Arama

Fosil Nedir?

Güncelleme: 14 Ağustos 2016 Gösterim: 49.220 Cevap: 5
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
16 Aralık 2007       Mesaj #1
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın

Fosil


havayla teması aniden kesildiği için korunabilmiş canlı kalıntılarına verilen genel addır: kabuk, kemik, diş, tohum, yaprak ya da bir hayvan veya bitki fosili milyonlarca yıl öncesindeki canlı yaşam hakkında bilgi verir. Fosilleri ve fosilleşmeyi araştıran bilim dalına paleontoloji adı verilir. Latince fodare, kazmak sözcüğünden türemiştir; kelime anlamı "kazı sonucu topraktan çıkarılmış cisim" iken, bilimsel anlamı "canlıların taşlaşmış kalıntıları" olmaktadır. Çökelti içindeki kalıntılardır; magmatik yapılarda bulunmazlar.
Ad:  fosil.jpg
Gösterim: 3896
Boyut:  14.0 KB

Sponsorlu Bağlantılar

Fosilleşme şekilleri


  • Canlı organizmanın kömürleşmesi
  • Canlı organizmaların sadece kemiklerinin kalması ya da izlerinin kayaçlar arasında oluşması
  • Buz kütleleri içinde canlının hiç bozulmadan kalması
  • Amber, reçine, doğal asfalt veya çürümüş organik madde içinde organizmanın bozulmadan kalması

En son günışığına çıkarılan fosiller


Araştırmacılar, 2006 yılında Antarktika'nın bir adasında 70 milyon yıl önce yaşamış bir bebek plesiyozorun kemiklerini gün ışığına çıkarmışlardır.

ABD'li paleoantropolog Tim White'ın bulduğu Ardipithecus ramidus, 4,4 milyon yıl önceye tarihlendirilmiştir. Aynı grubun bir alttürü sayılan ve yine Tim White'ın bulduğu Ardipithecus kadabba'nın yaşı ise 5,7 milyon yıl olarak saptanmıştır. Daha bulunan iki fosilden ilki 6 milyon yaşındaki Orrorin tugenensis, Kenya'da Tugen tepesinde; diğeri ise, yaklaşık 5-7 milyon yıl ile Fransız paleoantropolog Michel Brunet tarafından Çad'da bulunan Sahelanthropus tchadensis'te keşfedilmiştir. Bunlar, gösterdikleri genel özellikler açısından da "hominid" (çağdaş insan, fosil insan ve onların doğrudan ataları) sayılmaktadır.

Türkiye'de bulunan fosiller


Türkiye'nin fosil stoğu açısından zengin olduğu tahmin edilmektedir. 2006 yılının Temmuz ayında Kırıkkale'de jeolojik kazı yapan Türk bilim insanları, tarihin en büyük memeli hayvanlarından olan gergedana ait 25 milyon yıllık fosiller bulmuşlardır. Kırıkkale'nin Delice ilçesi yakınında çalışan Maden Tetkik Arama (MTA), Paris Ulusal Doğa Tarihi Müzesi ve Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi Jeoloji Bölümü uzmanlarından oluşan bir ekip, anne, baba ve altı aylık bir yavruya ait gergedan fosillerine ulaşmıştır.

Anadolu'da bulunmuş en eski fosiller Orta Miyosen'e, yani 14 milyon yıl öncesine tarihlenmektedir. Hominoid, ilk olarak Batı Anadolu'da Paşalar kazısında ortaya çıkıyor. Orta Anadolu'da da Çandır'da tür olarak Grifopithecus alpani tanımlanıyor

Ankara Kızılcahamam yakınlarındaki Sinaptepe'de Prof. Dr. Fikret Ozansoy, hominoid evrimine ilişkin ilk fosilleri bulmuştur. Adını 1957 yılında, Ankarapithecus meteai koyduğu bu fosil, daha sonra 'Ankara maymunu' şeklinde de tanınmıştır. ben aptal kerem kaplan blgli kerem kaplan ecem kaplan vavavava.

