Arama

Mısır Sanatı - Tek Mesaj #1

ThinkerBeLL - avatarı
ThinkerBeLL
VIP VIP Üye
17 Mart 2009       Mesaj #1
ThinkerBeLL - avatarı
VIP VIP Üye

SANAT ve ARKEOLOJİ

Ad:  10.jpg
Gösterim: 1105
Boyut:  22.1 KB

Firavunlar döneminde Mısır


Mısır üslubu, İ.Ö. 3000 yılına doğru ortaya çıktı. Mısır sanatının bakış açısı gelenekseldir ve burada, tanrısal kökenli kutsal bir gelenek, en temel toplumsal ve sanatsal değer olarak kabul edilmiştir. Her Mısır sanat yaratıcısı, kendinden öncekilerden daha iyi yapıtlar verdiğini ileri sürer, ama aynı zamanda, güneş-tanrı Ra’nin çağındaki yetkinliği bulmaya da çalışır. Demek ki, kutsal bir sanatı tanımlayan kurallar vardır, ama bunlar bireysel dehaları yok etmez. Nitekim en büyük yapıtlar, zanaatçıların kurallara en fazla boyun eğdikleri parlak çağlarda gerçekleştirilmiştir. Kutsal geometrinin çok önemli bir rol oynadığı mısır sanatı, sanatsal yaratışı yüreklendiren yasalar üzerinde temellenmiştir.

Maddesel yanı bakımından firavunların sanatı, tanrısal yaşamı dile getirmeye yönelir. Kozmik bir anlam taşıyan inek, süt veren ve iyilik saçan bir hayvandır; aynı zamanda da gökyüzüdür, kralları emziren sütannedir. Demek ki, gerçekliğin düzeyleri, birbirinden ayrı değildir. Bundan ötürü, mısır sanatı, yararcı bir sanat olmak ister. Nitekim, güzel bir yapıttan değil, etkili ve işe yarar bir yapıttan söz edilir. Zanaatçı, kendisine hayranlık duyulsun diye yaratmaz; yaptığı iş dünyanın dengesini korumak açısından çok önemli diye düşünüldüğü için yaratır. Bir heykel yapmak, ona can vermektir. Özel bir rahip, sihirli formüller aracılığıyla, heykelcinin üzerinde çalıştığı maddeye can vermekle görevlidir. Mısır eşyasının çoğu üzerinde görülen hiyeroglifler, bir süsleme öğesi değildir. Yapıtın derin anlamını veren, üzerindeki kutsal sözler ya da tanrı sözleridir. Tapınaklar, heykeller ve steller aracılığıyla, tanrılar, yeryüzünde gerçek ve somut varlıklarını bulmaktadırlar ve sonsuz zaman, bildiğimiz zamanı doğurgan kılmaktadır. Burada sözkonusu olan, ülkenin refahı ve insanların ayakta kalabilmesidir.

Zanaatçı, bir devlet görevlisi olduğu için, resmi sanat ile özel ya da bireysel sanat arasında karşıtlık yoktur. Mimar, marangoz, duvarcı ustası, ressam, desenci ya da kuyumcu olsun, her zanaatçı bir meslek topluluğuna bağlıdır. Mısır’da, tüm zanaatçıların piri, Memfis’teki büyük Ptah rahibiydi. En yetkin yapıtlar, ülkenin en iyi zanaatçılarını bir aya getirmiş olan krallık atölyelerinden çıkıyordu. Mısır’da, bireyin yüceltilmesi diye bir şey yoktu, ama buna karşılık zanaatçıya ve yapıtına büyük saygı duyuluyordu; kimi zaman zanaatçı, toplumun yüksek sınıflarına kabul ediliyordu. ister bir tapınağın, ister bir heykelin yapımı sözkonusu olsun, sanatçılar, yaşam öykülerinde, yapıtlarının adını anmaktan onur duyuyorlardı. Bazıları, mezarlarına kendi tasvirlerini koydurttular. incelemeler için yararlı olan geleneksel sınıflandırmalar (mimarlık, heykelcilik, resim vb.), bütün bu yaratma çeşitlerinin birbirine sıkı sıkıya bağlı olduğu mısır sanatının "tekleştirici” özelliğini unutturmamalıdır.
Ad:  4.jpg
Gösterim: 1182
Boyut:  23.6 KB

