Kıbrıs`ta yerinden edilmiş şahısların mülkiyet haklarıyla ilgili olarak mahkemenin Aralık 2006`da Xenidis Arestis davasında verdiği kadar, yeni tazminat mekanizmasının mahkemenin işaret ettiği gereklilikleri ilkesel olarak karşıladığı sonucuna vardı. Ancak mahkeme bu uygulamanın bütün ilgili meselelere dönük etkililiğine değinmedi.
Neticede Türkiye uluslararası insan hakları araçlarının onaylanması ve AİHM kararlarının uygulanması konularında ilerleme kaydetti. Ancak BM İşkenceyle Mücadele Anlaşması Tercihli Protokolü`nü hâlâ onaylanmış değil ve Türkiye`nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi`ndeki yükümlülüklerini tümüyle yerine getirmesi için daha fazla çaba göstermesi gerekiyor.
İnsan haklarının teşviki ve güçlendirilmesine gelince, Başbakanlığa bağlı İnsan Hakları Dairesi`ne ve İnsan Hakları Komisyonu`na geçen yıla göre daha fazla başvuru yapıldı. İnsan Hakları Komisyonu`nun gözaltı merkezlerine ve devlete bağlı kurumlara ziyaretleri sürdü.
Ancak bu kurumların faaliyetlerinin kamuoyuna daha iyi anlatılması ve özellikle eleman tahsisi konusunda yeterli kaynakların ayrılması gerekiyor hâlâ. Bazı sivil toplum örgütleri bağımsız olmadığı gerekçesiyle İnsan Hakları Komisyonu`na katılmayı reddediyor. Dahası (sivil toplum örgütleri, uzmanlar ve bakanlıkların temsilcilerin oluşan, Başbakanlığa bağlı çalışan) İnsan Hakları Danışma Kurulu, Ekim 2004`te azınlık haklarıyla ilgili bir raporun yayınlanmasından bu yana işlemiyor. Söz konusu raporun başlıca iki yazarına dava açıldı. Nihai kadar Eylül 2007`de Yargıtay tarafından bozuldu ve temyiz süreci devam ediyor. Netice olarak insan hakları için kurumsal çerçevenin geliştirilmesi için daha fazla çaba gösterilmesi gerekiyor.
Sivil ve siyasi haklar:
İşkenceye sıfır tolerans politikası tarafından getirilen yasal güvencelerin olumlu etkileri sürüyor. Rapor edilen işkence ve kötü muamele vakalarının sayısındaki düşüş eğilimi teyit edildi. Avukatlara ulaşım konusundaki reformların olumlu sonuçlar verdiği görülüyor. Türkiye kötü muamele iddialarına yönelik muayene sistemini güçlerdirme çabalarını sürdürdü. Ülkedeki adli tıp merkezlerinin sayısı artırıldı ve Adli Tıp Kurulu İstanbul Protokolü`nün uygulanmasının güçlendirmesi için bir proje başlattı.
Ancak özellikle gözaltı sırasında ve gözaltı merkezlerinde işkence ve kötü muamele vakaları rapor edilmeye devam ediyor. Gözaltı merkezleri bağımsız ulusal kurumlar tarafından bağımsız şekilde gözlenmiyor, zira BM İşkenceyle Mücadele Anlaşması Tercihli Protokolü henüz kabul edilmiş değil.
Hukuki danışmanın yokluğunda elde edilen veya bir yargıç karşısında teyit edilmeyen ifadelerin kullanımı, Ceza Muhakemeleri Usul Kanunu tarafından yasaklandı. Ancak Yargıtay bu tür ifadelerin kullanılmasına yönelik yasağın geriye dönük uygulanamayacağına karar verdi. Daha alt düzey mahkemelerin, davalı tarafından kötü muamele iddialarının sunulmasına rağmen, bu tür kanıtları dosyalarından çıkarmadığı davalar var.
Adalet Bakanlığı`na bağlı olan Adli Tıp Kurulu`nun bağımsızlığının güçlendirilmesi ve verdiği raporların bütünsel kalitesinin artırılması gerek. Ek olarak, tıbbi muayeneler bazen güvenlik görevlilerinin nezaretinde yapılıyor. İşkence ve kötü muamele kurbanları esasen sivil toplum örgütleri tarafından sunulan rehabilitasyon hizmetlerine muhtaç kalıyor. Bunun kısmi nedeni, işkence ve kötü muamele kurbanlarının devletin desteklediği rehabilitasyon kurumlarından yararlanamaması.
