Arama

Düşünce Nedir? - Tek Mesaj #1

ThinkerBeLL - avatarı
ThinkerBeLL
VIP VIP Üye
27 Şubat 2009       Mesaj #1
ThinkerBeLL - avatarı
VIP VIP Üye

düşünce

Ad:  düşünce.JPG
Gösterim: 1496
Boyut:  20.4 KB

iç ya da dış uyaranlara yanıt olarak gelişen düşünme ediminin ürünü.

Düşünme, bireyin zihinsel etkinlikleri ile dış uyaranlar arasında kurduğu bağlantıdır. Bu edim, imgeler, düşünce ve hareketler, sözcük ve kavramlar gibi simgeler aracılığı ile gerçekleştirilir. Psikoloji açısından düşünme, bir amaca, örneğin problem çözmeye yönelik zihinsel etkinlik ya da çevrenin temsilcileri durumundaki bilişsel yapıların işlenmesi biçiminde tanımlanır. Gündelik konuşma dilinde düşünce, öneri, tasarı, çare, kanı, görüş, anlayış, zihniyet, sorun, tasa gibi çeşitli anlamlarda kullanılabilmektedir. Felsefi anlamda düşünme edimi, karşılaştırmalar yapma, analiz, sentez, bağlantı kurma, kavrama gibi işlemlerden oluşan ussal bir süreçtir. Aristoteles’e göre bu yeti insanı hayvandan ayıran en belirgin özelliktir.

Geçmişte düşünce bilinçli bir deneyim olarak tanımlanmaktaydı. Ancak uyarıcı durumlar ile bunlara verilen tepkiler arasındaki tüm süreçler bilinçli değildir. Psikanalize göre “birincil süreç düşüncesi” bilinçdışı ve sözcük öncesi bir süreçtir, yani sözcüklerle simgeselleşmemiştir. Örneğin, bir isteğin insanı baskı alımda bırakması sözcüklere dökülemez. Bu düşünce türünde karşıtlar bir arada bulunabilir; böyle düşünce mantık kurallarına uymaz zaman ve yer-tanımaz, neden-sonuç bağıntısı taşımaz ve bütünüyle haz ilkesi doğrultusunda, gerçeklikle bağıntılı olmayan bir biçimde gelişebilir. Oysa “ikincil süreç düşüncesi”, gerçeklik ilkesine bağlı olarak dış nesneldin gerçekliğini gözetir, söze dökülür, dil ve mantık kurallarına uyum gösterir.

Iç ve dış etkilerin yoğunluklarına bağlı olarak düşünce, mantıksal (yönlendirilmiş ve yapılandırılmış) ya da düşsel (imgesel ve fantastik) olabilir. Mantıksal düşünme, yaşanan deneyimlerin sonuçları arasında bağ lantı kurma yolundaki usavurmanm yönlendirilmiş ve yapılandırılmış biçimidir Bu nitelikteki düşünce nesnel, dışa yönelik ve “gerçekçi” (realistik) olarak nitelenir. Bunun karşıtı öznel, duygusal olan “içe yönelik” (otistik) düşüncedir. Her iki tür düşüncenin de olağan yaşam koşulları altında uyum sağlamaya yönelik işlevi vardır.

“Gerçekçi düşünce” bir amaç doğrultusunda düşüncelerin bir araya getirilmesi ve düzenlenmesine yönelik mantıklı düşüncedir: Nesneler, kavramlar ya da bilgi kaynakları arasında bağlantı kurma, değerlendirme, yargılama, problem çözme ve yeni çözümler bulma, ilke çıkarsama, tümevarım ve tümdengelim gibi değişik biçimler alabilir.

“İçe yönelik düşünce” temelde düşünenin istek ve fantezileri bağlamında, dış koşullar ya da yer-zaman-nedensellik bağlantıları dikkate alınmadan gelişen düşüncedir. Bu tür düşüncenin tipik bir örneği, uyaranlara herhangi bir denetim uygulanmadan, düşüncelerin ansızın kendiliğinden anımsandı- ğı serbest çağrışımdır. Bu yolla bilinçdışı öğeler bilinç düzeyine getirilebilir. Fantezi sırasında kişi gerçeklikle bağlarını koparabilir. Uyku ile uyanıklık arasındaki geçiş döneminde, uyuşturucu ya da uyarıcı ilaçlar kullanıldığında, rüyalarda, kimi nevroz ve kişinin gerçeği değerlendirme yetisinin bozulduğu psikoz durumlarında içe yönelik düşünce egemendir. Ruhsal bozukluklar düşüncenin yapısını ve düşünme sürecini olumsuz etkileyebilir. Bu olumsuz etkiler düşüncenin hızı, düzeni, kendiliğinden ve amaca uygun oluşu gibi alanlarda ortaya çıkabilir. Çağrışım zincirlerinde düzensizlik, gevşeme, kopma, kayma ya da uyumsuzluk, aşırılık, sıkışıklık, yineleme, kalıplaşma ve yankılama bulunabilir. İçerik olarak kuşku, korku ve saplantılar, garip inançlar, mistik, metafizik, bedensel ve başka konularla ilgili gerçekdışı düşünce sistemleri, yani sanrılar (delüzyon) görülebilir.

