Arama

Sentor / Kentaur - Tek Mesaj #2

ThinkerBeLL - avatarı
ThinkerBeLL
VIP VIP Üye
20 Mart 2009       Mesaj #2
ThinkerBeLL - avatarı
VIP VIP Üye
Sentor (Centaur, Kentaur)

Lapit’lerin (Lapithes) kralı İksiyon (Ixion), gerçekten de tahtı için her türlü insanlıkdışı yollara başvurabilen iki yüzlü biriydi. Hattâ kendi çıkarı için tuzakla eniştesini bile öldürmüştü. Bu suçu anlaşılınca da hemen tanrılara yalvar yakar olmuş, günahlarından arındırılmasını istemişti. Baştanrı Zeus da nedense acımıştı ona. Onu bu günahından arındırdığı gibi Olimpos’taki sarayında ağırlamaya kalkmıştı. Ne var ki İksiyon bütün yüzsüzlüğüyle Zeus’un karısı tanrıça Hera’ya göz koymuştu bu kez. Bunu gören Baştanrı Zeus da hemen karısı Hera’ya benzeyen buluttan bir heykel koyuvermişti ortaya...
İşte İksiyon’un Hera’ya benzeyen bu buluttan heykelle çiftleşmesinden, Kentaur denen at gövdeli, dört ayaklı ve insan başlı bir canavar dünyaya geldi. Bu canavar daha sonra Peliyon tepesindeki kısraklarla çiftleşti. Ve bu kısraklardan öteki Kentaurlar geldi dünyaya... Tabii bu arada Baştanrı Zeus da İksiyon’u öteki dünyada durmadan dönen bir tekerleğe zincirlerle bağlattı...
Peliyon tepesinde oturan Kentaurların hemen hepsi de o çağın insanlarından daha ilkeldiler; vurucu-kırıcıydılar... Etleri çiğ yerlerdi. Üstelik de şaraba çok düşkündüler. Şarap tanrısı Diyonisos her dünyaya gelişinde önüne çıkan bu Kentaurlara bol bol şarap dağıtırdı... Ne var ki o dev cüsselerine oranla içtikleri birkaç tas şarap onları çarpar, yapmadıkları rezillik bırakmazlardı!
Kral İksiyon’un soyundan gelen bu Kentaurlara benzemeyen bir başka Kentaur daha vardı. Baştanrı Zeus birgün tanrıça Afrodit’i kendi ülkesi olan Kıbrıs’ın üzüm bağlarında gezinirken görmüştü. Hemen kılık değiştirip doğruca Afrodit’in yanında almıştı soluğu... Evren güzeli Afrodit, Zeus’un bu keyfi ziyaretinin nedenini hemen sezmiş; ondan fırtına gibi kaçmaya başlamıştı... Zeus da onun ardısıra koşarken tökezleyip düşmüş ve düştüğü yerdeki toprağı döllemişti... İşte bu bu döllenmenin ardından bir başka tür Kentaur gelmişti dünyaya... Ve ona “Kıbrıs Kentaurı” adını vermişti o çağın insanları...
Lapitlerin kralı İksiyon’un oğlu Pirithos evlenirken çok görkemli şölenler düzenledi... Bu arada barışçı görünmek için akrabaları olan Kentaurları da çağırmayı unutmadı. Ne var ki düğün vesilesiyle çok ağır vergiler de topladı halktan. Ayrıca krala armağan sunanların tanrılarca ödüllendirileceğini ve bu armağanları Kentuarların kabul edeceğini de duyurdu. Haliyle kimileri korkudan, kimileri kraldan özel ayrıcalıklar koparma amacıyla, sarayı ve düğün alanını altın ziynet cinsinden armağanlarla, şarap tulumlarıyla doldurup taşırdı... Kral, bu düğün vesilesiyle ikiye üçe katladı zenginliğini...