BAKINIZ Fosil yakıtlar
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 14 Ağustos 2016 22:30
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
sedat sencan - avatarı
sedat sencan
VIP VIP Üye
31 Ocak 2008       Mesaj #2
sedat sencan - avatarı
VIP VIP Üye
  • 1707-1788 yılları arasında yaşamış olan Fransız doğabilimci Buffon (Kontu) Georges-Louis Leclerc garip bir iddiada bulunmuştu:Yenidünya’daki canlı varlıklar,Eskidünya’dakilere oranla hemen her açıdan aşağı düzeydedir.Amerika’da sular durgundur,toprak verimsizdir,hayvanlar küçük ve kuvvetsizdir .Buffon iddialarına kanıt olarak Amerika’nın kokuşmuş bataklıklarından ve güneşsiz ormanlarından yükselen sağlığa zararlı buharlar olduğunu söylüyordu. Ona göre çevre koşulları o kadar uygunsuzdu ki,kızılderililer erkeklik kuvvetinden yoksundu,sakalları yoktu ve vücutları tüysüzdü.Buffon’un bu görüşleri Amerika’yı tanımayan bazı kişiler tarafından destekleniyordu.Bunlardan bir tanesi yerli erkeklerin üreme yönünden güçsüzlüklerine ilave olarak göğüslerinin süt ürettiklerini bile söylemişti.Buna benzer görüşler 19.yüzyılın sonuna kadar Avrupa’da sürekli olarak yazıldı ve söylendi.
  • Elbette gerçek olmayan ve bir hayli abartılı olan bu tip iddialar Amerika’da öfkeyle karşılanıyordu.Thomas Jefferson,General John Sullivan ve 20 askerini kuzey ormanlarına gönderdi.General ve askerlerin görevi,iri bir geyik türü olan sığın yakalamaktı.Bu hayvan,söylediklerini yalanlamak için Buffon’a gönderilecekti.Askerler iki hafta içinde bir sığın vurdular.Ancak bu hayvanın bekledikleri gibi iri boynuzları yoktu.
  • 1787 yılında New Jersey’de yaşayan sade bir kişi akarsu kıyısında iri bir uyluk kemiği bulmuştu.Bu kemiğin dünya üzerinde yaşayan hiçbir yaratığa ait olmadığını tahmin etti.Kemik,o günlerin ünlü anatomi bilgini olan Caspar Wistar’a gönderildi. Wistar,bilimsel bir toplantıda bu kemiği tanımladı.Ancak önemini pek kavrayamamıştı.Sonuçta bir depoya kaldırıldı,sonra da kayıplara karıştı.
  • Bugün,Caspar Wistar’ın tanımlarından ve elde edilen notlardan anlaşıldığı kadarıyla o kemiğin büyük cüsseli ve ördek gagalı bir dinozor olan Hadrosaur olduğu tahmin ediliyor.Böylece yeryüzünde bulunan ilk dinozor kemiği kaybedilmişti.Diğer taraftan o günlerde hiçkimse dinozorun ne olduğunu bilmiyordu.
  • Aynı tarihlerde Philadelphia’daki doğabilimciler fil benzeri çok iri bir yaratığın kemiklerini bir araya getiriyorlardı.İlk önce ona ‘Büyük Meçhul Amerikalı’ adını taktılar.Sonra onun mamut olduğuna karar verdiler.Bu öngörüleri yanlıştı.Ama ülkenin pekçok yerinde iri iri kemikler bulunmaya başlamıştı.Öyle görünüyordu ki Amerika bir zamanlar olağandan büyük hayvanların yaşadığı yerdi.Buffon’un iddiaları doğru değildi.Doğabilimciler Meçhul Amerikalı’nın hem cüssesini hem de vahşiliğini gözler önüne sermek için kararlıydılar.Ama bu amaçlarını oldukça abarttılar.Yaratığa olduğundan altı misli büyük bir cüsse ve korkunç pençeler yakıştırdılar.Hayvanın kaplan gibi çevik ve o derecede vahşi olduğu görünümünü vermek için çalışıyorlardı.Çalışmalarında kullandıkları model resimlerinde onu kayaların üstünden avının üzerine atlarken görüntülediler.Artık birtakım dişleri gerçeğe hiç uygun olmayan şekilde hayvanın kafasına monte ediyorlardı.Bütün bu abartılı çalışmaların elbette bilimsel bir yönü yoktu.Ama bir gerçek tarafı vardı.O kemikler hangi hayvana aitse,nesli tükenmişti.
  • Amerika’da bulunan kemiklerden seçilenlerden bazısı 1795 yılında Georges Cuvier tarafından incelenmek üzere Paris’e gönderildi.Cuvier o tarihlerde paleontolojinin önde gelen isimlerinden biriydi ve eklemlerinden ayrılmış kemik yığınlarını biçimli formlara sokma konusunda bir hayli tecrübe kazanmıştı.Bir hayvanın görünümünü ve doğasını tek bir diş veya çene kemiği parçasından anlayıp tanımlayabiliyordu.Kendisine gönderilen kemikleri inceledi ve ona meme-dişli anlamına gelen mastodon adını verdi.
  • Georges Cuvier,Yerküre’de zaman zaman küresel afetler yaşandığına ve bu afetler nedeniyle yaratıkların topluca yok olduğuna inanıyordu.Ancak bu fikirlerden dindar çevreler oldukça rahatsızdı.Çünkü Tanrı’yı umursamazlıkla itham ediyorlardı.Madem ki sonradan köklerini kurutacaktı,neden yaratmıştı?
  • Thomas Jefferson,Tanrı’nın herhangi bir türün toptan yok olmasına seyirci kalmayacağını düşünüyordu.Hatta onların evrimleşmesini bile düşünemiyordu. Georges Cuvier tarafından tanımlanan mastodon sürülerinin hala yaşamakta olduğunu varsayıyordu.Bu nedenle Caspar Wistar’ın da bulunduğu bir doğabilimci grubunu Mississippi’nin ötesindeki topraklara gönderdi.Tabii ki hiçbir sonuç alınamadı.
  • Caspar Wistar’ın eline geçen dinozor kemiğinin önemini anlayamaması ile başlayan fosil araştırma başarısızlıkları Amerika’da 19.yüzyılın ilk yıllarında devam ediyordu.1806 yılında bir keşif heyeti Montana’daki Hell Creek bölgesinde bir kayaya gömülü ve dinozor kemiği olduğu kesin belli bir fosili incelemelerine rağmen gerçeği anlayamadı.Oysa bu bölge ileriki tarihlerde dinozor kemiğinin bol olarak bulunacağı bir yerdi.
  • 1818 yılında bir çiftçi çocuğu Massachusetts’in South Hadley bölgesindeki kayaç katmanlarında çok eski izler görmüştü.Daha sonra New England’daki Connecticut Irmağı vadisinde başka kemikler ve fosilleşmiş ayak izleri bulundu.Bu kemikler incelenmiş olan ilk dinozor kemikleriydi,ama ne oldukları ancak 1855 yılında anlaşıldı.
  • William Smith,1769 yılında doğdu.İlk öğrenimini köy okulunda gördü.Kendi edindiği kitaplardan arazi ölçüm yöntemlerini öğrenmişti.Bu arada köyünün yakınlarındaki Costwold Tepelerinde bol olan fosil örnekleri topluyordu.1787 yılında arazi ölçümcüsü olarak göreve başladı.1793 yılında Somersetshire’da arazi çalışmaları yaparken,bölgenin kuzey kesiminde yüzeye vuran katmanın doğuya doğru düzenli bir eğimle battığını keşfetti.Somerset’teki katmanın İngiltere boyunca kuzeye doğru uzandığından şüphe ediyordu.Nitekim yaptığı yolculuklarda sık sık benzer yataklara rastladı.1795 yılında başlatılan yeni kanal kazıları sırasında taze örnekleri inceledi ve her katmanın kendine özgü fosiller içerdiğini buldu.1796 yılında,yıllar sonra kendisini meşhur edecek olan fikrini bir kenara not etti.Kayaçların yorumlanabilmesi için,standart bir ölçüte,bir temele ihtiyaç vardı.Örneğin Devon’da bulunan ve Karbonifer döneme ait olan kayaçların Galler’de bulunan ve Kambriyen döneme ait olan kayaçlardan daha genç olduğu,böyle bir temele dayanılarak söylenebilirdi.Cevabın fosillerde olduğunu anlamıştı.Kayaç katmanlarındaki her değişimle birlikte,belli bazı fosil türleri yok oluyor,bazıları da sıradaki katmana taşınıyordu.Hangi fosil türünün hangi katmanda ortaya çıktığına dikkat edilirse,fosil barındıran tüm kayaçların göreceli yaşları hesaplanabilirdi.1799 yılında bir yere bağımlı olarak çalışmaktan vazgeçip kendi bürosunu kurdu.Bath çevresinin jeoloji haritalarını tamamladı.Bu haritalarını ve jeoloji maketlerini çeşitli fuarlarda sergiledi.1804 yılında bürosunu Londra’ya taşıdı.Araştırmacılığı sayesinde edindiği bilgilerden faydalanarak Britanya’nın kayaç katmanlarının haritasını 1815 yılında tamamladı.
  • 1812 yılında,Dorset kıyısındaki Lyme Regis’te,Mary Anning adında bir genç kız,Manş Deniz’i boyunca uzanan dik uçurumlara gömülü olan yaklaşık 5 metre boyunda fosilleşmiş bir deniz yaratığı buldu.Bu yaratık günümüzde ‘ıchthyosaurus’ olarak adlandırılmaktadır. Mary Anning 35 sene boyunca fosil toplamaya devam etti.Hem mesleğini yapıyor,hem de topladığı örnekleri satıp para kazanıyordu.İlk kanatlı kertenkele olan ‘plesiosaurus’u da o bulmuştu.
Fosillerin yerini saptamada büyük bir ustalık kazanmıştı.Ama ondan daha önemli olan özelliği,fosilleri bulunduğu yerden hiç zarar vermeden çıkarmasıydı. Aslında eğitimsiz bir kişiydi.Ama çizim ve tanımları kusursuzdu.Çok basit aletlerle ve zor koşullar altında çalışmasına rağmen işini sabır ve özenle yürütüyordu.Sadece‘plesiosaurus’u kazıp çıkarmak için 10 yıl çalıştı.
  • Gideon Algernon Mantell,1790 yılında doğmuştu.1852 yılında ölümüne kadar hekimlik,jeoloji ve paleontoloji alanında çalıştı.Yaşadığı dönemde bilinen 5 dinozor cinsinden 4 tanesini o buldu.Özellikle Sussex’in Mezozoik (ikinci) Zamanı üzerine paleontoloji çalışmaları yaptı.Bu bölgenin jeolojik keşifler tarihinde önemli bir yer edinmesini sağladı.Triyas Döneminde yaşamış bir sürüngeni de ilk kez tanımlayan kişi oldu.
Ancak özel yaşamında kibirli ve bencil bir kişiydi,ayrıca ailesini ihmal ediyordu.1822 yılında Sussex dışında yaşayan bir hastasını ziyaret ederken karısı, yakında bulunan bir patikada geziniyordu.Çukur doldurmak için yola dökülmüş moloz yığını içinde garip bir nesne buldu.Bir ceviz büyüklüğünde,kavisli ve kahverenkli olan bu taşı kocasına götürdü. Mantell,bunun fosilleşmiş bir diş olduğunu hemen anladı.Biraz inceledikten sonra onun otobur,sürüngen ve metrelerce uzunlukta Kretase döneminden kalma bir hayvan olduğuna karar verdi.Arkadaşı olan Papaz William Buckland,bu dişin geçmişe yönelik tüm anlayışları temelinden değiştiren buluş olduğunu söyleyince 3 yıl boyunca kanıt aradı.Bu diş fosilini Paris’te bulunan Cuvier’e yolladı.Ama Fransız doğabilimci bu dişin bir hipopotama ait olduğunu sanarak yanılgıya düştü.Bunun üzerine Mantell,başka bir araştırmacı arkadaşına danıştı.İki arkadaş yaptıkları araştırma sonucunda,söz konusu dişin Güney Amerika iguanalarının dişlerine benzediği sonucuna ulaştılar.Böylece Mantell,elinde bulunan dişin tropik iklimlerde yaşamış bir kertenkele cinsi ‘Iguanodon’ olduğunu açıkladı.
Sponsorlu Bağlantılar
  • Mantell, Royal Society’e bir bildiri göndermeye hazırlanırken,Oxfordshire’daki taşocaklarında bir başka dinozorun bulunup resmen tanımlandığını öğrendi. Bulduğu fosil üzerinde çalışıp rapor hazırlayan,Dr.James Parkinson’un önerisi ile ona ‘Megalosaurus’ adını veren Papaz William Buckland idi.Raporunda yaratığın dişlerinin kertenkelelerde olduğu gibi doğrudan çene kemiğine ilişmediğini,timsahlarda olduğu gibi yuvalara yerleştiğini belirtiyordu.Ancak ne anlama geldiğini kavrayamadı. Aslında Megalosaurus, yepyeni bir yaratık çeşidiydi. Papaz William Buckland’ın bu raporu gene de bir dinozorun yayınlanan ilk tanımı kabul edildi.
Mantell,dinozor tanımını gerçekleştiren ilk kişi olmasını resmi kayıtlara geçiremediğinden dolayı yılgınlığa kapılmadı.Çalışmalarına devam etti.1833 yılında amacına ulaştı ve dev boyutlu ‘Hylaeosaurus’u buldu.Bundan böyle taşocağında çalışan işçilerden ve bölgede bulunan çiftçilerden fosil satın almaya hız verdi.Böylece ülkesinin en büyük fosil koleksiyonuna sahip oldu.Üç dinozor tanımı daha yaptı.Bu arada hekimlik görevini bırakmıştı.Evini hemen hemen tümüyle dolduran fosillerin bakımına harcadığı para gelirinin üzerinde idi.Elinde kalmış olan az miktardaki parasını çok az kişinin okuyacağı kitap basımına ayırdığı için ekonomik anlamda sıfıra indi.Bu nedenle koleksiyonunun büyük kısmını satmak zorunda kaldı.Bu arada karısı 4 çocuğunu alarak kendisini terk etmişti.Londra’ya taşındı.1841 yılında bir at arabasının altında kalıp sakatlandı.1852 yılında intihar etti.

