Arama

Kapitülasyonlar

Güncelleme: 20 Mayıs 2016 Gösterim: 32.079 Cevap: 1
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
27 Kasım 2006       Mesaj #1
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Kapitülasyonlar
Osmanlı Devletinde yabancıların statüsünü tespit eden hukukî, malî, idarî ve dinî özellikteki antlaşmalar. Kapitülasyonlara, kısaca “imtiyaz” veya “imtiyâzât-ı ecnebiyye” de denir.

Sponsorlu Bağlantılar
Kapitülasyonlar
Osmanlı Devleti tarihinde ilk olarak, Sultan Birinci Murad Han zamanında, 1365 yılında, Dalmaçya kıyılarında fakir bir ülke olan Ragusa Cumhuriyetine, beş yüz duka haraç karşılığında, ticarî imtiyaz verildi. 1397’de Osmanlı ülkesine gelen Bizans elçi ve konsoloslarına bazı imtiyazlar verildi. Bu imtiyazlar karşılığında, Bizans İmparatorluğundan İstanbul’da bir Türk mahallesi kurma ve bu mahallede oturan Türklerin davalarına bakmak üzere kadı ile din işlerine bakacak müfti tayin etme hakkı alındı. Yıldırım Bayezid’in oğulları Süleyman Çelebi, Musa Çelebi ve Mehmed Çelebi devirlerinde de (Bkz. Fetret Devri), yabancılara bazı imtiyazlar tanındı. Fatih Sultan Mehmed, İstanbul’u fethinde, Bizans’ın Venedik ve Ceneviz’e tanıdığı imtiyazları, küçük bazı değişikliklerle kabul etti. 1479’da yine Fatih tarafından Venedik’e, Kefe ve Trabzon’da ticaret yapma hakkı tanındı. Fatih Sultan Mehmed tarafından Venedik’e verilen bu imtiyazları, Yavuz Sultan Selim 1513’te ve Kanunî Sultan Süleyman 1521’de yapılan Osmanlı-Venedik ticaret antlaşmalarıyla genişleterek kabul ettiler. Mısır’ın fethinden sonra Fransız, Venedik ve Katalanlara Memlûklar tarafından verilen imtiyazlar, Yavuz Sultan Selim tarafından da tanındı. Osmanlı sultanları, verdikleri bu imtiyazlarla, fethettikleri ülkelerde ticarî faaliyetlerin canlı kalmasını ve ellerine geçirdikleri önemli transit yolların faal olmasını sağlıyorlardı. Ayrıca, bu asırda Amerika’nın ve Ümit Burnu’nun keşfedilmesi sebebiyle, İpek Yolu ticareti, Osmanlı topraklarından uzaklaşmış, ticaret batıya kaymıştı.
Almanya-İspanya İmparatoru Şarlken’le İran şahının, Osmanlı Devleti aleyhinde birlik kurmak istediklerini tespit eden Kanunî Sultan Süleyman Han, Şarlken’in Avrupa’ya hakim olma isteğine mani olmak için, rakibi Fransa’yı siyasî bakımdan destekledi. Veziriâzam Makbul İbrahim Paşa, Fransız konsolosu ile 1535’te tasarı şeklinde, ticarî bir muahede hazırladı. Ahidnâmeye göre, Fransız tüccarlarının yüzde beş gümrük ile her iki devlete ait gemilerle serbestçe dolaşmaları ve bütün hukukî muamelelerde, Fransız konsoloslarının kaza (hüküm erme) hakları kabul ediliyordu. Bundan başka Fransız tebaa hakkında, davalarda hüküm verecek kadıların yanında bir Fransız tercümanı hazır bulunacaktı. Müslüman tebaadan birisine olan borcunu ödemeden kaçan Fransız'ın yerine başka bir Fransız ve konsolos yakalanmayıp, Fransa kralı aleyhine dava açılacaktı. Her iki taraf için eşitlik ilkesini esas alması sebebiyle, antlaşma, padişah tarafından tasdik edilmedi.