Arkeoloji


Champollion’un buluşundan bu yana Mısır’da gerçekleştirilen kazılar, mısır sanatı konusundaki bilgimizi büyük ölçüde genişletti. Bu kazılar, Mısır hükümetinin denetiminde yapılıyordu. Nitekim Mısır'da XIX. yy.'ın başında konsolosluklara bağlı görevliler (bunlar Drovetti, Salt, Anastasi vb. gibi hükümetin resmen tanıdığı kimselerdi), daha sonra Avrupa’nın mısır sanatı konusunda uzmanlaşmış büyük müzelerinin satın aldığı koleksiyonları, Mehmet-Ali’nin verdiği izinle toplayabilmişlerdi. Sistemli bir biçimde yürütülen ve belli bir dereceye kadar bilimsellik niteliği taşıyan kazıların ilk örneğini veren kimse ise, 1858’de Mısır Eski eserler müdürlüğüne atanan Mariette’ti. Mısır anıtlarının korunmasını sağlayan iki resmi daireyi de Mariette örgütlemişti. Bunlar, Eski eserler dairesi ve Müze’ydi. Mariette Memfis'teki Apis boğaları mezarını, yani Serapeum’u ortaya çıkardı, Abydos, Denderah, Karnak ve Tanis'teki kazıları yönetti. Mariette'in 1881 'de ölümünden sonra Gaston Maspero, V.-VI. hanedan firavunlarının yazıtlı piramitlerini incelemeye girişti. 1881'de Deyrül-Bahri'de kral mumyalarının saklandığı gizli bölmeyi buldu. 1882'de, Egypt Exploration Fund'ın (1920'de, Egypt Exploration Society adını almıştır) kurulmasına ön ayak oldu. Bu dernek de, Archae- ological Survey of Egypt, Egyptian Research Account and British School of Arc- haeology gibi, o tarihten bu yana Mısır' da kazı çalışmalarını sürdürdü. 1898’de ise, Institut français d’archöologie orien- tale kuruldu. ABD, Almanya ve İtalya'da kendi kurumlarını kurdular. XIX. yy. sonunda başlayan bu etkinlikler günümüze kadar sürüp geldi.

Mimarlık


Tarihöncesi dönemde idoller, kulübelerde saklanıyor; ölüler, kil levhalarla donatılmış mezar çukurlarına gömülüyordu. İ.Ö. 3200'e doğru gereç olarak kerpici kullanan bir mimarlık ortaya çıktı. Önemli kişiler, bazı bölümleri (mezar odaları, duvarlar, kapılar) taşlarla örülmüş görkemli tuğla yapılara gömülüyordu. Mısır mimarları, başlangıçta gereç olarak kamış, kerpiç, ağaç ve tuğlayı kullanıyorlardı. Taş kullanımının yaygınlaştığı dönemde bile, sanatsal yaratışın kökenlerini belirten bitkisel öğeler anımsanacaktı. Nitekim, kapıların ve pitonların tepelerinde görülen mısır mimarlığına özgü boyunlu korniş, şeritlerle tutturulmuş bir kamış demetinin taş gerece uygulanmış geometrik ve üsluplaştırılmış taklididir. Tuğla ve ağaç, mısır tarihi boyunca, saraylarda, kalelerde, soylu konutlarında ve sıradan mezarlarda kullanıldı. Hafif gereçlerin kullanıldığı bu yapılardan, geriye pek az şey kalmıştır Tapınaklar, kralların ve önemli kişilerin mezarları ise, zamana karşı dayanıklı olduğu düşünülen taştan yapılmıştı. Daha Eski İmparatorluk döneminde, olağanüstü bir mimarlık tekniği ortaya çıktı. Mimarlar, dev boyutlu anıtlar kurmalarını sağlayan büyük taş bloklar kullandılar. Basit araçlardan (çakmaktaşı, sert taş, bakır, bronz aletler; tahta kızaklar, halatlar vb.) yararlanan zanaatçılar, henüz iyice anlaşılmamış kaldırma yöntemleri uygulayorlardı.
Ad:  5.jpg
Gösterim: 989
Boyut:  21.7 KB