Othniel Charles Marsh,1831 yılında doğdu.1866-1899 yılları arasında Yale Üniversitesi’nde ilk omurgalılar paleontolojisi profesörü olarak görev yaptı.
1870 yılında yaptığı bilimsel incelemelerde Nebraska’nın Pliyosen Bölüm’e,Colorado’nun Miyosen Bölüm’e ait çökelleri inceledi.1871 yılındaki gezisinde Amerika’da ilk ‘Pterodactylus’ cinsi uçan sürüngen fosilleri bulundu.1882 yılında ABD Jeolojil Araştırma Kurumu’nda omurgalılar paleontolojisi çalışmalarının başına getirildi.1000’den fazla omurgalı fosili keşfetmiş ve bunların en az yarısını tanımlamıştır.Dişli kuşlar,boynuzlu dev memeliler ve Kuzey Amerika dinozorları konusunda önemli çalışmalar yayımladı.Utangaç bir kişi olup fazla sayıda kitap okuyan birisiydi.Şık giyinirdi ve davranışları oldukça zarifti.Aslında saha araştırmalarını pek sevmediği söylenmiştir.Bir tarihçinin yazdığına göre,Wyoming’in Como Bluff bölgesinde bulunan dinozor yataklarını ziyaret ettiğinde ortada bulunan pek çok kemiği fark edememişti.Ancak parası ile her istediğini satın alacak güçteydi.Doğa tarihi ile ilgilenmeye başlayınca,amcası onun için Yale’de bir müze yaptırmıştı.1899 yılında öldü.
  • Edward Drinker Cope,1840 yılında doğdu.1864-1867 yılları arasında karşılaştırmalı zooloji ve botanik profesörü olarak görev yaptıktan sonra meslek yaşamının 22 yılını keşif ve araştırmaya ayırdı.Özellikle soyu tükenmiş balık,sürüngen ve memelileri saptayıp tanımlamak amacı ile ABD’nin batı bölgelerini dolaştı.Atın ve diğer memelilerin dişlerindeki evrim süreçlerini inceledi.Zengin bir işadamının oğlu olduğu için oldukça rahat bir yaşam sürüyordu.Macerayı seven bir karakteri vardı.Biraz da vurdum-duymaz olduğu söyleniyordu.1876 yılında Custer komutasındaki birlikler Montana’daki Little Bighorn Irmağı’nda yerliler tarafından öldürülürken,o,fosil arıyordu.Yerlilere ait topraklarda dolaşmanın tehlikeli olduğu yolundaki uyarıları ciddiye almıyordu.
Kinetogenez kuramı olarak adlandırılan görüşleri ile,hayvanların doğal hareketlerinin,hareket organlarındaki değişiklik ve gelişmeleri etkilediğini savundu.
Bu düşüncesi ile Lamarc’ın kazanılmış özelliklerin kalıtımına dayanan evrim kuramını destekledi.Dinozor soyunun tükenişi ile insanın ortaya çıkışı arasına rastlayan Tersiyer (üçüncü) Dönem’de yeryüzünde ortaya çıkan omurgalıları inceledi.Çok hareketli geçen çalışma yaşantısında 1.400 bilimsel bildiride imzası vardı.1.300 tane yeni fosil tanımlamıştı.1889-1897 yılları arasında parasal güçlükler nedeni ile araştırmalarına son verdi ve Pennsylvania Üniversitesi’nde öğretim üyesi oldu.1875 yılında kendisine miras kalan serveti gümüşe yatırmış ve herşeyini kaybetmişti.1897 yılında öldüğünde tek kişilik bir pansiyon odasında kitap ve kemikleriyle birlikteydi.Son yıllarında ilginç bir saplantısı belirmişti.Homo sapiens türünün tip örneği,yani kendi türünde tanımlanıp adlandırılan ilk örnek olmayı istemişti.Kemiklerinin insan ırkını resmen temsil etmesini arzuluyordu.Aslında bir türün tip örneği,o türde bulunan ilk kemik grubu olur.Zaten ilk bulunan Homo sapiens kemikleri diye bir şey olamaz.Buna rağmen ölümünden sonra miras bıraktığı kemikleri hazırlanıp birleştirildi.Ama frenginin başlangıç aşamasına özgü belirtiler bulgulandı.
  • Her iki bilim adamının ortak yönleri fazlaydı.İkisi de şımartılmış,hırslı,bencil,kavgacı,kıskanç,güvensiz ve mutsuz kişilerdi.Başlangıçta birbirlerine hayranlık duyuyorlardı.Çok iyi dostluk kurmuşlardı.Öyle ki fosil örneklerine birbirlerinin adını veriyorlardı.1868 yılında bugün bile bilinmeyen nedenlerle araları bozuldu.Aradan daha bir yıl geçmeden birbirlerine olan nefreti o kadar arttı ki sonraki 30 yıl boyunca bitmeyecekti.
  • İlk 10 yıl karşılıklı nefretleri sessiz bir savaş gibiydi.Ama 1877 yılında olayların boyutu büyüdü.O yıl,Arthur Lakes adlı bir öğretmen, arkadaşı ile kırlarda yürüyüş yaparlarken Morrison civarında birtakım kemikler buldu.Kemiklerin dev bir ‘keler’e ait olduğunu anladı.Bu kemiklerin bir kısmını Marsh’a,bir kısmını ise Cope’a gönderdi.Çok memnun olan Cope, Arthur Lakes’e 100 dolar yolladı ve bu keşfinden özellikle Marsh’a bahsetmemesini istedi.Zor durumda kalan Arthur Lakes, Marsh’a başvurdu ve elindeki kemikleri Cope’a göndermesini rica etti. Marsh istenileni yaptı ama bu olayı hayatı boyunca unutmadı.
  • Bu olay ikisi arasında sürmekte olan savaşı daha sert hale getirdi.Bazen emirlerindeki kazıcı ekiplerini birbirlerine taşlatıyorlardı.Bir gün Cope,Marsh’a ait sandıkları açmaya çalışırken yakalanmıştı.Her ikisi de yazmış oldukları yazılarında birbirlerine hakaret ediyorlardı.Her biri diğerinin bilimsel başarısını küçümsüyordu.Aslında bu durum çok ilginç bir sonuç veriyordu.İki araştırıcının birbirlerine olan nefreti çalışmalarını hızlandırmıştı.Onların bu rekabeti sayesinde,Amerika’da yaşadığı bilinen dinozor türlerinin sayısı 9’dan 150’ye çıkmıştı.Hemen hemen her dinozor,bu ikisinden biri tarafından bulunmuştur. Bazen hırslarına o denli kapılıyorlardı ki,zaten bilinen bir şeyi yeniden keşfediyorlardı.Artık yapmış oldukları sınıflandırma karmakarışık hale gelmişti.Bu işin düzene sokulması yıllarca sürmüştür.

