Arama

Osmanlı Dönemi İşlemeleri, Kumaş ve Nakışları

Güncelleme: 23 Mayıs 2007 Gösterim: 25.991 Cevap: 2
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
23 Mayıs 2007       Mesaj #1
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Osmanlı İmparatorluğu Dönemi Türk İşlemelerine Genel Bakış
Ad:  kumasb_16.jpg
Gösterim: 825
Boyut:  27.9 KB
Günümüze ulaşan işlemeler yanı sıra bazı belgeler, yazılı kaynaklar, yerli yabancı sanatçıların yapmış oldukları minyatürler, gravürler, suluboya resimler, yağlı boya resimler, fotoğraflar ve bazı mezar taşlarındaki tasvirler bu dönem işlemelerinin yapıldığı merkezler, toplumdaki yeri, önemi, işlevi ve plastik değerleri konusunda bizlere bilgi vermektedir. Örneklersek: 19. yüzyılda Allom'un çizdiği "Yerebatan Sarnıcı'ndaki Metal İplik Çekicileri" şimkeşhaneden sonra bu sarnıcın da iplik üretiminde kullanıldığını göstermektedir. Nicolay de Nicolas'ın çizimleri 16. yüzyıl kadın giysileri ve örttükleri dolamalar konusunda bizleri aydınlatmaktadır. Benzer bir durum Van Mour, Liotard, Levni, çarşı ressamları, Ruhi Arel ve Osman Hamdi için söz konusudur. Bu ressamlar giyim, ev eşyası vb. gibi işlemeleri görselleştirmişlerdir. Van Mour'un "Oyun Oynayan Kızlar" isimli eserinde işlemeli yastıklar ve divan örtüsü, "Ut Çalan Kadın" isimli eserinde ise işlemeli atlas yastıklar ve figürün işlemeli giysisiyle pelerini Buhara atması tekniği yanı sıra dival işinin varlığını ortaya koymaktadır. Levni'nin minyatürleri ise işlemeli giysiler yanı sıra işlemeli uçkurlarıyla, kemerleriyle farklı türleri sergilemektedir. Ruhi Arel'in 1910, 1911 tarihli "Kasnakta Nakış İşleyen Kız" ve "Gergefte Nakış İşleyen Kız" isimli tabloları teknik uygulama konusunda bizleri aydınlatmakta Osman Hamdi'nin işlemeli, kordon tutturma oyalarla bezenmiş üç etek giyerek resimlendirilmiş eşinin tablosu ise işlemeli giysiler konusunda önemli görseller oluşturmaktadır.
Sponsorlu Bağlantılar
Yazılı kaynaklar ve gravür, minyatür, resim vb. gibi örnekler dışında ilgi çeken bir grup işleme tasvirine de mezar taşlarında rastlanmaktadır. Ya şahideyi taçlayan başlık ya da sandukayı örten puşide biçiminde tasarlanmış bu örnekler arasında 16. yüzyıldan Konya Mevlana Dergahı'ndaki Kuyucu Murat Paşa'nın kızı Fatma Hanım'a ait olduğu düşünülen sandukayı taçlayan fes palmet motifleriyle, İstanbul Sokollu Türbesi'ndeki Safiye Hanım'ın sandukasını taçlayan fes küpe motifleriyle kaşbastı olarak isimlendirilen işlemeli bantların fesleri bezemek için de kullanılmış olabileceğini akla getirmektedir.
Eyüp Sultan Sıbyan Mektebi Haziresi'nde bulunan 17. yüzyıl sonu 18. yüzyıl başına tarihlenebilecek bir başka başlıksa kavuk örtüsü olarak hazırlanan örtünün yalnız kavukluktaki kavuğu tozdan korumak amacıyla değil aynı zamanda yüksek silindirik külahları bezemek amacıyla tasarlanmış örtüler olduğu görüşünü desteklemektedir. Bütün bu parçalar günümüze ulaşan kaşbastı ve kavuk örtülerinin konu ve kompozisyon repertuarını zenginleştirmekte işlevinin yanı sıra estetik açısından bizleri aydınlatmaktadır.
