Arama

Plastik Sanatlar - Heykel - Tek Mesaj #3

asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
27 Ekim 2008       Mesaj #3
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
HEYKEL, kilden, alçıdan, tahtadan, metal­den, mermerden ya da taştan oyma, yontma, yoğurma, dövme gibi çeşitli yöntemlerle bi­çim verilerek yapılan yapıtlara denir. Bir düzlem üzerinde yer alan resimden farklı olarak heykelin eni, boyu, yüksekliği yani belirli bir hacmi vardır. Değişik açılardan bakıldığında farklı görünümler verir.
Heykel çoğunlukla içinde bulunduğu or­tamla ilişki içindedir ya da bulunduğu yerin ayrılmaz bir parçası durumundadır. Heykelle­re tapınaklarda, saraylarda, parklarda, alan­larda, mezarlıklarda rastlanır. Özel günlerin ve önemli kişilerin anısına yapıldığı gibi salt güzel bir şey yaratma kaygısıyla da yapılagelmiştir. Tarihsel yapıların çoğu sütunlara oyul­muş heykellerin yanı sıra çiçek, yaprak ya da çeşitli kabartmalarla bezelidir.
Tarih boyunca heykel sanatında başlıca taş ve mermer kullanıldı. Çağdaş heykelciler ise amaçlarına uygun olan her türlü gereçle çalışırlar. Heykelin türü büyük ölçüde kulla­nılan gereçlere bağlıdır. Dış etkilere son derece dayanıklı olan taş anıtsal heykellerin, sade ve görkemli kabartmaların ve oymaların yapımına uygundur. İnce ve ayrıntılı oymalar için ise kolaylıkla işlenebilen tahta kullanılır. Kil yumuşak ve esnektir. Elle biçimlendirilebildiği için daha ince çalışmalarda kullanılır.
Sözgelimi bir heykelci narin bacaklı bir hayvan olan at heykelini taştan oymaya kal­karsa, daha yapıt tamamlanmadan gövdenin ağırlığı bacakların kırılmasına yol açacaktır. Aslan, kaplan gibi gövdeyi taşıyabilecek kalın bacaklı hayvanların heykelleri için taş daha uygundur. İnce bacaklı bir at yapmak için ise en uygun gereç tahta ya da tunçtur. Her iki gereç de hem hafif, hem de dayanıklıdır.
Heykel yapımı yetenek, bilgi ve beceri gerektiren bir iştir. Bir heykelci taşı ya da tahtayı oymak için gereken kesici araçları kullanmayı becerdikten başka, büyük bir taşı pürüzsüz ve düzgün olarak biçimlendirebilmelidir.

Heykel Nasıl Yapılır?
Heykelcilikte başlıca üç yöntem kullanılır: Oyma, döküm ve biçimlendirme. Uygulana­cak yöntem kullanılan gerece göre değişir.
Eskiçağdan bu yana kullanıldığı bilinen en eski yöntem oymadır. Ülkemizdeki tarihsel kalıntılarda ve müzelerde yer alan Eski Yu­nan ya da Roma heykelleri bu yöntemle yapılmıştır. Heykelci! bir taş kütleyi keski, çekiç, törpü, eğe ve matkap gibi kesici araç­larla oyup yontarak istediği biçimi verir. Tahtadan yapılan heykellerde de aynı yöntem kullanılır.
Metal heykellerde döküm yöntemi uygula­nır. En çok kullanılan metaller demir, bakır, kurşun ile pirinç ve tunç gibi alaşımlardır. Çağ­daş heykelciler çoğunlukla alüminyum ve paslanmaz çelik kullanırlar. Bu yöntemde önce yapılmak istenen heykelin kilden bir modeli hazırlanır. Model sıvı alçı ile kaplanır. Alçı kil modelin biçimini alarak donar ve katılaşır. Sonra kil model alçı kalıbın içinden çıkarılır. Boşaltılan kalıba içindeki boşluğu dolduracak biçimde sıvı alçı dökülür. O da donup katılaşınca dış kalıp düzgün bir biçim­de kesilerek modelden ayrılır. Kalıbın içinde­ki boşluğa bu kez de sıvı durumdaki metal dökülerek soğumaya bırakılır. Metal katıla­şınca dış kalıp eklem yerlerinden ayrılarak çıkarılır. Böylece son ürün ortaya çıkmış olur. Büyük boyutlu heykellerde kilin ağırlığını taşıması için önceden bir heykel iskeleti yap­mak gerekir. Armatür adı verilen bu iskelet sağlam, bükülebilir, neme dayanıklı bir gereç­ten yapılmalıdır. Bu iş için en uygun gereçlerkurşun, tahta ya da çelik çubuklardır. Heyke­lin türüne göre bunların birkaçı bir arada da kullanılabilir. Bu yöntemde armatürün dışına kil sıvanarak model hazırlanır.