İnsan hakları ihlallerine karşı davaların dokunulmazlık zırhına çarpması endişe konusu olmaya devam ediyor. Güvenlik güçleri mensuplarından kaynaklı insan hakları ihlali iddialarına yönelik düzgün, tarafsız ve bağımsız soruşturma eksikliği var. Dahası işkence ve kötü muamele iddialarındaki yargı süreci, yeterli yargılama prosedürleri olmaması veya bizzat prosedürlerin ihlal edilmesi yüzünden sık sık erteleniyor.
Sonuç olarak Türkiye`nin yasal çerçevesi, işkence ve kötü muameleye karşı bir dizi kapsamlı güvence içeriyor. Ancak özellikle tutuklama öncesindeki süreçte hâlâ bu tür vakalar yaşanıyor. Dokunulmazlık zırhı endişe kaynağı olmaya devam ediyor. Türkiye`nin güvenlik güçlerinden kaynaklı insan hakları ihlali iddialarını daha derinlemesine soruşturması gerekiyor.
Adaletten yararlanma konusunda bazı ilerlemeler var. Raporun içerdiği dönemde gözaltına alınanların avukata erişiminde düzelme yaşandı. Raporlar, kentlerde gözaltına alınanların büyük bölümünün kısa süre içinde avukatlarıyla görüşebildiğini gösteriyor.
Ancak avukatlara erişim ülke çapında işlenen suçun türüne göre farklılık gösteriyor. Güvenlik güçleri gözaltına alınanlara her zaman avukatlarına erişim izni vermiyor. Kırsal bölgelerde, özellikle de güneydoğuda gözaltında avukata ulaşamayanların sayısının kentlere göre daha fazla olduğu görülüyor. Mevcut yasal çerçeve uyarınca sanıklar ceza almaları halinde avukatların ücretlerini ödemek yükümlülüğü altında.
Ceza Yasası`nda Aralık 2006`da yapılan değişiklikler, savunma avukatı tutmak konusunda yeni bir sistem getirdi. Yeni sistemde zorunlu avukat tutulmasına hak kazanan suçların oranının, geçmiştekine göre daha sınırlı olması ihtimali belirmişti. Fakat barolarla hükümet arasında, yeni sistemin kesintiye uğramasına da neden olan kısa süreli bir ihtilafın ardından nihayet uzlaşmaya varıldı ve sistem tekrar işlemeye başladı.
Hapishanelerin fiziki altyapısı ve hapishane çalışanlarının eğitimi konusunda iyileşme sürdü. Yüksek güvenlikli F tipi cezaevleriyle ilgili, hükümlülerin ortak faaliyetleriyle ilgili eksiklikleri gidermeyi amaçlayan bir yönetmelik çıkarıldı.
Ancak hapishanelerle ilgili ciddi sorunlar şunları kapsıyor: Aşırı kalabalık, ortak faaliyetlerle ilgili kararnamelerin tutarlı şekilde uygulanmaması, hükümlülerin yazışmalarının kısıtlanması ve yetersiz sağlık/psikiyatri hizmeti. Sivil ve askeri hapishaneler de bağımsız ulusal kurumların denetimine açık değil.
Ağırlaştırılmış müebbet ceza alanlara yönelik tecrit uygulamasıyla ilgili hükümler hâlâ yürürlükte. Böyle bir sistemin mümkün olan en kısa süreliğine ve ilgili hükümlünün oluşturduğu risk göze alınarak uygulanması gerekiyor. Buna ek olarak hapishane çalışanlarından kaynaklı kötü muamele vakaları da yaşanıyor.
İfade özgürlüğüne gelince, Türk medyasında çok geniş bir konu yelpazesinde açık tartışma sürdü; buna medyanın kendisi ve Türk toplumu tarafından hassas addedilen meseleler de dahildi.
Ancak şiddet içermeyen fikirlerin Ceza Yasası`nın belli hükümleri uyarınca dava ve ceza konusu yapılması ciddi endişe kaynağı olmaya devam ediyor. 2005`le kıyaslandığında 2006`da yargılanan insanların sayısı neredeyse iki katına çıktı ve 2007`de bu seyir hızlanarak sürüyor. Bu davaların yarısından fazlası Türk Ceza Yasası, bilhassa da `Türklüğe`, Cumhuriyet`e ve devletin organlarıyla kurumlarına hakareti suç kılan 301. maddeye dayanarak açıldı. Yargıtay tarafından 301. maddeyle ilgili 2006`da verilen kısıtlayıcı hüküm hâlâ yürürlükte. Bu koşullar altında 301. maddenin ilgili AB standartlarıyla uyumlu hale getirilmesi gerekiyor. Aynısı, şiddet içermeyen düşünce ifadelerini yargılamak için kullanılan ve ifade özgürlüğünü sınırlayabilen diğer yasa maddeleri için de geçerli. Terörle mücadele yasasının ifade özgürlüğü üzerindeki potansiyel etkileri de endişe konusu.