Ne var ki Kentaur korkusuyla varını yoğunu saraya sunan halkın ahı tutmuş olmalı ki, hiç beklenmedik işler açıldı kralın başına. Şaraba çok düşkün olan Kentaurlar, tasla içmek yerine tulumları başlarına dikip dikip içmeye başladılar. Zaten şaraba karşı çok zayıf olduklarından delilenmeye; sağa sola dalaşmaya başladılar. Bu arada kafayı iyice bulan ve Kentaurların en azılısı Euritiyon (Eurythion) ise gelini kucakladığı gibi son hızla saraydan uzaklaştı! Aynı şekilde öteki Kentaurlar da gözüne kestirdikleri kadınları kucaklayıp kucaklayıp dört nala saraydan kaçırmaya başladılar... Ne var ki bu olayın ardından Kentaurlarla silahlı askerler arasında amansız bir çatışma başladı. Kentaurlar ellerine geçirdikleri kayaları, rasgele kökledikleri ağaçları askerlerin üstüne fırlatıyorlardı. Askerler de ok ve mızrak kullanıyordu... Yuananlıların ulusal kahramanı Teseus da yardımına geldi Lapitlerin... Uzun çatışmalardan sonra yenilen Kentaurlar başka bir bölgeye sığınmak zorunda kaldı... Ne var ki daha sonraları aynı Kentaurların çok daha kalabalık olarak geriye döndüler. Bu kez de onlar Lapitleri başka bir bölgeye sürdüler...
Antikçağın bu at adamlarından birkaçı bazı yönleriyle çok ünlüydü... Örneğin Bir Silenos’la bir nümfenin birlikteliğinden doğan at adam Folos (Pholos), bu ünlülerden biriydi. Gerçi o da bir mağarada tek başına yaşıyordu. Ne var ki öteki soydaşları gibi öyle vurucu-kırıcı vahşilerden değildi. Nesi var nesi yoksa onu başkalarıyla paylaşmaktan çok hoşlanıyordu... Bir gün gücüyle ünlü Herakles’i bütün sevecenliğiyle mağarasına buyur etti. Çeşit çeşit yiyeceklerin yanında ona şarap da sunmak istedi. Ne var ki bu şarabın çok özel bir anlamı vardı. Çünkü uzun yıllar önce tanrı Diyonisos, arkasında şen şakrak kadın ve erkek alayıyla Folos’un yanına uğramış, ayrılırken de bir fıçı şarap bırakmıştı. “Bir gün Herakles buralara uğrayacak; ona bu şaraptan sunarsın” demişti... İşte yüzyıllardır toprağın altında sakladığı bu fıçıdan Herakles’e birkaç tas şarap sundu... Ama bu yüzyıllanmış şarabın kokusunu duyan Kentaurlar apartopar üşüştü mağaraya... Şarabı çok seven Kentaurlarla Herakles arasında şarap kavgası başladı... Bu kavga öylesine ilerledi ki Kentaurlar kökledikleri çam ağaçlarını ve de ellerine geçen kaya parçalarını Herakles’in üstüne fırlatmaya başladılar... Herakles de onların bir kısmını o ünlü zehirli oklarıyla öldürdü... Kentaurlar bir sonuca ulaşamıyacaklarını anlayınca kaçıştılar... Ama yerlerde at ayaklı insan başlı kentaurlar seriliydi; kanrevan içindeydi heryer... Bir süre sonra at adam Folos geldi Herakles ‘in yanına. Herakles çok sevinçliydi.
Ne var ki Folos çok üzgün görünüyordu. Herakles nedenini sordu ona. Dört ayaklı Folos ilkin konuşmak istemedi. Ama Herakles ısrar edince;
“Tanrı Diyonisos’un armağanı o bir fıçı şarabı hep birlikte bölüşmemiz gerekirdi... Çünkü onlar da mağarama konuk gelmişlerdi... Bak şarap da yerlere dökülmüş zaten...”
dedi ağır ağır...
Bu kez Herakles’in yüzü gölgelendi; uzun süre sustu...



At adam resimleri için bakınız:
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Tanrı varsa eğer, ruhumu kutsasın... Ruhum varsa eğer!