Düşünce konusundaki kuramlarda da düşüncenin yapısı ve süreci üzerinde durulmuştur. İlk davranışçı psikologlardan E. Jacobson ve L. W. Max, düşünmenin sessiz bir konuşma olduğunu ileri sürmüş, düşünme edimi boyunca konuşma organlarına ses yaratamayacak kadar zayıf sinirsel uyarıların aktarıldığını ortaya koymuşlardı. “Çevresel kuram” adını alan bu anlayış, düşüncenin, bedenin tümünün harekete dönüşmeyen tepkilerinin bir türevi olduğunu öngörür; bu bağlamda Skinner ve Watson gibi davranışçı psikologlara göre, düşünce bir davranıştır. Buna karşılık “merkezî kuram” olarak bilinen görüş, düşüncenin beynin bir etkinliği olduğunu öne sürer; bedende ortaya çıkan kas uyarımları ise bir yan üründür. Bu görüş son dönemde daha çok destek görmektedir.

Göstergebilim, felsefe ve psikoloji alanındaki “simge” kavramı ve öğrenme süreçlerine bağlı olarak, düşüncenin öğeleri simgeler biçiminde ele alınabilmektedir. Bu simgeler çevremizle ilgili deneyimlerimize dayanır. Uyarıcı durumlar ile bunlara verdiğimiz yanıtlar arasında aracılık yaparlar. Bunlar, birtakım görüntüler; imgeler; seslerin, konuşmanın ve hareketlerin içsel temsilcisi biçimindeki iç konuşma ve hareketler; soyutlama yoluyla edinilmiş genellemeler olan kavramlar ve bunların yerine geçen sözcükler biçimindedirler.

20. yüzyıl başlarında düşünce sürecinin çağrışım zincirleri biçiminde gerçekleştiğine inanılıyordu. Bu zincir, süreklilik ve benzerlik ilkeleri uyarınca gelişir. Yani düşünce, ya aynı nesnenin değişik nitelik ve görünümleri üzerinde sürer ya da benzer bir nesneye geçer. Bir başka görüşe göre düşünce, sınama-yanılma türünden içsel bir zihinsel işleyişin ürünüdür. Bir uyaran karşısında kişi tüm olası tepkisel davranışları imgeleminde canlandırır, bunlardan uygun olmayanları atar ve sonul tepkiyi belirler. Geştalt psikoloji okulu ise bu konuya daha karmaşık bir açıklama getirmiştir. Buna göre düşünce, öğeler ve alt birimler biçiminde değil bir bütün olarak ele alınmalıdır; düşüncede de bütün, parçalarının toplamından fazla bir şeydir. Bu anlayışla sorunun çözümü sınama-yanılmayla seçenekleri sınayarak değil, sorunu bütünselliğiyle kavrayan bir bakış açısıyla sağlanabilir.

1950’lerden sonra bu görüşler bir ölçüde deneysel çalışmalarla birleştirilmiş; düşünenin, sorunun tümünü kavramadan önce sınama-yanılma yoluyla sorunu tüm boyutlarıyla tanıma girişiminde bulunduğu gösterilmiştir.

Öte yandan düşünceyi yaratan güdülenmenin ne olduğu sorusu, önemli bir ilgi ve araştırma konusudur. Geştalt yaklaşımı bu konuda, kişinin var olan anlayışı ile deneyimi arasında bağdaşmaz bir “boşluk” algılamasının, onu düşünmeye ittiği görüşünü vurgular. Psikanaliz kuramı ise düşünceyi, yaşamı sürdürücü bir etkinlik olarak bir dürtü kaynağı biçiminde açıklar; düşünsel boyuttaki algıları düzenlemek, uyuşmazlıkları çözmek duygusal yönden hoşa giden sonuçlar doğurur, belirsizlik giderilerek bunaltıdan (anksiyete) kurtulunur ve dürtüler, bilişsel alanda gerçekleşme olanağı bulurlar.

kaynak: Ana Britannica
Son düzenleyen Safi; 1 Mayıs 2017 22:13
Tanrı varsa eğer, ruhumu kutsasın... Ruhum varsa eğer!