Son düzenleyen Safi; 27 Mayıs 2016 16:52 Sebep: Mesajlar Otomatik Olarak Birleştirildi
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
20 Ekim 2008       Mesaj #3
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
Ad:  fosil2.jpg
Gösterim: 3528
Boyut:  40.1 KB

Fosil


Fosiller çok eskiçağlarda yaşayıp yeryüzünden silinmiş bitki ve hayvanların sertleşmiş kalıntıları ya da izleridir. Bu kalın­tılar kayaçların arasına gömülmüş halde bulu­nur. Çünkü ölen bitki ve hayvanların üstünü kaplayan çamur ya da kum katmanları za­manla, bazen milyonlarca yıl sonra kayaçlara dönüşür.

İçinde en çok fosil barındıran kayaçlar kireçtaşı, kumtaşı, kiltaşı (şeyi) ya da kil ve tebeşir gibi tortul kayaçlardır. Çamur ve kumların üst üste yığılması, bazen aralarına deniz dibine çökelmiş küçük kavkıların (ki­reçli kabukların) karışmasıyla oluşan katman­lar zamanla katılaşarak kayaçlaşır. Bu kayaç­larda fosillerin bulunduğu yerler, bir katmanı öbüründen ayıran katmanlaşma yüzeyleri ile kayaç yarıklarıdır.

Çok ender olmakla birlikte, bütün gövdesi, uzantıları, hatta derisi ve tüyleriyle birlikte olduğu gibi korunmuş hayvan fosillerine bile rastlanır. Bu durumda, soyu tükenmiş olan hayvanın canlıyken neye benzediğini tam olarak öğrenme şansımız vardır. Örneğin fillerin ilk atalarından olan dev yapılı, uzun tüylü mamutların, donmuş çamurların arasın­da hiç bozulmadan kalmış fosilleri bulunmuş­tur. Eskiden insanlar, sanki soğuk hava depo­suna konmuş gibi binlerce yıldır kokuşmadan saklanan bu hayvanların etini yemeyi bile denemişler, ama tadı çok kötü olduğu için vazgeçmişlerdi.

