Arama


karayel - avatarı
karayel
Ziyaretçi
27 Mart 2008       Mesaj #1
karayel - avatarı
Ziyaretçi

AYASOFYA MÜZESİ

Ad:  Ayasofya1.jpg
Gösterim: 1120
Boyut:  55.0 KB

Ayasofya (Yunanca Hagia Sophia “Tanrısal Bilgelik”), İstanbul’da Sultanahmet semtinde, dünya mimarlık tarihinin en önemli birkaç yapıtından biri sayılan Bizans kilisesi.


İlk kez Constantinus zamanında yapımına başlanarak, onun oğlu Constantinus zamanında, 360’ta bitirildi. (Bazı bilim adamları önce Constantinus’un bir kilise yaptırdığını, bunun yıkılması üzerine Constantinus’un aynı yerde ikinci bir kilise inşa ettirdiğini ileri sürmektedir.) Bu yapı 404’te bir ayaklanma sırasında yanınca, II. Theodosios 415’te yeni bir kilise yaptırttı. Bütün bu yapılar ahşap beşik çatılı bazilikalardı. Son Ayasofya da 532’deki Nika Ayaklanması sırasında tümüyle yandı. İmparator İustinianos devlet otoritesini yeniden kurunca, kiliseyi olağanüstü boyutlarda yeniden yaptırmaya karar verdi. Mimar olarak Trallesli Anthemios’la Miletoslu 1sidoros’u da gene imparator seçti.

Yapının inşası için gerekli malzeme imparatorluğun her yöresinden sağlandı. Özellikle mermerler, bütün Akdeniz ülkeleri taranarak özenle seçildi; hatta bir söylentiye göre bazı antik yapılardan devşirildi. Fransa’nın Atlas Okyanusu kıyısından bile mermer getirtildiğini gösteren kayıtlar vardır.

Yapı


beş yıllık bir çalışmadan sonra kaba inşaat olarak bitirilip 27 Aralık 537’de kutsandı. Ama sonraki çağlarda yapılan büyük boyutlu onarım ve eklentilerden ötürü, bugünkü yapı ancak, plan düzeni açısından özgünlüğünü korumaktadır. 558’de ana kubbe çöktü; İsidoros’un yeğeni Genç İsidoros’un yaptığı ve günümüzde de ayakta duran kaburgalı yeni kubbe 562’de tamamlandı. Büyük bir olasılıkla 9. yüzyılda, bugün var olmayan atriuma (avlu) bakan cepheye dört payanda eklendi. 989’da kubbenin batı bölümü bir kez daha çökünce Trdat adlı Ermeni bir mimar tarafından onarıldı. 1346’da kubbenin bu kez de doğu bölümü çöktü ve yenilendi. 15. yüzyıl başında Bizans’ın ekonomik ve siyasal çöküşüyle birlikte Ayasofya’nın bakımı da ihmal edildi.

Ayasofya, İstanbul’un fethini izleyen yıllarda bütün Osmanlı topraklarında en iyi korunan ve Kâbe’den sonra en çok saygı gören yapı niteliğini kazandı. Kentin fethedildiği gün camiye çevrilen yapıya önce ahşap bir minare ve yeni bir mihrap eklendi; sonra gene II. Mehmed (Fatih) döneminde güneydoğudaki tuğla minare inşa edildi. Kuzeydoğu minaresi II. Bayezid, batıdaki minarelerse II. Selim döneminde (Mimar Sinan tarafından) eklendi. Gene bu dönemde çevredeki konutlar yıktırılarak geniş bir dış avlu (harim) oluşturuldu. Mermer müezzin mahfilleri III. Murad döneminde, kitaplık bölümü (1739-42), şadırvan (1740), sıbyan mektebi ve muvakkithane (1742) I. Mahmud döneminde inşa edildi. Hünkâr mahfili bugünkü durumunu III. Ahmed ve I. Mahmud dönemlerinde aldı. Caminin avlusunda II. Selim, III. Murad ve III. Mehmed türbeleri yapıldı, kilisenin eski vaftizhanesi I. Mustafa ve I. İbrahim’in türbesi olarak kullanıldı. Onarımların ve bu büyük boyutlu yapımların dışında, Ayasofya yeni sanat yapıtlarıyla da dolduruldu. Örneğin 7,5 m çapındaki dev “çıhar yâr-ı güzin” levhaları ve kubbe göbeği hattat Kazasker Mustafa İzzet Efendi tarafından yazıldı; mihrabın iki yanındaki tunç şamdanlar I. Süleyman tarafından Budin’in fethinden getirildi.

