Arama

Medya Etiği - Tek Mesaj #4

karayel - avatarı
karayel
Ziyaretçi
22 Ağustos 2008       Mesaj #4
karayel - avatarı
Ziyaretçi
MEDYANIN ETİK SORUNLARINA BÜTÜNSEL BAKIŞ



“Ahlaksız bir birey, ahlaklı bir gazeteci olabilir mi?” İnsan ilişkilerinde dürüst olmayan, başkalarına karşı kötü muamelede bulunan, “yanlış” davranışlar sergileyen birinin, acaba “iyi bir gazeteci” olduğu söylenebilir mi? Soru farklı bir boyutu ile ele alınırsa, acaba iyi bir toplum ile iyi bir gazete arasında nasıl bir ilişki kurulabilir? İyi gazete, iyi toplumda mı yayımlanır? İyi toplumda kötü gazete yayımlanırsa ne olur? Yoksa, toplum nasılsa gazetesi de gazetecisi de aynı mıdır? Birleşik kaplar ilkesinden burada da söz edilebilir mi?



Medyanın etik sorunlarına bütünsel bakış ya da bütünsel yaklaşım, toplumun birbirini etkileyen bileşik kaplar gibi düşünülmesini gerekli kılar. Hiçbir şey birbirinden bağımsız değildir ve her şey yaşam evreni içinde büyük bir bütünün küçük bir parçası olarak ve birbirini etkileyerek var olmaktadır. O halde medya etiği tartışmasını da çevresel bileşenlerden soyutlamak pek de doğru değildir. Bütünsel yaklaşım, medya ortamını ve bu ortamın tüm bileşenlerini de dikkate alarak yapılacak toptan bir çözümlemeyi gerekli kılmaktadır.

BÜTÜNSEL YAKLAŞIM NE DEMEK?

Literatürdeki tanımıyla “ahlak” insanların, bir toplum içinde uyumlu yaşamaları için kendilerine göre belirledikleri ilkelerin tümü; bir topluluğun nasıl davranacağını belirleyen davranış kuralları sistemidir. “Ahlak felsefesi” ise ahlaklı olmanın ne anlama geldiğini araştırır, temel değer ve ilkelerin ne olduğu üzerinde durarak insanlar için neyin “iyi” ve neyin “kötü” olduğunu tanımlamaya çalışarak, olan ve olması gerekeni belirler.

Ahlak felsefecileri arasında evrensel ahlak yasasının var olduğunu sürenler özel ya da nesnel özelliklerin belirleyiciliğinden söz eder. Evrensel ahlak yasasının olmadığını öne sürenler de genel bir biçimde, ahlaki davranışın sonucunda oluşan hazdan, elde edilen yarardan, bireysel istek ve çıkarlardan, devlet ve yasaların olmadığı durumlarda insanların daha mutlu olacakları inancından hareket eden düşüncelerle birbirinden ayrılırlar.

Bunlar dışında etik sorumluluğun merkezine bireyin, aklının ya da mutluluğunun koyulduğuna dikkati çekerek, azınlıkta kalanların hak ve özgürlüklerinin ihmal edildiğini savunanlar ve diğer bakış açılarını eleştirenler de vardır. Çünkü genel olarak medya etiğine yönelik tartışmalarda “daha çok medya mensupları ya da habercilerin sorumluluk ve rolleri” ele alınmakta, bu kişilerin uymaları gereken etik kodlar tanımlanmaktadır.

Medya ortamı ve bu ortamı etkileyen unsurlar çoğunlukla birkaç madde ile sınırlı kalmaktadır. Oysa bütünsel yaklaşım bireyin neyi neden yaptığı ya da yapmadığını anlayabilmek için medya ortamını oluşturan diğer düzeylerin ve bu düzeyleri etkileyen diğer unsurların da bir bütün olarak değerlendirilmesini öngörmektedir.

Benim önerdiğim medyanın etik sorunlarına bütünsel yaklaşım, hiçbir unsuru dışarıda bırakmayacak biçimde, öncelikle medyanın yaşam ortamının tanımlanmasını gerekli kılmaktadır. Ahmet Taner Kışlalı’nın da belirttiği gibi “yaşam ortamı, yaşamın gelişimine yön veren nedenleri içinde barındırır. Nasıl ki güneş, hava ve su bulunmayan yerde bitki olmazsa, belirli koşullar bütününden soyutlandığında da yaşam düşülemez.” O halde medya ortamı içindeki unsurlar üzerine de odaklanmak ve medya davranışını bu ortam içinde açıklamak anlamlı bir yaklaşım olacaktır.

HASTA NASIL İYİLEŞİR?