Puşide tasvirlerine gelince Konya İnce Minare Müzesi'ndeki 967 envanter numaralı şakayıklarla bezenmiş sanduka, 5818 envanter numaralı rozet çiçekleriyle bezenmiş sanduka yanı sıra İstanbul Ferhat Paşa Türbesi'nden çintemani motifleriyle bezenmiş 1001 (1592 M.) tarihli İbrahim Bey sandukası 16. yüzyılda; İstanbul Eyüpsultan'daki Cafer Paşa Türbesi'ndeki Cafer Paşanın oğlu ve Hatice Binti Mehmed isimli bir hanıma ait sandukalar ise 17. yüzyılda bitkisel bezemeler ve çintemani motifleriyle süslenmiş puşideler yapılmış olduğunu göstermektedir. Gerek bu parçalar gerek Eyüpsultan Sıbyan Mektebi Haziresi'ndeki 17. yüzyıla tarihlenen Mehmed Bey sandukası ve Mihrişah Sultan İmareti Haziresi'ndeki isimsiz sanduka çintemani motifleriyle yapılmış süslemelerin 17. yüzyıldaki boyutuna işaret etmektedir. Bütün bu örnekler hem puşidelerde seçilen konular hem puşidelerin kompozisyon çeşitlemelerini sergilemeleri hem de Klasik Dönemden günümüze hiç puşide ulaşmamış olması açısından değer arzetmektedir.
İlgi çeken bir başka örnekse Eyüpsultan Zal Mahmud Paşa Cami Haziresi'nin köşesindeki 1218 (1803 M.) tarihli şahidedir. Ali Baş'a ait olan bu mezar taşında bir sayeban tasarımı yer almaktadır.
Osmanlı İmparatorluğu Dönemi'nde işlemeler, saray ve saray dışı (ev, çarşı, ordu, tekke, okul) olmak üzere iki çevrede yapılıyordu. Şehirdeki en fakir evden konağa, saraya; dar bir çevre olan köy evinden çevreler arasında geçiş sağlayan çarşıya; çarşıdan ile, ilden ile yayılarak, yöre ve bölgeler arası iletişim kuran, bazı tarikat mensuplarının hücrelerinden daha geniş bir çevre olan yerli yabancı ustaların çalıştığı saray; saraydan ordu mensuplarına kadar geniş bir alanda uygulanan bu sanat dalı geniş bir tabana oturmaktaydı. Böylece saray, ev, çarşı etkileşerek girift eş değerde bir zincirin halkaları gibi birbirini tamamlıyordu. İşleme sanatı belli bir zümrenin değil herkesin yarar sağladığı, estetik haz duyduğu bir sanat dalı olarak uygulanıyordu.
Saray defterleri ve sarayda bulunan bazı belgeler saray çevresinde yapılan işlemelerle ilgili bazı ip uçları vermektedir. 15. yüzyıla ait bilgiler içeren saray defterlerinde atelyeler arasında çadır yapan atelyelere değinilmekte otuzsekiz çadır yapıcının bugünkü Sultan Ahmet Meydanı'nda, İbrahim Paşa Sarayı'nın yanında, barındığından çadırların çadır bakıcıları yanında saklandığından ve harp zamanı: Yedi çadır yapıcı, on altı çadır kurucu ve iki çadır süsleyici (nakşduzan) ustanın sefere çıktıklarından söz edilmektedir.
17. yüzyıla ait bir belgede ise şu bilgiler yer almaktadır.
"İşletmek için emrolunan çadırşebler cümle yedidir. Her biri beşer endir. Otuz beş en olur. On nefer nakış işleyici mutemede hatun bulunmak müyesser olmadı. Bazı ekâbire hatunlara birkaç para verdim. Bana hassaten işler gönderdiler deyu bazı yerlerde söylemişler, işiderek ihtiyar etmeyip aldım. Gayri kimselere verdim. Ve bazı hatunlar dahi işlemeğe almışlar iken ince iştir, işlemeğe kudretimiz yoktur deyu getirip bıraktılar. İşliyenler dahi günde bir dirhemden ziyade işliyemezler, her bir çadırşebe dört yüz elli dirhem ve beş yüz dirhem ibrişim gider. Bunların tamamı olmasına şol ki makduru bendeî âciz ve hakir bir sarfolunmuştur. Baki ferman devletlu sultanım hazretlerinindir." Bu fermandan kum iğnesiyle işletilmek istenen, her biri beşer en olan yedi yorgan yüzünü usta (büyük) hanımlar çok zahmetli olması nedeniyle işlemek istemediği, işlemek üzere alan bazı hanımların ise yarım bıraktığı işleyenlerinde günde bir dirhem işledikleri anlaşılmaktadır.