Ayasofya’da çağdaş anlamdaki ilk onarım çalışması 1847-49 arasında İsviçreli mimar kardeşler Gaspare ve Giuseppe Fossati tarafından gerçekleştirildi. Bu onarımda kubbe demir kuşaklarla pekiştirildi, dışa doğru açmış sütunlar düzeltildi. 1926-30 arasında, özellikle yapının strüktürünü sağlamlaştırmaya yönelik yeni bir onanma gidildi. 1935’te Ayasofya’nın müze haline getirilmesinden bu yana, aralıksız küçük boyutlu onarım çalışmaları yapıldı. Günümüzde de Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü İstanbul Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü onarım çalışmalarını sürdürmektedir.

Ayasofya, mimarlık tarihinin önemli kilometre taşlarından biri oluşunu, çağı için olağanüstü cüretli strüktürel tasarımına borçludur. Mimarları Anthemios ve İsidoros’un temel amaçları bir ana nef ile iki yan neften oluşan bazilikal bir plan düzeninin üstünü, eskisi gibi ahşap bir çatıyla değil, kâgir olarak örtmekti. Orta nefin, bir kubbe ile doğuda ve batıda buna eklenen iki yarım kubbeden oluşan örtüsü böylece oluştu. Yapının bu örtü sistemi, türünün yeryüzündeki ilk örneğidir. Ayasofya öncesinde yarım kubbelerle desteklenmiş merkezî kubbeyi dik açılı bir planın üzerinde yerleştirmenin karmaşık sorunlarıyla uğraşmaya hiç girişilmemişti.

Ayasofya yalnız örtü sistemine getirilen çözümler açısından değil, dev boyutlarıyla da (ait yapı kabaca 70 m x 100 m; kubbe çapı doğu-batı ekseninde 30,87 m, güney- kuzey ekseninde 31,87 m; kubbe iç yüksekliği 55,60 m) çağına bir meydan okuma olarak nitelenebilir. Ama çok erken bir çözüm denemesi olmasından ötürü, yapı bazı çözülmemiş sorunlarla yanlışları da içeriyordu. Örneğin Anthemios ve İsidoros’un tasarladığı özgün kubbe bugünkünden çok daha basıktı ve büyük bir olasılıkla pandantiflerin (küresel bingi) eğrisini izleyen bir yelken tonoza benzemekteydi. 562’de yapılan yeni (bugünkü) kubbe eskisinden 6,25 m daha yüksek tutulduysa da, üst yapıdan gelen yüklerin zemine iletilmesi için alınan önlemler hep eksik kaldı ve Ayasofya’nın yüzyıllar boyunca, sayıları durmadan artan payandalarla desteklenmesi zorunlu oldu.
Ad:  Ayasofya10.jpg
Gösterim: 888
Boyut:  38.5 KB

Ayasofya, Bizans mimarlığı tarihinde bir sürecin başlatıcısı değildir. Sonraki yüzyıllarda Bizanslı mimarlar Ayasofya’yı yinelemedikleri gibi, prototipi ortaya konmuş olan bu iki yarım kubbeli merkezî kubbe (ya da kubbeli bazilika) şemasını geliştirmeye ve yetkinleştirmeye de yönelmemişlerdir. Tersine, Bizans mimarlığı Ayasofya’yı hep aşılmaz, bir kezlik bir başyapıt sayma eğiliminde olmuştur. Yapı, bir strüktür sorununa getirilmiş bir çözüm denemesi olarak değil, bir “kült anıtı” gibi değerlendirilmiştir. Bazı araştırmacılar bu nedenle, Ayasofya’yı bir erken Bizans yapısı olmaktan çok, geç dönem Roma yapısı gibi görmüşlerdir. İustinianos döneminden sonra Bizans mimarlığı, Romalılar için çok önemli olan strüktürün geliştirilmesi sorununu ana tasarım kaygılarından biri olarak görmekten vazgeçmiştir.