Dev mamutların yanı sıra karınca ve ha­mamböceği gibi küçük hayvanların da hiç bozulmadan bütün olarak kalmış fosilleri vardır. Özellikle Baltık Denizi'nin güney kıyı­ları boyunca uzanan sarı kehribar yatakları içine gömülmüş çok sayıda böcek fosili bulun­muştur. Yarı saydam, taşa benzer bir madde olan kehribar, reçinelerin zamanla sertleşme-siyle oluşur. Demek ki, milyonlarca yıl önce yaşamış olan bu küçük böcekler sıvı haldeki reçineye yapışıp kalmış ve zamanla sertleşen kehribarın içinde fosilleşmiştir.
Bu kadar iyi korunmuş fosillere çok sık rastlanmaz. Genellikle ölen hayvanların üstü çamur ve kumla örtülmeden önce vücutları­nın yumuşak bölümleri çürüyüp yok olur ve fosil olarak geride yalnızca kemikleri ile kabukları kalır. Bitkilerin kuruyup dökülen parçaları da düştükleri yerde zamanla dağılır ve kayaç katmanlarının arasında yalnızca bir yaprağının ya da dalının zar gibi incecik kalıntısı bulunur. Karbonifer Dönem'den kal­ma şeyi katmanlarının arasında kömürleşmiş eğreltiotu fosilleri çok yaygındır. Nitekim kömür de böyle bir fosilleşmenin ürünüdür.

Fosiller çoğu zaman kaya gibi sertleşerek taşlaşmış halde bulunur. Bu yüzden fosillere taşıl da denir. Taşlaşmanın nedeni, kayaçların arasından sızan suların taşıdığı minerallerdir. Bazen kayacın içindeki hayvan ya da bitki kalıntısının her molekülünün yerini bir mine­ral molekülü alır. Eğer bu süreç çok yavaş gerçekleşirse, canlının kendi dokuları yok olup gitse bile yerinde mineralleşmiş izi kalır. Killi kayaçların arasında fosilleşmiş çok sayı­da hayvan kabuğu vardır. Ama bu kabukların bazen kâğıt kadar ince olan kireçli dokusu yok olup gitmiş, yerini piritlere bırakmıştır. Demir ve kükürt içeren bu bileşikler parıltılı olduğu için, bu tip kabuk fosillerinin görünü­mü çok güzeldir. ABD'nin Arizona eyaletin­de de bütünüyle taşlaşmış ormanlar bulunur. Bir zamanlar o yörede gür ormanlar oluşturan 200 milyon yıllık Şili arokaryaları (maymun-ağaçları) tortulların arasına gömülüp kalmış ve odunsu maddenin yerini tümüyle silis almış­tır. Bu süreç öylesine kusursuz işlemiştir ki, taşlaşmış ağaçlar mikroskopla incelendiğinde canlı ağaçların dokusundaki en ince ayrıntılar bile görülebilir.
Sular kayaçların arasından sızarken bazen katmanlara gömülmüş olan hayvan kabukları­nı eriterek birlikte taşır. Eğer kayaç yeterince sertleşmişse bu kabukların yerleri boş kalır. Böylece, döküm kalıbından hiç farkı olmayan bu boşluklara suların taşıdığı mineraller dolar ve eriyen kabuğun mineralden bir döküm örneği oluşur. Mineralli sular kabuğu eritme­den içine dolmuşsa bu kez döküm parçası iç yüzeyinin biçimini yansıtır.

Deniz kıyısındaki ıslak kumlarda ve yumu­şak çamurlarda yürüyen ya da sürünen hay­vanların da izleri kalır. Bu çamur ya da kumlar sonradan kayaca dönüştüğünde bazen hiç bozulmamış "iz fosilleri"ni taşır.
Fosiller tek tek değil, genellikle bir araya kümelenmiş topluluklar halinde bulunur. Ba­zen bu topluluklar, bir kum ya da çamur yığını üstlerine doğru yıkılırken canlılar ne durumdaysa aynı konumda fosilleşmiştir. Bunlara "yaşam toplulukları" denir. Örneğin yeraltındaki yuvalarında topluca fosilleşmiş kazıcı hayvanların ya da çenetleri hâlâ birbiri­ne kenetlenmiş durumda olan istiridyelerin bu tip fosilleri bulunmuştur. "Ölüm topluluk­ları" denen fosil gruplarında ise canlıların kalıntıları parçalanıp çevreye dağılmış halde­dir. Bu durumda, canlıların fosilleşmeden bir süre önce ölmüş oldukları anlaşılır.
Çok yaşlı kayaçların içinde fosillere rastlan­ması neredeyse bir mucizedir. Gerçekten de. 100 milyon yıl ya da çok daha önce yaşamış bir hayvan ya da bitkinin fosilinin, bunca zaman bütün dış etkenlere direnerek günü­müze ulaşma olasılığı son derece azdır. Buna karşılık bitkilerin çiçektozları hiç umulmaya­cak kadar dayanıklıdır. Üçüncü Dönem'den (günümüzden yaklaşık 65 milyon yıl önce) kalma göl çökellerinde bulunmuş olan fosil çiçektozları, o dönemin iklimi ve bitki örtüsü konusunda bilgi verir.
Bir fosilin günümüze ulaşması için, her şeyden önce, canlının ölür ölmez hemen kuma ya da çamura gömülmüş olması gerekir. Yoksa ya çürüyüp gider ya da leşini başka hayvanlar yer. Bulunan fosillerin pek çoğu deniz hayvanlarının kalıntılarıdır. Çünkü bu hayvanların ölüsünün deniz dibine çökerek kumlara gömülmesi karadakinden çok daha kolaydır.

Ölen hayvanın ya da bitkinin çürüyüp ayrışmadan hemen gömüldüğünü varsaysak bile, bu kez de kayaçlardan sızan sular kalıntı­ları eritip sürükler. Ayrıca yerkabuğunun büyük çaplı kıvrımlanma hareketi, fosilleri barındıran kayaçları da etkiler. Bu kayaçlar kıvrılıp biçim değiştirirken içlerindeki fosiller de yok olur. Bu arada, daha alttaki erimiş kayaçlar basıncın etkisiyle yüzeydeki kayaçla­rın arasına sızarak fosilleri eritebilir.
Bütün bu olasılıklar göz önünde bulundu­rularak, bugüne kadar yeryüzünde yaşamış bütün canlıların en az yüzde 99'unun hiçbir iz bırakmadan yok olup gittiği sanılıyor. Özel­likle kabuk, kemik gibi sert bölümleri olma­yan yumuşak gövdeli canlılardan geriye pek az fosil kalmıştır. Solucan, denizanası gibi yumuşak gövdeli canlıların izleri ancak hiç kıvrımlanmamış ve ısıyla karşılaşmamış çok ince taneli çamurlarda bulunur. Nitekim sert kabuğu olmayan birçok böcek türünden gü­nümüze ancak birer fosil kalmıştır.