Klasik Dönemde evlerde yaygın eğitim biçiminde süren işleme öğretiminde geleneksel yol izleniyor büyükler bildikleri teknikleri gençlere öğretiyordu. Bu arada evden eve giderek işleme teknikleri öğreten ustalar vardı. "Aşina kadınlar" olarak isimlendirilen bu hanımların işlevi Batılılaşma Dönemi'nde de devam etmişti.
16-18. yüzyıllar arasında Türk işleme ustalarına Batılıların önem verdiği kaydedilmiştir. Macarlarca "bulya" olarak isimlendirilen işlemecilerin şatodan şatoya gidip işleme yaptıkları ve Macar asillerinin eşlerine işlemeci "bulyalar" armağan ettikleri bilinmektedir.
18-19. yüzyıllarda yapılan teknik eğitimin ürünleri olan elden ele bir çevreden başka çevreye giden örnek bezleri uygulanan teknikler ve seçilen motifler konusunda bizleri aydınlatmaktadır. Hem teknik hem desen kataloğu niteliğindeki bu parçalar arasında Londra Victoria and Albert Müzesi'ndeki iki örnek ve ülkemizdeki özel koleksiyonlarda bulunan örnekler değer arzetmektedir.
19. yüzyılda da yaygın eğitim biçiminde sürdürülen işleme eğitimi yeni boyutlar kazanmış ve açılan kız sanat okullarıyla aynı zamanda kurumsallaşmıştı. Amatörce çalışmaların ön planda tutulduğu evlerde aynı zamanda ev ekonomisine yarar sağlayacak profesyonelce işlerde yapılmaktaydı.
Ya usta çırak ilişkisiyle ya da evlerden satın alınan ürünlerin pazarlandığı değişik çevreler ve toplumlararası ilişkilerle serpilen, yöresel, ulusal ve uluslararası bir platformda gelişmeler gösteren bilgi, beğeni ve beceri alışverişlerine sahne olan çarşı aracılığıyla aynı zamanda ülke ekonomisine de katkıda bulunmaktaydı. Esnaf ve sanatkarlar bunların bağlı olduğu loncalar çarşıdaki organizasyon, akışı sağlıyor devlet ise bunları narh defterleri, nizamnamelerle denetliyordu. Çarşıda teknik, bilgi ve becerisiyle kendini gösteren usta, saray atelyelerine kadar yükselebiliyordu.
Bütün çevreler arasında karşılıklı geçiş sağlayan saray daha geniş bir vizyona sahipti. Yerli yabancı ustaların sanatçıların çalıştığı saray atelyeleri hükümdarların desteğiyle işletiliyordu. Çarşının en yetenekli sanatçısı en üst düzeyde teknik beceri sahibi ustalar bu atelyelerde uğraş veriyordu. Ağırlıklı olarak tören eşyaları üretilen bu atelyelere ordu mensupları da katkıda bulunmaktaydı.
Öte yandan saray hareminde yaşayan yetiştirilen ya da misafir edilen hanımlar, kızlar bu etkinliklere amatörce katılıyorlardı. Özellikle ileri derecedeki paşa vb. gibi memurların kızları eşleri sarayda belli bir eğitim görüyor ve saray gelenek ve göreneklerini gittikleri çevrelere de taşıyorlardı. Benzer bir durum çarşı için söz konusuydu. Sarayda izlediği yenilikleri başka deyişle moda dinamiğini eve ulaştıran ve bir tür portör işlevi gören çarşı hem evin hem sarayın kaynağı niteliğindeydi. Saray yaşam biçimini dışarıya ulaştıran, bu bağlamda işlemeli tören giysilerini, aksesuarlarını, çadırlarını, zukaklarını en geniş vizyonda ulusal ve uluslar arası platformda sergileyen ordu idi. Gerek törenler, gerek seferler ve gerek hacca gidiş törenleri bu bağlamda fevkalade önem taşımaktaydı. Osmanlı tarihinin her döneminde kurulan çadırlar çevresine oturtulan zukaklar ve giysileriyle aksesuar niteliği almış savaş silahlarıyla sultanlar ve Türk ordusu mensupları göz kamaştırmıştır. İşlemelerin yapıldığı bir merkezde dergah ve tekkelerdir. Pek çok hücrede yapılmış işlemeler arasında bir grup Mevlevi örneği bu sanat dalında profan olmayan üretime işaret etmektedir. Genellikle türbelerde ve Surre Alayları'nda karşımıza çıkan, huşu ile izlenen dinsel işlemeler Allah'a ve din büyüklerine duyulan sevgi saygı yanı sıra imanın ifadesidir.


Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
23 Mayıs 2007       Mesaj #2
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Kumaş ve Nakışlar
Ad:  kumasb_9.jpg
Gösterim: 510
Boyut:  43.1 KB
Osmanlı döneminde, 15. yüzyıldan itibaren Bursa kenti, İran'dan ithal edilen ham ipeğin ticaret ve sanayi merkezi olmuştur. İpek ticareti hazineye büyük gelir sağladığı için devlet kontrolünde gelişmesi sağlanmış; 1587 tarihinden itibaren Bursa'da koza üretimine başlanmış ve kozacılık teşvik edilmiştir. Dokumada kullanılan altın ve gümüş tel devlet simkeşhanelerinde çekilir, kumaşlar damgalanarak satışa çıkarılmasına izin verilirdi. Kıymetli madenlerin israfını önlemek için seraser, zerbaft gibi kumaşlar saraya ait tezgahlarda belli miktarda dokunmaktaydı. Dönemin modasına uygun kumaş desenleri saray nakkaşhanesinde tasarlandığından, desen ve kompozisyonlarda Osmanlı sanatının üslup bütünlüğü tekrarlanmıştır.
Sponsorlu Bağlantılar
Bursa kenti daha çok kadife ve çatma, İstanbul ise 16.yüzyıl ikinci yarısından itibaren kemha ve seraser kumaşları ile tanınmıştır. Çatma dokunuş tekniği açısından kadifenin bir çeşididir. Genellikle zemin kadife, desen gümüş klaptanla, ya da tam tersi klaptan zemin üzerine desen kadife ile dokunmuştur. Döşemelik ve kaftan yapımında kullanılan çatma kumaşların yanı sıra, özellikle dar uçları nişli bordürlü yastık yüzleri çok revaç bulmuştur. Osmanlı Sarayı'nda değerli kumaşlar hazine eşyası olarak kullanılmış; yüksek rütbeli devlet memurlarına, yabancı hükümdar ve elçilere hediye olarak kaftan ve kumaş gönderilmiştir. Kıymetli malzemeden yapılmış başlıca kaftanlık kumaşlar kemha, seraser ve zerbafttır. Kemha'nın çözgüsü ve atkısı ipek, deseni oluşturan takviye atkıları ipek ve gümüş ya da altın klaptandır. Seraser'in çözgüsü ipek, atkısı gümüş veya altın teldir.
Osmanlı kumaşları arasında en değerli olan zerbaft ise bazı motifleri altın telle dokunan bir brokar türüdür.
17. yüzyıldan itibaren dokumaların kalitesi azalmış, ekonomik durum bozulmaya başlayınca kıymetli madenlerin kullanımı yasaklanmıştır. III.Selim devrinde, 1758 yılında Üsküdar Ayazma Camii civarında kurulan atölyede kısa süreli de olsa kumaş sanatı canlandırılmaya çalışılmıştır. Dönemin kadın giysilerinde yaygın olarak kullanılan Selimiye ve Savaî kumaşları yollu ve serpme küçük desenlidir. Üsküdar ve Bilecik çatması yastık yüzleri ve döşemelikler ise Türk Rokokosu denilen süsleme üslubundadır.


jöly - avatarı
jöly
Ziyaretçi
23 Mayıs 2007       Mesaj #3
jöly - avatarı
Ziyaretçi
Birçok müzeye yayılmış, daha bol örneğe sahip olduğumuz, 17. yüzyıldan günümüze ulaşan parçaları kaftan, merasim mendili, traş önlüğü, ok torbası, bohça, kavuk örtüsü, uçkur, çarşaf, ayna örtüsü, peşkir, nihali, seccade, taht örtüsü ve çadır şeklinde sıralanabilir.