Ayasofya, etkileri hemen çağında ya da çağı ertesinde görülen bir yapı değildir. Onun yeniden gündeme getirilişi, ancak İstanbul’un fethiyle birlikte Osmanlı mimarlığında söz konusu olmuştur. Osmanlı mimarları (özellikle de Sinan) Ayasofya’ya bir deney alanı ve aşılması gereken bir doruk olarak bakmışlardır. Sinan, Ayasofya’yı ölü bir uygarlığın kalıntısı gibi değil de, dev bir mimarlık başarısı biçiminde görmüş ve bin yıldır hiç denenmeyeni deneyip onu Şehzade ve Süleymaniye camileri gibi iki büyük yapısında aşabilmiştir. Bu nedenle Ayasofya, yalnız Roma’nm ve Bizans’ın değil, Osmanlı uygarlığının da bir bileşeni sayılır. Ayasofya’nın başlattığı süreci Osmanlı mimarlığı tamamlamıştır.

Ayasofya mimarlık bakımından olduğu kadar, mozaikleriyle de önemlidir. Bunların arasında yapıyla yaşıt (6.yy) mozaikler, iç narteks ve yan galerilerin tavan yüzeylerindeki geometrik bezemelerle haç figürleridir. Aynı dönemin figürlü mozaikleri İkonoklazm döneminde (726-843) yok edilmiştir. Bu nedenle bugün Ayasofya’da görülen mozaiklerin hepsi 9. ve daha sonraki yüzyıllardan kalmadır. Yapının Türkler tarafından camiye çevrilmesinden sonra bu mozaiklere dokunulmamış, ancak I. Süleyman (Kanuni) zamanında üstleri badana (ya da sıva) ile örtülmüştür. Hatta bunların 18. yüzyıl başlarına değin kapatılmadığını ileri süren kaynaklar da vardır. Fossati’lerin onarımı sırasında ortaya çıkartılan mozaikler temizlenip onarıldıktan sonra alçı sıva ile örtülmüştür. 1931-38 arasında Amerikan Bizans Enstitüsü uzmanları bu sıvayı kaldırarak mozaikleri yeniden açığa çıkarmışlar, gerekli onarımlan yapmışlardır.

Ayasofya’nın figürlü mozaiklerinin en eski iki tanesi, apsis yarım kubbesinin içinde yer alan, kucağında çocuk İsa’yı tutan Meryem ve iç narteksten orta nefe açılan İmparator Kapısı’nın üzerinde bulunan, tahtta oturan İsa’nın önünde diz çökmüş İmparator VI. Leon’u gösterenlerdir (9. yy). Iç narteksin güney kapısı üzerindeki mozaik 10. yüzyıldan kalmadır. Ortada, kucağında çocuk İsa’yla Meryem, onun iki yanında iki büyük Bizans imparatoru, kenti kuran Constantinus ile Ayasofya’yı yaptıran İustinianos canlandırılmıştır. Güney galerinin ucundaki duvarda bulunan Konstantinos Monomakhos ve karısı Zoe’yi İsa’yla birlikte gösteren mozaik 11. yüzyılda, bunun hemen yanında II. İoannes Komnenos ve karısı Eirene’yi Meryem’le gösteren mozaik 12. yüzyılda yapılmıştır.
Ad:  ayasofya.JPG
Gösterim: 1843
Boyut:  72.1 KB
Ama Ayasofya’daki mozaiklerin en güzeli, gene aynı galerideki bir duvarda yer alan Deisis (Yakarış) sahnesidir. Bir yanında Meryem, öbür yanında Vaftizci Yahya’yla birlikte Isa’yı gösteren bu mozaiğin büyük bölümü tahrip olmuştur. Ama işçilikteki incelik, ayrıntılardaki özen ve yüzlerdeki yoğun ifade bu mozaik resmini, benzerlerinin en değerlilerinden biri yapmaya yetmektedir. Zaten bu nitelik üstünlüğü nedeniyle bu mozaiğin önceleri, Bizans sanatının 1261’den sonraki geç döneminden kaldığı sanılmış, 12. yüzyılda yapıldığı sonradan anlaşılmıştır.

kaynak: Ana Britannica
Son düzenleyen Safi; 21 Aralık 2016 20:15