Gene de, fosil hayvanları inceleyen paleo-zooloji ile fosil bitkileri inceleyen paleobota-nik bilginlerinin elinde yeterince fosil vardır. Bilim adamları bu fosiller sayesinde, çok eskiden yaşamış canlıların yapılarını inceler ve evrim süreçlerinin nasıl işlediğini saptama­ya çalışırlar. İlk insanlann fosil­leri ve kullandıkları eşyaların kalıntıları ince­lenerek, insan soyunun geçmişine ışık tutan pek çok bilgi derlenmiştir.
Fosiller jeologların da en büyük yardımcısıdır Özellikle çok kısa bir zaman aralığında yaşamış canlıların fosilleri ya da yalnızca belli kayaçlarda bulunan fosiller büyük önem taşır. Örneğin, yeryüzündeki varlığı yalnızca birkaç milyon yıl sürmüş bir canlının fosilleri hem Alpler'deki kireçtaşlarında, hem de Kayalık Dağlar'daki kumtaşlarında bulunmuşsa, bu kayaçların aynı dönemde oluştukları kesin olarak söylenebilir. Bu tür bilgileri veren fosillere kuşak fosilleri denir. Soyu tükenmiş ammonitlerin birçok türü bu açıdan çok yararlı olmuştur .

Varlığı yalnızca belirli koşullara bağlı olan canlıların fosilleri de jeologların gözünde çok değerlidir. Örneğin bazı trilobit türleri yalnız­ca tortulların arasında, pek çok bitki ve hayvan artığının bulunduğu çamurlu deniz diplerinde yaşamıştır. Bu yüzden jeologlar bir kayaçta trilobit fosili buldukları zaman, o kayacın hangi koşullar altında oluştuğunu da kesin olarak söyleyebi­lirler. Fosiller petrol araştırmalarında da çok yardımcı olur. Çünkü jeologlar petrol oluşu­mu için en uygun koşullan ve o koşullarda hangi canlı türlerinin yaşadığını bilirler. Bir kayaçta o canlıların fosilleri varsa petrol de var demektir. Bu tip fosillere de fasiyes fosilleri denir.
Genel olarak, bir kayaç ne kadar yaşlıysa içinde fosil bulunma olasılığı da o kadar azdır. Üstelik, bulunan fosilleri yaşlı kayaçların içinden çıkarmak son derece güçtür. Bazen fosili çevreleyen kireçtaşı sert bir fırçayla, bir bıçakla ya da iğneyle kazılarak fosil bozulma­dan çıkarılabilir. Ama kayaç çok sertse özel küçük matkaplar, çekiçler ya da kayacı erite­bilecek kimyasal maddeler kullanmak ge­rekir.
Bazen fosili barındıran kayaç aşınıp yok olur ve içindeki canlıların, örneğin 100 milyon yıldan çok daha önce yaşamış olan dev dinozorların iskelet fosilleri toprağın üstünde kemik yığınları halinde kalır . Bu durumda, hâlâ toprağa gömülü olan ke­mikler varsa üstleri açılır ve kırılıp dağılma­maları için bütün kemikler tek tek vernikle­nir. Daha sonra üstleri koruyucu bir alçı katmanıyla kaplanır. Bu kemikler ve içinde fosil bulunan bütün kayaçlar sandıklara yer­leştirilerek müzeye gönderilir. Orada kayaç­lar yontularak kemikler büyük bir özenle ayrılır. Bütün kemikleri yerine yerleştirerek eksiksiz bir iskelet oluşturmak için, daha önceki fosil örnekler ve o türün bugün de yaşayan en yakın akrabaları incelenir. Böyle­ce eldeki bütün parçalar birbirine eklenir; eksik parçalar da modelleri yapılarak tamam­lanır. Dünyanın birçok yerindeki doğa tarihi müzelerinin fosil galerilerinde, bu uzun çalış­maların ürünü olan dev hayvan iskeletleri vardır.



MsxLabs & TemelBritannica
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 2 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 27 Mayıs 2016 19:35
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
Daisy-BT - avatarı
Daisy-BT
Ziyaretçi
4 Ağustos 2011       Mesaj #4
Daisy-BT - avatarı
Ziyaretçi

Fosil


Bugünkü jeolojik çağdan önceki çağlarda toprak katmanlarına gömülerek kalmış hayvan, bitki kırıntısı ya da izi; taşıl.
Fosilleşme ya canlı moleküllerin yerlerini kum zerreciklerinin almasıyla ya da moleküllerdeki hava ve suyun basınçla dışarı atılmasıyla gerçekleşir. Hayvan iskeletleri ve hayvanların yumuşak toprakta bıraktıkları izler, ağaçların gövde, kök ve dalları, çiçek tohumları ve buzul yarıklarında donarak bütünüyle bozulmadan kalan bitki ve hayvanlar, günümüzde yapılan kazılarla ortaya çıkarılmaktadır. Bu kalıntılardan yararlanılarak canlıların evrimi. Dünya'nın eski coğrafyası ve maden yataklarının eski yerleri gibi konularda bilgi edinilmekte, biyolojik familya sınıflamalarındaki eksiklikler tamamlanmaktadır.

MsXLabs.org & Morpa Genel Kültür Ansiklopedisi
Son düzenleyen Safi; 27 Mayıs 2016 16:54
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
4 Aralık 2011       Mesaj #5
Misafir - avatarı
Ziyaretçi

FOSİL NEDİR?


Fosilleri inceleyen bilimdalına paleontoloji, fosil toplayıp bunlar üzerinde çalışma yapan kişilere de paleontollog denir. Fosiller bir polen tanesi küçüklüğünde ya da dev bir dinazorun kemiği büyüklüğünde olabilir. Bir hayvan ya da bitkinin fosilleşmesi için milyonlarca yıl devam eden bir süreç gerekmektedir. Genellikle hayvan ya da bitkilerin sert kısımları bu uzun süreç boyunca dayanıklılık gösterebilir.

BİTKİ FOSİLLERİ:


Genellikle sert tohumlar ve tahta kısımlar fosilleşmiş olarak bulunur. Çiçek ve yaprakların kendileri korunmazlar ancak karbon etkisi onların yapısındaki çok ince detayları dahi korumaktadır.

HAYVAN FOSİLLERİ:


Dişler,kemikler ve kabuklar, deri, et, kürk, tüyden daha fazla rastlanan kalıntılardır. Genellikle kemikler bulunur ancak Alaska, Siberya gibi yerlerde nadiren tüm mamut fosiline rastlanmıştır. Bu bölgelerdeki donmuş hayvanlar fosil olarak tümüyle milyonlarca yıl korunmuştur.

KABUKLU DENİZ CANLILARI:


Milyonlarca yıl önce denizlerle kaplı olan bölgelerden su geri çekildiğinde kabuklu deniz canlıları çamur, kum ve balçığa gömülmüşlerdir. Bu şekilde fosil olarak milyonlarca yıl korunmuşlardır.

AMBERLER:


Ağaç reçinesi içinde sıkışıp kalan hayvan fosilleri.

