Arama

Amerikan Edebiyatı - Tek Mesaj #3

Bia - avatarı
Bia
Ziyaretçi
25 Haziran 2008       Mesaj #3
Bia - avatarı
Ziyaretçi
Amerikan Edebiyatı

NEOKLASİZM: DESTAN, ALAYCI DESTAN VE TAŞLAMA


Ne yazık ki, “edebi” yazı politik yazı kadar basit ve doğrudan değildi. Eğitimli birçok yazar şiir yazmaya çalışırken zarif neoklasizmin tuzağına düşüyordu. Özellikle destan ölümcül bir cazibe taşıyordu. Amerika'nın edebi yurtseverleri büyük Amerikan Devrimi'nin sonunda uzun, dramatik anlatımlı, ağır dili olan ve efsanevi kahramanların başarılarını anlatan destanda kendini ifade edeceğinden emindi.

Hartford Wits olarak adlandıran bir grup yazardan biri olan Timothy Dwight (1752- 1817) buna bir örnektir. Sonunda Yale Üniversitesi rektörü olan Dwight, Conquest of Canaan (Canaan’ın Fethi, 1785), adlı destanını İncil’deki hikayelerden biri olan Joshua’nın Vaat Edilmiş Toprakları ele geçirmek için verdiği mücadeleden yola çıkarak yazmıştır. Dwight, yaptığı alegoride Joshua’nın yerine daha sonra Birleşik Devletleri'nin ilk Başkanı olacak olan Amerikan ordusu komutanı General Washington’u koymuş, destanının biçimi için Alexander Pope’un Homer’in çevirisinde kullandığı çift mısra biçimini almıştır. Dwight’ın destanı iddialı olduğu kadar sıkıcıydı. İngiliz eleştirmen onu yerden yere vurdular; Dwight’ın John Trumbull (1750-1831) gibi dostları bile ilgisiz kaldılar. Aşırı duygusal savaş sahnelerinde o kadar çok gök gürültüsü ve şimşek vardı ki, Trumbull destanın yanında paratonerler verilmesini önerdi.

Taşlama özelliği taşıyan şiirlerin daha ciddi konulu şiirlere göre daha çok tutulması hiç de şaşırtıcı değildi. Alaycı destan tarzı Amerikan şairlerini kendi doğal seslerini kullanmak yönünde cesaretlendirdi. İngiliz şairler gibi Yunan şairi Homer ve Romalı şair Virgil gibi gösterişçi ve bilinen yurtsever duygular ve kişiliksiz alışılmış şiirsel sıfatların tuzağına düşmekten kurtuldular.

John Trumbull’un iyi huylu M'Fingal (1776-82) gibi alaycı destanlarda stilize edilmiş duygular ve alışılmış kelime oyunları iyi bir taşlamanın silahıdır ve devrimin şişirilmiş nutuklarıyla dalga geçilir. İngiliz şair Samuel Butler’ın Hudibras’ı örnek alarak yazılmış bu alaycı destanda Tory (muhafazakar) olan M’Fingal ile alay edilir. Asılmak üzere olan suçluların anlatımında görüldüğü gibi genellikle çok etkileyici bir dil kullanılmıştır.

No man e'er felt the halter draw
With good opinion of the law.

M'Fingal 30 baskıyı geçmiş, yarım asır boyunca tekrar tekrar basılmış ve Amerika’da olduğu kadar İngiltere’de de beğenilmiştir. Politik konular ve sosyal sorunlar günün en önemli konuları olduğu için taşlamanın Devrimci izleyicilerin beğenisini kazanması biraz da sosyal yorumlar ve eleştiri içermesi nedeniyledir. Sahnelenen ilk Amerikan komedisi olan Royal Tyler’in (1757-1826) yazdığı The Contrast (Kontrast, yapım yılı 1787) bir Amerikan subayı olan Albay Manly ile İngiliz taklitçisi Dimple arasındaki kontrastı esprili bir biçimde sergiler. Elbette ki, Dimple gülünç duruma düşürülecektir. Oyundaki ilk Yanki karakteri olan Jonathan ile tanışırız.

