Arama

Amerikan Edebiyatı

Güncelleme: 25 Haziran 2008 Gösterim: 11.657 Cevap: 2
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
22 Eylül 2006       Mesaj #1
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Amerikan Edebiyatı
  • Romantik Dönem Amerikan Edebiyatı
Amerikan edebiyatında ilk büyük sanatçılar bu dönemde yetişmeye başlamıştır. Moby Dick romanlarıyla Herman Melville (1819-1891), şiirleriyle Edgar A. Poe (1809-1849) ve Walt Whitman (1816-1892); şiir ve denemeleriyle R. W. Emerson (1803-1882) başlıca romantik sanatçılardandırlar.
  • Gerçekçi Dönem Amerikan Edebiyatı
Gerçekçilik, önce romantizmle iç içe görünür. Nathaniel Hawthorne (1804-1864) ve Moby Dick romanıyla tanınan Melville romantizmi ve gerçekçiliği eserlerinde dengeli biçimde kullanan yazarlardır. Gerçekçilik akımını daha sonra sürdüren öteki yazarlar Hanry James (1843-1916), Louise May Alcott (1832-1898)'tur.
  • 20. Yüzyıl Amerikan Edebiyatı
20. yüzyılda Amerika'da özellikle roman ve hikâye türlerinde daha çok ürün verilmiştir.
Sponsorlu Bağlantılar
Mark Twain (1835-1910), Tom Sawyer'in Maceraları (1876), Missisippi'de Hayat (1833) gibi eserlerinde daha çok mizahî bir uslûbu benimsemiştir. O'henry (1862-1910) ise küçük hikâye türünde büyük bir üne sahiptir. Olaylarda sürpriz unsuruna ve yalın bir anlatıma önem verir.
Jack London (1876-1916), Vahşetin Çağrısı (1903), Uçurum Halkı (1903) ve Martin
Eden (1909) gibi romanlarının konularını daha çok kendi yaşantılarından ya da çevresinden almıştır.
John Steinbeck (1902-1968), toplumcu gerçekçi bir Amerikan yazarıdır. Yoksul ve sömürülmüş kitlelerin, işçilerin sorunlarına, bireysel ve sosyal dünyalarına eğilmiştir. Daha çok California çevresine yer vermiştir. Başlıca romanları şunlardır: Kenar Mahalle (1935), Farelere ve İnsanlara Dair (1937), Gazap Üzümleri (1939), Sardalya Sokağı (1945).
Ernest Hemingway (1898-1961) de ezilen yığınların sorunları, adalet, baskıyla boyun
eğmeme gibi konuların yanında uluslararası savaşların kötülüğü, tabiatın güzelliği
ve yaşama sevinci temalarına ağırlık vermiştir. Başlıca romanları: Bahar
Selleri (1926), Güneş Gene Doğar (1926), Silâhlara Veda (1929), Çanlar Kimin İçin Çalıyor (1940), İhtiyar Adam ve Deniz (1953).
Şiir türünde ise en önemli Amerikan şairlerinden biri olan Ezra Pound (1885-1972)
tüm dünya milletlerinin kültürlerinden yararlanma yoluna gitmiş ve imgecilik
(imajizm) akımının öncüleri arasında yer almıştır. Ayrıca I. Dünya Savaşı yıllarında
faşizmi desteklemesiyle ünlüdür.
GÖZLER
Efendimiz dinlen artık, yorgunuz yorgun,
Duyalım biraz da rüzgârın parmaklarını
Üstümüzü örten şu durgun
Şu kurşun gibi ağır kapaklarda.
Dinlen artık kardeş, gün ağırıyor bak dışarda!
Soldukça soluyor sarı ışık
Eridikçe eriyor mum.
Salıver bizi, dışarda en tatlı renkler,
Yosun yeşili, çiçek renkleri,
Ağacın altı serinlik.
Salıver bizi, tükeniriz yoksa
Akıp duran tekdüzeliğinde
Kara kuru baskıların
Ak kâğıt üzerinde.
Salıver bizi, biri var ki
Bir gülüşünün verdiğini vermez sana
Yıllanmış bilgisi tüm okuduklarının
Ona bakalım ona.
Ezra Pound