FOSİLLER NASIL OLUŞUR:


Tarih öncesi zamanda yaşayan canlıların çok az bir kısmı fosil olarak korunmuştur. Birçoğunun ölümü sırasındaki koşullar onların korunması için gerekli şartları oluşturmuyordu. Birçok fosil nehir, göl ve deniz yataklarının çöktüğü bölgelerdeki kayalarda bulunmaktadır. Bugün toplanan hayvan ve bitki fosillerinin çoğunluğu, aslında bu bölgelerin yakınlarında ölmüş ve bu nehir, göl ve deniz yataklarında saklı kalmışlardır. Bu çöken bölgeler onların üzerini örtmüş ve zamanla bazı katmanlar öylesine kalınlaşmıştır ki birçok fosil kalıntısı yokolmuştur. Çökeltiler zamanla iyice sıkışmış ve kayaya dönüşmüştür. Bu kayaların hareket edip, yer değiştirmesi sonucunda içindeki fosil kalıntıları ortaya çıkmıştır. Bu süreç birkaçyüz milyon sürmektedir. Günümüzde kayaların aşınması veya kazı yapılmasıyla bu fosiller ortaya çıkmakta ve toplanmaktadır.

Fosil oluşumu için en iyi koşullar


  • Nemli çökeltilerde hayvanların ani gömülmesi. Bu ölü hayvan artıklarıyla beslenen canlıların faaliyetini engeller ve ani gömülen hayvanın korunmasını sağlar.
  • Volkanik külllerdeki ani gömülme. Amerika'nın batısındaki pekçok dinozor kemiği volkanik kül içinde gömülü olarak bulunmuştur.
  • Sabit ısı koşulları.
  • Çok yoğun mineral içeren yeraltı suları.

DÜNYANIN ÇEŞİTLİ BÖLGELERİNDEKİ FOSİL



MESSEL FOSİLLERİ
Almanya'da Frankfurt yakınlarındaki Messel petrol yatakları Orta Eosen dönemine ait (50 milyon yıllık) dünyaca tanınmış, sıradışı şekilde tam korunmuş, detaylı fosilleriyle tanınır. Messel'in anlamı koyu kahverengi-zeytin yeşili arası göl kiltaşı anlamındadır ve -% 5-20 oranında petrol içerir. Göl, yüksek yerel tektonik hareketlerin olduğu dönemde çökme olan bölgede oluşmuştur. Bu bölgeki tektonik hareketlerin Erken Eosen dönemde aktif olduğu düşünülmektedir. Yer hareketleri yeraltındaki gazların göle ve buradan da atmosfere sızmasına ve bu şekilde bölgedeki canlı organizmaların ölümüne yolaçmıştır. Benzer bir olay 1986 Ağustos'unda Orta Afrika Kamerun Dağlık bölgesinde yaşanmıştır. Nyos volkanik gölü karbondioksit açığa çıkarınca insanlar da dahil olmak üzere kilometrelerce mesafedeki canlıların ölümüne neden olmuştur. Messel petrol yataklarındaki yüksek orandaki siderit (demirli karbonat) buradaki derin sularda bir zamanlar yüksek konsantrasyonda karbondioksit bulunduğuna işaret etmektedir.

Bu bölgedeki fosillerde sadece iskelet ve sert kısımlar kalmamış aynı zamanda yumuşak dokular hatta mide içindeki maddeler de korunmuştur. Burada bulunan 50 milyon yıllık böceklerin metalik yeşil renkleri dahi korunmuştur. Bu bölgede bulunan bir at fosili de tam vücut olarak korunmuştur ve hatta midesinde yediği yiyecekler dahi görülmektedir.

Messel bölgesindeki iklimin günümüz Almanya ikliminden çok farklı olduğu bölgede bulunan tapir, karınca yiyen ve timsah fosillerinden anlaşılmaktadır. Ayrıca yine fosilleşmiş olarak bulunan Palmiye yaprakları ayrıca iklimin tropik iklim olduğuna işaret etmektedir. Messel Tabakalarının en alt katmanında kum ve çakıl taşı, ortada “petrol taşı” olarak bilinen ince tabakalardan oluşan killi tabaka yeralmaktadır ve en üstte de kum ve çakıl taşı bulunmaktadır. Bunlar o dönemde gerçekleşen çökme sırasında oluşan göl artıklarıdır. Suyla dolan gözenekler bu tabakada büyük bir hacim kaplamaktadır. Zamanla, üst katmanların ağırlığının baskısıyla alt katmanlar iyice sıkışarak kayalaşmıştır. Günümüzde halen Messel kayalarının yüzde kırkı sudan oluşmaktadır. Katmanların iyi durumda olması eskiden burada derin bir göl olduğunu göstermektedir. Normal şartlarda, fosiller katmanların ikiye ayrılmasıyla ortaya çıkarlar. Buradaki kayalar yüksek orandaki su içeriği nedeniyle çok kırılgandırlar ve çıkarma işlemi sırasında örnekleri nemli tutmak için özel dikkat gereklidir. Bu kırılganlık nedeniyle bu fosilleri çıkarmanın en iyi yolu transfer yöntemidir. İğne ve kazıma aletleri kullanılarak fosilin yarısı tabakadan kurtarılır. Fosilin etrafına kilden bir çerçeve oluşturulur. Bu daha sonra hafif hava püskürtülerek kurutulur. İnce bir tabaka reçine uygulanır ve kurutulur. Daha sonra ince bir tabaka reçine daha eklenir. Böylece fosilin yüzeyi renksiz bir sabitleyici ile kaplanmıştır. Sonunda fosil reçine desteğiyle kalıptan çıkarılır.

Messel'de bugüne kadar 10.000 balık fosili bulunmuştur. Bu şimdiye kadar bölgede bulunan kuş ve sürüngen fosillerinin 100 katı kadardır. Bu bölgede yılan, timsah, kaplumbağa, kurbağa, kertenkele ve semender fosilleri bulunmuştur. Bu örnekler tam ve bozulmamıştır. Bunun nedeni de çok derinde hiçbir bozulmaya uğramamış olmalarıdır.

Böcekler ve Örümcekler:
Böceklerin üst derilerinin rengi organik pigmentler yerine çoğunlukla yansıyan ışıkla ortaya çıktığı için fosiller hala hayret vericek şekilde renk ve desenlerini korumaktadırlar. Uçan böcekler çok fazla miktardadır ve yarasalar ve kuşlar gibi nehrin üstündeki atmosferde zehirlenmişlerdir. Suda yaşayan böcekler çok fazla miktarda bulunmazlar. Bugün bulunanların ise nehirler yoluyla taşındıkları düşünülmektedir. Deri kalıntıları bazı böceklerin sindirim kanallarında bulunmuştur. Güve kanatlarındaki pullar da korunmuştur. Burada tropik iklim görüldüğü için varolan böcek türlerinin sayısının binlerce olduğu tahmin edilmektedir. Örümcek ve kabuklulara nadir rastlanmaktadır.

