Dil canlıdır, değişir
İnsanoğlu, en basit ve doğru tanımıyla bir iletişim aracı olan dili kullanırken en kısa yoldan meramını karşısındakine aktarmayı amaçlar. Bunu yaparken de söylemekte zorlandığı sesleri düşürür ya da değiştirir. Diller tarihi bunun örnekleriyle doludur. Bugün sokakta geliyom olarak kısaltılan geliyorum kelimesi 14-15. yüzyıllara ait metinlerde geleyorırvan şeklindeydi. Yani bugün yazıya geçirdiğimiz şekiller de aslında daha önceki şekillerin değişmesiyle oluştu. Bu değişim devam edecek. Fakat konuşma dilindeki her değişiklik hemen yazıya geçmez. Çünkü yazı tutucudur. Konuşma dilindeki her değişiklik yazıya geçirilirse bir iletişim aracı olan dil bu özelliğini yitirir. Her dilde konuşma ve yazı dili arasında bir farklılık vardır. Ama Türkçe bu konuda sabıkası (bu bir sabıka ise) en az olan dillerden ve biz yazı dili ile konuşma dili arasındaki farkları okullarda öğretmeye kalkarsak, gramerini doğru dürüst öğretemediğimiz Türkçeyi, yazma ve konuşma konusunda da büyük sorunların içine atmış oluruz.
Ayrıca Fuat beyin verdiği örnekler sadece
İstanbul Türkçesi için geçerli değildir.
İzmir'in köyündeki çiftçi Ahmet amca da gelmicem, gitmicem der. Bu meramını en kısa yoldan, en çabuk şekilde ifade etmenin bir sonucudur. Bunun için eğitime gerek yoktur. Yazı dilimizin İstanbul Türkçesine dayandırılmasının sebebi Türkçenin en güzel burada konuşuluyor olmasıydı. Eski İstanbul beyefendileri ve hanımefendileri
'gelmeyeceğim'i ısrarla 'gelmeyeceğim' şeklinde telaffuz ettikleri için Türkçeyi güzel konuşuyorlardı,doğrultmaya 'doorultma',
bir dakikaya 'bi dakka' dedikleri için değil. Bugün İstanbullular farklı konuşuyor, okullarda da buna uyulsun ki sokakta
İstanbul Türkçesi konuşulsun gibi bir önerinin hayata geçme ihtimali bile olamaz. Dil insanlar gibi canlı bir varlıktır, gelişir, değişir. İstanbullular bugün
'gelmiycekler' derken, 100 - 150 yıl sonra
'gemicekler' demeye başladığında okullarda bu kez bunun eğitimini mi vermeye başlayacağız? Kaldı ki taksi şoförü Ahmet günlük koşuşturma içerisinde asla İstanbul Türkçesine uymayı düşünmez. Almanya'daki manav Hans ya da İngiltere'deki kasap John da en mükemmel Almanca ya da İngilizce ile konuşma telaşında değildir. Bu böyle olmalıdır demek istemiyorum, onlar işleri gereği bu tür bir sorumluluğu taşımak zorunda hissetmezler kendilerini. Bu sorumluluğu asıl taşıması gerekenler, tiyatrocular, televizyoncular, radyoculardır.
Dil ile sıkı bir ilişki içerisinde olup konuşmaları halk tarafından örnek alınan kişiler bu sorumluluğu taşımak zorundadırlar.
Dil eğitimini çok iyi almaları gerekir. Ama Fuat beyden öğreniyoruz ki TRT ve devlet tiyatrolarına bu eğitim için gelenlere söylenen ilk şey "Türkçe yazıldığı gibi okunmaz." Konservatuvarda okuyan bir arkadaşım, "Diksiyon hocamız 'değil'i 'diil' biçiminde telaffuz etmemizi istiyor" dediğinde bunu o hocanın cahilliğine vermiştim. Fuat beyin şu sözleri bunun bilinçli, planlı bir şekilde yapıldığını ispatlıyor: "İstanbul lehçesini televizyonculuk deneyimimin başladığı sırada aldığım dört aylık kursun başladığı tarihe dek bilmiyordum ve bize orada söylenen ilk şey 'Türkçe okunduğu gibi yazılmaz ya da yazıldığı gibi okunmaz' şeklindeydi."
Bu da gösteriyor ki bizim sorunumuz sokaktaki
Ahmet amca ile değil, görevleri gereği güzel Türkçe konuşmak durumunda olanların aldıkları 'İstanbul Türkçesini güzel konuşma kursları' sonucunda Türkçeyi konuşamamaları.
*Ege Üni. Türk Dili Doktora Öğr.