Yarım asır sonra bu tartışma gotürmez "olgusal delil", akademik araştırmalardan çıkartıldı. "Esir" süptil bir şey olarak farz edilmekteydi, fakat yine de o maddi bir aracı olarak tasavvur ediliyordu; dünya ve diğer göksel küreler onun içinden deniz üzerindeki yelkenli gemiler gibi geçip gitmekteydi. Işık dalgalarının eşiğinde ve onlar tarafından çalımlanarak, önden, arkadan ve yandan gelmekteydiler. Buna göre ışığın hızı farklılıklar göstermeliydi, böyle farz ediliyordu; hareket eden dünyaya doğru ya da arkasından koşuşturuyordu.
1887'de Albert Einstein ve Edward Morley, tasarladıkları bir deneyin yardımıyla, bu "esir akıntısını kanıtlamak istediler. Tüm şaşkınlıklarına rağmen hiçbir fark keşfedemediler: Işık hangi yönden gelirse gelsin hızı hep aynıydı; saniyede 299.792,458 metre. Tüm fizikçilerde büyük bir karamsarlık ve çaresizlik baş gösterdi, çünkü işin aslı, bugüne dek kabul gören "esir" görüşüyle uyuşmuyordu. Einstein, bu sonu gözükmez problem için bir çıkış yolu buldu: "Esir için bir gerçeklik bulma çabalarımızın tümü başarısız olmuştur." Ve bunun için ışık hızı, uzay boşluğunda daimi bir değişmezlik gösterir. O, ne ışık kaynağının hareketine ne de gözlemciye bağlıdır; böylece, "Görelilik Kuramı"nın temel taşını yerleştirmiş oluyordu.
Bundan kısa bir süre önce fizikçi Max Planck, ışık gibi elektromanyetik bir dalga olan ısının, sıcak bir nesneden sürekli değil, özellikle tekil "porsiyonlar" halinde yayılmakta olduğunu belirtti ve bunları "kuantlar" olarak tanımladı. Ve 1905'de Einstein, ışığı tekil enerji kuantlarından birleşik "fotonlar" olarak tanımlamayı tavsiye etti. Ve böylece yine Fisagor ve Newton'a ve ışığın "parçacık karakteri"ne dönüş yapılmıştı. Foto-elektrik efekt ile, ışığın etkisiyle mtalden elektronlar koparılır. Bu deney ve Compton deneyleri, ışık-kuantlarının elektronlar ile çarpıştıklarında, elastik küreler gibi davrandıklarını onaylıyordu.
ARACISIZ DALGALAR MANTIK AÇISINDAN İMKANSIZDIR
Önceden olduğu gibi bugün de ortaya çıkmakta olan girişim etkisi olguları, ışığın bir dalga olduğunu göstermektedir ve böylece aslında birleştirilemez olan bu iki anlayış, yani yukarıda belirtilen dalga-parça cık düalizmi zoraki olarak bir araya getirildi. Fakat ne yazık ki problem, bununla çözülmüş değildir. Çünkü dalgacık dalgacıktır ve parçacık parçacıktır.
1917'de Albert Einstein şöyle yazıyordu: "Hayatımın geri kalan kısmında ışığın ne olduğunu düşüneceğim." 1951 'de ölümünden dört yıl önce, şunları itiraf etti: "Işık kuantları nedir, sorusu üzerinde elli yıl derin derin düşünmeme rağmen, bu beni hiçbir cevaba yaklaştırmadı. Bugün herkes cevabı bildiğini sanıyor fakat bu onların bir yanılgısıdır. Ve "esir problemi" de şu ana kadar çözülmüş değildir, sadece sümen altı edilmiştir.
Ancak buradaki ikilem şudur: "Dalga" kavramı fizikte açıkça tanımlanmaktadır: dalga,bir aracın içindeki titreşim bağlaşımı olarak tanımlanır. Aracı; her parçacığın kendi hareketini yanı başındakine aktarabildiği, elastik bir biçimde birbirine bağlanmış tekil parçalardan oluşan bir özdür. Örneğin, su dalgalarında aracı sudur, atomik çekim güçleri tarafından birbirine bağlı olan tekil su moleküllerinden oluşur. Bir güç ona tesir ettiğinde, örneğin rüzgar, o zaman bu su molekülleri hareketlenir, bir oraya bir buraya titreşirler ve kendi bağlaşımları sayesinde bu titreşimler birbiri ardı sıra yayılır ve böylece dalga oluşur.