Diğer bir taşlama eser olan Modern Chivalry (Çağdaş Şövalyelik) adlı roman, Hugh Henry Brackenridge tarafından parça parça 1792 ve 1815 yılları arasında yayınlanmış ve çağın aşırılıklarını hicvetmiştir. Amerika'nın batı sınırında (frontier) yetişmiş İskoçyalı bir Göçmen olan Brackenridge (1748- 1816), büyük romanını Don Kişot’u örnek alarak yazmıştır. Yüzbaşı Farrago ve aptal, kaba ama insancıl olan hizmetkarı Teague O'Regan’ın başına gelen talihsizlikleri anlatır.

**

Romantik Dönem, 1820-1860: Denemeciler ve Şairler

Almanya’da ortaya çıkan, ama hızla İngiltere, Fransa ve ötesine yayılan Romantik akım, Amerika’ya 1820 yılı civarında, William Wordsworth ve Samuel Taylor Coleridge’in Lyrical Ballads (Lirik Baladlar)’ı yayınlayarak İngiliz şiirinde devrim yaratmalarından aşağı yukarı 20 yıl sonra, vardı. Avrupa’daki gibi Amerika’da da taze, yeni bir bakış sanatçı ve aydın çevreleri heyecanlandırdı. Ancak arada önemli bir fark vardı: Amerika’da Romantizm milli yayılma dönemi ve özgün bir Amerikan sesinin keşfiyle çakıştı. Ulusal bir kimliğin sağlamlaşması ve Romantizm'in yeni ortaya çıkan idealizm ve tutkusu “Amerikan Rönesansı"'nın başyapıtlarını besledi.


Romantik fikirler bir ilham kaynağı olarak sanat, doğanın ruhsal ve estetik boyutu ve
organik büyüme mecazları gibi kavramları merkez aldı. Romantiklerin iddiası, bilimden ziyade sanatın evrensel gerçeği ifade edebileceği idi. Romantikler birey ve toplum için ifadeci sanatın öneminin altını çizdiler. Romantik dönemin belki de en etkili yazarı olan Ralph Waldo Emerson The Poet (Şair, 1844) isimli denemesinde diyor ki:

Çünkü bütün insanlar gerçekle yaşar, ve kendini ifade etmeye ihtiyaç duyar. Sevgide,
sanatta, para hırsında, politikada, işte, oyunda, hep acı sırrımızı dile getirmek için çalışırız. İnsan kendinin sadece yarısıdır, diğer yarısı ise ifade ettiğidir.

Benliğin geliştirilmesi hakim bir tema haline geldi; kendi benliğinin farkına varmak ise temel bir yöntem oldu. Eğer, Romantik teoriye göre, benlik ve doğa bir idiyse, kendi benliğinin farkına varmak bencilce bir çıkmaz değil, evrene açılan bir bilgi şeklidir. Eğer kişinin benliği tüm insanlıkla bir ise, o zaman toplumsal eşitsizlikleri iyileştirmek ve insanlık acılarını gidermek bireyin ahlaki bir görevidir. Daha önceki kuşaklara bencillik kavramını hatırlatan “benlik” fikri yeniden tanımlanmıştı. Olumlu anlamları olan yeni bileşik kelimeler türedi: “kendini gerçekleştirme,” “kendini dışa vurma”,”kendine dayanma”.

Benzersiz ve öznel benlik önemli hale geldikçe, psikoloji alanı da önem kazandı. Yükseltilmiş psikolojik durumları uyarmak için sıra dışı sanatsal efektler ve teknikler geliştirildi. Görkem içindeki güzelliğin bir etkisi olan “yücelik” (örneğin bir dağ zirvesinden görünen manzara) hayranlık, huşu, enginlik ve insan kavrayışını aşan bir güç gibi duygular yaratıyordu. Romantizm olumlayıcıydı ve çoğu Amerikan şairi ve yaratıcı denemecisi için uygundu. Amerika’nın engin dağları, çölleri ve tropik yerleri bu yüceliği kapsıyordu. Romantik ruh Amerikan demokrasisine özellikle uygun gelmişti: bireyselliği vurguluyordu, sıradan insanın değerini onaylıyordu ve estetik ve etik değerleri için esinli bir hayal gücüne bakıyordu. Romantik akım elbette ki New England Transandantalistlerine - Ralph Waldo Emerson, Henry David Thoreau ve onların çevresindekiler – yeni bir iyimserlik esinlemişti. New England’da Romantizm bereketli bir toprağa düştü.

