Arama

Beyoğlu - İstanbul - Tek Mesaj #1

asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
17 Eylül 2008       Mesaj #1
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
BEYOĞLU, bir zamanlar sinemaları, tiyatro­ları, çeşitli eğlence yerleri ve büyük, gösterişli mağazalarıyla yalnız İstanbul'un değil bütün Türkiye'nin en gözde eğlence ve alışveriş merkeziydi.

20. yüzyılın ilk yarısında en görkemli çağını yaşamış olan bu semt Bizanslılar döneminde her yanı ağaçlıklarla ve çayırlarla kaplı, yer yer bağların bulunduğu yemyeşil bir alandı. Bizanslılar buraya "karşı yakanın bağları" anlamına gelen "Peran Bağları" ya da Pera adını vermişlerdi. İstanbul'un fethinden sonra Galata surlarının dışında da yerleşim alanları kuruldu. Ama Beyoğlu'nun bu kırsal görünü­mü ve ıssızlığı 1700'lerin sonlarına kadar sürdü. II. Bayezid döneminde yapılan Asma-lımescit, birkaç cami ile Hıristiyanlar'ın otur­duğu Dörtyol, Tomtom, Polonya gibi semtle­rin bulunmasına karşılık Beyoğlu tenha bir yerdi.

beyolubd1

Galata'da art arda çıkan yangınlardan son­ra daha güvenceli olur düşüncesiyle Beyoğ-lu'na taşınan yabancı elçilik binaları yavaş yavaş bu ıssız görünümü bozmaya başladı. 1780'lerde ise Beyoğlu'nun sınırları Taksim'e kadar genişlemişti. Daha ileride Aya Dimitri tepelerinde ise Tatavla (bugünkü Kurtuluş) köyü yer alıyordu.

19. yüzyıla gelindiğinde Beyoğlu sınırları­nın genişlediği, Tophane ile Kasımpaşa ya­maçlarını evlerin kapladığı görülmektedir. 1873'te ise Galata ile Beyoğlu'nu birleştiren tünel yapılmıştır.

19. yüzyılın başlarında Bey oğlu caddeleri dar ve bakımsız, sokakları eğri büğrüydü. Elçilik binaları ile bazı yabancıla­rın evleri dışta tutulacak olursa, tüm evler ahşaptı. Müslüman ve Hıristiyan mahalleleri ise hâlâ birbirinden ayrıydı. Nüfusun çoğunlu­ğunu Rumlar oluşturuyordu.
Zamanla canlanıp hareketlenmeye başla­yan Beyoğlu'nda 1850'den sonra kahvehane­ler hızla çoğaldı. Bugünkülere hiç benzeme­yen bu kahvehanelerin içinde çok ünlü olanla­rı vardı. Gene bu yıllarda Naum adındaki Ha-lepli bir Hıristiyan'ın kurduğu tiyatro, oynadı­ğı Fransızca ve İtalyanca oyunlarla Beyoğlu yaşamına değişiklik getirdi, canlılık kattı. Bey­oğlu gün geçtikçe elçiliklerde yaşayanların, İstanbul'a gelen yabancıların ve İstanbul'da Müslüman olmayan halktan zengin kesimin kümelendiği bir yer haline geldi. Batıdakilere benzer eğlence yerleri açıldı. 19. yüzyılın son­larına doğru sayılan artan müzikli gazinoları ve kahveleriyle, tiyatrolarıyla, yabancı yayın satan gazeteci ve kitabevleriyle Beyoğlu artık İstanbul'un batıya açılan penceresi ve eğlence yeri olmuştu.

İstanbul'un surlar içinde kalan ve Eminönü yakası denen kesiminde yaşayan Müslüman halk ise Beyoğlu'na pek iyi gözle bakmazdı. O yıllarda Beyoğlu'na ancak Avrupalı olmaya özenen kimseler giderdi. Ayrıca, bu semti çoğunlukla gençler yeğler, tatil günlerinde özenle giyinip ana cadde (İstiklal Caddesi) boyunca bir aşağı bir yukarı gezinerek "piya­sa" yaparlardı. Gelenek ve göreneklerine bağlı olanların yadırgadığı bu gençler o döne­min birçok edebi yapıtına konu olmuştur. Ahmed Midhat Efendi'nin Felâtun Bey ile Rakım Efendi adlı romanında Felâtun Bey, Recaizade Mahmud Ekrem'in Araba Sevdası adlı romanında Bihruz Bey bu tür kimseleri canlandırırlar.

