Arama


fadedliver - avatarı
fadedliver
Ziyaretçi
4 Eylül 2009       Mesaj #2
fadedliver - avatarı
Ziyaretçi
Alıntı
by.fernetti adlı kullanıcıdan alıntı

SORU 1. BÜYÜK PATLAMADA (BİG BANG)AYNI KÜTLENİN PARCALANMASINDAN MEYDANA GELEN DÜNYA VE
AY'I ELE ALALIM DÜNYAMIZDA OLUŞAN YER CEKİMİ KANUNU AYDA NEDEN YOK?

SORU 2. GÜNEŞ TE NEDEN DÜYANIN 28 KATI FAZLA YER CEKİMİ VAR?

SORU 3.DENİZ VEYA TATLI SUYUN İCİNDE NEDEN YERCEKİMİ ORANI %70 DAHA AZDIR

Çekim kuvvetini belirleyen uzaklık, iki cismin kütle merkezleri arasındaki uzaklıktır. Dünya ve üzerindeki topu alırsak bu uzaklık Dünya'nın ortalama yarıçapından çok az farklıdır (6371 km). Onun için, deniz seviyesinde veya yükseklerde, ekvatorda veya kutuplarda olmak pek fazla değiştirmez Dünya'nın bize uyguladığı çekim kuvvetini. Yaklaşık olarak 1 kg kütleye bu ortalama uzaklıkta 9,83 N (Newton) etki eder. Benim kütleme göre İstanbul'da, örneğin 700 N kuvvetle çekiliyorsam, Antarktika kıyılarında ancak 5 N daha fazla, Everest zirvesinde 2 N daha az bir çekim kuvvetine maruz kalacaktım. Peki daha uzaklarda? Yer'den 240 km yüksekte (herhangi bir uydu uzaklığında) 650 N, 36 000 km de (yer istasyonu uzaklığında) 22 N, Ay uzaklığında 0,19 N; yani uzaklığın karesiyle azalan bir kuvvet, ama yine de sıfır değil. Dünya yerine başka büyük kütleleri alırsak, örneğin Ay yüzeyinde 115 N, yani Dünya'dakinin 1/6'sı, Merih'te (Mars) 0,4, Müşteri'de (Jüpiter) 2,7, Güneş'te 28 katı. Tipik bir nötron yıldızı üzerinde ise, Dünya'dakinin 1012 katı kuvvetle çekiliyor olacaktım; çünkü Güneş kadar büyük bir kütleye, nötron yıldızının ancak birkaç kilometre olan yarıçapı kadar yaklaşmış bulunacaktım. Yalnız, yaklaşırken başımla ayaklarım arasındaki çekim kuvveti farkı o kadar büyüyecek ki, daha yıldıza erişmeden çok önce, pişmaniye haline gelmiş olacaktım.


Yeryüzünde bir noktadaki çekim kuvveti:
a) Bu noktanın Yer merkezine olan uzaklığına;
b) Noktanın deniz seviyesine nazaran yüksekliğine ve
c) Noktayı çevreleyen maddelerin yoğunluğuna bağlıdır. Cisimlerin ağırlığı Yeryüzünden uzaklaştıkça azalmaktadır.

Yer merkezinden uzaklığa ve deniz seviyesinden yüksekliğe göre hesaplanan çekim değerine "teorik gravite değeri" denir. Eğer gravimetre ile ölçülen gerçek çekim değeri teorik değerden başka ise, bu iki değer arasındaki farka "gravite anomalisi" adı verilir. Ölçülen gravite değeri teorik değerin altında ise, anomali eksi (negatif), teorik değerin üstünde ise, anomali artıdır (pozitiftir) denir. Anomalilere, aslında, kütle ve yoğunluk farklarından ileri gelir.

Ay ve Güneşin Yerküreye uyguladıkları çekim etkisi (med-cezir) ile Yerin ekseni etrafında dönmesi sonucu meydana gelen merkez kaç kuvvet, yerçekimi zıt yönde etkiler.

Merkezkaç kuvvetin değeri ekvatorda en fazla olup yerçekiminin %0.33'ü kadardır. Ekvatordan kutuplara doğru gidildikçe bu değer azalır. Bu kuvvetin yeryüzüne yaptığı en önemli etki, yerin ekvator bölgesinin şişkinliğini ve kutuplar çevresinin basıklığını sağlamış olmasıdır. (İki yarıçap arasındaki fark 21.4 km'dir).

Deniz yüzeyinden yükseldikçe yerçekiminin metre başına 0.3086 miligal azaldığı hesaplanmıştır.

Yerkabuğunun kütleleri ve yoğunlukları birbirinden farklı büyük parçaları (blokları) arasındaki denge durumuna İzostazi denir. Bu prensibe göre, yüksek dağlık bölgeler çevrelerindeki basık araziye nazaran daha hafif maddelerden meydana gelmişlerdir. Bu vakıa, 1735'te P. Bouguer'in And dağlarındaki inceleme gezileri sırasında ve yüz sene kadar önce Sir George Everest'in Kuzey Hindistan'da Kalina ile Kallianpur şehirleri arasındaki sahanın haritasını alırken dikkati çekmiş, gerek And dağlarının ve gerekse Himalayaların kütlelerinin, beklenen değerlerin çok altında oldukları ve bu nedenle çekülleri hesaplanan derecelerden daha az saptırdıkları gözlenmiştir. Nitekim, 1855'te Pratt'ın yaptığı hesaplara göre, çekülün Himalayalara doğru sapması: Kaliana'da 27,853" (kavis/saniye), Kalianpur'da 11,968" (kavis/saniye) ve aralarındaki fark 15,885" (kavis/saniye) olması gerekirken, ölçülen değerler arasındaki fark ancak 5,23" (kavis/saniye) bulunmuştur. Böylece Himalayaların beklenenden daha az bir çekim etkisi uyguladığı, dolayısıyla daha hafif maddelerden oluştuğu anlaşıldı.

İzostazi aynı zamanda, hafif maddelerden oluşmuş dağlık bölgelerin daha yoğun bir temel (substratum) üzerinde yüzmekte olduğunu ve dağların yükseklikleri ile orantılı derin "kökleri" bulunduğu gerçeğini de açıklar. Böylece yüksek dağlar, kuzey denizlerinde yüzen Iceberg'ler gibidir; büyük ve derin kökleri yeraltında, küçük ve sivri tepeleri ise yerüstünde bulunur. Şöyle ki, ortalama yoğunluğu 2.7 gr/cm^3 olan Sial maddelerinden oluşmuş dağ şeritleri, yoğunluğu 3.0 gr/cm^3 olan plastik Sima kayaçları içine gömülmüşlerdir. Dağ kütlesinin tüm hacminin 9/10'unu kök, 1/10'unu ise yüksek zirveler oluşturur, tıpkı su içinde yüzen buz kütleleri gibi.


kaynak