Taş duvarlarda harç kullanılmıyor, bloklar mükemmel bir biçimde birbirine uyduruluyordu. Tonoz biliniyor, ancak taş yapılarda yer almıyordu" Bu yapıların boyalı bir süslemeye sahip olduğunu da söylemeliyiz. Tapınaklar ve mezarlardaki "süslemeler” (resimler, yazıtlar, dinsel tören görüntüleri), estetikle olmadığı gibi sanatçının hayal gücüyle de ilintili değildir. Burada sözkonusu olan, ayin kurallarının taşa geçirilmiş gerçek bir örneği ya da ölümsüzlüğe ulaşmış yaşamı yüceltmenin bir aracıdır. Örneğin, piramitlerin içlerinde taşa kazınmış metinlerde, yılanlar, krala zarar vermesinler diye iki parçaya bölünmüştür. Kullanılan gerecin, simgesel bir değeri vardır: altın, kralların tenidir, türkuvaz ise göksel neşeyi dile getirir.
Mısır mimarlığında iki ana yapı türünden çok sayıda örnek vardır: mezarlar ve tapınaklar. Tapınak ile özet konut kavramlarının bir sentezi olan mezar iki temel öğeden oluşur: mezar odası ve tapınma yeri.

Bunlar, Eski ve Orta imparatorluk anıtlarında birbiriyle sıkı bir ilinti içindeydi; ancak mezarı korumak amacıyla yeri gizli tutulmak istenince bu bölümler Yeni İmparatorluk döneminde birbirlerinden ayrıldılar. Petrie, J. de Morgan, Barsanti ve Maspero’nun yaptığı kazılar, Nagada, Kumu’l-ahmer, Beyt-Hallaf ve Sakkare'de, erken dönem mezarlarının ortaya çıkarılmasını sağladı, ilk iki tinit hanedanının mastabaları da Abydos’ta ortaya çıkarıldı (1895'te ve 1903'te, Amelineau'nun ve Petrie'nin kazıları). Sakkare’de ise (1905’te öuibell’in, 1921’den sonra da Firth ve Lauer'in kazıları), büyük kral mezarlarının ilk örneği olan kral Coser’in yedi basamaklı piramidi bulundu. Dâhi mimar imhotep, üst üste inşa edilmiş birçok mastabadan oluşan bu olağanüstü anıtı, I.Ö. 2800'e doğru gerçekleştirmişti. Basamaktı piramit tek başına bir yapı değildir; bir mezar yapıları topluluğunun esas anıtıdır. Bu toplulukta, bir çevre duvarı, çeşitli tapınma yapıları ve bir heb-sed (kralın yeniden canlanması bayramı) avlusu vardır. Bütün bu mimari, ölüler için yapıldığından, bir göz aldatmacasıdır. Piramidi yalnızca bir mezar olarak düşünmemek gerekir.

Piramit, kralın, maddi ölümden sonra ortadan kalkmayan yaşam enerjisi, yani fca’sı için de yapılmıştır. Dünyanın ilk çağlarında okyanustan yükselen tepenin simgesi oan piramit (özellikle Sakkare piramidi), aynı zamanda, gökyüzüne uzanan bir merdivendir. Coser ve imhotep'in ortaya koydukları bu yapıt, dev boyutlu yapılara yer veren bir mimarlık geleneğinin başlangıcıdır Bu gelenek düz piramit tipini yaratan Snefru'nun (IV. hanedan) üç piramidiyle devam eder. Dahşur'daki garip biçimli piramidin yüzleri çift eğimlidir Devasa oran anlayışı ve çok büyük taş bloklann kullanımı, Keops döneminde yapılan ünlü "büyük piramit"te doruk noktasına ulaşır. "Büyük piramit” bu tür anıtların en büyüğü ve en mükemmelidir İlk yapıldığında yüksekliği 146, 60 m’ydi ve perdahlanmış kireçtaşıyfa kaplanmıştı.