Eğer ışık bir dalga ise, karşılıklı etkileşim deneyleri bunu apaçık kanıtlıyor, demek ki küçücük birbirine bağlı parçalardan oluşan bir aracıya ihtiyacımız var ve ışık dalgalarını oluşturabilmek için de, parçacıkların titreşimini sağlayan bir kuvvete gereksinimimiz var.
Açıkçası hiç kimse aracıyı bir kenara itip, sadece dalgalardan söz edemez: Aracısız bir dalga mantık açısından imkansızdır. Öyleyse muhakkak bir "ışık/dalga aracısı" olmalıdır ancak onun yapı taşları maddi olamaz.
EN KÜÇÜK MADDİ PARÇACIKLARDAN DAHA SÜPTİL
En küçük maddi parçacıklardan daha süptil olma hali, Michelson-Modey deneyinden ortaya çıkar, fakat öte yandan bu deney, madde parçacıklarının dalga nitelikli bir olguya sahip olduklarını da onaylamaktadır. Örneğin, çift-aralık deneyinde, elektronlar da girişim desenleri oluşturmaktalar. Bu dalga olgusu için bir kanıttır. Deneylerde, elektron ve pozitron çiftlerinin ışığa ve ışığın da elektron-pozitron çiftlerine dönüştürülmesi başarıyla sonuçlandırıldı. Anlaşılan ışık ve madde, her ikisi de aynı aracının içinde birer dalgadır, demek ki bunlar, ancak özel formları nedeniyle birbirinden farklı gözükmektedir.
Bu durumda madde bir çeşit enerji olur; belki de "donmuş" enerji: Buzun suyun donmuş bir hali olması gibi.
Bunun nasıl göründüğünü tasavvur etmeye çalıştığımızda, hayallerimiz donup kalıyor. Ancak matematiksel olarak madde ve enerjiyi aynı çatı altında birleştirmek hiçbir sorun yaratmıyor.
Einstein bunu ünlü E=mc2 formülüyle gerçekleştirdi. Demek ki madde ve enerji eşitlenebilir ve biri bir diğerine dönüştürülebilir; tek bir oranda, ki bunun karşılığı ışık hızının karesine denk düşmektedir. Çok enerji eşittir az madde, az madde eşittir çok enerji. Atom bombası bunu kanıtlamaktadır; birkaç kilo madde, dünya üzerinde Hiroşima büyüklüğünde bir delik açabiliyor.
Demek ki, Michelson ve Morley'in "esir akıntısını" bulamamalarında şaşılacak pek bir şey yok; çünkü dünya, "deniz esiri" üzerinde yelkenli gemiler gibi yüzmüyor; o, daha ziyade bu "deniz esiri" içinde ve içinden her an kendini yenileyerek zuhur ediyor. Michelson ve Modey de, aynı kendi ölçüm gereçleri gibi "esir denizinde" birer titreşimdiler.
Esirden vazgeçemeyiz; ışığın dalga tabiatından vaz geçemeyeceğimiz gibi. Esiri oluşturan yapı taşlarının maddi olamayacağı, daha çok süptil olacağını bilmek gerekir. Bir başka deyişle "kuantaltı esir". Işık kuantlarından daha küçük ve daha süptil, en küçük madde parçacıklarından daha küçük ve daha süptil.
"Maddi esir mevcut değildir. O, materyalist dünya görüşünden doğmuş hayali bir kurgudur", diyor Amerikalı kuantum fizikçisi Arthur Zajonc, Işık ve Şuurun Ortak Tarihi adlı kitabında şunları yazıyor: "Eğer biz ışığın bir dalga olduğundan yola çıkarsak, o zaman karşımıza şu soru çıkar: Orada dalga şeklinde titreşmekte olan nedir? Su dalgalarında, ses dalgalarında, titreşen tellerde... bir şeyler hep titreşmekte. Ses figürü hava tarafından iletilmekte. Peki ama ışık dediğimiz akışkan figürü kaldırıp gotüren ne??? Yine de şu kesinlik kazanmıştır: Bu şey ne olursa olsun, her halükarda tabiatı maddi değildir.