Büyük bir grubu ile 16. yüzyılda karşılaştığımız bu parçalar arasında dini amaçla hazırlanmış seccadelerin ayrı bir yeri vardır. Evliya Çelebi Seyahatnamesi´nde Bosna Valisi Melek Ahmet Paşa´nın gönderdiği armağanlar arasında bir harir münakkaş ve müsenna ipekten (işlemeli ve sanatlı) bir seccade bulunduğundan ve Behke Kalesi´nde Zerinoğlu´nun cümle erbabı divanının (bütün divanının) bu seccadeye hayran olduğundan söz etmektedir. Seccade çeşitlemeleri arasında 5-10 kişinin bir anda saf tutup namaz kılması için düzenlenmiş, saf seccade olarak isimlendirilen örneklerin de en erkeni bu yüzyıla indirilebilir. Çelebi anılarında kaftan ağası, çamaşır ağaları, makramacı başı, seccadeci başı, peşkir ağası gibi saray görevlilerine de değinmekte ve böylece saray atölyelerinde üretilen türlerin bir patronaj altında yapıldığını ortaya koymaktadır.
İşlemelerle bezenmiş kaftan, mendil, traş önlüğü, ok torbası gibi parçalar erkek giyim kuşamında işlemenin önemini yitirmediğini göstermektedir. Tavernier hazine odalarında ambarları anlatırken padişaha ait çeşitli kaftanların ve kürklerin burada saklandığına değinmekte ve böylece sarayda çok sayıda kaftan olduğunu belirtmektedir.
Öte yandan bu yüzyılda İstanbul´da bir süre yaşayan, Antoine Galland hatıralarında: Osmanlı Dönemi´ndeki günlük hayat ile özel günlere yer vermekte ve bilgilerimizi genişletmektedir. Bu kaynakta yazar, At Meydanı´nda kurulan kırmızı-yeşil renk ipekten yapılmış, altın gümüş ipliklerle işlenmiş ve geometrik, bitkisel bezemeler yanı sıra yer yer, yazı şeritleriyle süslenmiş, Sultanın yeni yapılmış, otağını uzun uzun anlatmakta hem saray işlemelerinin nitelik ve niceliklerini hem de bu örneklerin halka ne yolla sergilendiği konusundaki bilgilerimize ışık tutmaktadır. Çadırın bir buçuk yılda 120.000 kuruşa mal olduğundan Eskelans´la otağı görmeğe gittiklerinde, Kaymakamın otağı kurmakla görevli mehter başı ile birkaç kişiye belki yirmi yahut otuz kuruş değerinde, altın ve gümüş sırmalı kaftanlar hediye ettiğinden, söz etmekte ve böylece işlemelerin toplumun çeşitli çevreleri arasındaki iletişimi nasıl sağladığı, işlevi ve ekonomideki yerini de gözler önüne sermektedir. Aynı kaynağın ordunun Edirne´den sefere çıkışına yer verilen bir başka bölümünde ise: Alayın her bir bölüğünde geçenlerin işlemeli giyim ile kuşamını uzun uzun anlatmakta, insanların yanı sıra inek, koyun ve atların işlemeli haşalarla bezendiğine değinmekte ve At Meydanı´nda gördüğü çadırın bazı ilaveler ve divan hizmeti görmek üzere eklenen başka bir işlemeli çadırla birlikte sefere gittiğini kaydetmektedir. Böylece hem zengin bir işlemeli eşya repertuarı ortaya koymakta hem de bir açıdan, Türk işlemelerinin ulusal platformdan uluslararası düzeye nasıl ulaştığına işaret etmektedir.
Galland´ın hatıralarındaki işlemeli objelerin bir grubu bugün Viyana, Budapeşte müzelerini bezemektedir.
Öte yandan bu yüzyılda yapılan seferleri belgeleyen, Sultan III. Mehmed Dönemi´nin (1595-1603) ünlü bir nakkaşı olan Hasan Paşa yaptığı çizimlerle görülen, Egri Fetihnamesi, Haçova Meydan Savaşı, Eğri Seferinden dönüş konulu minyatürlerle, I. Ahmed çağının tanınmış ressamları arasında Ahmed Nakşi ve Kalender Paşa´nın tasvirleri bizleri aydınlatmaktadır. "IV. Murad ve I. İbrahim zamanında Pehlivan Ali, Osman, Ahmed Osman ile İbrahim Mahmud gibi minyatürcülerin çalıştığını, Evliya Çelebi´nin kaydettiği ve 1000 ressamın bulunduğu 100 atelyenin" ürünleriyle bilgilerimiz tamamlanmaktadır.