Bia - avatarı
Bia
Ziyaretçi
25 Haziran 2008       Mesaj #2
Bia - avatarı
Ziyaretçi
Amerikan Edebiyatı

Sponsorlu Bağlantılar
1776’ya kadar Erken Amerİkan ve Kolonİ Dönemi

Amerikan edebiyatı Kızılderili kültürlerinin sözlü olarak aktarılmış söylenceleri, masalları, öyküleri ve lirik şiirleri (daima şarkılar) ile başlar. İlk Avrupalıların gelmesinden önce Kuzey Amerika’da var olan 500’den fazla farklı Kızılderili dili ve kabile kültürü arasında yazılı edebiyat yoktu. Bu nedenle, Amerikan Yerlilerinin sözlü edebiyatı oldukça çeşitlidir.

Navajolar gibi yarı-göçebe avlanma kültürlerinin öyküleri Acomalar gibi “pueblo”larda (Kızılderili evi) yaşayan yerleşik tarımsal kabilelerin öykülerinden farklıdır; Ojibwalar gibi kuzeyde göller bölgesinde yaşayanların öyküleri ise Hopiler gibi çöl kabilelerinin öykülerine göre köklü farklılıklar gösterir.

Kabileler tanrılara, hayvanlara, bitkilere veya kutsal kişilere tapınarak kendi dinlerini korudular. Yönetim sistemleri demokrasiler, yaşlılar kurulu ile teokrasiler arasında değişiyordu. Kabilelere ait bu çeşitlilik sözlü edebiyatta da kendini gösterdi. Yine de, bir kaç genelleme yapılabilir. Örneğin, Kızılderili hikayelerinde hem ruhsal hem de fiziksel anne sayılan tabiata gösterilen büyük saygı ve ihtimam çok zengin bir biçimde yer alır. Tabiat canlıdır ve ruhsal güçleri vardır; ana karakterler hayvan veya bitki olabilir ve bunlar genellikle bir kabile, bir grup veya bir kişiyle ilişkilendirilmiştir. Daha geç dönemlerdeki Amerikan edebiyatında Kızılderililerin kutsallık anlayışına en çok Ralph Waldo Emerson’un yazdığı ve hayatın tamamını kapsayan doğaüstü Over-Soul (Evrensel Ruh) yaklaşmıştır. Meksika kabileleri Tolteklerin ve Azteklerin tanrısı olan ilahi Quetzalcoatl’a tapınmışlar, başka
yerlerde de ulu bir tanrı veya kültüre ait birkaç hikaye anlatılmıştır. Ancak, tek bir yüksek ilahi varlıkla ilgili uzun ve standartlaştırılmış bir dinsel dönem görülmemektedir. Eski Dünyanın ruhsal hikayelerinin en yakın benzerleri genellikle Şamanların tanıtımları ve gezilerinin anlatımlarıdır. Bunlardan başka, Ojibwa kabilesinden Manabozho veya Navajo kabilesinden Coyote gibi kültürel kahramanlar hakkında hikayeler vardır. Bu madrabazlar (trickster) farklı ölçülerde saygı görürler. Bir masalda kahramanca davranırken, bir diğerinde bencil veya aptal görünebilirler.

Her ne kadar geçmişte İsviçreli psikolog Carl Jung gibi otoriteler madrabazlara ait bu hikayeleri insan ruhunun aşağılık ve ahlakdışı yanının ifadesi olduğu için küçük görseler de, içlerinde Yerli Amerikalıların da bulunduğu bazı çağdaş bilim insanları Odysseus ve Prometheus gibi saygın Yunan kahramanlarının da aslında madrabaz
olduğuna dikkat çekmektedirler.