Biçimlendirme için kil gibi yumuşak gereç­ler kullanılır. Elle yoğrularak biçim verilen kil bir süre kendi kendine kurumaya bırakı­lır. Daha sonra yüksek ısılı bir fırında pişirile­rek sertleştirilir. Pişirilen nesnenin içinin boş olması gerekir. Yoksa kilde bulunan hava ka­barcıkları pişirme sırasında genleşerek heyke­lin çatlamasına yol açar. Biçimlendirme işle­minde heykele asıl biçimini veren heykelcinin elleridir.
Kilden çanak çömlek gibi modeller yapma­nın geleneksel yöntemlerinden biri de kangal (sarmal) tekniğidir. Kil önce avuç içinde yılan gibi upuzun yuvarlanır. Sonra bu yuvarlak şeritler halkalar oluşturacak gibi üst üste konarak model aşağıdan yukarıya doğru bi­çimlendirilir. Yuvarlak bir çukur kap ya da kavanoz türünden nesne­lerin yapımında başvurulan bu yöntem baş ya da gövde yapımına uygun değildir. Çünkü kil bu biçimde kullanıldığında çok çabuk sertleşir ve düzeltmeler ya da değişiklikler için fazla zaman tanımaz.
Metal çubuklar, borular, cam, kumaş, tel ya da ip gibi çok çeşitli gereçlerin bir arada kullanıldığı heykeller de vardır. Bunları bir araya getirmek için lehimleme, dövme gibi teknikler uygulanır. Çağdaş heykel sanatında yaygın olarak kullanılan bu yönteme birleştir­me yöntemi denir.

Eskiçağ
Binlerce yıl önce yaşayan ilk insanlar ellerin­deki ilkel araçlarla ağaç, kemik ve taşlan kesip oyarak basit heykelcikler yapmış, mız­rak ve baltalarını, çeşitli figürler kazıyarak süslemişlerdi. Yaşadıkları mağaraların duvar­larına ise hayvan ve av resimleri yaptılar. Bunlar resimle heykel sanatı arasında bir tür olan kabartmalardı.
Tarihte ilk heykel örneklerinin günümüz­den 15 bin yıl önce, Yontma Taş Devri'nde ortaya çıktığı sanılmaktadır. Yunanistan'da, Girit Adası'nda ve Kıbrıs'ta İÖ 3500'den İÖ 1000'e kadar süren Tunç Çağı'ndan kalma çanak çömlekler, tunç, fildişi ve pişmiş top­raktan tanrıça ve kadın heykelcikleri, boğa başı biçiminde taş oyma kaplar ve mühürler bulunmuştur. Günümüzden yaklaşık 5.000 yıl önce Mısır ve Mezopotamya'da yaşayanlar, mimarlık ve heykel sanatında çok ileriydiler. Yapıtlarının çoğunda granit, bazalt gibi sert taşlar kullandılar. Günümüzde ancak güçlü çelik araçlarla kesilebilen bu taşları o dönem­de çelik yapımını bilmeyen Mısırlılar'ın nasıl yonttuğu hâlâ merak konusudur. Çoğu önden bakılmak için yapılmış olan bu heykellerin yalnızca üç yanı işlenmiş, arka yüzleri ise düz bırakılmıştır. Mısırlılar ölülerinin öteki dün­yada yalnız kalmaması ve bakımlarının sağla­nabilmesi için, mezarlarına köle ve hayvan heykelcikleri koyar, mezar duvarlarını hey­keller ve kabartmalarla süslerlerdi. Bu ka­bartmaların bazılarında tarlada çalışanlar, gü­reşçiler, avcılar, çeşitli hayvan figürleri ve tören sahneleri yer alır. Mısır'da İÖ 2040'ta başlayan Orta Krallık döneminde hüküm süren firavunlar piramit biçiminde dev boyut­lu mezarlar, görkemli tapınaklar yaptırdılar. İnsan boyunun dört beş katı büyüklüğündeki heykeller ve duvar kabartmalarıyla bezenen bu tapınakların yapımında binlerce köle çalış­tırıldı. Nil vadisindeki sarp kayalıklarda yer alan ve güneş tanrısı Amon-Ra'ya adanan Abu Simbel Tapınağı'nın girişinde II. Ramses' in 20 metre yüksekliğinde dört tane anıtsal heykeli vardır.
