Fosil
Fosiller çok eskiçağlarda yaşayıp yeryüzünden silinmiş bitki ve hayvanların sertleşmiş kalıntıları ya da izleridir. Bu kalıntılar kayaçların arasına gömülmüş halde bulunur. Çünkü ölen bitki ve hayvanların üstünü kaplayan çamur ya da kum katmanları zamanla, bazen milyonlarca yıl sonra kayaçlara dönüşür.
İçinde en çok fosil barındıran kayaçlar kireçtaşı, kumtaşı, kiltaşı (şeyi) ya da kil ve tebeşir gibi tortul kayaçlardır. Çamur ve kumların üst üste yığılması, bazen aralarına deniz dibine çökelmiş küçük kavkıların (kireçli kabukların) karışmasıyla oluşan katmanlar zamanla katılaşarak kayaçlaşır. Bu kayaçlarda fosillerin bulunduğu yerler, bir katmanı öbüründen ayıran katmanlaşma yüzeyleri ile kayaç yarıklarıdır.
Çok ender olmakla birlikte, bütün gövdesi, uzantıları, hatta derisi ve tüyleriyle birlikte olduğu gibi korunmuş hayvan fosillerine bile rastlanır. Bu durumda, soyu tükenmiş olan hayvanın canlıyken neye benzediğini tam olarak öğrenme şansımız vardır. Örneğin fillerin ilk atalarından olan dev yapılı, uzun tüylü mamutların, donmuş çamurların arasında hiç bozulmadan kalmış fosilleri bulunmuştur. Eskiden insanlar, sanki soğuk hava deposuna konmuş gibi binlerce yıldır kokuşmadan saklanan bu hayvanların etini yemeyi bile denemişler, ama tadı çok kötü olduğu için vazgeçmişlerdi.
Dev mamutların yanı sıra karınca ve hamamböceği gibi küçük hayvanların da hiç bozulmadan bütün olarak kalmış fosilleri vardır. Özellikle Baltık Denizi'nin güney kıyıları boyunca uzanan sarı kehribar yatakları içine gömülmüş çok sayıda böcek fosili bulunmuştur. Yarı saydam, taşa benzer bir madde olan kehribar, reçinelerin zamanla sertleşme-siyle oluşur. Demek ki, milyonlarca yıl önce yaşamış olan bu küçük böcekler sıvı haldeki reçineye yapışıp kalmış ve zamanla sertleşen kehribarın içinde fosilleşmiştir.
Bu kadar iyi korunmuş fosillere çok sık rastlanmaz. Genellikle ölen hayvanların üstü çamur ve kumla örtülmeden önce vücutlarının yumuşak bölümleri çürüyüp yok olur ve fosil olarak geride yalnızca kemikleri ile kabukları kalır. Bitkilerin kuruyup dökülen parçaları da düştükleri yerde zamanla dağılır ve kayaç katmanlarının arasında yalnızca bir yaprağının ya da dalının zar gibi incecik kalıntısı bulunur. Karbonifer Dönem'den kalma şeyi katmanlarının arasında kömürleşmiş eğreltiotu fosilleri çok yaygındır. Nitekim kömür de böyle bir fosilleşmenin ürünüdür.
Fosiller çoğu zaman kaya gibi sertleşerek taşlaşmış halde bulunur. Bu yüzden fosillere taşıl da denir. Taşlaşmanın nedeni, kayaçların arasından sızan suların taşıdığı minerallerdir. Bazen kayacın içindeki hayvan ya da bitki kalıntısının her molekülünün yerini bir mineral molekülü alır. Eğer bu süreç çok yavaş gerçekleşirse, canlının kendi dokuları yok olup gitse bile yerinde mineralleşmiş izi kalır. Killi kayaçların arasında fosilleşmiş çok sayıda hayvan kabuğu vardır. Ama bu kabukların bazen kâğıt kadar ince olan kireçli dokusu yok olup gitmiş, yerini piritlere bırakmıştır. Demir ve kükürt içeren bu bileşikler parıltılı olduğu için, bu tip kabuk fosillerinin görünümü çok güzeldir. ABD'nin Arizona eyaletinde de bütünüyle taşlaşmış ormanlar bulunur. Bir zamanlar o yörede gür ormanlar oluşturan 200 milyon yıllık Şili arokaryaları (maymun-ağaçları) tortulların arasına gömülüp kalmış ve odunsu maddenin yerini tümüyle silis almıştır. Bu süreç öylesine kusursuz işlemiştir ki, taşlaşmış ağaçlar mikroskopla incelendiğinde canlı ağaçların dokusundaki en ince ayrıntılar bile görülebilir.
