Page 1 Akdeniz İ.İ.B.F. Dergisi (1) 2001, 140-153
TÜRKİYE – AVRUPA BİRLİĞİ İLİŞKİLERİNİN TARİHSEL SÜRECİ
ve
SON GELİŞMELER
Avrupa Birliği ile ilişkiler Türkiye için her zaman çok önemli, bir o kadar da zorlu
bir süreci ifade eder. Ankara Anlaşması’nın imzalanmasıyla başlayan ve günümüze
değin farklı evrelerden geçen ilişkileri şekillendiren gelişmeler kimi zaman tarafların
birbirlerinden beklentilerinde değişikliklere yol açsa da, ne Türkiye tam üyelik
kararından vazgeçebilmiş, ne de Avrupa Türkiye’yi tamamen reddedebilmiştir. Aralık
1997’deki Lüksemburg Zirvesi’nde adının tam üye adayları arasında yer almadığını
gören Türkiye’nin tepkisi AB ile siyasi diyaloğu kesme yönünde olmuştur. Aralık 1999
Helsinki Zirvesi’nde ise Türkiye’nin adaylığının teyit edildiğini ve bu ülke için de bir
katılım öncesi strateji ve katılım ortaklığı belgesi hazırlanacağını ifade eden AB
Konseyi’nin tutumundaki değişiklik, ilişkilerde tekrar karşılıklı yükümlülük ve
beklentilerin ön plana çıktığı bir döneme girildiğini gösterir.
Anahtar Kelimeler: Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET), Avrupa Topluluğu (AT),
Avrupa Birliği (AB), Ankara Anlaşması, Katma Protokol, Gümrük Birliği, Lüksemburg
Zirvesi, Helsinki Zirvesi, Türkiye’ye İlişkin Komisyon Düzenli Raporları.
*
Akdeniz Üniversitesi, İ.İ.B.F. İktisat Bölümü Araştırma Görevlisi
Page 2
Ceren Uysal
141
GİRİŞ
İkinci Dünya Savaşı’nın Avrupa’da yarattığı yıkım, bu acı tecrübenin bir
daha yaşanmamasını sağlamak için ülkelerin işbirliğine gitmesine yol açmıştır.
Bunun için atılan ilk adım Fransa, Batı Almanya, İtalya, Belçika, Hollanda ve
Lüksemburg’un 1951’de imzaladıkları Paris Antlaşması ile kurdukları Avrupa
Kömür ve Çelik Topluluğu olurken, 1957’de aynı ülkeler Avrupa Ekonomik
Topluluğu ve Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu’nu kuran Roma Antlaşması’na
imza atmışlardır.
Bu ekonomik bütünleşme hareketi zamanla son derece önemli bir yapı
haline dönüşmüştür. Kuruluşundan bu yana yönünü her zaman Batı’ya,
dolayısıyla Avrupa’ya çevirmiş olan, tercihlerini ağırlıklı olarak batılı örgütlere
girmek için kullanan Türkiye de, 31 Temmuz 1959’da Topluluğa ortak üye
olabilmek için başvurusunu yapmıştır. Bu çalışmada o zamanki adıyla Avrupa
Ekonomik Topluluğu, şimdiki adıyla Avrupa Birliği’nin Türkiye ile ilişkilerinin
başlangıcı, nasıl ilerlediği ve çalışmanın tamamlandığı Ekim 2000 tarihine kadar
son dönemdeki gelişmeler incelenmektedir. Bu bağlamda I. bölümde Ankara
Anlaşması’nın imzalanması, II. bölümde Katma Protokol’ün yürürlüğe girişi ve
geçiş dönemi ayrıntılandırılmış, III. bölümde 1987’de yapılan tam üyelik
başvurusu ve 1996’da başlayan Gümrük Birliği sürecine kısaca değinilmiş, IV.
bölümde ise Aralık 1997 ve Haziran 2000 döneminde gerçekleşen AB
Zirvelerinin Türkiye ile ilgili kararları yer almıştır.
Çalışmayla ilgili belirtilmesi gereken bir diğer nokta, Avrupa Birliği’nin
isimlendirilmesi konusundaki çeşitliliktir. Avrupa Ekonomik Topluluğu, Avrupa
Kömür Çelik Topluluğu ve Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu’nun kurumlarının
birleştirildiği 1 Temmuz 1967 tarihinden önceki dönem için AET, bu tarihten 1
Kasım 1993’e kadar geçen süre için Avrupa Topluluğu (AT), Maastricht
Antlaşması’nın yürürlüğe girdiği bu tarihten sonrası için ise Avrupa Birliği (AB)
ifadeleri kullanılmıştır.