Beyoğlu ilki 1831, ikincisi 1870'te olmak üzere iki büyük yangın geçirdi. 1870'teki yan­gın büyük kayıplara yol açtı. Resmi rakamla­ra göre 3.000 kadar ev, dükkân, bina yandı. O zamana kadar dar bir cadde olan bugünkü İs­tiklal Caddesi, genişletilerek yeniden yapıldı ve "Cadde-i Kebir" (Büyük Cadde) adını aldı.

19. yüzyılın sonları ve 20. yüzyılın başlarına Cadde-i Kebir bir Avrupa kenti caddesini andırıyordu. Tünel'den çıkıp Taksim'e doğru yürüyen bir kimse, yolda fotoğraf stüdyolarına, batı tarzı pastanelere, kitabevlerine, kadın berberlerine, her çeşit malın satıldığı ve "bonmarşe" denen büyük mağazalara, bira¬hanelere ve eğlence yerlerine rastlardı. Siyasal ve kültürel ilişkiler daha çok Fransa ve Almanya ile kurulduğu, özellikle de Fransız dili ve kültürü o dönemlerde geçerli olduğu için iş ve eğlence yerlerine Fransızca ve Almanca adlar konmuştu. Bu caddede yolcu taşıyan atlı tramvaylar ise 1913'te yerlerini elektrikle işleyen tramvaylara bıraktı.

Beyoğlu yalnızca Cadde-i Kebir demek değildi; Şişhane ile Galatasaray'ı birleştiren ve bu caddeye paralel olarak uzanan Meşruti­yet Caddesi de giderek önem kazandı. Union Française, Pera Palas ve Bristol Oteli gibi yapılar tarihsel kimlikleri ve değişik mimari-leriyle bu semtte yer alırlar. Tepebaşı Bah­çesi diye ün salan eğlence yeri de özel­likle yaz aylarında sazlı eğlentileri ve "muzi-ka"ları ile ilgiyi çeker ve birçok yazara konu olurdu.
Beyoğlu'nu Beyoğlu yapan biraz da sine­malar olmuştur. Türkiye'de halka açık ilk sinema gösterisi 1897'de Galatasaray'daki Sponeck Birahanesi'nde yapılmıştır. Bu gös­teriyi gerçekleştiren Sigmund Weinberg 1908'de Tepebaşı'nda Türkiye'nin ilk yerleşik sineması olan Pathe'yi açmış ve giderek Bey­oğlu'nu sinemalar kaplamaya başlamıştır. Da­ha sonraları Beyoğlu'ndaki Yeşilçam Sokağı Türkiye'de filmciliğin merkezi olmuştur.

İstanbul yabancı güçlerin işgalinden kurtul­duktan sonra Cadde-i Kebir'e İstiklal Caddesi adı verildi. Günümüzde de cadde bu adla anılır. Beyoğlu, Cumhuriyet döneminde de uzun süre özelliklerini korumuştur. Daha sonra 1970'lerde yitirdiği, ülkenin kültürel yönden de seçkin bir semti olma özelliğini yeni­den kazanmaya başlamıştır.

Sayıları gittikçe artan resmi ve özel tiyatrolar ile kitabevleri, resim galerileri ve yabancı ülkelerin kültür kuruluşları buna katkıda bulunmaktadırlar. Günümüzde Beyoğlu aynı zamanda önemli bir ticaret ve alışveriş merkezidir.

İstanbul'un Fatih ve Eminönü ile beraber tarihsel çekirdeğini oluşturan üç ilçesinden biri olan Beyoğlu'nda 1983'ten bu yana ilçe belediyesi halka hizmet götürmektedir. Nüfu­su 245.999'dur (1985).

Kaynak: MsXLabs.org & Temel Britannica
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 3 üye beğendi.
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....