Amerikan Kızılderili edebiyatında hemen her sözlü biçime rastlanır: lirik şiirler, tilavetler, masallar, peri masalları, komik fıkralar, büyüler, bilmeceler, atasözleri, destanlar ve tarihin masalımsı anlatımı. Göçlerin ve ataların çok sayıda anlatımlarının yanı sıra düşlere veya büyülere ait şarkılar ve madrabazları anlatan öyküler vardır. Özellikle bazı yaradılış hikayeleri çok yaygındır. Bir çok kabilede farklı olarak anlatılan tanınmış bir yaradılış hikayesinde dünyayı bir kaplumbağa sırtında taşır. Bu hikayenin Cheyenne kabilesi tarafından anlatılan biçiminde, yaratıcı olan Maheo’nun dünyayı sulu bir evrenden biçimlendirmek için dört şansı vardır. Dünyayı suyun dibinden yukarı çıkarabilmek için dört tane su kuşunu dalmaya yollar. Kar beyaz kaz, gerdanlı dalgıçkuşu, ve yeşilbaşlı yaban ördeği gökyüzüne hızla yükselip aşağı doğru kayarak dalarlar ama dibe ulaşamazlar; ancak uçamayan küçük sutavuğu yukarıya gagasının içinde biraz çamur getirmeyi başarır.

Maheo’nun kabuğunun üzerinde biçimlendirdiği çamurdan dünyayı taşımak için sadece bir tek yaratığın, alçakgönüllü Kaplumbağa Nine'nin biçimi uygundur. Kızılderililerin Amerika’ya verdiği ad olan “Kaplumbağa Adası” buradan gelmektedir.
Şarkılar veya şiirler de hikayeler gibi kutsaldan hafif ve komiğe kadar değişen bir çeşitlilik gösterirler. Ninniler, savaş nağmeleri, aşk şarkılarının yanıs sıra çocuk oyunları, kumar, çeşitli işler, sihir veya dans törenleri için yapılmış özel şarkılar vardır. Genellikle bu şarkılar tekrarlardan oluşur. Düşlerde sunulan kısa şiir-şarkılar bazen Japon haiku veya Doğudan etkilenmiş imgeci şiiri akla getiren keskin imgelere ve ince bir ruh haline sahiptir. Bir Chippewa şarkısı şöyle der:

A loon I thought it was
But it was
My love's
splashing oar.

Bir diğer belirgin biçim genellikle çok kısa olan düş şarkılarıdır. Rüyalarda veya düşlerde bazen birdenbire ortaya çıkan, büyü, av veya aşk şarkılarıdır. Bunlar Modoc şarkısında olduğu gibi genellikle kişisel şarkılardır:

I
the song
I walk here.

Amerika konusunda yapılan araştırmalarda, Kızılderili sözlü geleneği ve Amerikan
edebiyatıyla olan ilişkisi, bir bütün olarak en zengin olup, en az araştırılmış konulardan biridir.
Kızılderililerin Amerika’ya katkısı genelde sanılandan çok daha fazladır. "Canoe (kano)," "tobacco (tütün)," "potato (patates)," "moccasin (mokasen)," "moose (geyik)," "persimmon (Trabzon hurması)," "raccoon (rakun)," "tomahawk (balta)," ve "totem (totem)" günlük Amerikan İngilizcesindeki yüzlerce Kızılderili kökenli kelimeden sadece birkaçıdır. Sekizinci bölümde ele alınan Çağdaş Yerli Amerikan yazımı da çok güzel eserler içerir.

**

KEŞİF GEZİLERİ EDEBİYATI


Eğer tarihin akışı farklı bir yön alsaydı, Amerika Birleşik Devletleri'nin büyük İspanyol veya Fransız denizaşırı imparatorluklarının bir parçası olması hiç de zor olmayacaktı.