ANKARA ANLAŞMASI’NIN İMZALANMASI
İkinci Dünya Savaşı ertesinde tercihini Batı bloğu içinde yer almaktan yana
kullanan Türkiye, NATO’ya kabul edilmesinin ardından, Avrupa Ekonomik
Topluluğu’na da başvurarak bir anlamda bundan sonraki tüm kararlarını
etkileyecek olan adımı atmıştır. Oldukça uzun bir geçmişe sahip olan Türkiye –
Avrupa Birliği ilişkileri, iki taraf için de inişli çıkışlı ancak önemli bir süreci ifade
eder. Yaşanan tüm gerginliklere rağmen bugüne değin birbirinden
vazgeçemeyen bu çiftin birlikteliğini başlatan resmi belge ise Ankara
Anlaşması’dır.
Türkiye kalkınma sürecinin hızlanacağı düşüncesiyle 31 Temmuz 1959’da
AET’ye ortaklık başvurusunda bulunmuştur. Bununla birlikte 15 Temmuz
1959’da Yunanistan’ın Topluluğa yaptığı başvuru, olası bir üyeliğin bu ülkeye
sağlayacağı avantajlardan yoksun kalma kaygısını da Türkiye’nin başvurusunda
Page 3
Türkiye-Avrupa Birliği İlişkilerinin Tarihsel Süreci ve Son Gelişmeler
142
önemli bir etken olarak ortaya çıkarmaktadır (Çayhan ve Ateşoğlu Güney,
1996:96). Gereken incelemeleri yaptıktan sonra Topluluk Konseyi başvuruyla
ilgili olarak, 11 Eylül 1959’da Komisyon’a Türkiye ile görüşmeleri yürütmesi için
yetki verilmesini kararlaştırmıştır. Bunun üzerine başlayan görüşmelerin Ankara
Anlaşması’nın imzası ile sonuçlanması tam 4 yıl sürmüştür. (Ceyhan, 1991:23)
Bu dönemde gerçekleşen 27 Mayıs 1960 askeri müdahalesi bir süre için ilişkileri
olumsuz etkilemiştir. Daha sonra koalisyon hükümetleri döneminde devam eden
görüşmeler sırasında Topluluk tarafından önerilen tercihli ticaret anlaşması
seçeneğini ise Türkiye reddetmiştir. Çayhan ve Ateşoğlu Güney (1996:97)’e göre
yapılan bu ticaret anlaşması önerisinin ardında ekonomik nedenler kadar
Topluluğun askeri müdahale sonrasında Türkiye’deki siyasal gelişmelerden
duyduğu endişeler nedeniyle ilişkileri sıkılaştırmaktan kaçınma isteği de
yatmaktadır. İşte bu yüzden Türk tarafınca kabul edilmeyen ticaret anlaşmasının
yerini, yapılan toplam 10 müzakere sonunda 25 Haziran 1963’te Komisyon’un
ve Türk hükümetinin temsilcileri tarafından Brüksel’de parafe edilen Ortaklık
Anlaşması almıştır. Anlaşma 12 Eylül 1963’te İnönü Hükümeti ve Topluluk
yetkilileri arasında Ankara’da imzalanıp 1 Aralık 1964’te yürürlüğe girmiştir
(Ceyhan,1991:23).
Ankara Anlaşması, Başlangıç bölümünde de belirtildiği üzere, iki taraf
arasında giderek daha sıkı bağlar kurularak Türkiye’deki yaşam koşullarının hızlı
bir ekonomi ilerleyişi ve Toplulukla uyumlu bir alışveriş içinde geliştirilmesini;
böylece Türk ekonomisi ile Topluluk ekonomisi arasındaki farkı azaltmayı;
bunun için gerekli görülen ekonomik yardımı da gözönünde bulundurarak, Türk
halkının yaşam düzeyini yükseltme çabasına AET’nin getireceği destek ile ileride
Türkiye’nin Topluluğa katılmasının kolaylaştırılmasını hedefler. Anlaşmanın
amacı 2. maddede, Türkiye ile Topluluk arasında bir gümrük birliğinin kurulması
olarak ifade edilmiştir. Ceyhan (1991:24)’ın da değindiği üzere, Ankara
Anlaşması, Yunanistan’la Topluluk arasında imzalanan anlaşmadan farklı olarak
doğrudan bir gümrük birliği kurmuş değildir. Yunanistan’la yapılan Atina
Anlaşması yürürlüğe girer girmez bir gümrük birliği rejimi kurulmasını
öngörürken, Türkiye ile bir gümrük birliğinin derhal kurulması uygun
bulunmamıştır.
