Arama


ThinkerBeLL - avatarı
ThinkerBeLL
VIP VIP Üye
11 Mart 2009       Mesaj #3
ThinkerBeLL - avatarı
VIP VIP Üye
İlk Toplumlar: Avcı ve Toplayıcılar

Bu gezegendeki insan varoluşunun, küçük bir bölümü dışındaki tümünde, insanlar, otuz ya da kırk kişiden fazla olmayan küçük topluluk ya da kabileler biçimindeki avcı ve toplayıcı toplumlarda yaşamışlardır. Avcı ve toplayıcılar yaşamlarını, avcılık, balıkçılık ve yenebilir bitkilerin doğadan elde edilmesi ile kazanırlar. Bu kültürler, Afrika ve Brezilya ile Y.ne Gine’nin az sayıdaki kıraç köşeleri gibi, dünyanın kimi bölgelerinde varolmayı sürdürmektedir. Bununla birlikte, avcı ve toplayıcı kültürlerin çoğunluğu, Batı kültürünün yayılmasıyla yok edilmişler ya da yutulmuşlardır; kalanların da daha fazla varlıklarını sürdürmeleri olası görünmemektedir. Şu anda, dünya nüfusunun çeyrek milyondan daha az bir bölümü, -dünya nüfusunun yalnızca yüzde 0,001’i – avcılık ve toplayıcılıkla geçinmektedir.
Daha büyük toplumlarla –özellikle İngiltere ya da ABD gibi çağcıl toplumlarla- karşılaştırıldıklarında, avcı ve toplayıcı gruplarda pek az eşitsizliğe rastlanmaktadır. Bunların gereksindikleri maddi mallar, av silahları, kazma ve inşaat aletleri, tuzaklar ve pişirme aletleriyle sınırlıdır. Dolayısıyla, toplumun üyeleri arasında, sahip olunan maddi varlıkların sayısı ve çeşidi bakımından pek az fark bulunur –zengin ile yoksul ayrımı söz konusu değildir. Konum ve rütbe farklılıkları yaş ve cinsiyetle sınırlanma eğilimindedir; erkekler hemen her zaman avcı iken kadınlar yabanıl tahılları toplar, bunları pişirirler ve çocuk yetiştirirler. Ne ki, kadınlarla erkekler arasındaki bu iş bölümü son derece önemlidir: Erkekler kamusal ve törensel konumları egemenlikleri altında tutarlar.
“Yaşlılar” –topluluk içindeki en yaşlı ve en deneyimli erkekler- genellikle grubu etkileyen önemli kararlarda söz sahibidirler. Ancak tıpkı topluluğun üyeleri arasında servet farklılıklarının pek az olması gibi, güç farklılıkları da daha büyük toplumlara kıyasla çok daha azdır. Avcı ve toplayıcı toplumlar genellikle “katılımcı”dırlar –önemli alınacağında ya da bunalımlar ortaya çıktığında, yetişkin tüm erkek üyeler bir araya toplanırlar.
Avcılar ve toplayıcılar, yalnızca bütünüyle düzensiz bir biçimde hareket etmezler. Bu topluluklarının büyük bölümünün belirlenmiş toprakları vardır ve düzenli olarak yıldan yıla bu toprakları dolaşırlar. Pek çok avcı ve toplayıcı topluluğun istikrarlı bir üyelik yapıları yoktur; insanlar sıklıkla farklı kamplar arasında dolaşırlar ya da aynı toprak parçası içerisindeki gruplar bölünerek diğerlerine katılırlar.
Avcı ve toplayıcılar, maddi serveti kendi temel isteklerini karşılayacak olandan daha fazlasına çıkarmakla pek az ilgilenmektedirler. Esas uğraşları, olağan olarak dinsel değerler ile tören ve ayin etkinlikleridir. Pek çok avcı ve toplayıcı düzenli olarak gelişkin törenlere katılır ve zamanının büyük bölümünü, bu tür ayinlerde kullanılacak elbiseler, maskeler, resimler ve diğer kutsal nesneleri hazırlamakla geçirir.
Kimi yazarlar, avcılığın bu toplumlardaki öneminin, insanın savaşa olan evrensel eğilimi ile ilişkili olduğunu düşünmüşlerdir, ne ki avcı ve toplayıcı toplumların çoğu gerçekte oldukça barışçıl görünmektedir. Av için kullanılan araçlar ender olarak silah diye kullanılmıştır. Çağcıl anlamda silahlanma, uzmanlaşmış savaşçıları olmayan avcı ve toplayıcılar tarafında hiç bilinmemektedir. Avcılığın kendisi, önemli anlamda işbirliğine dayanan bir etkinliktir. Bireyler ava yalnız giderlerse de avın sonuçlarını diğer bireylerle paylaşırlar.
Avcı ve toplayıcılar yalnızca, yaşam biçimleri artık bizi ilgilendirmeyen “ilkel” insanlar değildirler. Onların kültürlerini incelemek bize, bizim kimi kurumlarımızın insan yaşamının “doğal” özelliklerinden oldukça uzak olduğunu daha açık görme olanağı vermektedir. Kuşkusuz, avcı ve toplayıcıların yaşadıkları koşulları yüceltmemek gerekmektedir, ancak yine de, savaşı yokluğu, önemli servet ve güç eşitsizliklerinin olmayışı ve rekabet yerine işbirliğinin vurgulanması bize, çağcıl sanayi uygarlığının yarattığı dünyanın ille de “ ilerleme” ile eşitlenmemesi gerektiğini etkili bir biçimde anımsatmaktadır.
Tanrı varsa eğer, ruhumu kutsasın... Ruhum varsa eğer!