Sakal ve saç traşında kullanılan yakası oyulmuş, arkadan tutturularak takılan, uzun bir dikdörtgen formunda olan traş önlüğü bu yüzyıla ait ilgi çeken bir tören parçasıdır. Londra Victoria and Albert Müzesi´nde bulunan, sahip olduğumuz bu tek, unik, parça ile damat traşı âdedi 17. yüzyıla kadar indirilebilir. Alt kısmı yuvarlak belirlenmiş, uzun, dikdörtgenden oluşan ağzı iple büzülerek kapatılan ok torbaları ile merasim mendillerine, merasim kalkanlarına yeni merasim eşyalarının eklendiğini göstermektedir. Benzer bir durum ok ve yay torbaları ve at koşumları ile söz konusudur. Tavernier 1668´de Valide Sultan´ın Edirne´den İstanbul´a gelişinden bahsederken alayda geçen sipahilerin, kırmızı, kısa kaftan, giydiklerini sağ yanlarında altın simli çiçekler, işli, sadaklar sollarında ise aynı tipte işlenmiş yeşil kadifeden bir kılıf içinde yaylarını taşıdıklarını, aynı alayda geçen Kuloğlu´nun ise koşum takımlarının en değerlisine sahip olduğunu, bu koşum takımlarının üzengilerinin altından, atın örtüsünün ise altın ve ince, simlerle işli bir kumaştan yapılmış olduğunu nakletmektedir. Aynı yazarın aldığı notlar arasında "has ahırların üstündeki büyük odalarda eyerler, at örtüleri, gemler, yularlar bulunduğu ve büyük törenlerde kullanılan en değerli taşlarla ve incilerle süslü olan işlemeli at örtülerinin hazine ambarlarında muhafaza edildiği şeklinde bilgiler bulunmaktadır. Galland´ın hatıralarında da inek, koyun ve atların işlemeli haşalarla (örtülerle) bezendiği kaydedilmiştir.
Öte yandan zengin çeşitlemeleriyle sürekliliğini gözlediğimiz işlemeli bohçalar, daha ince keten üzerine yapılan gelin duvağı niteliğine bürünen, kavun örtüleri ile tek renk ipekten yapılmış şalvarların, büyük bir olasılıkla belini tutmak ve bezemek amacıyla hazırlanmış dar kenarlarının uçlarına serpme yada bordürler biçiminde işlemeler yapılmış uçkurlar, işlemenin kadın giyim kuşamında da geçerli olduğunu göstermektedir.
Giyim kuşam parçaları dışında, yatak çarşafları, büyük bir olasılıkla Tavernier´in sözünü ettiği saray görevlilerine ait kerevetin üstüne konulan şilte görevini gören dört kat edilmiş yün örtülerden oluşan şilte yada yatakları örtmek için kullanılmaktaydı. Diğer taraftan bu dönemde çok sayıda beliren ayna örtüleri aynaların moda olduğuna işaret etmektedir. Bazı minyatürlerde gözlenebilen ayna örtülerinin bir grubu aynaların üzerine yerleştirilmekte ve bir fiyonk biçiminde bağlanmaktaydı. Bir grubu ise ya ortadan yukarıya doğru taplanarak ya da aşağı doğru sarkıtılarak kullanılmaktaydı.
Ev dekorasyonu ile ilgili işlemeli örtüler arasında törenlerde kullanılan nihaliler, sayıca artış gösteren peşkirler, yastıklar, bohçalar yüzyılın örf adetleri açısından bizleri aydınlatmaktadır. Bu bağlamda İstanbul Deniz Müzesi Kitaplığı´ndaki 2380 demirbaş numaralı eserin 112. yaprağında ki gelin betimlemesi önemlidir. Burada al duvaklı gelin ve arkasında asılı cehizi oturduğu şilte ve dayandığı yastıklar günümüze ulaşan işlemelerle paralellikler arzetmektedir.
Benzer bir durum daha geç dönemde bir çarşı ressamı tarafından yapılmış gelin ve cehizini betimleyen başka bir resim için söz konusudur. Bu çizimde de işlemeli cehiz eşyaları bütün detayı ile yansıtılmıştır. Her iki örnekteki ilginç özellik günümüze değin süregelen cehiz asma geleneğinin 17. yüzyılda da var olduğunu göstermesi ve söz gelimi Konya´daki çakının geçmişinde yüzyılların varlığını ortaya koymasıdır. İpe serilmiş peşkirlerle donatılmış cehiz sergilerine bugün Anadolu ve Rumeli´nin evlerinde hâlâ rastlanmaktadır.