Ankara Anlaşması uyarınca Türkiye – AET ortaklığının 3 dönemi şu
şekilde özetlenebilir:
1) Hazırlık Dönemi: Anlaşmaya göre 5 yıl olarak öngörülen fakat görüşmelerin
uzaması nedeniyle 8 yıl sürerek 1 Aralık 1964 – 31 Aralık 1972 tarihleri
arasını kapsayan bu dönemde, Topluluk üstleneceği tek taraflı
yükümlülüklerle Türk ekonomisini güçlendirmeyi ve Gümrük Birliği’ne
geçişe hazır duruma getirmeyi taahhüt etmiştir. Topluluğun Geçici Protokol
ile saptanmış bazı tarım ürünlerine ithal kolaylıkları tanımasının ve I. Mali
Protokolün etkileri, 1958-64 döneminde düşmekte olan AET’nin
Türkiye’nin dış ticaretindeki payının 1964-72 dönemindeki artışı ile görülür
(Ceyhan, 1991:487)
Page 4
Ceren Uysal
143
2) Geçiş Dönemi: 1 Ocak 1973’te Katma Protokol’ün yürürlüğe girmesiyle
başlayan bu dönemde taraflar karşılıklı ve dengeli yükümlülükler esasına
dayanarak, sanayi ürünleri ticaretinde Gümrük Birliği’nin kurulmasını
hedeflemişlerdir. Topluluk, pamuk ipliği, pamuklu dokuma ve rafine petrol
ürünleri hariç, Türk sanayi ürünlerine gümrük vergilerini ve kısıtlamaları
derhal kaldırırken, bazı tarım ürünlerine de ithal kolaylıkları sağlamıştır.
Türkiye ise AET menşeli sanayi ürünlerine uyguladığı gümrükleri kademeli
şekilde 12 yılda kaldırmayı öngörmüş, korunması gereken hassas sanayi
ürünleri içinse bu süreyi 22 yıla uzatmıştır. (Ceyhan, 1991:487)
3) Son Dönem: Türkiye ile AET arasındaki ortaklık ilişkisindeki son dönem
Ankara Anlaşması’nın 5. maddesinde şu şekilde vurgulanır: “Son dönem
gümrük birliğine dayanır ve Akit Tarafların ekonomi politikaları arasındaki
koordinasyonun güçlendirilmesini gerektirir.”
Ankara Anlaşması’nda öngörülen ortaklık rejimini yürütme görevi, Ortaklık
Konseyine verilmiştir (md.22). Ortaklık Konseyi, Türk hükümet üyeleri, üye
devletler temsilcileri ile Topluluk Konsey ve Komisyon temsilcilerinden
oluşmuştur (md.23). Konsey, çalışmalarını Brüksel’deki sürekli yönetim organı
durumundaki Ortaklık Komitesi aracılığıyla yürütür. Ayrıca TBMM ve Avrupa
Parlamentosu’nun on sekizer üyesinden oluşan Karma Parlamento Komisyonu
(KPK) da, tarafların siyasi diyalog platformu olup ortaklığın demokratik
denetimini yapmakla yükümlüdür.
KATMA PROTOKOL’ÜN YÜRÜRLÜĞE GİRMESİ ve GEÇİŞ
DÖNEMİ
Hazırlık Dönemi boyunca Türkiye Topluluğa karşı herhangi bir
yükümlülük altına girmemiştir. Hazırlık Döneminin ardından Geçiş Dönemini
başlatacak olan Katma Protokol’ün TBMM’de onaylanması sırasında Adalet
Partisi ve Cumhuriyetçi Güven Partisi üyeleri olumlu oy kullanırlarken
Cumhuriyet Halk Partisi ve Demokratik Parti üyeleri, Türkiye’nin Geçiş
Döneminin getireceği ekonomik yükümlülükleri üstlenemeyeceğini savunarak
Katma Protokol’e ret oyu vermişlerdir (Çayhan ve Ateşoğlu Güney, 1996:99).
Katma Protokol’ün önemli maddelerini şu şekilde özetleyebiliriz: ‘Malların
Serbest Dolaşımı’ başlıklı I. Kısımda (md.2-35) değinilen konular arasında,
sanayi ürünleri için Gümrük Birliği kurulması, Ortak Gümrük Tarifesinin
Türkiye tarafından kabulü ve miktar kısıtlamalarının kaldırılmasının esasları gibi
bölümler yer alır. ‘Kişilerin ve Hizmetlerin Dolaşımı’ konusunu ele alan II.