Piramitte, biri yeraltında, ikisi yapının içinde üç oda vardır. “Büyük piramit”, Gize’deki üç piramitten biridir; diğer ikisi ise Kefren ve Mikerinos piramitleridir. Bu anıtlar, Kefren piramidinin doğusundaki tapınağa bir rampayla bağlanan vadideki bir tapınağı da kapsayan bir yapı kümesi içinde.yer alıyorlardı. Yapılann bulunduğu alan bir duvarla çevrilmişti; alana firavunun öte-dünyada yolculuk yapmasını sağlayacak büyük kayıklar gömülmüştü. Büyük bir olasılıkla Kefren dönemine tarihilenen ünlü Sfenks de Gize’dedir. Orta imparatorluk döneminde firavunlar, piramitlere gömülmeye devam edildi. Ancak çok daha küçük boyutları olan bu piramitler tuğladan örülmüş ve taşla kaplanmışlardı. Tutmosis I, kendine değişik tipte bir mezar yaptırmaya karar verince, Yeni imparatorluk döneminde önemli bir değişiklik gerçekleşti. Ondan sonra gelen Yeni imparatorluk firavunları da, Libya dağlarında, Teb'de Nil’in sol kıyısında, kurumuş bir akarsu yatağı olan Krallar vadisi’nde (Bi- ban ül-Mulük), yeraltı mezarları yaptırdılar. Mezar odaları, yatağın üstünde yükselen büyük bir doğal piramit biçiminde doruğun eteğinde sıralanmıştı.

Ancak, senyörler ve oradan pek uzak olmayan bir yerde zanaatçılar, kral Mentuhotep'ih Deyr ül-Bahri'deki mezar-tapınağının üzerindeki taş piramitten esinlenerek, kendi küçük mezarlarına da kireçtaşından birer küçük piramit yerleştirmekte gecikmediler; böylece göğe yükselişin simgesini kullanmayı sürdürüyorlardı. Krallar vadisi mezarları iki temel öğeden oluşur; aşağı doğru meyilli dar bir geçit ve bir mezar odası. Bu sonuncusu, sabah yeniden doğmadan önce güneşin çeşitli sınamalardan geçtiği cehennem dünyasına inmesini sağlayan giriş bölümünü simgeliyordu. Bu kral mezarlarının duvarlarında, yeni bir esinin ürünü olan ve yalnızca firavunların kullanabileceği ölülere ait kitaplardan metinler yazılmıştı. Geç dönemde, kimi zaman tapınakların içinde yer alan kral mezarları, hazineler barındırsalar bile (Psusennes'in Tanis'teki mezarı), daha az gösterişliydiler.

Tarihin başlangıcında, sıradan kişilerin mezarları, kimi zaman üzerinde bir tümsek bulunan basit çukurlardı. Daha sonra taş kullanılmaya başlandı. Mezarlar, ölünün yeryüzünde yaşadığı ortamı canlandıran birer sonsuzluk konutu haline geldiler. Eski İmparatorluk'un mastabaları, büyük boyutlara ulaşan önemli anıtlardır. V. hanedan dönemine ait Mereruka mastabası'nda zengin bir biçimde süslenmiş seksen oda vardı. Ölünün canlı bir varlık olarak kabul edilen heykelinin bulunduğu serdap ve ölüler dünyası ile canlılar dünyası arasında iletişim noktası olan yalancı kapı biçimindeki stel mastabaların iki temel öğesini oluşturur. Ölü için burada dua ediliyor, onun daha sonra yaşamasını sağlayan sunular da bu stelin önüne konuyordu. Eski İmparatorluk’un sonundan, Örta imparatorluk'un sonuna kadar, Beni Haşan, el-Berşe, Meir ya da Asuan’da görüldüğü gibi, büyük yeraltı mezarlıkları yapıldığını biliyoruz. Yeni İmparatorluk döneminin Teb mezarları, çoğunlukla ters çevrilmiş T şeklindeydi; bunlar, vezir Rehmere gibi önemli kişilerin mezarları dışında, daha küçük boyutluydu. Daha sonradan bir gerileme görüldü. Bu arada, Geç dönemde, Sait döneminde Teb’de yapılan sayısız odalı büyük el-Assassif mezarlarını unutmamak gerekir. Bunlar, eski mezarlardaki dingin ve aydınlık ortamdan iyice farklı olan tedirgin edici ve marazi görünüm sunar.
Ad:  8.jpg
Gösterim: 1269
Boyut:  33.4 KB