Heykel sanatının en güzel örnekleri ise Eski Yunan'da İÖ 450-400 arasında yapıldı. Heykellerinde insan vücudundaki canlılığı ve hareketi yansıtmayı başaran Yunanlı heykel­ciler son derece doğal ve gerçekçi bir anlayışla eşsiz güzellikte yapıtlar yarattılar. Yunanlılar heykellerini genellikle canlı renklere boyar lardı. Mısır'da olduğu gibi Yunanistan'da da tapınaklar heykeller ve duvar kabartmalarıy­la süslenirdi. Kabartmalarda çoğunlukla savaş ya da efsaneleri canlandıran sahnelere yer verilirdi. Eski Yunan'dan kalma tapınakların en ünlüsü Atina'daki Parthenon'dur. Tapına­ğın çatısının hemen altında yer alan friz kuşağı çeşitli kabartmalarla bezenmiştir. (Friz, yapılarda uzun, şerit biçimindeki beze­me kuşağına verilen addır.) Tapınakta bilge­lik, beceri ve savaş tanrıçası Athena'nın ünlü heykelci Phidias'ın yaptığı fildişi ve altından büyük bir heykeli vardır .
Eski Yunanlılar'ın tanrı ve tanrıça heykel­leri insan ölçülerinde dingin bir güzellik taşı­yordu. Bu heykellerin en ünlülerinden biri de güzellik tanrıçası Afrodit'in (Venüs) heykeli Milo Venüsü'dür. Dönemin usta heykelcile­rinden Praksiteles'in çocuk tanrı Dionysos'u kollarında taşıyan Hermes heykeli Eski Yu-nan'da heykelciliğin ne kadar gelişkin olduğu­na örnektir . Yunanlı hey­kelciler tanrı heykellerinin yanı sıra disk atan atletler, güreşen sporcular gibi sağlam vücutlu erkek heykelleri de yaptılar. Mermere inanıl­maz bir hareketlilik ve canlılık vermeyi başar­dılar.
Romalılar Yunanlılar'ın mermer oyma yön­temlerini taklit ettilerse de hiçbir zaman onlar kadar başarılı olamadılar. Mermerin yanı sıra tunç da kullanan Romalı heykelciler, özellikle büst adı verilen portre heykelciliğinde ustalaş-tılar. Romalı soyluların ve seçkinlerin heykel­lerinden ve büstlerinden çoğu zamanımıza kadar gelmiştir.
Heykel sanatı eskiçağlarda dünyanın öteki ülkelerinde de gelişti. Çinli heykelciler yeşim ve kristal gibi yarı değerli taşlardan yaptıkları heykelciklerle ün kazandılar. Son derece sert olan bu taşlar ancak elmas ve korindon gibi daha sert taşlarla yontulabiliyordu. Uzun ve sabırlı bir çalışma gerektiren bu oymalar bazen babadan oğula geçerek üç kuşakta tamamlanabiliyordu. Oymaların konulan ge­nellikle hayvanlar ya da efsane kahramanla­rıydı. Pişmiş topraktan gerçekçi bir üslupla yapılmış bu heykeller arasında atlar, develer, insanlar ve ejderhalar yer alıyordu. Hindis­tan'da heykel çoğunlukla yapıları ve tapınak­ları süslemek amacıyla kullanıldı. Tapınak duvarları çeşitli hayvan ve kuş figürlerinin yanı sıra ejderha, şeytan gibi doğaüstü yara­tıkları betimleyen kabartmalarla süslenirdi. Güney Amerika'da gelişen Aztek, Maya ve İnka uygarlıkları döneminde sert taştan oyul­muş büyük boyutlu heykellerin yanı sıra pişmiş topraktan heykelcikler de yapıldı. Ge­leneğe göre her 52 yılın sonunda, bir dönemin bittiğini belirtmek amacıyla kilden yapılan çanak çömlekler yok edilir ve yerine yenileri yapılırdı

Ortaçağ
5. yüzyılda Roma İmparatorluğu'nun Avru-pa'daki egemenliği sona erince heykel sanatı da canlılığını yitirdi. İlk Hıristiyanlar'ın tapın­mak amacıyla kurdukları yapılar küçük ve gösterişsizdi. Hıristiyanlık kurumlaşıp güç ka­zandıkça daha büyük kiliseler yapılmaya baş­landı, kabartmalar ve bezemeler önem kazan­dı. 11. ve 12. yüzyıllarda Romalılar'ı taklit eden Avrupalılar pencereleri ve kapıları ke­merlerle, iç bölümleri ise görkemli sütunlarla süslediler. Sütun başları çiçek ve yaprak desenleri ya da Kutsal Kitap'taki efsaneleri konu alan karmaşık ve ayrıntılı figürlerle bezendi.