Kısımda, Türkiye ve Topluluk üyesi ülkeler arasında işçilerin serbest dolaşımı ile
yerleşme hakkı, hizmet edimi ve ulaştırma başlıkları incelenmiştir. (md.36-42).
‘Ekonomi Politikalarının Yaklaştırılması’ kısmında ise, Topluluğun rekabet,
vergileme ile ilgili hükümlerine ve mevzuatına Türkiye’nin nasıl uyum
sağlayacağı; ekonomi ve ticaret politikalarının koordinasyonu konularına
değinilir (md.43-48).
Page 5
Türkiye-Avrupa Birliği İlişkilerinin Tarihsel Süreci ve Son Gelişmeler
144
1970’li yıllarda Geçiş Döneminin başlamasıyla birlikte hükümetler,
Türkiye’nin tarım ürünlerindeki avantajlarının azalmasından, sanayi
ürünlerindeki yükümlülüklerinin ise artmasından yakınmışlardır. Sanayi ürünleri
konusunda, Topluluğun genişlemesi ve Avrupa Serbest Ticaret Alanı’nın
kurulmasından kaynaklanan sorunlar doğmuş, öte yandan gelişmekte olan
ülkelerin mamul ve yarı-mamul mallarının gümrüksüz olarak Topluluk
pazarlarına girmelerini sağlayan ‘Genelleştirilmiş Preferanslar Sistemi’ ve tekstil
ürünlerindeki kısıtlamalar da Türkiye ekonomisini olumsuz etkilemiştir. Tarım
ürünlerinde Türkiye’nin rekabet avantajlarının azalmasına neden olarak ise,
Topluluğun, çeşitli Akdeniz ülkelerinin sınai ürünlerinin gümrüksüz olarak
Topluluk pazarlarına girmesini sağlayan ve tarım ürünlerine de ayrıcalıklar
tanıyan ‘Akdeniz Politikası’ görülmüştür. Tüm bunlara ek olarak, Katma
Protokolün 36. maddesine göre 1976 ile 1986 yılları arasında kademeli olarak
gerçekleşmesi gereken işçilerin serbest dolaşımı bir türlü hayata geçirilememiş,
aksine 1974 yılında petrol krizinden sonra Batı Avrupa’da yaygınlaşan işsizlik,
yabancı işçi alımının durdurulmasına ve bir bölümünün ülkelerine geri
gönderilmelerine yol açmıştır. 1980 yılında Batı Almanya, Benelüks ülkeleri ve
Fransa’nın Türk vatandaşlarına vize uygulamaya başlaması soruna yeni bir boyut
eklemiştir (Çayhan ve Ateşoğlu Güney, 1996:100).
1974 petrol bunalımı nedeniyle dış ödemeler dengesi olumsuz etkilenen
Türkiye ithalatını sürdürebilmek için dış borçlanma yolunu seçerken, Milliyetçi
Cephe hükümetleri tarafından kısa vadeli borçlarla ertelenen ekonomik sorunlar
giderek kendisini daha fazla hissettirmeye başlamış, yüksek enflasyon, sıfıra
yaklaşan bir büyüme hızı ve yaygınlaşan karaborsa karşısında, döviz darboğazını
aşmak için, Türkiye sürekli kredi arayışı içine girmiştir. İşte bu ekonomik
koşullar altında, Çayhan ve Ateşoğlu Güney (1996:101), 12 Mart sonrası
koalisyon hükümetlerinin, Türkiye’nin AT ile ilişkilerinde üstlendiği
sorumlulukları yerine getirmesinin mümkün olmadığını vurguladıklarını ve geçiş
dönemi şartlarının Türkiye lehine yeniden düzenlenmesini istediklerini yazar.
Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik koşullar AT ile ilişkileri bu şekilde
etkilerken, koalisyon ortağı iki parti, MHP ve MSP, siyasi açıdan da Topluluğa
karşı çıkmaktadırlar. AT’nin siyonist ve masonların kurduğu bir Hıristiyan birliği
olduğunu ve üyeliğimizin, Rum, Ermeni ve Yahudilere Türkiye’ye dönüp toprak
satın alıp yerleşme hakkı doğuracağı savunan MSP lideri Erbakan, bunun yerine
“İslam Ortak Pazarı” kurulmasını önermiştir (Bozkurt, 1992:37). Yine Bozkurt’a
göre, MSP’nin Türkiye – AT ilişkilerinde en önemli etkisinin, 1976’da
Yunanistan’ın Topluluğa tam üyelik başvurusu döneminde, hükümet ortağı
olması dolayısıyla, Topluluk ülkelerinden başvuru yapılması konusunda uyarı
geldiği halde, Başbakan Demirel’in bu konuda adım atmasını engellemek
şeklinde olduğu söylenebilir. Bu dönemin, Türkiye’nin üyeliği ya da
Yunanistan’ın üyeliğinin kabul edilmemesi bakımından kaçan bir fırsat olduğu
yakın tarihimizin en çok tartışılan konularından biridir.