Sular kayaçların arasından sızarken bazen katmanlara gömülmüş olan hayvan kabuklarını eriterek birlikte taşır. Eğer kayaç yeterince sertleşmişse bu kabukların yerleri boş kalır. Böylece, döküm kalıbından hiç farkı olmayan bu boşluklara suların taşıdığı mineraller dolar ve eriyen kabuğun mineralden bir döküm örneği oluşur. Mineralli sular kabuğu eritmeden içine dolmuşsa bu kez döküm parçası iç yüzeyinin biçimini yansıtır.
Deniz kıyısındaki ıslak kumlarda ve yumuşak çamurlarda yürüyen ya da sürünen hayvanların da izleri kalır. Bu çamur ya da kumlar sonradan kayaca dönüştüğünde bazen hiç bozulmamış "iz fosilleri"ni taşır.
Fosiller tek tek değil, genellikle bir araya kümelenmiş topluluklar halinde bulunur. Bazen bu topluluklar, bir kum ya da çamur yığını üstlerine doğru yıkılırken canlılar ne durumdaysa aynı konumda fosilleşmiştir. Bunlara "yaşam toplulukları" denir. Örneğin yeraltındaki yuvalarında topluca fosilleşmiş kazıcı hayvanların ya da çenetleri hâlâ birbirine kenetlenmiş durumda olan istiridyelerin bu tip fosilleri bulunmuştur. "Ölüm toplulukları" denen fosil gruplarında ise canlıların kalıntıları parçalanıp çevreye dağılmış haldedir. Bu durumda, canlıların fosilleşmeden bir süre önce ölmüş oldukları anlaşılır.
Çok yaşlı kayaçların içinde fosillere rastlanması neredeyse bir mucizedir. Gerçekten de. 100 milyon yıl ya da çok daha önce yaşamış bir hayvan ya da bitkinin fosilinin, bunca zaman bütün dış etkenlere direnerek günümüze ulaşma olasılığı son derece azdır. Buna karşılık bitkilerin çiçektozları hiç umulmayacak kadar dayanıklıdır. Üçüncü Dönem'den (günümüzden yaklaşık 65 milyon yıl önce) kalma göl çökellerinde bulunmuş olan fosil çiçektozları, o dönemin iklimi ve bitki örtüsü konusunda bilgi verir.
Bir fosilin günümüze ulaşması için, her şeyden önce, canlının ölür ölmez hemen kuma ya da çamura gömülmüş olması gerekir. Yoksa ya çürüyüp gider ya da leşini başka hayvanlar yer. Bulunan fosillerin pek çoğu deniz hayvanlarının kalıntılarıdır. Çünkü bu hayvanların ölüsünün deniz dibine çökerek kumlara gömülmesi karadakinden çok daha kolaydır.
Ölen hayvanın ya da bitkinin çürüyüp ayrışmadan hemen gömüldüğünü varsaysak bile, bu kez de kayaçlardan sızan sular kalıntıları eritip sürükler. Ayrıca yerkabuğunun büyük çaplı kıvrımlanma hareketi, fosilleri barındıran kayaçları da etkiler. Bu kayaçlar kıvrılıp biçim değiştirirken içlerindeki fosiller de yok olur. Bu arada, daha alttaki erimiş kayaçlar basıncın etkisiyle yüzeydeki kayaçların arasına sızarak fosilleri eritebilir.
Bütün bu olasılıklar göz önünde bulundurularak, bugüne kadar yeryüzünde yaşamış bütün canlıların en az yüzde 99'unun hiçbir iz bırakmadan yok olup gittiği sanılıyor. Özellikle kabuk, kemik gibi sert bölümleri olmayan yumuşak gövdeli canlılardan geriye pek az fosil kalmıştır. Solucan, denizanası gibi yumuşak gövdeli canlıların izleri ancak hiç kıvrımlanmamış ve ısıyla karşılaşmamış çok ince taneli çamurlarda bulunur. Nitekim sert kabuğu olmayan birçok böcek türünden günümüze ancak birer fosil kalmıştır.