12. yüzyılın sonlarında ve 13. yüzyılda gelişen Gotik mimarlık döneminde yapılan görkemli katedraller sivri kuleleri, ince, uzun sütunlarıyla anıtsal bir görünüm kazandı (bak. mimarlık). Yapıların hemen hemen her yanı taştan heykeller ve kabartmalarla bezen­di. Yapıyla eşsiz bir uyum sağlayan bu heykel­lerin en güzel örneklerine Fransa'daki Char-tres ve Reims kentindeki katedraller ile Pa­ris'teki Nötre Dame Katedrali'nde rastlanır. Chartres Katedrali'nin kuzey ve güney kapıla­rında Hz. İsa ve havarilerinin yanı sıra azizle­rin, meleklerin, peygamberlerin, kralların hey­kelleri vardır. Reims Katedrali'nde ise tarla­larda çalışanları, gerçek ve doğaüstü hayvan­ları betimleyen kabartmalar yer alır.

İtalya'da Heykel Sanatı
Aynı dönemde İtalya'da heykelcilik yukarıda anlatılandan daha farklı bir biçimde gelişti. Roma yapılarına benzetilerek yapılan ilk kili­selerde yer yer eski Roma kalıntılarına ait taşlar kullanılmıştı. 13. yüzyılda bazı heykel­ciler yapıtlarını kendi düşünceleri doğrultu­sunda özgün bir üsfupta biçimlendirmeye başladı. Bu heykelcilerden en ünlüsü Gotik sanatına tazelik ve güç katan Pisalı sanatçı Nicola Pisano'dur. Pisano'nun en ünlü yapıt­larından biri Siena Katedrali'ndeki mermer vaiz kürsüsüdür. Kürsünün yanlarında Hz. İsa'nın yaşamından sahneleri betimleyen oy­malar İtalya'da o güne kadar gerçekleştirilmiş sanat yapıtlarının en canlı ve en özgün örneği­ni oluşturuyordu. 14.; yüzyılda İtalya'da Rö­nesans önce heykelcilikte kendini gösterdi. O dönemde Pisalı bir başka sanatçı Andrea Pisano, Floransa Vaftizhanesi'ne yaptığı tunç kapılarla tanındı. Kapı kanatlan Vaftizci Yah­ya'nın yaşamından sahnelerin yer aldığı 28 panodan oluşuyordu. Bir yüzyıl sonra Loren­zo Ghiberti yapıya bir çift tunç kapı daha ekledi. Michelangelo'nun "Cennet'in Kapısı" olacak kadar güzel bulduğu bu kapılar da, Pi-sano'nunkiler gibi panolardan oluşuyordu.İnsan figürleri son derece güçlü ve gerçekçi bir üsluptaydı.
Kuzey Avrupalı heykelciler insanı doğallık­tan uzak ve ulaşılmaz bir varlıkmış gibi betim­lerken, aynı dönemde İtalyan heykelciler ger­çekçi bir üslupla canlı, doğal ve yaşama sevin­cini yansıtan heykeller yaptılar. Bu heykelci­lerin en yeteneklilerinden biri de Donatello'y-du . Sanatçının acı, sevinç gibi duyguları yansıtan heykelleri neredeyse konuşacak ya da hareket edecek gibiydi. 15. yüzyılın ünlü sanatçılarından Andrea del Ver-rocchio ise insan bedeninin gücünü olanca di-riliğiyle yansıtmayı başardı.15. yüzyılda sanatçıların yapıtlarını topla­yan soylular ve zenginler, dinsel konulu hey­kellerin yanı sıra gündelik yaşamdan görüntü­leri konu alan heykellere de ilgi duymaya baş­lamışlardı. Verrocchio'nun, kucağında yunus taşıyan neşeli melek heykeli ile atının üzerin­de dimdik oturan Venedikli askeri dönemin en çarpıcı örnekleriydi. Gelmiş geçmiş en büyük sanatçılardan olan Michelangelo ise aynı dönemde dinsel konulu heykeller yaptı. Duygusal gerilimi taşa geçir­mekte yetkin bir düzeye ulaşan Michelange-lo'nun yapıtları cesur ve güçlüydü. Mermer bloklardan yonttuğu, zincirlerinden kurtulmak için çabalayan köle ya da Davud ve Musa gibi heykelleri olağanüstü bir anlatım gücüne sa­hiptir .