1978 yılında iktidarda bulunan Ecevit hükümeti, ortaya çıkan rahatsızlıkları
gidermek ve Toplulukla ilişkilerde yeni bir düzenleme sağlamak amacıyla
Page 6
Ceren Uysal
145
Türkiye’nin yükümlülüklerinin 5 yıl süreyle dondurulmasını önermiştir. Talep
edilenler arasında tarım ürünlerinde üçüncü ülkelere tanınan preferanslardan
yararlanılması, tekstildeki sınırlamaların kaldırılması ve serbest dolaşım hakkının
uygulanması da yer almış, ayrıca Topluluktan toplam 8 milyar doları bulan mali
yardım istenmiştir. Topluluk Mayıs 1979’da, bu taleplerden sadece beş yıllık
bağışıklık dönemini kabul ettiğini açıklamıştır (Çayhan ve Ateşoğlu Güney,
1996:101).
Ekonomik alanda yaşanan bu sıkıntılara, dış politikada yaşanan Küba füze
krizi ve Johnson mektubuyla başlayıp Kıbrıs müdahalesinin işgal olarak
değerlendirilmesiyle şiddetlenen olaylar da eklenince, bu sürecinin iç politikaya
yansımasının Batı karşıtı yeni bir kimlik arayışı olduğunu söyleyebiliriz. Tüm bu
gelişmelerin Türkiye – AT ilişkilerini çıkmaza sürüklemesi ve hatta kopma
noktasına getirmesi beklenirken, 1980 yılında Demirel başkanlığındaki Adalet
Partisi azınlık hükümeti umulmadık bir hareketle tam üyeliğe geçişi hızlandırma
istemini dile getirmiştir. Çayhan ve Ateşoğlu Güney (1996:102)’e göre bunun
ardında Yunanistan, İspanya ve Portekiz’in tam üyelik yolunda ilerlemelerinin
Türkiye’nin rekabet şartlarını ağırlaştıracağı endişesi, İran Devrimi ve
Afganistan’ın Sovyetler Birliği tarafından işgali ile değişen bölgesel dengeler ve iç
politikadaki belirsizlik ve istikrarsızlık gibi nedenleri görebiliriz. Ayrıca,
hükümetin askeri müdahale endişesiyle Batı’nın desteğini kazanmak istemesi ve
ekonomide dışa açık bir büyüme modeli hedefleyen 24 Ocak kararları da
Topluluk ile ilişkileri iyileştirme çabasının diğer unsurları olarak belirtilebilir.
Ancak 12 Eylül 1980 askeri darbesi Türkiye – AT ilişkilerinde siyasal yönden en
sorunlu dönemin başlangıcı olarak ortaya çıkacaktır.
12 Eylül’ün ardından Türkiye’ye karşı ihtiyatlı bir tavır alan AT, ilişkileri
hemen askıya almak yerine gelişmeleri izlemeyi tercih etmiş, hatta IV. Mali
Protokol Haziran 1981’de onaylanmıştır. Ancak Milli Güvenlik Konseyi’nin tüm
siyasi partileri kapatma kararına DİSK’in 52 yöneticisi için idam istemi ve Barış
Derneği davası eklenince, 1981 yılının sonbaharından itibaren Topluluğun
Türkiye’ye karşı olumsuz tutumu belirginleşmiş, Avrupa Parlamentosu (AP), 22
Ocak 1982’de aldığı bir kararla KPK’nın AP kanadının iptal edildiğini açıklamış,
Komisyon ve Konsey’e de, Türkiye’de insan hakları ve demokratik özgürlükler
sağlanana dek, mali yardımın askıya alınması tavsiye etmiştir (Eralp, 1996:47;
Çayhan ve Ateşoğlu Güney, 1996:103). Böylece, ilişkilerde siyasi karar ve
beklentilerin ön plana çıktığı, etkileri günümüze değin süren son derece zorlu bir
dönemece daha girilmiş oldu