Bugünkü sakinleri İspanyolca konuşup Meksika ile tek bir ulus oluşturabilirler veya
Fransızca konuşup Kanada’da dili Fransızca olan Quebec ve Montreal ile
birleşebilirlerdi.

Yine de, Amerika'nın ilk kaşifleri İngiliz, İspanyol veya Fransız değildi. Amerika'nın
araştırılmasına ait Avrupa’da ele geçen en eski kayıtlar bir çeşit İskandinav dilindedir.
Old Norse Vinland Saga (Eski Norse dilinde Vinland Sagası) on birinci yüzyılın
başlarında, yani Yeni Dünyanın Avrupalılar tarafından keşfedilmesine ait bir sonraki
kayıttan neredeyse tam 400 yıl önce, serüvenci Leif Eriksson ve bir grup gezgin
İskandinavyalının Amerika'nın kuzeydoğu kıyısında - büyük bir olasılıkla Kanada’nın
Nova Scotia bölgesinde - kısa bir süre için de olsa yerleştiklerini anlatır.

Ancak, Amerika ve dünyanın geri kalanı arasında bilinen ve sürdürülmüş ilk ilişki
İspanya'nın hükümdarları Ferdinand ve Isabella’nın para vererek desteklediği İtalyan
kaşif Kristof Kolomb’un ünlü gezisiyle başladı. Kolomb “Epistola” adı altında 1493’te
basılan seyir defterinde gezinin çarpıcı yanlarını; canavarlardan korkan ve dünyanın
kenarından aşağı düşeceklerini düşünen adamların dehşetini; gemide neredeyse
isyan çıktığını; daha önce hiç kimsenin gitmediği kadar uzağa gittiklerini gemicilerin
anlamaması için gemi kayıtlarını nasıl değiştirdiğini; ve Amerika’ya yaklaştıklarında
ilk defa karayı nasıl gördüklerini anlatır.

Bartolomé de las Casas Amerikan Kızılderilileri ve Avrupalılar arasındaki ilk temaslar
konusunda en zengin bilgi kaynağıdır. Genç bir rahip olarak Küba’nın ele
geçirilmesinde yardımcı oldu. Kolomb’un seyir defterinin kopyasını çıkarttı ve
yaşamının daha sonraki dönemlerinde Kızılderililerin İspanyollar tarafından
köleleştirilmesini eleştiren, uzun ve canlı bir biçimde History of the Indians’ı
(Kızılderililerin Tarihi) yazdı.

Sömürge kurmak için ilk İngiliz girişimleri birer felaketle sonuçlandı. İlk sömürge
1585’de Kuzey Carolina sahillerine yakın Roanoke’da kurulmuştu; sömürgede
yaşayanların tümü yok oldu ve bölgedeki mavi-gözlü Croatan Kızılderililerini anlatan
efsaneler günümüze kadar geldi. 1607'de kurulan ikinci sömürge Jamestown, daha
kalıcı oldu. Açlık, vahşilik ve kötü yönetime dayandı. Bununla beraber, dönemin
edebiyatının Amerika için parlak renklerle çizdiği resim onu zenginlik ve fırsatlar
ülkesi olarak resmeder. Sömürgecilik hikayeleri dünyaca tanındı. Roanoke’nin keşfi
Thomas Hariot tarafından, A Briefe and True Report of the New-Found Land of
Virginia (Yeni Kurulmuş Ülke Virginia Hakkında Kısa ve Gerçek Rapor, 1588) başlığı
altında özenle kaydedilmişti. Hariot’un kitabı derhal Latinceye, Fransızcaya ve
Almancaya çevrilmiş, yazılar ve resimler gravüre dönüştürülmüş ve 200 sene
boyunca tekrar basılmıştır.