17. Yüzyıldan Günümüze
Michelangelo'dan sonra gelen heykelciler ta­şa her istedikleri biçimi kolayca verebilecek kadar yetkinleştiler. Ne var ki, bazı heykelci­ler duygularını yansıtmaktansa yontma sana­tındaki yeteneklerinin üstünlüğünü sergile­meyi yeğledi. 17. yüzyılın ünlü heykelcilerin­den Gian Lorenzo Bernini daha 17 yaşınday­ken, hiçbir yaprağı ötekine benzemeyen bir ağaç yontarak yeteneğini kanıtlamıştı. En ba­şarılı yapıtlarından biri Roma'daki Dört Ir­mak ÇeşmesVdır .
Büyük boyutlu, görkemli, uçuşuyormuş iz­lenimi veren, hareketli figürler, kıvrımlar ve süslemelerin egemen olduğu bu yeni üsluba barok sanat adı verilir. İtalya'nın dışındaki ülkelerde de yaygınlaşan barok sanatı, fazla süslü ve gösterişli bulan bazı sanatçılar daha yalın ve sade bir biçim arayışına yöneldi. Bu arayış Eski Yunan heykellerindeki klasik üs­lubun yeniden gündeme gelmesine yol açtı. Aynı anlayışı benimseyen Fransız heykelci Jean Antoine Houdon (1741-1828) dinsel ve mitolojik konulu yapıtların yanı sıra birçok ünlü kimsenin büstünü de yaptı. Modelinin kişiliği­ni yapıtına ustaca yansıtmasıyla tanındı. Büs­tünü yaptığı ünlü kişiler arasında George Washington, Jean-Jacques Rousseau ve Vol-taire de vardı. Mitolojik yapıtı Diana'mn ise, çıplak olduğu gerekçesiyle zamanında sergi­lenmesine izin verilmemişti.
18.yüzyılın sonlarında heykel sanatında klasik Yunan heykellerinin yalın, dingin çizgi­leri yeniden ağırlık kazandı. Ama heykeller artık Eski Yunan'da olduğu gibi elle yontula­rak yapılmıyordu. Sanatçı heykelin önce kil­den bir modelini çıkarıyor, profesyonel bir taş yontucusu da özel bir kesme makinesiyle mo­delin mermerden bir kopyasını yapıyordu.
19.yüzyılda eski oyma ve yontma yöntem­leri iyice unutuldu. Heykelcilerin hemen hep­si döküm yöntemiyle çalıştı. Bu yüzyıla dam­gasını vuran Fransız Auguste Rodin, Miche­langelo'dan sonra gelen en büyük heykelcidir. Yaşadığı dönemin heykel anlayışına taban ta­bana zıt olan Rodin'in heykelleri yaşıyormuş-çasına canlı yapıtlardır. Rodin'le aynı dönemde yaşamış olan Camille Claudel (1864-1943) çok genç yaşta yeteneği­ni kanıtlamış bir kadın sanatçıydı. Bir süre Rodin'in atölyesinde çalıştıktan sonra kendi atölyesini açtı ve 20. yüzyılın başında kadın olmasının getirdiği birçok engelle karşılaştı. Yaşamının son 30 yılıni kapatıldığı akıl hasta­nesinde geçiren Camille Claudel'in günümüze kadar gelen yapıtları arasında Rodin büstü, Çacountala ve La Vals sayılabilir.
19. yüzyılın ikinci yarısında Auguste Rodin ve öbür sanat dallarından sanatçıların gele­neksel üsluplara karşı çıkışları, 20. yüzyılda yepyeni bir üslup ve biçim arayışına dönüştü. Bu gelişmeler öteki sanatlarda olduğu gibi heykelcilikte de Kübizm, Gerçeküstücülük gi­bi yeni akımların ortaya çıkmasına yol açtı . İngiltere'de modern heykelciliğin öncüsü Sir Jacob Eps-tein'ın yapıtları ilk bakışta, insanları irkiltse de, ilgi çekmeyi başardı.