TRANSANDANTALİZM

Transandantal akım 18. yüzyıl rasyonalizmine karşı bir tepki ve 19’uncu yüzyıl
düşüncesinin genel insancıl eğiliminin bir göstergesiydi. Bu akım dünyanın ve
Tanrının birliğine olan temel bir inanca dayanıyordu. Her bireyin ruhunun dünyayla
aynı olduğu, dünyanın birebir bir mikrokozmozu olduğu düşünülüyordu. Kendine
güven ve bireycilik doktrini, bireysel ruhun Tanrı ile kendini özdeşleştirmesine olan
inançla gelişti. Transandantalizm Boston’un 32 km batısında küçük bir kasaba olan
Concord’la özel olarak ilişkiliydi. Concord eski Massachusetts körfez sömürgesindeki
ilk denizden uzak yerleşme idi. Ormanlarla çevrili olan bu huzurlu kasaba, o zaman
da ve hala bugün de gayet kültürlü olacak kadar Boston’daki konferans, kitapçı ve
kolejlere yakın, ama sakin olacak kadar da uzaktı. Concord Amerikan Devrimi'nin ilk
muharebesinin olduğu yerdi, Concord Hymn (Concord İlahisi) Amerikan edebiyatının
en meşhur açılış dizelerinden birine sahiptir:

By the rude bridge that arched the flood
Their flag to April's breeze unfurled,
Here once the embattled farmers stood
And fired the shot heard round the world.

Concord hem ilk kırsal sanatçı sömürgesiydi, hem de Amerikan materyalizmine
manevi ve kültürel bir seçenek önerebilen ilk yerdi. Burası entelektüel konuşmaların
ve basit yaşantının yeriydi (burada Emerson ve Henry David Thoreau’nun ikisinin de
sebze bahçeleri vardı). Concord denince en çok 1834’te buraya taşınan Emerson ve
Thoreau akla geldi ama bu yer aynı zamanda romancı Nathaniel Hawthorne, feminist
yazar Margaret Fuller, eğitimci (ve yazar Louisa May Alcott’un babası) Bronson Alcott
ve şair William Ellery Channing’i de kendine çekti. Transandantal Kulübü 1836’da
gevsek bir şekilde organize edildi ve değişik zamanlarda Emerson, Thoreau, Fuller,
Channing, Bronson Alcott, önde gelen bir papaz olan Orestes Browson, Theodore
Parker (kölelik karşıtı ve papaz) ve diğerleri buna dahildi.

Transandantalistler ve yayın hayatı kırk yıl süren ve ilk editörü Margaret Fuller ve
daha sonra Emerson olan, üç ayda bir çıkan The Dial dergisini yayınladılar. Edebiyat
kadar Reform çabaları da onları meşgul ediyordu. Transandantalistlerin önemli bir
kısmı ayni zamanda kölelik karşıtı idi ve bazıları Brook Çiftliği (Hawthorn’un The
Blithedale Romance adlı eserinde tarif edilir) ve Fruitlands gibi deneysel ütopyacı
topluluklara dahil oldular.

Pek çok Avrupalı grubun tersine, Transandalistler hiçbir zaman bir Manifesto
çıkarmadılar. Bireysel farkların, bireyin özgün bakış açısının üstünde durdular.
Amerikan Transandantal Romantikleri radikal bireyciliği en uç noktalarına kadar
zorladılar. Amerikan yazarları çoğu kez kendilerini toplumun ve alışılmış kalıpların
dışında yalnız kaşifler olarak gördüler. Amerikan kahramanı – Herman Melville’in
Kaptan Ahab’ı, ya da Mark Twain’in Huck Finn’i, ya da Edgar Allen Poe’nun Arthur
Gordon Pym’i gibi - metafizik bir kendini keşfediş peşinde tipik olarak riskle, hatta
belli bir yıkımla yüz yüze geldi. Romantik Amerikan yazarı için hiçbir ön kabul yoktu.
Edebi ve toplumsal kalıplar, yardımcı olmanın tersine, tehlikeliydiler. Özgün bir edebi
biçem, içerik ve ses – ve bunların hepsini aynı anda- keşfetmek yönünde muazzam
bir baskı vardı. Amerikan yazarlarının bu zorluğun üstesinden gelebildikleri, Amerikan İç Savaşı'ndan (1861-65) önceki otuz yıllık dönem boyunca üretilen başyapıtlardan açıkça bellidir.