-ı hümâyûnun sefere hazırlanması, yeniçeri ağasının kontrolünde, otakçıbaşı tarafından yapılırdı. Sefer tuğlarının dikilmesinden sonra rikab ağaları, İstanbul da bulunan dergâhların şeyhleriyle birlikte Sultanahmed meydanındaki çadır mehterleri ocağında bulunan otağ-ı hümâyûnu, dua ve ilâhilerle kaldırıp, Bâbüssaâde önüne getirirler, burada önceden dikilmiş tuğlarla birlikte yine dua ve tekbirlerle alıp, sayıları 400-700 arasındaki çadır mehterleri alayıyla, sefer Anadolu yönünde ise Üsküdar, Doğancılar meydanına; Avrupa yönünde ise Davutpaşa sahrasına kurarlardı. Böylelikle bütün İstanbul halkı seferin nereye olduğunu anlardı. Otağın, konak mahallinin en güzel manzaralı yerine kurulmasına itina edilirdi. Yerin seçilmesi, konakçıbaşının vazifesiydi. Konakçıbaşının rütbesi, beylerbeyi, sancak beyi veya kapıcıbaşı payesinde idi. Muharebe meydanına gelindiğinde, otağ-ı hümâyûnun kurulması esnasında, orduda bulunan toplar ve yeniçerilerin tüfekleriyle üç defa ateş ederek selamlamaları âdetti. Sefer müddetince, mehterhâne tarafından ikindi nevbeti vurulurken, otağın giriş kapısının perdesi açık tutulur. Burada konakçı ve otakçı nöbet tutarlardı ve nevbet vurulması bittikten sonra mehterhânenin yaptığı duaya katılırlardı.
Padişah otağları pamuk ipliğinden dokunmuş kumaşlarla yapılır ve kırmızı renkte olurdu. Şehzade, vezir ve beylerbeyleri de kırmızı çadır kurabilirlerdi. Ancak, esas kırmızı çadır padişahlara mahsustu.
Nemçe (Avusturya) Seferi esnâsında Kanunî Sultan Süleyman ın çadırı kaynaklarda şöyle tasvir edilir: Çeşit çeşit boyalarla sanatkârâne bir tarzda nakışlarla süslenmiş, yüksek divanhâneli çadırlardan meydana gelmiş otağın zemini, o zamana kadar görülmemiş tarzda dokunmuş ipek halılar ve kilimlerle döşenmişti.
Padişahlar sefere bizzat gitmezlerse otağlarını, sefere memur olan serdâr-ı ekreme verirlerdi. Zigetvar Seferi esnasında Kanunî Sultan Süleyman ın otağı olan çadır, Sultan Üçüncü Murad tarafından sefere giden sadrazam ve serdâr-ı ekrem Sinan Paşaya verilmiş, daha sonra da aynı otağ Satırcı Mehmed Paşa tarafından Macaristan Seferi esnasında kullanılmıştı.
Otağ-ı hümâyûnların dikilmesi ise otağ-geren-ı hassa denilen sanatkârların vazifesiydi. Bunlar, dört bölük olan çadır mehterlerinden ayrı yedi kişiydiler. Ayrıca hayme-dûzân (çadır dikiciler), nakış-dûzân (nakışçılar) gibi sanatkârlar da otağ imalinde çalışırlardı.

dallog.net


Benzer Konular

24 Temmuz 2016 / Misafir Cevaplanmış
26 Mayıs 2011 / virtuecat Osmanlı İmparatorluğu
1 Ekim 2017 / Misafir Osmanlı İmparatorluğu
6 Nisan 2010 / ThinkerBeLL Osmanlı İmparatorluğu
27 Haziran 2012 / Misafir Osmanlı İmparatorluğu