Arama

İran Sanatı

Güncelleme: 22 Haziran 2009 Gösterim: 3.899 Cevap: 0
ThinkerBeLL - avatarı
ThinkerBeLL
VIP VIP Üye
22 Haziran 2009       Mesaj #1
ThinkerBeLL - avatarı
VIP VIP Üye
İran Sanatı
MsXLabs.org & Temel Britannica
Sponsorlu Bağlantılar

İran Yaylası'nda insan varlı­ğına ilişkin bilgiler günümüzden yaklaşık 100 bin yıl öncesine kadar uzanır. Bu yörede bulunan en eski kalıntılar ise İÖ 6000 yıllarına tarihlenmektedir. Azerbaycan'ın güney ke­simlerinde ve Kirmanşah çevresinde Yontma Taş ve Cilalı Taş devirlerinden kalma, taştan yapılmış bolluk simgesi çıplak kadın heykelle­ri ile İsfahan'ın kuzeyinde hayvan ve kuş resimleriyle bezenmiş seramikler bulun­muştur.
İran'da en eski uygarlığı bugünkü Kuzistan bölgesinde Elamlılar kurdu. Başkenti Sus olan bu uygarlığın yaşadığı yörede İÖ 2300 yıllarından kalma yapıtlara rastlanmıştır. Çoktanrılı bir dine bağlı olan Elamlılar tapı­nak kurmaya büyük önem vermekteydiler. O dönemden kalan yazıtlardan öğrendiğimize göre her kentte tanrılar adına büyüklü küçük­lü birçok tapınak vardı. Ancak Elam'ı istila eden Asurlular'ca yerle bir edilen bu tapınak­lardan günümüze yalnızca iki tanesinin plan ve kalıntıları kalmıştır.
Sus kentindeki bu iki tapınaktan küçüğü iki, büyüğü üç katlıydı. Fildişi ile bezenmiş olan tapınak kuleleri çini ile kaplanmıştı. Büyük tapınak 20 x 40 metre boyutunda bir taraçanın üzerine kurulmuştu. Duvarları piş­miş tuğla ile kapatılan tapınağın ahşap çatısı tuğladan yapılmış sütunlar üzerinde durmak­taydı. Tapınağın kapısının iki yanında doğal büyüklükte iki aslan heykeli bulunuyordu. İç duvarları ise renkli çiniler ve kabartmalarla bezenmişti.
Kazılarda elde edilen ve üzerinde yazıtlar bulunan altın varaklar (altını döverek oluştu­rulan ince yaprak), mühürler, altın ve gümüş gerdanlıklar ve altın kaplı gümüş ya da bronzdan yapılmış yılan başları Elam sanatı­nın yüksek bir düzeye ulaştığını göstermekte­dir. Ayrıca kazılardan son derece ustaca yapılmış heykel ve kabartmalar da elde edil­miştir.
İran sanatında Elamlılar'ın tarih sahnesin­den çekildiği İÖ 6. yüzyıldan sonraki dönem üç ayrı bölümde incelenebilir. Bunlar İÖ 6. yüzyıl ile Büyük İskender'in İran'ı işgaline kadar süren Med ve Pers imparatorlukları dönemi, Partlar'ın ve Sasaniler'in egemen olduğu dönemlerden İslamiyet'e kadar olan dönem ve İslamiyet'le başlayan dönemdir.