Osmanlı padişahlarının, siyasî ve ticarî menfaatlerine uygun olarak verdikleri imtiyazlar, Avrupa’da Osmanlı idaresi lehinde büyük propaganda yapılmasına, Osmanlı Devletinin büyüklüğünün tanınmasına, dolayısıyla İslâmiyetin yayılmasına yol açtı. Hattâ Avrupa’da reform hareketlerinin önderi olarak kabul edilen Luther’in; “Ey Rabbim! Büyük Türkleri bir an önce başımıza getir de, senin ilâhî adaletinden onlar sayesinde nasibimizi alalım” demesine sebep oldu.
Kanunî Sultan Süleyman’ın vefatından sonra, 1569’da Sultan İkinci Selim Han, Fransa Kralı Dokuzuncu Charles ile 18 maddelik; 1581’de Sultan Üçüncü Murad Han, Üçüncü Henri ile 19 maddelik; 1579’da Sultan Üçüncü Mehmed Han, Dördüncü Henri ile 32 maddelik; 1604’te Sultan Birinci Ahmed Han, yine Dördüncü Henri ile 53 maddelik; 1743’te Edirne’de Sultan Dördüncü Mehmed Han, Ondördüncü Louis ile 55 maddelik; 1770’de Sultan Birinci Mahmud Han, Onbeşinci Louis ile 84 maddelik kapitülasyon antlaşmaları imzaladılar.
Bunlardan başka, 1578’de Toskana Krallığına; 1565’te Ceneviz Cumhuriyetine; 1580, 1593, 1603, 1606, 1622, 1624, 1641, 1662, 1675 yıllarında İngiltere’ye; 1598, 1612, 1634, 1668, 1712 yıllarında Hollanda Krallığına; 1617’de Avusturya’ya; 1678’de Polonya’ya; 1700’de Rusya’ya ve 1737’de İsveç Krallığına çeşitli imtiyazlar verildi.
Bu kapitülasyonlar, yabancılara; Osmanlı Devletinde yerleşmek, dolaşmak ve ticaret yapmak haklarını tanıyordu. Ancak ticaret hususunda tam bir serbestliğe sahip bulunmuyorlardı.
Bundan başka, kapitülasyonlara göre, yabancıların Osmanlı Devletine getirdikleri, ticaret eşyası üzerinden başlangıçta %5, daha sonra %3 gümrük resmi alınmaktaydı.
On sekizinci yüzyılın ilk yarısına kadar verilen kapitülasyonların bir bölümü, antlaşma niteliği taşımaktaydı. Ancak büyük bölümü (%90’ı), padişah fermanları ile tek taraflı verilmiş imtiyazlardı. Bu tip kapitülasyonlar, padişah hayatta olduğu müddetçe yürürlükte kalır, istenildiği an kaldırılabilirdi. Bu yüzden her padişah değiştiğinde imtiyazların da yenilenmesi gerekiyordu. Ancak bu yenileme işlemlerinin uzun zaman alması ve Avrupa devletlerinin her defasında yeni imtiyazlar istemeleri üzerine, 1740’ta Sultan Birinci Mahmud ile Fransa Kralı Onbeşinci Louis arasında, daimî statü ile yeni bir kapitülasyon antlaşması yapıldı. Yeni antlaşma, Fransa’ya tanınan ticarî ve hukukî imtiyazları genişlettiği gibi, kapitülasyon kavramına da yeni bir nitelik kazandırdı ve karşılıklı bağlayıcılığı olan bir ticaret muahedesi şeklini aldı. Bu devrede verilen imtiyazların hiçbirisi, devletin aleyhine olmamıştı. Zira maksat, batıya kayan ticaret yollarını tekrar Osmanlı ülkesine çekmek ve iç pazarı da devlet eliyle korumaktı. Bu durum, 1838’e kadar Osmanlı lehine devam etti.