Memeliler:
Memeliler bu faunanın yüzde yirmisini oluşturmaktadır. Geri kalanı böcek ve balıklardır. Memeli fosilleri arasında at, primat ve kemirgenler vardır. Burada bulunan at fosilinin midesinde yaprak ve meyveler bulunmuştur. Buradaki yarasa ve kuşların alçaktan uçan cinsler olduğu düşünülmekte ve gölün üzerindeki böcekleri avlarken öldükleri düşünülmektedir. Yüksekten uçan yarasalar da vardır ancak çok fazla miktarda değildirler.

Kuşlar :
Kuşlar gölün üzerinde uçarken suya düşmüşlerdir. Çok iyi derecede korunmuşlardır. Tüylerdeki her bir barbül, bakteriler tarafından fosil üzerinde tek tek ortaya çıkarılmıştır. Kuşların deri tabakaları korunmuştur. Bakterilerin kendi metabolik işlemleri sonucunda ortaya çıkan ürünler, fosil üzerinde düzgün kil parçacıkları oluşturarak yüzeyi birbirine yapıştırmış ve fosilin yumuşak doku morfolojisini korumuştur. Benzer korunma şekli Brezilya'nın Santana ve Crato tabakalarında da gerçekleşmiştir. Buradaki balık fosillerinin de kas lifleri çok iyi şekilde korunmuştur.
Son düzenleyen Safi; 27 Mayıs 2016 16:55
_AERYU_ - avatarı
_AERYU_
Ziyaretçi
21 Nisan 2015       Mesaj #6
_AERYU_ - avatarı
Ziyaretçi

Fosil Nedir ve Nasıl Oluşur?

Ad:  fosil4.JPG
Gösterim: 5293
Boyut:  39.4 KB

Günümüzde yapılan bilimsel araştırmalar, oldukça çeşitli alanlarda yapılmaktadır. Yapılan bu araştırmaların bir kısmı ise, dünyanın oldukça eski dönemlerinde yaşamını sürdürmüş fakat günümüze kadar gelemeyerek nesli tükenmiş olan canlılar üzerinedir. Hem bu tür canlıları daha yakından tanımak, hem de dünyanın eski dönemlerinde yaşamın nasıl olduğunu anlayabilmek adına, birtakım incelemelerde bulunulmaktadır. Bu incelemelere yön veren ise fosillerdir.

Fosil, kısaca eski canlı kalıntısı olarak tanımlanabilmektedir. Öncelikle fosillerin nasıl meydana geldiği incelenirse eğer, yaşamı sona eren canlılar toprak üzerinde kalır. Ölen canlıların kalıntılarının üstü, fiziki şartlara bağlı olaraktan toprak, kum, kil ve çamur gibi etkenlerle kapatılır. Böylece, kalıntının havayla teması engellenmiş olur. Ölen canlının havayla olan teması, aniden kesilir ve bu olay sayesinde canlı kalıntısı binlerce yıl bozulmadan kalabilir. Üstü kapanan canlı kalıntısı, zamanla toprak altına doğru gider. Ölen canlıların fosilleşme durumları değişiklik gösterebilmektedir. Binlerce yıl boyunca havayla ilişkisi kesilen canlı, katılaşarak fosil haline gelir. Bu katılaşma bazen kömür haline gelebileceği gibi, bazen de mermer ya da petrol haline de gelebilmektedir. Bu örnekler, fiziki koşullara ve de canlıların türüne göre farklı çeşitlerde çoğaltılabilmektedir.

Canlıların ölerek kalıntılarının hava almaması sonucunda meydana gelmekte olan fosiller, oldukça farklı türlerde ve de yapıda olabilmektedir. Örnek vermek gerekirse, canlıların herhangi bir kayaç üzerinde bırakmış olduğu iz de, bilim dünyasında fosil olarak kabul edilmektedir. Bu türden meydana gelmiş bir fosil üzerinde, milyonlarca yıl önce yaşamış fakat neslini günümüze kadar getirememiş canlılar hakkında bilgiler edinilebilmektedir. Canlı kalıntılarının üzerini kapayarak, kalıntının hava almamasını sağlayan etken madde, fosillerin oluşum sürecinde oldukça önemli bir rol oynamaktadır. Öyle ki, bu etken maddeler sayesinde farklı tür fosil oluşumları meydana gelmektedir. Taş, toprak, çamur ve de kil gibi maddelerin dışında daha birçok madde de kalıntıların havasız kalmasına neden olur ve kalıntıların çürümeden kalmasını sağlar. Reçine ve amber gibi maddeler de, kalıntıların üzerini kapayarak canlıların fiziki yapısının milyonlarca yıl boyunca bozulmadan kalmasını sağlamaktadır. Bu sayede, dünya üzerinde nesli tükenmiş olan hayvanlar hakkında çok detaylı incelemeler yapılabilmektedir.

Fosillerin çoğu toprak veya deniz altında bulunurken, bazı fosiller ise buzulların içerisinde yer almaktadır. Kutup bölgelerindeki soğuk hava, fosilleşme için uygun koşullar sağlarken, donan canlı kalıntıları buzulun içerisinde oldukça uzun yıllar boyunca hiçbir bozulmaya uğramadan kalabilmektedir. Fosilleşme olayında, fiziksel çevre oldukça büyük bir rol oynar. Öyle ki, fosilleşmelerin yapıları ve de türleri fiziksel çevreyle doğrudan alakalıdır. Fosilleşmiş olan canlı kalıntılarında, bazen canlı doku tamamen yok olarak canlıdan geriye sadece kemikler kalmaktadır. Bu kemikler arkeoloji biliminin de yardımıyla incelenir ve kemiklerin hangi tür canlıya ait olduğu belirlenir.

Fosiller, bilimsel araştırmalar için önemli bir rol oynamaktadır. Yapılan kazılarla fosiller çıkarılır ve eski dünya yaşamı hakkında bilgiler edinilmeye çalışılır. Bu araştırmalar ışığında, 21.yüzyılın başlarında Antarktika’da 70 milyon yaşında olan bir bebek dinozor bulunmuştur. Bulunan bu dinozor fosili, buzul bölge fosiline verilebilecek en iyi örnektir. Türkiye’de bulunan en yaşlı fosil kemiği ise 70 milyon yıl önce yaşamış olan ‘’Mosasour’’ adlı hayvana ait bir kemiktir. Bu kemiğin boyu 18 metre uzunluğundadır. Yine Kırıkkale’den çıkarılan ve 25 milyon yaşında olduğu anlaşılan Gergedan fosili, ülkemizden çıkarılan önemli fosiller arasında yer almaktadır.
Son düzenleyen Safi; 27 Mayıs 2016 18:03

Benzer Konular

27 Mayıs 2016 / Misafir Cevaplanmış
27 Mayıs 2016 / Misafir Cevaplanmış
27 Mayıs 2016 / simoş Cevaplanmış
11 Şubat 2018 / dse Kimya
20 Mayıs 2008 / Gabriella Taslak Konular