Med ve Pers (Ahamenişler) Dönemi
Medler'den günümüze başkent Ekbatan'da (bugünkü Hemedan) kayalara oyulmuş me­zarlar dışında bir şey kalmamıştır.
İran'ın yazılı tarihi bir Pers hanedanı olan Ahamenişler'in kurduğu imparatorlukla baş­lar. Ahamenişler'den önce İran'da mimarlık, kabartmacılık, heykeltıraşlık ve taş üzerine yazıt kazıcılığı gibi sanatlar gelişmişti. Aha­menişler döneminde kökleri çok eskilere da­yanan bu mimarlık ve taş işçiliği geleneğinden yararlanıldı. Bu dönemin sanatı üzerinde Pers egemenliğine giren Mezopotamya, Mısır, Anadolu ve Yunan sanatlarının da oldukça büyük etkileri oldu.
Ahameniş kralları başkentlerini, güçlerini ve zenginliklerini yansıtan görkemli yapılarla süslemeye özen gösterirlerdi. Ayrıca Pers dininde tapınağın olmaması tüm özenin saray­lara ve mezarlara gösterilmesine yol açmıştır. Ahamenişler'de tahta çıkan her kral eski sarayda oturmaz, kendisi için yeni bir saray yaptırırdı. Ama bu sarayları yapan, süsleyen, kabartmaları kazan ustalar Persler'in ege­menliğine giren ülkelerin sanatçılarıydı. Bu nedenle Pers mimarlığında Ahamenişler'den önceki dönemlerin gelişmiş uygarlıklarının izleri de açık seçik görülebilir.
Ahamenişler çok büyük ve geniş merdiven­lerle çıkılan saraylarını genellikle doğal ya da yapay tepelerin üzerine kurarlardı. Sarayların temellerinde, sütunlarında ve kapıların yanla­rında taş kullanılır; ama duvarlar kerpiçten yapılırdı. Bu nedenle o görkemli saraylardan günümüze yalnızca taşla yapılmış bölümler kalmıştır.
Bu dönem İran mimarlığında sütunların özel bir yeri vardı. 15 ya da 20 metre yükseklikteki bu sütunların başlıklarının en çarpıcıları ise sırt sırta vermiş ve diz çökmüş iki öküz ya da düşsel bir yaratığı canlandıran bir canavar biçiminde olanlardı.
Ahamenişler mimarlık yapıtlarında süsle­meye de çok önem vermişlerdir. Sarayların iç duvarları bezenmiş tahtalarla kaplanır, duvar­ların dış yüzeyleri ise işlemeli renkli çinilerle örtülürdü.
Bu sarayların en yetkin örnekleri eski başkent Pasargad ile daha sonraki dönemin başkenti Persepolis'te yer alır. Persepolis'teki saray kalıntılarına yerli halk İran'ın efsanevi Hükümdarı Cemşid'i saygıyla anmak amacıy­la Taht-ı Cemşid adını vermişti. Taht-ı Cem-şid'deki yapıların en görkemlisi Hşayarşa adıy­la da anılan I. Kserkses'in sarayı idi. Bu sa­rayın taht salonunda toplam 72 sütun bulun­maktaydı. Basamaklarında asker heykelleri­nin bulunduğu merdivenin bittiği yerin solun­da saray adamlarını ve araba sürücülerini, sa­ğında ise ülkelerinin armağan ve vergilerini getiren çeşitli kavimlerden insanları betimle­yen kabartmalar vardı.
Ahameniş kral mezarlarından da günümü­ze görkemli örnekler kalmıştır. Bunlardan Pasargad'daki Kral Kiros'un (Kuruş) mezarı­na, daha sonra halk Süleyman peygamberin annesinin mezarı sanarak "Süleyman'ın anne­sinin mezarı" anlamına gelen Kabr-i Mader-i Süleyman adını vermiştir.
Persepolis'te ise Darius ve öbür üç kralın mezarlarına Firdevsi'nin Şehnamesi'nde be­timlediği halk kahramanı Rüstem'den esinle­nerek Nakş-ı Rüstem adı verilmiştir.

Part ve Sasani Dönemi
İÖ 331'de İran'ı işgal eden Büyük İskender'le İran sanatında Yunan etkisi görülmeye baş­landı. İÖ 4. yüzyılın sonlarıyla İÖ 3. yüzyılın ortalarına kadar süren Helenistik Dönem'i Part egemenliği izledi. İran dışından gelen göçebe Partlar Yunan etkisindeki İran sanatı­nı yeniden biçimlendirdiler. Bu sanat zamanla batı etkisinden uzaklaştı. Part sarayları dış görünümleriyle Yunan düzenindeyse de iç yapıları doğu mimarlık anlayışına göre düzen­lenmişti. Özellikle dışa doğru açılan tonozlu yüksek tavanlı salonlar ve çadırlardan esinle­nilerek yapılan kubbeler, İran mimarlığına bu dönemde giren yeni öğelerdir.
İS 224'te kurulan Sasani İmparatorluğu döneminde İran sanatı parlak çağlarından birini yaşadı. Eski İran'da olduğu gibi bu dönemde de dinsel yapılardan çok sivil yapıla­ra rastlanır. Şiraz ile Bender Abbas arasında­ki yolda Servistan Sarayı, buradan Basra Körfezi'ne giden yol üzerinde Firuzabat Sara­yı, Kuzistan'daki Dizful ve Şuşter köprüleri­nin ayakları, Kerha sahilinde Tak-ı Eyvan Sarayı ve Ktesiphon'daki Tak-ı Kisra Sarayı günümüze ulaşan önemli yapıtların bir bölümüdür.
Sasani sanatında da Part sanatında olduğu gibi batı etkisinden uzaklaşma sürdü. Bu sanatın ayırt edici özelliği yapılardaki boyut büyüklüğüdür. Sasani mimarlığında dıştan çok iç görünüme ve süse önem verilmiş, uyuma özen gösterilmiştir.
Sasaniler kaya içlerine yaptıkları alçak ka­bartmalarda da oldukça ileri gitmişlerdi. Mü­hürlere yapılan insan ve hayvan resimleri oymacılık alanında verilen yapıtların başka örneklerini oluşturur. Kuyumculuğa ve gü­müş yemek takımı yapımına özel bir önem veren Sasaniler'de dokumacılık da gelişmişti. Sarayların iç süslemesinde kullanılan kumaş ve örtülerin üzerinde çeşitli desenler bulu­nurdu.