Jamestown sömürgesinin liderlerinden biri olan Yüzbaşı John Smith tarafından
yazılmış ana kayıtlar, Hariot’un doğru ve bilimsel kayıtlarının tam tersidir. Amansız
bir romantik olan Smith’in maceralarını oldukça süslediği anlaşılmıştır. Kızılderili bir
genç kız olan Pocahontas’ın tanınmış hikayesini ona borçluyuz. Gerçek veya hayal
ürünü olsun, bu hikaye Amerika'nın tarihsel hayal gücünde yerleşmiştir. Öyküde
Büyük Şef Powhatan’ın en sevdiği kızı olan Pocahontas’ın şefin elinde esir olan
Yüzbaşı Smith’in hayatını nasıl kurtardığını anlatılır. Daha sonra, İngilizler
Pocahontas’ı onlara rehine olarak vermesi için Powhatan’ı ikna etmeyi başarınca,
kızın inceliği, zekası ve güzelliği İngilizleri etkiler ve 1614’de bir İngiliz beyefendisi
olan John Rolfe ile evlenir. Bu evlilik sömürgecilerle Kızılderililer arasında sekiz yıllık
bir barış dönemi başlatır. Böylece yeni kurulan sömürgenin devamı sağlanır.
17’inci yüzyılda korsanlar, serüvenciler ve kaşifler kalıcı sömürgecilere ikinci defa bir
yol açtılar ve sömürgeciler eşlerini, çocuklarını, çiftlik aletlerini ve zanaat aletlerini de
beraberlerinde getirdiler. Keşiflere ait erken edebiyat örnekleri, günlüklerden,
mektuplardan, gezi notlarından, gemi seyir defterlerinden ve kaşiflerin kendilerini
mali açıdan destekleyenlere - Avrupalı hükümdarlar ya da ticaretle uğraşan İngiltere
ve Hollanda’da anonim şirketler- yolladıkları raporlardan oluşuyordu. Bunlara
zamanla yerleşmiş kolonilerin kayıtları da eklendi. Sonunda İngiltere Kuzey
Amerika’daki sömürgeleri ele geçirdiği için en tanınmış ve en iyi sınıflandırılmış
sömürge edebiyatı İngilizcedir.

Amerikan azınlık edebiyatı 20’inci yüzyılda gelişmeye devam ederken ve Amerikan
hayatı artan bir biçimde çok kültürlü olurken, bilim adamları kıtanın karışık etnik
mirasının önemini yeniden keşfediyorlar. Edebiyatın hikayesi günümüzde İngiliz
kayıtlarına başvursa bile, çok zengin kozmopolit başlangıcını bilmek çok önemlidir.

Bia - avatarı
Bia
Ziyaretçi
25 Haziran 2008       Mesaj #3
Bia - avatarı
Ziyaretçi
Amerikan Edebiyatı

NEOKLASİZM: DESTAN, ALAYCI DESTAN VE TAŞLAMA


Ne yazık ki, “edebi” yazı politik yazı kadar basit ve doğrudan değildi. Eğitimli birçok yazar şiir yazmaya çalışırken zarif neoklasizmin tuzağına düşüyordu. Özellikle destan ölümcül bir cazibe taşıyordu. Amerika'nın edebi yurtseverleri büyük Amerikan Devrimi'nin sonunda uzun, dramatik anlatımlı, ağır dili olan ve efsanevi kahramanların başarılarını anlatan destanda kendini ifade edeceğinden emindi.

Hartford Wits olarak adlandıran bir grup yazardan biri olan Timothy Dwight (1752- 1817) buna bir örnektir. Sonunda Yale Üniversitesi rektörü olan Dwight, Conquest of Canaan (Canaan’ın Fethi, 1785), adlı destanını İncil’deki hikayelerden biri olan Joshua’nın Vaat Edilmiş Toprakları ele geçirmek için verdiği mücadeleden yola çıkarak yazmıştır. Dwight, yaptığı alegoride Joshua’nın yerine daha sonra Birleşik Devletleri'nin ilk Başkanı olacak olan Amerikan ordusu komutanı General Washington’u koymuş, destanının biçimi için Alexander Pope’un Homer’in çevirisinde kullandığı çift mısra biçimini almıştır. Dwight’ın destanı iddialı olduğu kadar sıkıcıydı. İngiliz eleştirmen onu yerden yere vurdular; Dwight’ın John Trumbull (1750-1831) gibi dostları bile ilgisiz kaldılar. Aşırı duygusal savaş sahnelerinde o kadar çok gök gürültüsü ve şimşek vardı ki, Trumbull destanın yanında paratonerler verilmesini önerdi.