1838’de İngiltere’yle başlayan ve diğer Avrupa devletleriyle devam eden bir dizi ticarî antlaşma, Osmanlı Devletinin iktisadî bakımdan batının hakimiyeti altına girmesine sebep oldu. Bilhassa İngilizlerin yetiştirmesi olan Mustafa Reşit Paşa ve arkadaşlarının gayretleriyle imzalanan 1838 Baltalimanı Antlaşması, yabancı ülkelere, Osmanlı Devletini sömürmek için, kapitülasyonlara ek ticaret imtiyazları sağladı.
1838 ticaret antlaşmalarıyla Osmanlı Devleti, bazı ticaret eşyası üzerinde mevcut yed-i vâhid (tekel) usulünü kaldırmayı taahhüt ederek, yabancılara iç ve dış ticaret hususunda tam bir serbestlik tanıdı. Bununla beraber Osmanlı ülkesinden çıkacak mal üzerinden % 9 iskele ve % 3 çıkış resmi olmak üzere % 12 nispetinde resim alınmaktaydı.
Mustafa Reşit Paşanın yetiştirmelerinden; Âlî ve Fuad paşalar da, 1861’de imzaladıkları yeni ticaret antlaşmalarında, 1838 ticaret muahedelerinin iç ve dış ticaret serbestliği prensibini öngörmesi yanında, ihraç edilen mallardan alınmakta olan % 12 iskele ve gümrük resmini yabancı tüccarlar için başlangıçta % 8’e ve sekiz yıl sonra da % 1’e indirdiler. Böylece 1838’de Reşit Paşa ile başlayan ve 1861’de Âlî ve Fuad paşalarla devam eden idareciler, Osmanlıyı Avrupa’nın mahkûmu yaptılar. Artık yabancı tüccarlar, Osmanlı memleketlerine yayılıp Osmanlı tüccarları gibi iç ticarette iş yapıyorlar, hammaddeyi kolaylıkla Avrupa’ya ihraç ediyorlar, mamul getirip satıyorlardı. Kendi memleketlerinde bundan daha kârlı ve imtiyazlı ticaret yapmalarına imkân yoktu. Avrupalı tüccarlara verilen bu imtiyazlara karşılık, Osmanlı tüccarlarının ve esnâfının korunması için en ufak bir tedbir alınmamıştı. Âlî ve Fuad paşaların ıslahat lâyihalarında, ticarete dair ciddî tek bir fikir yoktu.
Osmanlı topraklarından hammadde ihracı başlayınca, yerli sanayi, hammadde bulmakta sıkıntıya düştü. Başka bir ifadeyle Osmanlı sanayiinin çöküşü hızlandı. Böylece Osmanlı ekonomisi, zamanla, mevcut gücünü kaybetti ve gelişmelerin gerisinde kaldı. Nihayet Avrupa’nın gittikçe gelişen ve genişleyen ticarî, iktisadî ve teknolojik rekabeti karşısında tutunamayarak 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren hızlı bir çöküş dönemine girdi. Avrupa devletlerinin desteğine duyulan ihtiyaç, Osmanlı hükümetlerini, onların karşısında meselelerini eşit şartlarda müzakere etme gücünden mahrum bıraktı. Yapılan bu ticarî antlaşmalar, başta İngiltere olmak üzere, diğer Avrupa ülkelerinin mallarına karşı ilgiyi arttırarak, yerli mallara olan talebi azalttı. Bilhassa Osmanlı lirasının değerinin yüksek tutulması, yabancı tüccarı cezbederken, yerli sanayii hareketsiz bıraktı. Ticaret ve sanayi geriledi.
1838 antlaşmasıyla ekonomisi felce uğratılan devlet, Rusya ile harbe sokulup, 1854’te İngiliz ve Fransızlarla ilk borç antlaşmalarını imzalamak mecburiyetinde bırakıldı.