İslamiyet Dönemi
Sasaniler'den sonra İran'da başlayan Arap-İslam yönetimi yeni bir dönemin başlangıcı oldu. Bu dönemde dinsel yapılar önem kazan­dı. İran'da ilk camiler Arap camilerinden esinlenerek revaklarla çevrili, ortası açık bir avlu olarak yapılmıştır. Bu camilerin minber ve mihrap bölümlerinin üstü düz bir damla örtülmekteydi. İran'da daha sonra yapılan camilerin üzerleri kubbe ile örtülmeye baş­landı.
İran İslam mimarlığı dört evreye ayrılır. Bu dönemler şöyledir:
  • Arap
  • Selçuk
  • Türk-Moğol
  • Safevi
Bu mi­marinin başlıca özellikleri sütun kullanmaksızın düz ayaklar üzerine kemer yapımı, ortası şişkin soğan biçimi kubbeler ile uzun ve üstü düz olan önyüzün her iki yanında minare bulunmasıdır. Ayrıca yapıların kubbe düzeyi­ne kadar yükselen taç kapıları bulunur ve buralarda çini kullanılırdı.
İslamiyet ile birlikte İran'da süsleme sana­tında da büyük bir gelişme oldu. Bu dönemde çok ince motifli çiniler yapıldı, maden üstüne altın ve gümüş kakmalı işler, fildişinden eşyalar üretildi. Halı yapımında da önemli bir gelişme oldu.
İran resim sanatı da kendine özgü bir yol izleyerek gelişti. Kitapları resimlemek için yapılan minyatürler tüm dünyada ün kazandı. Eldeki en eski resim çalışmaları 12. yüzyıla kadar uzanmaktadır. Hayvan öykülerinin re-simlendirilmesi olan bu çalışmalar eski gele­neğin izlerini taşımaktadır.
10. yüzyılda parşömenin yerini kâğıdın almasıyla Kuran ve öbür dinsel metinler kâğıda geçirildi. Dinsel yasaklar nedeniyle insan resimlerinin yerine elyazması kitaplara yapılan süsler geçti. İlhanlılar döneminde Uzakdoğu'nun gelişmiş resim anlayışıyla tanı­şan İranlı sanatçıların hem görüş açıları geniş­ledi, hem de yeni konular buldular. Timur döneminde İran resim sanatında Uzakdoğu etkisi sürdü. Kitapları süsleyen resimlerle metin arasında uyum sağlandı. Timur döneminin bu kalıplaşmış yapısını İran resim sana­tının büyük ustası Heratlı Bihzad değiştirdi. Kullandığı sıcak ve zengin renklerin yanı sıra Bihzad daha doğal görünümler çiziyor, daha az ayrıntıya yer veriyordu. 15. yüzyılda ise Kuran'm giriş ve iç sayfalarını süsleme bir sa­nat olarak öne çıktı.
Timur'un Azerbaycan ve Fars'ı almasıyla İran'da önyüzleri çiçek motifleriyle süslü göz alıcı çinilerle kaplanmış, soğan biçiminde kubbeleri olan bir mimari yaygınlaştı. I. Şah Abbas'ın 1617'de yapımını başlattığı Mescid-i Şah, aynı tarihli Lütfullah Mescidi ve 18. yüzyılda Kerim Han Zend'in yaptırdığı saray­da bu mimarinin derin izleri görülür. 19. yüzyıla doğru çinicilikte bir gerileme dönemi­ne girilmiş ve çini yerine ayna parçaları kullanılmaya başlanmıştır.
İran resim sanatında ise 18. yüzyıldan sonra batının etkisi görülür. Avrupa resminin este­tik ve tekniği, ışık gölge zıtlığıyla derinlik yaratma üslubu İranlı sanatçıları da etkiledi. Kitap ve duvar resimlerinde İran beğenisi Avrupa tekniğiyle çizilmeye başlandı.

Tanrı varsa eğer, ruhumu kutsasın... Ruhum varsa eğer!

Benzer Konular

9 Nisan 2013 / kompetankedi Tarih
20 Ağustos 2016 / ThinkerBeLL Sanat
13 Temmuz 2015 / Jumong Sanat