Gene de, fosil hayvanları inceleyen paleo-zooloji ile fosil bitkileri inceleyen paleobota-nik bilginlerinin elinde yeterince fosil vardır. Bilim adamları bu fosiller sayesinde, çok eskiden yaşamış canlıların yapılarını inceler ve evrim süreçlerinin nasıl işlediğini saptamaya çalışırlar. İlk insanlann fosilleri ve kullandıkları eşyaların kalıntıları incelenerek, insan soyunun geçmişine ışık tutan pek çok bilgi derlenmiştir.
Fosiller jeologların da en büyük yardımcısıdır Özellikle çok kısa bir zaman aralığında yaşamış canlıların fosilleri ya da yalnızca belli kayaçlarda bulunan fosiller büyük önem taşır. Örneğin, yeryüzündeki varlığı yalnızca birkaç milyon yıl sürmüş bir canlının fosilleri hem Alpler'deki kireçtaşlarında, hem de Kayalık Dağlar'daki kumtaşlarında bulunmuşsa, bu kayaçların aynı dönemde oluştukları kesin olarak söylenebilir. Bu tür bilgileri veren fosillere kuşak fosilleri denir. Soyu tükenmiş ammonitlerin birçok türü bu açıdan çok yararlı olmuştur .
Varlığı yalnızca belirli koşullara bağlı olan canlıların fosilleri de jeologların gözünde çok değerlidir. Örneğin bazı trilobit türleri yalnızca tortulların arasında, pek çok bitki ve hayvan artığının bulunduğu çamurlu deniz diplerinde yaşamıştır. Bu yüzden jeologlar bir kayaçta trilobit fosili buldukları zaman, o kayacın hangi koşullar altında oluştuğunu da kesin olarak söyleyebilirler. Fosiller petrol araştırmalarında da çok yardımcı olur. Çünkü jeologlar petrol oluşumu için en uygun koşullan ve o koşullarda hangi canlı türlerinin yaşadığını bilirler. Bir kayaçta o canlıların fosilleri varsa petrol de var demektir. Bu tip fosillere de fasiyes fosilleri denir.
Genel olarak, bir kayaç ne kadar yaşlıysa içinde fosil bulunma olasılığı da o kadar azdır. Üstelik, bulunan fosilleri yaşlı kayaçların içinden çıkarmak son derece güçtür. Bazen fosili çevreleyen kireçtaşı sert bir fırçayla, bir bıçakla ya da iğneyle kazılarak fosil bozulmadan çıkarılabilir. Ama kayaç çok sertse özel küçük matkaplar, çekiçler ya da kayacı eritebilecek kimyasal maddeler kullanmak gerekir.
Bazen fosili barındıran kayaç aşınıp yok olur ve içindeki canlıların, örneğin 100 milyon yıldan çok daha önce yaşamış olan dev dinozorların iskelet fosilleri toprağın üstünde kemik yığınları halinde kalır . Bu durumda, hâlâ toprağa gömülü olan kemikler varsa üstleri açılır ve kırılıp dağılmamaları için bütün kemikler tek tek verniklenir. Daha sonra üstleri koruyucu bir alçı katmanıyla kaplanır. Bu kemikler ve içinde fosil bulunan bütün kayaçlar sandıklara yerleştirilerek müzeye gönderilir. Orada kayaçlar yontularak kemikler büyük bir özenle ayrılır. Bütün kemikleri yerine yerleştirerek eksiksiz bir iskelet oluşturmak için, daha önceki fosil örnekler ve o türün bugün de yaşayan en yakın akrabaları incelenir. Böylece eldeki bütün parçalar birbirine eklenir; eksik parçalar da modelleri yapılarak tamamlanır. Dünyanın birçok yerindeki doğa tarihi müzelerinin fosil galerilerinde, bu uzun çalışmaların ürünü olan dev hayvan iskeletleri vardır.
MsxLabs & TemelBritannica