Bu yüzyıldan kalan, bugün İstanbul Topkapı Sarayı Müzesi´nde sergilenen, açık filizi seraser üzerine işlenmiş taht örtüleri paha biçilmez örneklerdir. Tavernier´in "Hazinede bu tahtı örtmek için özel yapılan sekiz tane örtü vardır. Bu örtülerin en değerlisi siyah kadifedendir ve bazıları uzun bazıları da düğme şeklinde büyük incilerle işlidir. Bir başka örtü beyaz kadifeden zümrüt, yakut işlemelidir... Mor kadifeden inciler ve turkuazla işlenmiş bir örtü daha görülür. Diğer üç örtü yine kadifeden ancak değişik renklerdedir. Bunlarda zengin bir altın işleme göze çarpar", şeklinde övgü ile bahsettiği örtüler, ne yazıktır ki günümüze ulaşmamıştır. "Bu örtülerin ve işlemeli yatak örtülerinin ambarlarda saklandığını", belirten Tavernier, Padişahın dairesini anlatırken "ne ipek halılar ne de brokar işlemeli yastıklar unutulmuştur. Bütün odanın içi beş feet genişliğinde beyaz zeminli işlemeli örtülerle kaplıdır" demektedir. Padişahın yatak odasının ise inci işlemeli yastıklar ve şilte örtüleriyle bezenmiş olduğunu ve yatağın üstüne altın yaldızlı yıldız ve inci işlemeli çok zengin bir çadırın (cibinlik) oturtulduğundan söz etmektedir.
Aynı yazar eserinde sofra adabıyla da ilgili enteresan bilgiler aktarmakta yüzyıldan kalan sofra altına serilen (sofra bezleri) ve peşkirlerin kullanış biçimi konusunda bizleri aydınlatmaktadır. "Padişah bağdaş kurarak oturur. Sırtı duvar serinliğini duymasını engelleyen brokar yastıklara dayalıdır. Kerevetin üstüne maroken bir deri yayılır.
Buna neden örtüden akabilecek yağların halıları kirletmesinden çekinmeleridir. Marokenin üstüne yayılan örtü son derece güzel boyanmış, etrafı işlemelidir. ... Türkler çok temiz yediklerinden hiçbir zaman peçete konmaz. Bazen silinmek istediklerinde küçük bir mendil (yağlık) peçetenin yerini tutar. Yemek sonrası... el ağız yıkamak üzere sıcak su ve sabun getirilir... ve kurulamak için herkes kemerinden mendilini çıkarır," şeklindeki bilgiler, Tavernier´in gözlemlerinin ilgi çeken bölümleridir. Bir vezir mutfağı isimli bölümde Evliya Çelebi de Seyahatnamesi´nde bu bilgilere katılmaktadır. Çelebi yemek sofrasını anlatırken kap kacak yanı sıra"...ve sair zerduz (sırma işlemeli) makrama ve peşkirlerden" söz etmektedir. Çelebi´nin Seyahatnamesi´nde övgü ile değindiği bir başka işlemeli eşya cinsi çadırdır. Kağıthaneyi tasvir ederken, "Kağıthane fezasında üç bir miktarı münakkaş (işlemeli) hayme ve hargahlar ve çerge ve sahabiyle" şeklinde ifadeler yer alan cümlesiyle işlemeli çadır cinslerini dile getirmektedir. Öte yandan bu yüzyılda İstanbul´da bir süre yaşayan Galland hatıralarında: At Meydanı´nda kurulan kırmızı-yeşil renk ipekten yapılmış, altın, gümüş ipliklerle işlenmiş ve geometrik, bitkisel bezemeler yanı sıra yer yer yazı şeritleriyle süslenmiş, sultanın yeni yapılmış, ortağını uzun uzun anlatmakta hem saray işlemelerinin nitelik ve niceliklerini hem de bu örneklerin halka ne yolla sergilendiği konusunda bilgi vermektedir. Çadırın bir buçuk yılda 120.000 kuruşa mal olduğundan söz etmektedir. Aynı kaynakta, ordunun Edirne´den sefere çıkışını tasvir ederken, At Meydanı´nda gördüğü çadırın bazı ilaveler ve divan hizmeti görmek üzere eklenen başka bir işlemeli çadırla birlikte sefere gittiğini kaydetmektedir. Galland, Saraçhane´yi gezişini anlatırken ise burası eğer, başlık takımı ve diğer işleme ve nakış işleri yapılan dükkânları bulunan büyük kapalı bir yerdir demekte ve çarşıda işleme üretimi yapılan bir merkez konusunda bilgi aktarmaktadır.