Alınan borçların faizlerinin ödenememesi ve yeni borçların alımı ile 1870’te borç miktarı, 792 milyon frangı buldu. Bunu fırsat bilen Avrupa devletleri, Osmanlı Devleti üzerinde siyasî ve askerî baskılarını arttırdılar. Bu sırada Abdülaziz Han'ın şehadeti ile tahta geçen Sultan Beşinci Murad’ın kısa süren saltanatından sonra Sultan İkinci Abdülhamid Han, padişah oldu. Birinci Meşrutiyeti ilan ederek, Kanun-u Esasî’yi kabul etti. Bu sırada Tanzimatçıların uyguladığı yanlış ekonomik politikalar ve yabancılara verilen imtiyazlar sebebiyle, devletin malî durumu iyice kötüye gitti. Avrupa basını, Osmanlı Devletinin malî iflas hâlinde bulunduğunu yazıyordu. Bu sırada Bosna-Hersek isyanı ile Midhat Paşa ve adamlarının tahrik ve teşvikleriyle Osmanlı-Rus Harbi patlak verdi. Devletin içinde bulunduğu malî kriz daha da büyüdü.
Yabancı devletlerin baskılarını önlemek ve Osmanlı Devletinin kaybolan itibarını iade etmek isteyen Sultan İkinci Abdülhamid Han, birçok malî tedbirler aldı. Düyun-u Umumiye idaresi kuruldu. Alacaklı ülkelerin temsilcilerinden ve Osmanlı memurlarından meydana gelen bu idare, tütün, tuz ve ipek vergileriyle damga pulu ve balık gelirlerini toplamaya yetkiliydi.
Yapılan bu düzenlemeyle devlet, borçlarının büyük bir kısmından kurtuldu ve yabancı devletlerin iç işlerimize müdahalesi önlenmiş oldu. Böylece Sultan’ın şahsî kabiliyeti ve akıllı siyaseti sayesinde devlet, malî itibarını elde etti ve siyasî istiklâline kavuştu. Alınan bazı tasarruf tedbirleriyle de, borçların önemli bir kısmı ödendi.
Sultan Abdülhamid Han, yürürlükte olan ekonomik imtiyazları, devleti idare siyasetinde, maharetle kullandı. Yabancı devlet şirketlerine ihaleler yoluyla çeşitli bölgelerde yeni yatırımlar yaptırdı. Bu sırada İngiliz ve Fransız şirketleriyle birlikte Alman firmalarına da imtiyazlar verdi. Bu şekilde, yabancı devlet ve firmalar arasında mücadele başladı. Demiryolu yapımındaki mücadeleyi Almanya kazandı. Almanya’dan alınan malî destekle 1888’de Haydarpaşa-İzmit demiryolu Ankara’ya kadar uzatıldı. 1902’de Ankara-Bağdat demiryolunun yapımı da Almanlara verildi. Alınan yeni tedbirlerle eğitim, bayındırlık ve tarım alanında müspet gelişmeler oldu. Bütün memlekette ticaret, ziraat ve sanayi odaları açıldı.
Yabancılara tanınan imtiyazların yer aldığı kapitülasyonlar, Birinci Dünya Harbi'ne kadar devam etti. Sultan Beşinci Mehmed Reşad Han, 9 Eylül 1914’te, kapitülasyonların 1 Ekim tarihinden itibaren yürürlükten kaldırılacağını, bütün yabancı devlet temsilcilerine bildirdi. İmtiyazlardan faydalanan Fransa, İngiltere ve Çarlık Rusyası, milletlerarası özellikte bir antlaşmanın tek taraflı olarak yürürlükten kaldırılamayacağı görüşünü ileri sürerek, Sultan Beşinci Mehmed Reşad’ın kararını protesto ettiler. Ancak, bu arada Osmanlı Devleti savaşa girdi. Birinci Dünya Savaşından sonra, 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Mütarekesi ile, kapitülasyonlar bütün ağırlığı ve şartları ile kendiliğinden geri geldi. 20 Ağustos 1920’de, Sultan Vahideddin Han'ın tasdik etmediği Sevr Antlaşması'yla yabancılara tanınan haklar arttırıldı. Ancak İstiklâl Savaşı'ndan sonra 24 Temmuz 1923 Lozan Antlaşması ile kapitülasyonlar kesin olarak kaldırıldı.