Yenilikçi genç heykelciler heykelin mimar­lıktan bağımsız olduğunu, belirli bir nesneye benzetilmesine gerek duyulmadan kendi başı­na bir güzellik taşıdığını ve anlatım gücüne sahip olduğunu savundular. Bu sanatçılardan biri de Romen asıllı heykelci Constantin Brancusi'ydi (1876-1957). Çağdaş soyut hey­kelin öncüsü sayılan Brancusi bir köylü aile­sinden geliyordu. Tahta oyma tutkusu çok kü­çük yaşta başlamıştı. Okuma yazmayı kendi kendine öğrenen Brancusi, 18 yaşına gelince­ye kadar birçok işe girip çıktı. 1896'da Bükreş Güzel Sanatlar Okulu'na girmeyi başardı. Olanaklarını zorlayarak Paris'te çalışmaya başladı. Yapıtlarına büyük bir hayranlık duy­duğu Rodin'in etkisinde ve gölgesinde kalma­mak için, onun atölyesinde çalışmayı kabul etmedi. Brancusi'nin heykelleri yalınlıkları ve geometrik biçimleriyle dikkati çeker. Model­lerini önce meşe ya da kestane ağacından yon­tan sanatçı, daha sonra bunları mermere ya da tunca uyguladı. Gökyüzüne doğru sonsuza kadar uzanabileceği izlenimini veren, üst üste konmuş simetrik parçalardan oluşan Sonsuz
Sütun Brancusi'nin soyut heykellerinin en gü­zel örneklerinden biridir. Brancusi'nin atölye­sinde bulunan 80'in üzerinde heykel, kendi yaptığı mobilyalar, kullanmış olduğu araç ve gereçler bugün Paris I Kenti Modern Sanat Müzesi'ndedir.
İngiliz heykelci Henry Moore ise bir Meksi­ka yağmur tanrısı heykelinden esinlenerek, uzanmış kadın temasını işlediği bir dizi heykel yaptı. Moore yapıtlarında kullandığı gereçle­rin doğal yapısını ve dokusunu bozmamaya özen gösterdi. Yontma tekniğini yeniden gün­deme getiren sanatçı, çalıştığı gereçleri, doğal özelliklerini öne çıkaracak biçimde işledi. Heykellerinin rüzgârdan aşınıp oyulmuş küt­lelere benzemesinin nedeni budur
İsviçreli Alberto Giacometti (1901-66) kib­rit çöpü inceliğindeki heykelleriyle sanata yeni bir duyarlılık ve gerçeklik anlayışı getirdi.
20. yüzyılda heykelcilik konu, gereç, yön­tem ve üslup açısından büyük bir çeşitlilik ka­zandı. Çağdaş heykelciler eski yontma ve bi­çimlendirme yöntemlerinden vazgeçerek de­mir, çelik, alüminyum, plastik gibi yeni gereç­leri birleştirme yöntemiyle çalışmaya başladı­lar. Günümüzün en ilginç yeniliklerinden biri de, asılı ya da dengede duran öğelerin motor gücü ya da hava akımı ile hareket ettirildiği "mobil" denen heykel türüdür. Bu heykelin yaratıcısı ABD'li Alexander Calder'dir.

Afrika ve Pasifik Adaları'nda Heykel
19. yüzyılın sonunda batılılarca keşfedilen Af­rika heykelleri Derain, Picasso ve Matisse gi­bi sanatçıları çok etkiledi. Afrikalılar'ın ahşap heykel ve maske geleneği yaşamlarına sıkı sı­kıya bağlıydı (bak. maske). Bunların yapımı tarlalarda bereketi artırmak, insanların ömrü­nü uzatmak, kötü ruhları kovmak, hastaları iyileştirmek türünden istekler doğrultusunda sürüyordu. Özgünlükleri ve büyük bir ustalık­la yapılmış olmaları dolayısıyla hayranlık uyandıran bu heykel ve maskeleri yapanlar tarlalarda çalışan sıradan köylülerdi. Afrika' da heykeller işlenebilecek ağacın bulunduğu yerlerde tahtadan yapılırdı. Demir, bakır ala­şımları, fildişi, taş, pişmiş topraktan olanları da vardır.
Avustralya da içinde olmak üzere Pasifik Adaları'nda ilkel araçlarla yaratılan heykel ve maskelerin de işlevsel amaçları vardır. Tanrı­ların gözüne girmek, ataların ruhlarını hoşnut etmek, iyi ürün almak ve önemli günleri kut­lamak için yapılırlar. Bunlar, taştan ve tahta­dan dev boyutlu anıtlardan, ince işlenmiş du­var kabartmalarına kadar büyük bir değişiklik gösterir.


MsxLabs & TemelBritannica
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....