Başka bir açıdan bakıldığında medya etiğine yönelik literatürdeki genel yaklaşım, daha çok hastalıklı bir bedenin hastalıklı bir organını iyileştirme çabası olarak da tanımlanabilir. Oysa ki hastalıklı bir organının iyileştirilmesi çabası hastanın içinde bulunduğu ortam değişmedikçe anlamlı olmayacaktır.

Medya tartışmalarının üzerine odaklandığı hangi örnek olay ele alınırsa alınsın, medya ortamı tanımı ortaya konulmadan yapılacak değerlendirmeler çoğunlukla “bir bütünün parçalarını iyileştirmek” olarak yorumlanacaktır.

Medya içeriklerini etkileyen unsurlar bağlamında düşünüldüğünde “medya ortamı” tanımı içerisinde bireysel farklılıklar, çalışma düzeninden kaynaklanan unsurlar, kurumsal amaçlardan kaynaklanan unsurlar, kurum dışından gelen baskılar ve hepsinin üzerinde de ideolojik eğilimlerin etkilerinden söz edilebilir.

Muhabirinden yayın yönetmenine kadar tüm aşamada medya içeriğini doğrudan şekillendiren tüm çalışanların bireysel nitelikleri, medya kuruluşunun kurumsal amaçları, bu amaçlar doğrultusunda kurulmuş iş düzeni, ekonomik politik yaklaşımla bakıldığında medyanın gücü ve bu gücün ardındaki ekonomik çıkar ve mülkiyet yapısı, kurum dışından gelen etkiler bağlamında hükümetlerin, baskı gruplarının, haber kaynaklarının ya da reklam verenlerin baskıları ve daha ötede de ideolojinin doğrudan ya da dolaylı olarak etkisi bir şekilde medyanın davranışı ile ilişkilendirilebilir.

O halde eğer ortada yoğun bir medya etiği tartışması varsa, medya içeriklerinde ve gazetecilerin davranışlarında kimi sorunlardan yoğun bir biçimde söz ediliyorsa, bunların yalnızca “münferit olaylar” görülmeyip daha etraflıca sorgulanması daha anlamlı olacaktır.

SORUMSUZ MEDYA, SORUNSUZ TOPLUM MU?

Bir başka bakış açısına göre ise medya etiğine bütünsel yaklaşım “tavuk mu yumurtadan, yumurta mı tavuktan” sorusu ile ilişkilendirilebilir. Etik açıdan sorunlu bir medya, sorunsuz bir toplumda var olabilir mi ya da etik açıdan hiçbir sorunu bulunmayan bir medyanın var olduğu toplum, etik açıdan sorunlu olabilir mi?

Medyanın etik sorunları ile toplumun etik sorunları birbirinden ne kadar ayrı değerlendirilebilir? Medyanın sorunlu olduğu bir toplumda siyasetin, ekonominin, kişisel ilişkilerin ya da toplumun genelinin etik açıdan sorunsuzluğu düşünülebilir mi? Tek suçlu olarak medya gösterilebilir?

Toplumdaki ahlaksızlığın tek kaynağı da medya mıdır? Yoksa medya etik açıdan sorunsuz hale getirildiğinde bütün toplumun etik ölçütlerinin yükselebileceği savunulabilir mi? Görülen kötü gazetecilik örnekleri birer “münferit vaka” mıdır? Yoksa toplumsal bir takım hastalıkların “toplum aynasına” yansıyan yüzü müdür?

Daha da ötede ise belki de şu soru akla getirilmelidir: Acaba ahlaksız bir birey, ahlaklı gazetecilik yapabilir mi? Ahlaksız gazetecilik yapılıyorsa, bunun anlamı ne olabilir? İşte bütün bu sorular çerçevesinde yanıtların eksiksiz olarak bulunabileceği adresin bütünsel yaklaşımla bulunabileceğini düşünmekteyim.

Sonuç olarak şu soruyu da yanıtlamadan bu tartışmayı tamamlamayayım. Her şeye rağmen, medyadaki etik ölçütleri yükseltmek toplumun diğer kesimlerindeki etik ölçütleri yükseltmek için bir başlangıç ya da örnek olabilir mi? Kuşkusuz evet. Ancak bir rol modeli olarak “evet”. Kötünün yanına en iyi koymak adına “evet”.
Sepetteki çürük elmalardan birini ya da vücuttaki hastalıklı bölümlerden birini iyileştirmek ne kadar işe yararsa o kadar “evet”. Kalp hastasının tıkalı damarını açmak, onun yaşadığı ortamı, yaşam biçimini ve en başta da beslenme alışkanlıklarını değiştirmeden ne kadar işe yararsa, o kadar “evet” ve belki de medyanın gücü ne kadarına yetebiliyorsa, o kadar “evet”…

Doç. Dr. Erkan Yüksel