Tarihsel konularla ilgili şiddet içermeyen düşüncelerini ifade ettiği için hakkında davalar açılan Ermeni kökenli Türk gazeteci Hrant Dink, Ocak 2007`de öldürüldü. Dink`in ölümü Türk toplumunda bir dayanışma hareketine vesile olsa da, cinayeti tertipleyenlere destek beyanları da oldu. Hrant Dink cinayetiyle ilgili sanıkların yargılanmasına 2 Temmuz`da başlandı ve dava sürüyor. Tam anlamıyla bir soruşturma gerekiyor, buna cinayette polisin de suç ortağı olduğuna yönelik iddialar da dahil.
İnsan hakları savunucularına, gazetecilere ve akademisyenlere yönelik davalar ve tehditler, ülkede otosansüre yol açan bir iklim yaratmış durumda; bu durum akademik alanı da kapsıyor. Orduyla ilgili konularda bazı haberler yapan haftalık Nokta dergisi, sahibinin aldığı kararla yayınını Nisan 2007`de durdurdu. Bu karar, Genelkurmay Askeri Savcısı adına hareket eden cumhuriyet savcısının talimatıyla derginin binasına düzenlenen polis baskınından sonra geldi. Askeri konulardaki gazetecilik özgürlüğü, Genelkurmay`ın iç talimatnamesiyle kısıtlanıyor; orduya yönelik eleştirel olduğu bilinen gazetecilere ordu resepsiyonları ve brifingleri için akreditasyon verilmiyor.
Netice olarak şiddet içermeyen fikirlerin ifadesine karşı davalar ve kararlar, gazetelere yönelik eylemler, Türk hukuk sisteminin, Avrupa standartlarında ifade özgürlüğünü tam olarak garanti etmediğini gösteriyor. Türk Ceza Yasası`ndaki 301. madde ve benzer maddelerin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi`yle uyumlu hale getirilmesi gerekiyor.
Toplantı ve gösteri özgürlüğü için hukuki çerçeve Avrupa standartlarıyla büyük ölçüde uyumlu. Çoğu durumda vatandaşlar bu hakkı yetkililerin veya güvenlik güçlerinin müdahalesi olmadan kullanabiliyor. Cumhurbaşkanı seçimi döneminde Ankara, İstanbul ve İzmir`de barışçı kitlesel gösteriler düzenlendi. Kürt Yeni Yılı kutlamalarında (Newroz) birkaç şiddet olayı gerçekleşti.
Ancak polisin 700`den fazla insanın gözaltına alındığı İstanbul`daki 1 Mayıs kutlamalarında aşırı güç kullanmasıyla ilgili bir soruşturma söz konusu. Örgütlenme özgürlüğü konusundaki hukuki çerçeveye yönelik 2004`te yapılan değişiklikler olumlu etkiler yaptı. Buna derneklerin ve dernek üyelerinin sayısındaki artış dahil.
Dini derneklerin kuruluşuyla ilgili de olumlu gelişmeler yaşandı. Yehova Şahitlerine Destek Derneği`ne (tüzüğü açık dinsel amaçlar içeriyor) yönelik kapatma davasında verilen beraat kararı Yargıtay tarafından onandı.
Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, siyasi partilerin kapatılması konusunda 2001`deki anayasal değişikliklerin ve 2003`te Siyasi Partiler Kanunu`nda kabul edilen yeni hükümlerin, devletin örgütlenme özgürlüğüne müdahalesinin ölçülü olma mecburiyetini yerine getirdiğine dikkat çeken bir karar aldı ve AİHM`nin bu konudaki kararlarının uygulanmasıyla ilgili dosyasını kapattı. Ancak Dernekler Kanunu`nun yurtdışından mali destek için önce yetkililerden onay alma ve bu desteği ayrıntılarıyla belgeleme yükümlülüğü getirmesi, derneklerin faaliyetlerinde sıkıntıya neden oluyor. Dahası bazı dernekler zorluklarla karşılaşıyor. Uluslararası Af Örgütü`nün Türkiye teşkilatının hesapları 1 Ocak 2007`den beri bloke edilmiş durumda. Siyasi partilere Türkçe`den başka dil kullanma izni verilmiyor.
Son reformların sivil toplumun ve diyaloğun gelişmesi konusunda yarattığı olumlu gidişatın geçen bir yılda da sürdüğü görülüyor. Sivil toplum örgütleri siyasetin biçimlendirilmesi ve sosyal, ekonomik ve siyasi sorunlara cevap verilmesi konusunda daha aktif bir rol oynayabiliyor. Ancak siyaset belirleme sürecine daha yoğun katılım, siyasi çoğulculuğu artıracaktır.
İnanç ve ibadet özgürlüğüne garantiler genel olarak devam ediyor.