Arama


Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
10 Nisan 2008       Mesaj #2
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Türkiye’de laiklik.
Türkiye’de tarihsel ve toplumsal nedenler, laiklik uygulaması konusunda farklı bir siyasal tercihe yol açmıştır. Devlet, dinin özerk bir biçimde örgütlenmesine izin vermemiş, kendi yapısı içinde aldığı Diyanet işleri başkanlığı kurumu ile din hizmetlerinin devlet tarafından karşılanmasına çalışılmıştır. Bu yolla, dinsel faaliyetlerin devlet denetimi altında tutulması, din kurumunun yeniden toplumsal ve siyasal bir güç olarak kamusal hayata girmemesi sağlanmak istenmiştir. Bu açıdan Türkiye’de laiklik, din ve devlet işleri ayrılığını kabul eden, ama devlete dinsellik alanına giren konularda geniş bir denetim ve müdahale yetkisi tanıyan, dolayısıyla dinin özerk örgütlenmesine ve faaliyetine olanak bırakmayan bir özellik taşımaktadır Bu durum, ulusal devlete geçiş, ulusal egemenlik ilkesinin yerleşmesi ve çağdaşlaşma atılımlarıyla yakından ilgili bir tercihin sonucudur.

OsmanlI devleti dinsel (teokratik) nitelikliydi. Yalnız devlet hayatı değil, toplumsal hayat da din kurallarıyla çevrelenmişti. Tanzimat'tan sonra başlayan gelişmeler, hukuk ve eğitim alanında dindışı ya da din ötesi unsurların da (şeriye mahkemelerinin yanında nizamiye mahkemeleri, medreselerin yanında laik okullar vb.) benimsenmesini sağladıysa da, OsmanlI devletinin son günlerine kadar dinsel olanla dinsel olmayan unsurların birlikteliğinden doğan ikilik son bulmadı. Ulusal kurtuluş savaşı’nın, "kayıtsız şartsız ulusal egemenlik" ilkesini benimsemesiyle, dinsel egemenlik anlayışı da ilk önemli sarsıntıya uğramış oldu. 1921 Anayasası, bu ilkeyi ön plana almasının yanı sıra, bir “devlet dini"nden söz etmemesiyle de dikkati çeker. Kurtuluş savaşt’nın başarıya ulaşmasından sonra saltanatın (1922) ve hilafet kurumunun (1924) kaldırılması, yalnız ulusal egemenlik yolunda bir ilerlemeyi değil, aynı zamanda devlet sisteminin laikleştirilmesi ve dünyasallaştırılması yolunda da bir atılımı temsil ediyordu.

Buna karşın, 1924 Anayasası ilk biçimiyle devletin dininin İslam olduğunu bildirmişti. Ancak bu durum, yalnız devlet yapısında değil, hukukta ve eğitimde de bir dizi laikleştirme girişimlerine engel olmadı. 1924’te Şeriye ve evkaf vekâleti kaldırılarak, İslam diniyle ilgili işlerin ve hizmetlerin görülmesi işi, Başbakanlık’a bağlı Diyanet işleri bakanlığı’na verildi. Bu kurul, genel idare içinde yer alan ve dinsel hizmetleri sağlamakla görevli, sıradan bir idari bölümden başka bir şey değildi, dinsel bir niteliği ve üstünlüğü yoktu. Bundan başka, OsmanlI döneminin dinsel ya da yarı dinsel nitelikli hukuk sistemini birleştiren, laiklik temeli üzerine yeni bir hukuk birliği oluşturan yasalaştırma işlemlerine girişildi. Çağdaş gelişmelerin gerektirdiği hukuki kuralların, daha çok, batılı ülkelerden alınarak konduğu bu dönemde, birçok yeni yasa, eskinin dinsel ya da yarı dinsel kökenli hukuk yapısının yerine, yeni bir laik hukuk sistemi oluşturdu. Bunların en önemlileri, Türk medeni kanunu ve Borçlar kanunu, Hukuk ve ceza yargılamaları usul kanunları, Ceza kanunu, İcra iflas kanunu, Ticaret kanunu ile idare hukuku alanını düzenleyen yasalardır. Böylece, “alma” (iktibas) yoluyla girişilen bu yeni yasalaştırma eylemleri, hukukun laikleştirilmesini de mümkün kıldı.

Bu arada eğitim sisteminde de laikleştirme yönünde önemli adımlar atıldı. 1924’te Öğretimin birleştirilmesi yasası. (Tevhidi tedrisat kanunu) kabul edilerek, eğitim ve öğretimdeki ikiliğe son verildi, laiklik temeli üzerinde öğretim birliği sağlandı. Bundan sonra bütün ulusal eğitim politikası ve ders programları laik, dünyasal ve rasyonel ilkeler ışığında yeniden düzenlendi.
Laikleştirme reformları, Cumhuriyet döneminin özünü oluşturuyordu. Bu gelişmeler, çok geçmeden anayasal düzeyde de yansımıştır 1928'de yapılan bir anayasa değişikliği ile, “devletin dininin dini İslam” olduğu yolundaki kural, anayasadan çıkartıldı. 1937 anayasa değişikleriyle de, CHP'nin ilkeleri arasında yer almış olan laiklik, bir anayasa kuralı durumuna getirildi. 1961 Anayasası, laikliği daha sağlam güvencelere bağladı ve dinsel duyguların siyasal amaçlarla kötüye kullanılmasına karşı önlemler öngördü (özellikle siyasal partiler açısından).

Ayrıca devrim yasalarının anayasaya aykırı olarak anlaşılamayacağını hükme bağladı. Diyanet işleri başkanlığı, bir anayasa kurumu olarak metinde yer aldı. 1982 Anayasası da bu ilkeleri korumuş, ayrıca laikliğin anayasanın değiştirilmez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez ilkeler arasında olduğunu belirtmiştir. Ancak aynı anayasanın, "din kültürü ve ahlak öğretimi” adı altında din derslerini ilköğretim ve ortaöğretim için zorunlu hale getirmesi ise, hem laiklik hem de din ve vicdan özgürlüğü ilkesi açısından önemli sorunlar yaratmış, örneğin müslüman olmayan öğrencilerin bu derslerden muaf .tutulması için 1989'da bir kararname çıkarmak gerekmiştir.

Kaynak: Büyük Larousse
Son düzenleyen Safi; 5 Şubat 2017 03:56