Mısır tapınağı halka açık değildir ve her isteyen bu tapınaklarda dua edemez. Kalın çevre duvarlarının ardında sırlarını saklayan tapınak, daha çok, uzmanların yararlandığı büyük bir laboratuvara benzemektedir. Tapınak, tanrının yeryüzündeki evidir. Rahipler de, bu tanrısal gücün tükenmemesini sağlamakla görevli kişilerdir. Böylece tapınak varlığıyla, mimarisiyle, duvarlarındaki yazıtlarla içindeki heykellerle, Mısır'ı her felaketten ve kötülükten korur. Tapınağın taşlarında hayat bulan ayin düzeni ve tanrıbilim, her yönüyle yaşamı korur ve sürdürür. Bir metinden, tapınağın, bütün parçalarıyla evrenin benzeri olduğunu öğreniyoruz. Demek ki bu tür yapılar Mısır'ı, kozmosla uyum haline sokan temel bir öğedir.

Zaten tapınak, dünyanın bir taklididir: zemini yeryüzüdür; sütunları ağaçlardır; etekduvarı üzerindeki lotus, ilk bataklığı belirtir; tavan yıldızlı gökyüzüdür; tapınağın en kutsal yeri ise, ışığın yükseldiği ufuktur. Bir tapınak yapmak, karmaşık dinsel törenlerin yerine getirilmesini gerekli kılar. Şantiye şefi rolünü üstlenen kralın yanında rahipler yer alır. Tapınağın yapılacağı yeri, yönü, gereçleri seçmek gerekir, lamellere simgesel nesler konur, tannya sunulan armağanlar gömülür ve başka anıtlarda kullanılmış taşlardan yararlanılır. Bu, anıtın görünen yanı kadar önemli olan görünmeyen yanıdır. Mısır tapınaklarının hiçbiri tümüyle bitirilmemiştir. Bu yapılar sürekli olarak büyütülmüş, süslenmiş ve yeniden düzenlenmiştir. Örneğin Karnak, devamlı çalışılan geniş bir şantiye özelliğini taşımıştır.

Tapınak, aynı zamanda, mısır ekonomisinin önemli bir öğesidir. Dış avlusunda, dinsel nitelik taşıyan yapılann yanı sıra, rahiplerin konutları, depolar, atölyeler, ambarlar, okullar ve yönetim binaları da yer alır. Tapınaklar, rahiplerin yönettikleri arazilerin de sahipleridir; rahipler, depoladıkları erzakın dağıtımından sorumludur. Tanrılara ve krallara ait tapınaklar arasında klasik bir ayırım yapılmasına rağmen, mısır tapınağının, Yukarı Mısır’da Ptolemaioslar dönemine ait Edfu tapınağı'nda görüldüğü gibi, örnek bir planı (bu planın birçok çeşitlenmeleri vardır) olduğu kabul edilmiştir: tapınağa doğru giden geniş bir yol (çoğunlukla bir dromos); ilk iç avluya (revaklı ya da revaksız) açılan kapının iki yanında yer alan ve tapınağın cephesini oluşturan yüksek pilonlar; sütunlu bir salon; pronaos; kayık odası (törenlerde tanrının heykeli bu kayıkla taşınıyordu); tanrının heykelinin bulunduğu yekpare taş bir naos.

Tapınağın bu en kutsal yerinin çevresinde tapınma odacıkları bulunabilir. Orta imparatorluk döneminde ortaya çıkan bu örnek plan büyük bir olasılıkla daha erken devirlerde de uygulanmıştır. Ancak, bu konuda kesin bir şey söylemek için elimizde yeterince belge yoktur. En eski tapınaklar arasında, Kefren vadisi tapınağı'nı saymak gerekir; bu yapının, T biçiminde bir plana sahip olan sütunlu salonu, geometrik şaşmazlığı ve çok büyük taş bloklann kullanımı bakımından etkileyicidir. V. hanedanla birlikte kraliyet güneş tapınakları ortaya çıktı. Bunlar, hiç kuşkusuz, güneşin kutsal kenti He liopolis’teki büyük tapınağı örnek alırlar.

