Alıntı
Yüzyıl önce Boğaziçinde parlayan efsane kadın…
Yıldız Parkı’nı bilmeyeniniz yoktur. Şimdi Çırağan Oteli olan kıyıdaki yer eskiden Çırağan Sarayı iken Yıldız Parkı da buranın bahçesiymiş. Saray halkı o zaman da var olan yolun üzerindeki köprüden geçerek bahçede hava almaya çıkar, akşama doğru cariyeler kucaklarında topladıkları çiçek ve meyvelerle saraya dönermiş. Nigar hanım o günlere ait saray yaşantısının yakın tanığıdır ve bunları Günlükler’de yazdı. Günlükler’in önemi sarayın günlük yaşamının, dışarıya kapalı olması dolayısıyla hiç bilinmemesidir. Nigar hanım babası Macar Osman Paşa’nın (Macar kökenli bir kurtuluş savaşçısı)saraya yakın olması dolayısıyla hem o günlerdeki aydın bir Osmanlı hanımefendisinin yaşamını hem de hareme ilişkin tüm ayrıntıları gözler önüne seren bu ender defterleri oluşturabilmişti.
Nigar hanım aynı zamanda Osmanlıda batılı anlamda ilk şiirleri yazan kadındır. Mihri Hanım’la birlikte kadın ruhuna eğilen ilk şairdir. İyi bir müzisyen ve zamanın en aydın kişilerindendir. İyi piyano çalar. Baba kız sekiz dil bilirler. Salı günleri evinde yapılan müzik ve edebiyat toplantılarıyla ünlüdür.Bu yeteneklerine ve olağanüstü güzelliğine rağmen evin tek erkek çocuğu olan eşinin vefasızlığı dolayısıyla yaşamı mutsuz olan, yalnızlığa mahkum kadın, Prof. Dr. Nazan Bekiroğlu’nun Şair Nigar Hanım adlı kitabında şöyle tanıtılıyor:
“Nigâr Hanım, 19. asır sonu kültür semalarında yerini alan öncü Osmanlı kadınlarının en parlak yıldızlarından biri. Roman ve tefekkür sahasında Fatma Aliye Hanım’ın temsil ettiği madalyonun diğer yarısı, sosyal yaşantı ve şiir sahasındaki tamamlayıcısı. Avrupaî Türk edebiyatının bir kadın kaleminden çıkma ilk şiir kitabı Efsûs’un sahibesi. ‘Elemterâneleri’ olarak tanımladığı şiirleri, döneminde kadınlara yazma ve yayımlama cesareti verdiği gibi, erkek edipler üzerinde de geniş bir etki alanı oluşturdu. Tanzimat ve Servet-i Fünunda kadın-erkek, garplı-şarklı konuklarını ağırlayan bir asır sonu entelektüeli. Dönem feminizminin ılımlı kanadında bir kadın sesi. Etik ve estetik bir mitin sahibesi olarak hayatı bir yanıyla romans ya da peri masalına benzerdi. Ama bir yanıyla da bu hayat, olanca katılığı ve acımasızlığı ile gerçeğe koştu. İlk bakışta verdiği onca parıltılı ve kalabalık siluete rağmen, kadın kimliği ile alabildiğine tenha ve kırık bir hikàyeydi; bestesi şarklı, güftesi garplı. Unutuluşun kucağına zirveden düştü. Hayatını, elemlerini, zaten çok az olan ümitlerini anlattığı günlükleri yıllarca Aşiyan Müzesi’nde bekledi. Oysa o, yazıyor ve gelecekte birilerinin bunları okuyacağını ümit ederek teselli buluyordu. Geleceğe bir sesleniş, yüz yüze olmayan bir paylaşım yürekliliği. Gerçekliğini kabullenmemiz adına kendi duygu kabiliyetimizden başka bir şey yok.”