Taşlama özelliği taşıyan şiirlerin daha ciddi konulu şiirlere göre daha çok tutulması hiç de şaşırtıcı değildi. Alaycı destan tarzı Amerikan şairlerini kendi doğal seslerini kullanmak yönünde cesaretlendirdi. İngiliz şairler gibi Yunan şairi Homer ve Romalı şair Virgil gibi gösterişçi ve bilinen yurtsever duygular ve kişiliksiz alışılmış şiirsel sıfatların tuzağına düşmekten kurtuldular.

John Trumbull’un iyi huylu M'Fingal (1776-82) gibi alaycı destanlarda stilize edilmiş duygular ve alışılmış kelime oyunları iyi bir taşlamanın silahıdır ve devrimin şişirilmiş nutuklarıyla dalga geçilir. İngiliz şair Samuel Butler’ın Hudibras’ı örnek alarak yazılmış bu alaycı destanda Tory (muhafazakar) olan M’Fingal ile alay edilir. Asılmak üzere olan suçluların anlatımında görüldüğü gibi genellikle çok etkileyici bir dil kullanılmıştır.

No man e'er felt the halter draw
With good opinion of the law.

M'Fingal 30 baskıyı geçmiş, yarım asır boyunca tekrar tekrar basılmış ve Amerika’da olduğu kadar İngiltere’de de beğenilmiştir. Politik konular ve sosyal sorunlar günün en önemli konuları olduğu için taşlamanın Devrimci izleyicilerin beğenisini kazanması biraz da sosyal yorumlar ve eleştiri içermesi nedeniyledir. Sahnelenen ilk Amerikan komedisi olan Royal Tyler’in (1757-1826) yazdığı The Contrast (Kontrast, yapım yılı 1787) bir Amerikan subayı olan Albay Manly ile İngiliz taklitçisi Dimple arasındaki kontrastı esprili bir biçimde sergiler. Elbette ki, Dimple gülünç duruma düşürülecektir. Oyundaki ilk Yanki karakteri olan Jonathan ile tanışırız.

Diğer bir taşlama eser olan Modern Chivalry (Çağdaş Şövalyelik) adlı roman, Hugh Henry Brackenridge tarafından parça parça 1792 ve 1815 yılları arasında yayınlanmış ve çağın aşırılıklarını hicvetmiştir. Amerika'nın batı sınırında (frontier) yetişmiş İskoçyalı bir Göçmen olan Brackenridge (1748- 1816), büyük romanını Don Kişot’u örnek alarak yazmıştır. Yüzbaşı Farrago ve aptal, kaba ama insancıl olan hizmetkarı Teague O'Regan’ın başına gelen talihsizlikleri anlatır.

**

Romantik Dönem, 1820-1860: Denemeciler ve Şairler

Almanya’da ortaya çıkan, ama hızla İngiltere, Fransa ve ötesine yayılan Romantik akım, Amerika’ya 1820 yılı civarında, William Wordsworth ve Samuel Taylor Coleridge’in Lyrical Ballads (Lirik Baladlar)’ı yayınlayarak İngiliz şiirinde devrim yaratmalarından aşağı yukarı 20 yıl sonra, vardı. Avrupa’daki gibi Amerika’da da taze, yeni bir bakış sanatçı ve aydın çevreleri heyecanlandırdı. Ancak arada önemli bir fark vardı: Amerika’da Romantizm milli yayılma dönemi ve özgün bir Amerikan sesinin keşfiyle çakıştı. Ulusal bir kimliğin sağlamlaşması ve Romantizm'in yeni ortaya çıkan idealizm ve tutkusu “Amerikan Rönesansı"'nın başyapıtlarını besledi.


