Arama

Osmanlı'da Eğitim - Tek Mesaj #3

HipHopRocK - avatarı
HipHopRocK
Ziyaretçi
28 Mart 2009       Mesaj #3
HipHopRocK - avatarı
Ziyaretçi
Darülfünun

Dar-ül Fünun veya Darülfünun, (Arapça: دار الفنون), Arapçada Dar : ev , yurt Fünun : Fenin çoğulu fenler manasındadır "üniversite" anlamında kullanılan sözcüktür . Avrupa üniversiteleri tarzında kurulan Darülfünun-ı Şahane veya İstanbul Darülfünunu 1900'da II. Abdülhamit'in iradesiyle kuruldu. 1933 reformuyla İstanbul Üniversitesi'ne dönüştürüldü.

Kuruluşu

Osmanlı İmparatorluğunda rüştiye (ortaokul) üstünde "tüm ilim ve fenleri kapsamak üzere yatılı ve gündüzlü" bir darülfünun inşaına 1848'de karar verildi. Ertesi yıl açılan Darülfünun, öğrenci ve öğretmen yetersizliğinden kapandı.
1870'de Âli Paşa'nın sadrazamlığı ve Safvet Paşa'nın Maarif Nezareti döneminde yeni Darülfünun açıldı. Rektörlüğe Hoca Tahsin Efendi, bellibaşlı profesörlüklere Cemaleddin Efgani ve Aristoklis Efendi tayin edildi. Bu okul da ertesi yıl Cemaleddin Afgani'nin bazı görüşlerinin doğurduğu şiddetli tepkiler yüzünden kapatıldı.

II. Meşrutiyet ve Cumhuriyet Dönemi

Abdülhamit döneminde yakın siyasi gözetim altında tutulan Darülfünun, 1908 Devrimi'nden sonra gelişti. Araştırma enstitüleri, doktora programları ve bilimsel yayınlar, kurumun bir "yüksek okul" kimliğinden çıkarak gerçek bir üniversiteye dönüşmeye başladığını haber verdi. 1908 öncesi 600 dolayında olan öğrenci sayısı 1913-14 ders yılında 4600 dolayına çıktı. 1912'de Darülfünun Senatosu kuruldu. 1913-14'ten itibaren öğretim kadrosuna yabancı profesörler katıldı.
1914'te Darülfünun-ı İnas (Kızlar Üniversitesi) kuruldu, ancak 1920'de kız öğrencilerin sınıfları boykot etmeleri üzerine bu kuruluş Darülfünun'la birleştirildi ve kız öğrencilerin erkeklerle birlikte üniversite eğitimi görmesi sağlandı. 1922'de Tıp Fakültesinin kız öğrenci kabul etmesiyle birlikte, İlahiyat dışındaki tüm fakültelerde karma eğitim gerçekleşti.
Mütareke yıllarında üniversite gençliği, Milli harekete destek verdi. 1922'de üç ay süren talebe direnişi sonucunda, öğretim kadrosundaki anti-Kemalist beş üye istifa etmek zorunda bırakıldı. Boykotlar, gösteriler ve bildiriler, bu yıllarda üniversite yaşamının rutin tezahürleri olarak boy gösterdi.
Atatürk'ün 1920'ler boyunca Darülfünun hakkında ifade ettiği görüşler olumlu ve övücüdür. Örneğin 1924'te kurumun "memleketin ilim ve medeniyette layık olduğu mevkie ulaşması hususundaki şuurlu fiiliyat ve irşadatı," 1925'te "milli ve vatani meselelerde gösterdiği yüksek idrak ve hassasiyet"] övüldü. Aynı yıl "münevver gençliğin teceddüt ve terakki yolunda gösterdiği alaka ve hassasiyet" dolayısıyla Gazi, rektöre bir teşekkür telgrafı gönderdi. 16.12.1930'da Darülfünun'u ziyareti dolayısıyla İstanbul basınında yayınlanan mesajında Gazi, "İstanbul Darülfünununda yüksek profesörler ve kıymetli gençlerle yakından tanışmaktan çok memnun oldum. İlim timsali olan bu yüksek müessesenin büyük hizmetleriyle iftihar edeceğimize şüphe yoktur" görüşünü belirtti.

Kapatılışı

1932'de resmen ilan edilen Türk Dil ve Tarih Tezleri karşısında üniversitenin gösterdiği kuşkucu tutum, Darülfünun'un sonunu getiren başlıca etken olmuştur. Prof. İlhan Başgöz'ün deyimiyle,
"I. Türk Tarih Kongresi'nde İstanbul Darülfünunundan bazı öğretmenler resmi dil ve tarih görüşlerini eleştirmek cesaretini gösterirler. Mustafa Kemal'in öz ilgi ve desteği ile yürütülen ve hükümetin kültür politikası halini alan bu iki görüşün Üniversitede destek bulamaması bir yana, bir de eleştirilmesi Ankara'da şiddetli tepki yaratır."
Kongreden iki ay sonra sonra, eski İstiklal Mahkemesi hakimi Dr. Reşit Galip maarif vekili tayin edilerek, üniversiteye çeki düzen vermekle görevlendirildi. Daha önce İsviçreli eğitimci Albert Malche ülkeye çağrılarak, Darülfünun'un aksayan yönlerini eleştiren bir rapor yazması sağlanmıştı. 1933 Temmuzunda çıkarılan bir kanunla Darülfünun lağvedildi ve yerine aynı gün İstanbul Üniversitesi kuruldu. Darülfünun'un toplam 114 müderris (ordinaryus profesör) ve muallimine (profesör) karşılık, yeni üniversite öğretim hayatına 78 profesör ve ordinaryus profesörle başladı. Bu sayının 65'i Türkiye'ye yeni gelen ecnebi öğretim üyeleri idi. Eski kadrodan 100 kadarı emekliye sevkedildi.
Dr. Reşit Galip, üniversitenin açılış konuşmasında Darülfünun'un kapatılma nedenlerini açıklarken, ağırlığı bu kurumun "siyasi, içtimai büyük inkılaplar karşısında bîtaraf bir müşahit [tarafsız bir gözlemci] olarak kalmasına" verdi; yeni üniversitenin en esaslı niteliğinin "milliyetçilik ve inkılapçılık" olacağını belirtti.
Maarif Vekilinin 12.9.1933 tarihli Milliyet'te yer alan tebliğine göre atamalarda "ilimden ziyade idealistlik ön planda tutulmuş"tu.
Yeni düzenleme ile üniversitenin idari ve mali bağımsızlığı kaldırılarak, üniversite yöneticileri ile profesör ve doçentleri tayin ve azil yetkileri Maarif Vekaletine verildi. Bakanlık, siyasi kontrolü, profesörlerden derse devam cetvelleri isteyecek kadar sıkı tuttu. Başgöz-Wilson'ın deyimiyle,
"üniversitenin cumhuriyet devri boyunca serbest eleştiri ve kontrol ödevini yerine getirememesinde öğretim üyelerinin şahsi kusurları ve bilgi seviyeleri ile birlikte, bu ağır siyasi kontrolun da rolü olduğu açıktır."