Arama


Keten Prenses - avatarı
Keten Prenses
Kayıtlı Üye
9 Aralık 2008       Mesaj #4
Keten Prenses - avatarı
Kayıtlı Üye
Feminizm de bir ideolojik akımdır.. aşağıda feminizmin Türkiyedeki yerini bulacaksınız


Çağdaş Kadın Hareketi ve Feminizm,Türkiye'de Kadın Hakları




Çağdaş Kadın Hareketi ve Feminizm
II. Dünya Savaşı sırasında Fransa'da, İngiltere'de, ABD'de kadınlar erkeklerden boşalan iş alanlarında çalışmaya başladılar. Kadın işgücüne gereksinmenin artması kadınlara yardımcı olacak kreş, çocuk bakımevi gibi kolaylıkların sağlanmasına yol açtı. Erkeklerin cepheden dönmesiyle kadınlar işlerini kaybetmek durumuyla karşı karşıya kaldılar. ABD'de kadınların evlerine dönmesi için kampanyalar yürütüldü; kreşler de kapatıldı.
1945'ten sonra gelişmiş kapitalist ülkelerde eskisine oranla çok sayıda kadın yükseköğrenim görme olanağı buldu. Ne var ki, erkeklerle aynı eğitim düzeyinde olan bu kadınlar iş yaşamında daha yorucu işlerde çalıştırılıyor, erkeklere göre daha az ücret alıyor ve kolay kolay yükselemiyorlardı. Çoğu evli ve çocuk sahibiydi. Çocukların bakımı ve ev işleri de üzerlerinde olduğu için iki kat emek harcıyorlardı.
1949'da Fransa'da İkinci Cins, Kadın (Le Deuxieme Sexe) adında bir kitap yayımlandı. Yazarı ünlü düşünür ve edebiyatçı Simone de Beauvoir'dı. Simon de Beauvoir bağımsız ve özgür olunabileceğini kanıtlamış bir kadındı. Feminist edebiyatın klasikleri arasına giren bu yapıtında de Beauvoir, erkeklerin egemen olduğu bir dünyada kadın olmanın tarihsel, psikolojik ve felsefi boyutlarını inceledi. Ona göre insan "kadın doğmaz" çeşitli toplumsal etkiler ve baskılar sonucu "kadın olur"du. Kadınların içinde bulunduğu durumu aydınlatıcı kuramların yer aldığı bu kitap kısa zamanda birçok dile çevrildi ve kadınlar için bir yol gösterici oldu.
1960'ların sonlarında Vietnam Savaşı'na karşı çıkan ve 1968 öğrenci eylemlerinin içinde yer almış olan eğitimli, orta sınıftan genç kadınlar da kendi konumlarını sorgulamaya başladılar. Hâlâ birçok işyerinde eşit işe eşit ücret yasası geçerli değildi. Üniversitelerde kız öğrenciler dörtte bir oranındaydı. Kadını tüketim toplumunun odağı durumuna getiren reklamlar, onun yuvanın dişi kuşu olduğunu vurguluyor, tüm makyaj, giyim kuşam ve ev araç gereçlerini ayaklarına getiriyordu. Kadınlar ise toplumun onlara uygun gördüğü rolleri kabullenmek istemiyordu. Kadınlar kendileriyle ilgili cinsiyetçi imgelerin değişmesi için eylemlere girişti. Feminizmin yeniden örgütlendiği bu dönemde, feministlerin mücadelesinin amacı erkeklerin egemenliğine karşı mücadele etmek, ona son vermeye çalışmaktı. Çağdaş toplumların hepsinde geçerli olan erkek bakış açısının egemen olduğu koşullarda bütün kadınlar ezilmekle birlikte, hepsinin ezilme biçimi aynı değildir. Örneğin bir işçi kadın ile zengin ailelerin içindeki kadınların sorunları da farklılık gösterir.
Kadınlar geçmişlerini keşfetmek ve geleceğe ışık tutmak için tarih, sosyoloji, iktisat, antropoloji ve dilbilim alanlarında araştırmalara giriştiler. Pek çok üniversitede kısa zamanda kadın araştırma merkezleri kurdular. Cinsel baskılara ve kadınlara karşı uygulanan şiddete karşı mücadele ettiler. Okul kitaplarına yerleşmiş cinsiyete dayalı rollerine ilişkin kalıpları değiştirmek için çocuklara yeni kitaplar yazdılar.
Dünyaya kadın açısından bakan feministler, feminizmin yalnızca kadınların kurtuluşu için değil, yeni tip bir insanın yaratılması için de bir umut olduğunu ileri sürüyorlar.

Türkiye'de Kadın Hakları
Türkiye'de bir dizi yasal düzenlemeyle cumhuriyetin ilanından sonra, 5 Aralık 1934'te kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanındı. Kadınlar, eğitim, evlenme, boşanma, veraset gibi konularda erkeklerle eşit haklara sahip oldular. Birden çok kadınla evlilik yasaklandı. Peçe ve çarşaf yerine batı ölçülerine uygun giyim kabul edildi. Ne var ki, yasalarla sağlanan bazı hakların yaşama geçirilmesi ve uygulanması ayrı bir mücadeleyi gerektiriyordu. Bugün Türkiye'de hâlâ ailenin reisi erkektir. Kadın kocasının izni olmadan ev dışında çalışamaz. Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni bitirmiş olsa da, sınıf arkadaşı olan erkekler gibi kaymakam olamaz. Köylerde hâlâ evlenmek için kızın babasına başlık parası verilir. Oldukça küçük yaşta evlenen genç kızlar çok geçmeden üstlendikleri işlerin ağırlığından ve çok sayıda çocuk doğurmaktan çökerler. Yemek yapmak, çeşmeden su taşımak, bulaşık ve çamaşır yıkamak, ocak yakmak, tarlada çalışmak hep kadının sırtındadır.
Okula giden kızların oram öğrenim basamakları yükseldikçe düşmektedir. Siyasal alanda, sendikalarda, meslek odalarında kadın sayısı yok denecek kadar azdır.
Türkiye'nin 1985'te imzaladığı Kadınlara Karşı Her Tür Ayrımcılığın Önlenmesi Uluslararası Sözleşmesi kadınlara cinsiyet ayrımı gözetmeksizin siyaset, eğitim, çalışma yaşamı, aile yaşamı, kısaca her alanda eşitlik sağlayan bir yasadır. Böyle kapsamlı bir yasa ise bu alanda duyarlı çabalar ve ısrarlı mücadelelerle yaşama geçirilebilecektir.
Feminizm 1980'den sonra Türkiye'de de çeşitli çevrelerde ve basında yoğun biçimde tartışılmaya başlandı. Genellikle büyük kentlerde yaşayan yükseköğrenim görmüş kadınlar kendi durumlarını sorgulamaya başladılar. Önce küçük tartışma grupları oluşturdular, daha sonra belirli somut sorunlar etrafında bir araya geldiler. İlk eylemleri, bir dayak davasında "Kadının sırtından sopa, karnında sıpa eksik olmamalı" diyen bir yargıcın kararının protesto edildiği "Dayağa Karşı Dayanışma Yürüyüşü"ydü. Bunu yeni kadın dernekleri ve feminist dergilerin çevresinde toplanan kadın grupları izledi. Hepsi de kadınların bilinçlenmesini sağlamak, kadınlara yönelik baskıları protesto etmek için kampanyalar düzenlediler ve dergiler yayımladılar.
Bugün ülkemizde nicelik olarak parmakla sayılacak kadar az olsa da, sesini duyurabilen kadınlar her alanda eşitlik için mücadele etmeyi savunmaktadır.
Quo vadis?