Kaynak: Genel Türk Tarihi / dallog. com

Konu hakkında Vikipedi Ansiklopedi bilgisi için https://www.msxlabs.org/forum/osmanli-imparatorlugu/504863-kapitulasyon-vikipedi.html konusunu inceleyebilirsiniz.

Son düzenleyen ahmetseydi; 20 Mayıs 2016 21:07
ThinkerBeLL - avatarı
ThinkerBeLL
VIP VIP Üye
3 Temmuz 2009       Mesaj #2
ThinkerBeLL - avatarı
VIP VIP Üye
Kapitülasyonlar
MsXLabs.org & Temel Britannica
Sponsorlu Bağlantılar

Kapitülasyon denince aklımıza hemen Osmanlı Devleti'nin I536'dan başlayarak Av­rupa ülkelerine tanıdığı ticaret ayrıcalıkları gelir. Oysa ilkçağ ve ortaçağ boyunca birçok devlet birbirine aynı anlamda ayrıcalıklar tanıdığı gibi Osmanlı Devleti 1536'dan önce de ilişkide bulunduğu bazı Avrupa devletleri­ne bu tür ayrıcalıklar tanımıştır.
Asya-Avrupa ticaretinde önemli bir geçit noktası oluşturan Anadolu, 15. yüzyılda tü­müyle Osmanlılar'ın denetimine geçince bu ticaretten yararlanan Avrupa ülkeleri Osman­lı Devleti ile yeni antlaşmalar yapma yoluna gittiler. Osmanlılar da transit ticaretten önemli miktarda gelir elde ettiklerinden bu tür antlaşmaları uygun bulmuşlardı. İlki 1352'de Cenevizliler'le yapılan ticaret ayrıca­lığı antlaşmasını, daha sonra Venedikliler'le yapılanlar izledi. Bu antlaşmalar her padişah döneminde yenilenerek sürdü.
16. yüzyılın ortalarına gelindiğinde Vene­dik elde ettiği ayrıcalıklarla Osmanlı dış ticaretinin büyük bölümünü yürütür olmuştu. Bu arada Suriye ve Mısır'ın Osmanlı egemen­liğine girmesiyle Asya-Avrupa arasında eski­den beri çok önemli bir ticaret yolu olan İpek Yolu da Osmanlı Devleti'nin eline geçmişti. Bunun üzerine bu yoldan yararlanan başka Avrupa ülkeleri Osmanlı Devleti'nden çeşitli ticaret ayrıcalıkları istemeye başladılar. Avru­pa ülkelerinin aralarındaki ticari rekabetten kendi siyasal çıkarları bakımından yararlan­mak isteyen Osmanlı Devleti de bu isteklere olumlu yaklaştı. İşte ilk kapitülasyon olarak nitelenen 1536 tarihli Osmanlı-Fransız antlaş­ması bu ortamda yapıldı.
Siyasal bakımdan zor durumda bulunan Fransa Kralı I. François'ya destek veren Kanuni Sultan Süleyman onun ticaret alanın­daki ayrıcalık isteğini aradaki dostluğu güç­lendirmek bakımından uygun bulmuş ve bu antlaşmayı yapmıştı. Buna göre Fransız tüc­carlar Osmanlı ülkesi içinde yaptıkları ticaret­te bir Osmanlı uyruğunun ödediği kadar resim ve harç ödeyecekti. Bu antlaşmayla büyük yararlar sağlayan Fransa, 1569'da yap­tığı yeni bir antlaşma ile elde ettiği ayrıcalıkla­rı daha da genişletti ve o güne kadar Venedik-liler'in elinde olan ticaret üstünlüğünü ele geçirmeye başladı. Öyle ki, 17. yüzyıl başla­rında Osmanlı sularında yılda 1.000'in üstün­de Fransız bayraklı ticaret gemisi dolaşıyor ve bunlar Fransa'nın dış ticaretinin yaklaşık yarı­sını oluşturan bir etkinlik yürütüyorlardı. Fransa, İngiltere ile Venedik dışındaki Avru­pa ülkelerinin gemilerinin de kendi bayrağı altında ticaret yapmalarını sağlıyordu.