Çelebi´nin, Galland´ın sözünü ettiği işlemeli çadır tasvirleri Nakkaş Hasan Paşa´nın, "Sultan III. Mehmed´in Eğri Kalesi kumandanlarını kabulü sahnesindeki" zokaklarla çevrili savaş meydanında görülmektedir.
Öte yandan 1640 Tarihli Narh Defteri de bazı eşyalar konusunda ipuçları vermektedir. Bu kaynakta işlemeli giysi, ev eşyası ve her iki türün aksesuarları kısa açıklama, fiyatıyla verilmiştir. Es´ar-ı Esvap-Duhte (dikilmiş giysi) başlığı altında ferace, dolama, çakşır, diz çakşırı; Es´ar-ı Kapamacıyan (astarcı) başlığı altında kaftan, zıbun, anteri; alaca başlığı altında zenne kaftan, astarlı zıbun, çintiyan (bir cins şalvar); Ücret-i Hayyâtân (terzi ücretleri başlığı altında ferace, çakşır, kaftan, zıbun; Es´ar-ı Es´ar-ı Hamam rahtı başlığı altında hamam gömleği, döşemesi makraması; yorgan furuşan başlığı altında Bursa çiti, Bilecik mor, kırmızı dolaması, Kayseri pembesi yasdık; seccade; nalin; Es´ar-ı Yapukcıyan (eğer altına konan belleme) başlığı altında vüzeraya mahsus ağır iş saz nakışlı yapuk, bulut nakışlı yapuk; Eğer başlığı altında sırmalı raht, sülüklü sırmalı raht, sırmalı kadife eğer; kese başlığı altında sırmalı defter kesesi, sırmalı tarak kılıfı; Es´ar-ı kalkancıyan başlığı altında firengi göbekli içi kadife, halkaları ve gülleri altın yaldızlı kalkan, hezaranının eni 7 rubu 1 girlik; Es´ar-ı çadırcıyan başlığı altında Rumeli bezinden hayme tepesi iki kat, aşağısı yalın kat çirilmiş bezden içersünün astarı Anadolu bezinden depesi jengari, Drama bezinden 12 hazinelü, 10 hazinelü, 8 hazinelü, Rumeli bezinden çerge 10 hazinelü, 9 hazinelü, 8 hazinelü, Rumeli bezinden çerge (8, 9, 10 hazinelü, Anadolu bezinden çerge (8, 9, 10 hazinelü) şeklinde kelime ve tamlamalar 17. yüzyılın eşya türlerini ortaya koymaktadır. Diğer taraftan bu kelime ve tamlamalar yanında fiatlardan önce verilen açıklamalar eşya türlerinin bazı niteliklerini de belgelemektedir. Örneklersek günümüzde direk sayısına göre kümelenen çadırların bu kaynakta ortası bir madalyonla belirlenmiş ünitelere göre hazinelü terimiyle ifade edildiği çergeler verilirken 8, 9, 10 ve 12 üniteli türlerin farklı fiyatlarla sıralandığı gözlenmektedir. Hazine sayısı ile boyutu büyüyen çadırların tepeliklerinin nitelikleri ve astarları ile ilgili bilgiler günümüze ulaşan parçalarla örtüşmekte ve işleme sanatının anıtları olan çadırlar konusunda bizleri aydınlatmaktadır. Benzer durum kalkanlar, bellemeler ve Esarı, Bezzâzan başlığı altında verilen Akhisar kuşağı çekle nakışlu iki yarma uçkur ile Akhisar bezinden üç yarma uçkur (kesilmeden işlenmiş iki uçkur ve üç uçkur) gibi tamlamalar için söz konusudur. Bilindiği gibi yakası açılmamış gömlekler gibi uçkurlar da bazen tek parça üzerine iki üç tanesi bir arada işlenirdi. Sonra gerektiği zaman kesilirdi.


bcg3sg7
kumasmn0 kumas2xo4

Benzer Konular

21 Mart 2008 / virtuecat Osmanlı İmparatorluğu
6 Ekim 2010 / Misafir Osmanlı İmparatorluğu
27 Ekim 2005 / ByKatip Taslak Konular
23 Mart 2010 / Misafir Osmanlı İmparatorluğu
11 Aralık 2012 / Misafir Soru-Cevap