Romantik fikirler bir ilham kaynağı olarak sanat, doğanın ruhsal ve estetik boyutu ve
organik büyüme mecazları gibi kavramları merkez aldı. Romantiklerin iddiası, bilimden ziyade sanatın evrensel gerçeği ifade edebileceği idi. Romantikler birey ve toplum için ifadeci sanatın öneminin altını çizdiler. Romantik dönemin belki de en etkili yazarı olan Ralph Waldo Emerson The Poet (Şair, 1844) isimli denemesinde diyor ki:

Çünkü bütün insanlar gerçekle yaşar, ve kendini ifade etmeye ihtiyaç duyar. Sevgide,
sanatta, para hırsında, politikada, işte, oyunda, hep acı sırrımızı dile getirmek için çalışırız. İnsan kendinin sadece yarısıdır, diğer yarısı ise ifade ettiğidir.

Benliğin geliştirilmesi hakim bir tema haline geldi; kendi benliğinin farkına varmak ise temel bir yöntem oldu. Eğer, Romantik teoriye göre, benlik ve doğa bir idiyse, kendi benliğinin farkına varmak bencilce bir çıkmaz değil, evrene açılan bir bilgi şeklidir. Eğer kişinin benliği tüm insanlıkla bir ise, o zaman toplumsal eşitsizlikleri iyileştirmek ve insanlık acılarını gidermek bireyin ahlaki bir görevidir. Daha önceki kuşaklara bencillik kavramını hatırlatan “benlik” fikri yeniden tanımlanmıştı. Olumlu anlamları olan yeni bileşik kelimeler türedi: “kendini gerçekleştirme,” “kendini dışa vurma”,”kendine dayanma”.

Benzersiz ve öznel benlik önemli hale geldikçe, psikoloji alanı da önem kazandı. Yükseltilmiş psikolojik durumları uyarmak için sıra dışı sanatsal efektler ve teknikler geliştirildi. Görkem içindeki güzelliğin bir etkisi olan “yücelik” (örneğin bir dağ zirvesinden görünen manzara) hayranlık, huşu, enginlik ve insan kavrayışını aşan bir güç gibi duygular yaratıyordu. Romantizm olumlayıcıydı ve çoğu Amerikan şairi ve yaratıcı denemecisi için uygundu. Amerika’nın engin dağları, çölleri ve tropik yerleri bu yüceliği kapsıyordu. Romantik ruh Amerikan demokrasisine özellikle uygun gelmişti: bireyselliği vurguluyordu, sıradan insanın değerini onaylıyordu ve estetik ve etik değerleri için esinli bir hayal gücüne bakıyordu. Romantik akım elbette ki New England Transandantalistlerine - Ralph Waldo Emerson, Henry David Thoreau ve onların çevresindekiler – yeni bir iyimserlik esinlemişti. New England’da Romantizm bereketli bir toprağa düştü.

TRANSANDANTALİZM

Transandantal akım 18. yüzyıl rasyonalizmine karşı bir tepki ve 19’uncu yüzyıl
düşüncesinin genel insancıl eğiliminin bir göstergesiydi. Bu akım dünyanın ve
Tanrının birliğine olan temel bir inanca dayanıyordu. Her bireyin ruhunun dünyayla
aynı olduğu, dünyanın birebir bir mikrokozmozu olduğu düşünülüyordu. Kendine
güven ve bireycilik doktrini, bireysel ruhun Tanrı ile kendini özdeşleştirmesine olan
inançla gelişti. Transandantalizm Boston’un 32 km batısında küçük bir kasaba olan
Concord’la özel olarak ilişkiliydi. Concord eski Massachusetts körfez sömürgesindeki
ilk denizden uzak yerleşme idi. Ormanlarla çevrili olan bu huzurlu kasaba, o zaman
da ve hala bugün de gayet kültürlü olacak kadar Boston’daki konferans, kitapçı ve
kolejlere yakın, ama sakin olacak kadar da uzaktı. Concord Amerikan Devrimi'nin ilk
muharebesinin olduğu yerdi, Concord Hymn (Concord İlahisi) Amerikan edebiyatının
en meşhur açılış dizelerinden birine sahiptir:

By the rude bridge that arched the flood
Their flag to April's breeze unfurled,
Here once the embattled farmers stood
And fired the shot heard round the world.

Concord hem ilk kırsal sanatçı sömürgesiydi, hem de Amerikan materyalizmine
manevi ve kültürel bir seçenek önerebilen ilk yerdi. Burası entelektüel konuşmaların
ve basit yaşantının yeriydi (burada Emerson ve Henry David Thoreau’nun ikisinin de
sebze bahçeleri vardı). Concord denince en çok 1834’te buraya taşınan Emerson ve
Thoreau akla geldi ama bu yer aynı zamanda romancı Nathaniel Hawthorne, feminist
yazar Margaret Fuller, eğitimci (ve yazar Louisa May Alcott’un babası) Bronson Alcott
ve şair William Ellery Channing’i de kendine çekti. Transandantal Kulübü 1836’da
gevsek bir şekilde organize edildi ve değişik zamanlarda Emerson, Thoreau, Fuller,
Channing, Bronson Alcott, önde gelen bir papaz olan Orestes Browson, Theodore
Parker (kölelik karşıtı ve papaz) ve diğerleri buna dahildi.

Transandantalistler ve yayın hayatı kırk yıl süren ve ilk editörü Margaret Fuller ve
daha sonra Emerson olan, üç ayda bir çıkan The Dial dergisini yayınladılar. Edebiyat
kadar Reform çabaları da onları meşgul ediyordu. Transandantalistlerin önemli bir
kısmı ayni zamanda kölelik karşıtı idi ve bazıları Brook Çiftliği (Hawthorn’un The
Blithedale Romance adlı eserinde tarif edilir) ve Fruitlands gibi deneysel ütopyacı
topluluklara dahil oldular.

Pek çok Avrupalı grubun tersine, Transandalistler hiçbir zaman bir Manifesto
çıkarmadılar. Bireysel farkların, bireyin özgün bakış açısının üstünde durdular.
Amerikan Transandantal Romantikleri radikal bireyciliği en uç noktalarına kadar
zorladılar. Amerikan yazarları çoğu kez kendilerini toplumun ve alışılmış kalıpların
dışında yalnız kaşifler olarak gördüler. Amerikan kahramanı – Herman Melville’in
Kaptan Ahab’ı, ya da Mark Twain’in Huck Finn’i, ya da Edgar Allen Poe’nun Arthur
Gordon Pym’i gibi - metafizik bir kendini keşfediş peşinde tipik olarak riskle, hatta
belli bir yıkımla yüz yüze geldi. Romantik Amerikan yazarı için hiçbir ön kabul yoktu.
Edebi ve toplumsal kalıplar, yardımcı olmanın tersine, tehlikeliydiler. Özgün bir edebi
biçem, içerik ve ses – ve bunların hepsini aynı anda- keşfetmek yönünde muazzam
bir baskı vardı. Amerikan yazarlarının bu zorluğun üstesinden gelebildikleri, Amerikan İç Savaşı'ndan (1861-65) önceki otuz yıllık dönem boyunca üretilen başyapıtlardan açıkça bellidir.

Benzer Konular

26 Eylül 2014 / Misafir Cevaplanmış
29 Kasım 2016 / Ziyaretçi Cevaplanmış
29 Aralık 2013 / Misafir Soru-Cevap
3 Temmuz 2014 / Mystic@L Türk ve İslam Dünyası