Arama


asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
1 Kasım 2008       Mesaj #4
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
İDEALİZM, bir felsefe öğretisi olarak nesnele­ri ve olayları düşünceye öncelik vererek açıklar. Başka türlü söylersek, bir yanıyla Maddecilik, bir yanıyla da Gerçekçilik öğreti­lerinin karşıtı olarak İdealizm insan düşünce­sinden bağımsız bir nesneler dünyasının ya da gerçekliğin olmadığını ileri sürer. Felsefe tarihinde, felsefesi İdealizm olarak nitelenen birçok büyük filozof vardır. Ama bu filozofla­rın görüşleri arasında önemli farklar bulunur. İlk büyük idealist filozof Platon'dur. Ona göre, nesneler dünyası idea'\ar\a, yani düşün­celerle ve kavramlarla zihinsel olarak algıla­nır. Platon felsefesi bir yönüyle gerçekçi, bir yönüyle de idealisttir. Gerçek bir dünyanın var olduğu savıyla gerçekçi; ama bu dünyanın duyularla değil, düşünceyle anlaşılabileceği savıyla da idealisttir .
Çağdaş felsefenin kurucularından biri ola­rak kabul edilen Fransız Rene Descartes tüm felsefesini "Düşünüyorum, öyleyse varım" önermesine dayandırdığı için idealisttir. Des­cartes, her türlü önyargıdan kurtulmak için her şeyden kuşku duymakla işe başlar. So­nunda, kuşku duyulamayacak tek şeyin ken­di kuşkusu ya da düşüncesi olduğu yargısına varır. Descartes daha sonra, kendi zihninde bulduğu "yetkinlik" kavramını kendisine ancak yetkin bir varlığın, yani Tanrı'nın verebileceğini kabul eder. Tanrı nesneler dünyasının gerçek olduğuna inanmamızı iste­diğine göre, duyularımızla algıladığımız dün­ya da gerçektir. Böylece Descartes İdea-lizm'in en aşırısından yola çıkarak bir tür ger­çekçiliğe varır.
Felsefe tarihinde, İdealizm en çarpıcı anla­tımını İrlandalı filozof George Berkeley'in (1685-1735) İdealizm'inde bulur. Berkeley'e göre dış dünyadaki her şey, onun hakkındaki düşüncemizden ibarettir. Bu savını, "Var olmak, algılanmış olmaktır" diye dile getiren Berkeley, böylece dış dünyanın gerçekliğini köktenci bir tutumla yadsır ve John Locke'un deneyci felsefesinin karşısında yer alır. Ber­keley her şeyi algıya indirgeyerek, yalnızca algılayan "ben"in var olduğu sonucuna varır. Ama Tanrı'ya inandığı için, "ben" den başka bir de Tanrı'nın varlığını kabul etmek zorun­da kalır. Ona göre, nesnelere ilişkin bilgimizi de Tanrı yaratmıştır.
19. yüzyılda Alman sanat ve siyaset yaşamı­na egemen olan İdealizm'in kaynağı, Imma-nuel Kantin "aşkın" ya da "duyu ötesi" İdealizmidir. Kant varlığı ikiye ayırır: Dış dünyadaki nesne ve olaylar ile hiçbir zaman bilemeyeceğimiz "duyu ötesi" varlıklar. Dış dünyaya ilişkin bilgimiz algıyla başlar. Ama bu algılar, zihnimizde doğuştan var olan kalıplar içinde işlenerek bilgiye dönüşür. Tan­rı gibi duyularımızı aşan varlıkları ise, hiçbir zaman bilemeyiz .
Nesnelerin de onları bilen özne (yani insan bilinci) gibi zihinsel birer varlık olduklarını ileri süren Georg Friedrich Vvilhelm Hegel'in felsefesi, Alman İdealizminin doruğunu tem­sil eder. Ona göre özne (bilen) ve nesne (bilinen), tek bir düşünsel ve tinsel tözün (geist) kendini dışa vurmasıyla oluşmuştur. Dolayısıyla gerçeğin kaynağına, duyular ara­cılığıyla değil, düşünerek ulaşılabilir .
Kant felsefesinden yola çıkarak değişik bir idealist öğreti geliştiren Johann Gottlieb Fichte (1762-1814), "ben" kavramını, felsefesinin merkezine yerleştirmiş, varlığı "ben" ve "ben olmayan" diye ikiye bölmüştür. "Ben" (yani bilinç), "ben olmayan" varlıkları, kendini örnek alarak biçimlendirir.
Ünlü Alman idealistlerinden biri de Fried­rich vvilhelm Schellingfdir (1775-1854). Ona göre tüm evreni, bilinçjten yoksun bir düşün­me yetisi yaratmıştır.! Bu düşünme yetisi, sürekli bir gelişim içindedir ve gelişim süreci­nin en yüksek aşamasında insan vardır. 20. yüzyılda da yeni idealist görüşler ortaya atıl­mıştır.


MsxLabs & TemelBritannica
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....