Ancak, çok harap durumda bulunmaları, incelenmelerini zorlaştırmaktadır. Bununla birlikte, bu yapıların ortasında, önünde tapınma törenlerinin yapıldığı büyük bir dikilitaş bulunduğu bilinmektedir. Orta İmparatorluk tapınakları konusunda da çok az bilgimiz vardır. Bunun nedeni, XVIII. hanedan firavunlarının genişletmek ya da onarmak amacıyla bu yapıları yıkmış olmalarıdır. Bir tek istisna, hayranlık verici çizgileriyle dikkati çeken, Karnak'taki Sesostris sunak-tapınağı'dır. Bu yapı, fransız mimar Henri Chevrier tarafından, Karnak'ın üçüncü pilonunun temellerindeki devşirme taş bloklar kullanılarak yeniden inşa edilmiştir, Naville ve Winlock'un Deyr ül-Bahri'deki kazıları ve polonyalı bilginlerin çalışmaları, Mentuhotep III tapınağı'nın daha iyi tanınmasını sağlamıştır.

Yeni İmparatorluk döneminde çok sayıda tapınak inşa edildi. Bunların en özgünü, mimar Senmut'un yaptığı Deyr ûl-Bahri’deki kraliçe Hatşepsut (XVIII. hane dan) tapınağıdır. Revaklarla çevrili taraçalarıyla, sunağa doğru yükselen ve ana eksen üzerinde yer alan rampasıyla, yanında bulunduğu yarın düşey eksenini vurgulayan genel çizgileriyle, bu tapınak benzersiz bir yapıttır. Bu dönemin başyapıtlan, Karnak (ilk yapı Orta İmparatorluk ile Tutmosis I dönemi arasında gerçekleştirilmiş ve tapınak daha sonra güneye doğru genişletilmiştir), Luksor, Abydos, Ramesseum (Ramses ll'nin mezar tapınağı; depolar ve ambarlar hâlâ görülmektedir) ve Medinet Habu'dur (Ramses lll'ün mezar tapınağı). Mısır’da bulunan sütunlu salonların en büyüğü, Karnak’ta yer alır (103 m x 50 m; 134 sütun). Hapu’nun oğlu mimar Amenhotep’in yaptığı büyük Amenofis III tapınağı’nın günümüze ulaşmaması büyük bir kayıptır (geriye yalnızca Memnon kolosları kalmıştır). Kral Akhenaton tarafından tanrı Aton onuruna yaptırılmış olan büyük Amama tapınağı ise, çok değişik bir yapıdır Tanrısal ışığın önünde hiçbir engel bulunmaması gerektiğinden bu tapınak bir dizi açık avludan (sütunlu salonun dışında) oluşur. XIX. hanedan döneminde, Nübye’de birçok tapınak yapıldı (özellikle kayalara oyulmuş speolar). Bunların en ünlüleri, Ebu-Simbel'deki iki tapınaktır; "büyük tapınak”, Harahtis, Amon, Ptah ve tanrılaştırılmış Ramses H'ye, küçüğü ise karısı Nefertari'ye adanmıştır.

Günümüze en iyi durumda ulaşan mısır tapınakları, Ptolemaioslar döneminde yapılmış olanlardır. Bunların çoğunun yapımına, XXX. hanedan zamanında, Nektanebo’nun hükümdarlığı sırasında başlanmıştı. Bu büyük yapılar arasında, Kom -Ombo, Edfu, Esneh ve Denderah tapınaklarını saymak gerekir. Yapıların duvarları, büyük önem taşıyan dinsel ve mitolojik metinlerle kaplıdır. Bu tapınakların çevre duvarlarının içinde özellik taşıyan bir yapı, çocuk-tanrının doğuş törenlerinin yapıldığı mammisi de yer alır.

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 2 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 20 Temmuz 2017 01:29
Tanrı varsa eğer, ruhumu kutsasın... Ruhum varsa eğer!