Ama 1581'de ilk kapitülasyon antlaşmasını elde eden İngiltere 17. yüzyılda giderek üs­tünlük kazanmaya başladı. Bu durum 17. yüzyıl boyunca Fransa ile İngiltere arasında zaman zaman sertleşen bir mücadeleye yol açtı. Osmanlı Devleti ise 17. yüzyılda içine düştüğü ekonomik bunalım, askeri yenilgiler ve bunun getirdiği siyasal güçlükler yüzünden kapitülasyonları bir dış siyaset aracı olarak kullanmaya çalıştı. Gelişmelere göre Fran­sa'ya ya da İngiltere'ye yeni ayrıcalıklar, kolaylıklar tanımak biçiminde sürdürülen bu siyaset Osmanlı Devleti'ne bazı geçici yarar­lar sağladıysa da uzun vadede asıl kazançlı çıkan taraf giderek Osmanlı Devleti'nin bü­tün iç ve dış ticaretini denetimleri altına almaya başlayan Avrupa ülkeleri oldu. 18. yüzyılda bunlara 1718 Pasarofça Antlaşması ile Avusturya ve 1774 Küçük Kaynarca Ant­laşması ile de Rusya katıldı.
19. yüzyıla girilirken Osmanlı Devleti eko­nomik bakımdan kapitülasyonların tutsağı olmuş, ülke her türlü Avrupa malının rahat­lıkla alınıp satıldığı bir pazar durumuna gel­mişti. Bunun sonucu olarak ucuz Avrupa mallarıyla rekabet edemeyen yerli küçük üre­tim de çökmüştü. Avrupalılar ve bir Avrupa devletinin koruması altına girmiş yerli azınlık tüccarlar 19. yüzyılda yalnızca bu ekonomik ayrıcalıkları sonuna kadar kullanmakla kal­mamış, hukuksal bakımdan da dokunulmaz­lık elde etmişlerdi. Ayrıca yabancılara mülk edinme hakkının tanınması tarımda ve sanayi­de üretim araçlarını da doğrudan denetleme olanağı vermişti.
Tam bir yarı sömürge durumuna düşen Osmanlı Devleti, kapitülasyonlardan kurtul­mak için ilk kez 1856 Paris Konferansı sırasın­da bir girişimde bulundu. Ama Osmanlı Devleti'nin güçsüzlüğünü bilen Avrupa devletleri bu isteği geri çevirdiler. Osmanlı Dev­leti borçlanma yoluyla da Avrupa mali çevre­lerine bağımlı duruma düşmüştü.
Kapitülasyonlardan kurtulma yolunda ikin­ci adım 1908'de II. Meşrutiyet'in ilanından sonra başa geçen İttihat ve Terakki yönetimi tarafından atıldı. 1914'te I. Dünya Savaşı'nın başında İngiltere, Fransa ve Rusya'ya cephe alan İttihat ve Terakki yönetimi kapitülasyon­ları kaldırdığını açıkladı. Kararın kapitülas­yonlardan en çok yararlanan bu ülkeleri etkileyeceğine inanan Osmanlı Devleti savaş­ta yenik düşünce kapitülasyonlar yeniden gündeme geldi. 1920de imzalanan Sevr Ant­laşmasında kapitülasyonların yürürlükte ol­duğu kabul edildi. Ama Sevr Antlaşması'nı tanımayan Ankara hükümeti Kurtuluş Savaşı1 nın başarıya ulaşmasından sonra toplanan Lo­zan Konferansı'nda kapitülasyonların kaldı­rılmasını Avrupa devletlerine kabul ettirdi.

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Tanrı varsa eğer, ruhumu kutsasın... Ruhum varsa eğer!

Benzer Konular

2 Ocak 2014 / Ziyaretçi Cevaplanmış
4 Haziran 2010 / Misafir Soru-Cevap
27 Mayıs 2015 / Misafir Cevaplanmış