Türkiye'de İç Borçlanma
Türkiye'de Kamu Kesimi İç Borçlanması ve Dışlama Etkisi
Türkiye'de kamu harcamalarının iç borçlanmayla finanse edilmesi durumu çok eskilere dayanmaz. 1923 yılında Cumhuriyetin kuruluşundan sonra iş başına gelen hükümetler, Osmanlı döneminde borçlanmanın olumsuz etkilerinin tazeliği nedeniyle devletin iç borçlanması kadar bütçe açıklarına da "klasik maliye" anlayışı doğrultusunda bakmışlardır. Cumhuriyetin kuruluşundan sonra, Osmanlı borçlarının bir bölümünü ödemeyi kabul ederek ağır bir borç yükü altına giren genç Türkiye Cumhuriyeti, ilk borç tahvilini 1933 yılında çıkarmıştır. 1933'lü yıllara kadar öncelikli hedef halkın güvenini kazanmak ve özellikle de bankalar ve diğer sermaye kaynaklarının geliştirilmesi iken, 1933'den sonra ise kalkınmanın finansmanı amacına yönelik olarak iç borçlanmaya büyük önem verilmiştir. İç ve dış borçlar, özellikle alt yapı harcamalarının finansmanında kullanılmıştır Türkiye, 1980 yılı başında istikrar ve yapısal uyum programı uygulamaya başlamış ve 1980'li yılların ortalarına doğru kamu borçlanma gereksinimi önemli miktarda azalmıştır. Bu yıllarda, bütçe açıklarının finansmanında hazine bonosu ve devlet tahvili hükümetlerin tercih ettiği bir finansman aracı olmamış, söz konusu açıklar Merkez Bankası kaynaklarına başvurularak finanse edilmiştir. 1985 yılında iç borçlanma yapmak amacıyla hazine bonosu ve devlet tahvili satışında ihale yöntemine geçilmesiyle Merkez Bankası kaynaklı finansman azaltılmaya çalışılmıştır. 1980'li yılların sonlarına doğru kamu finansman açığındaki artışlar, 1990'lı yıllara gelindiğinde kamu kesimi borçlanma gereğini ve buna bağlı olarak iç borç stokunu artırmıştır. Özellikle 1990 yılından itibaren her yıl iç borç stoku bir önceki döneme göre yıllık ortalama %70-90 oranında artmıştır. Bu durum devletin her geçen yılda kaynak ihtiyacının arttığını ve olağan kamu gelirleri ile karşılanmayan giderlerin borçlanma yoluyla karşılanmaya çalışıldığını göstermektedir. Toplam iç borçlanmalar 1980-1990 döneminde GSMH'ın yıllık ortalama %2,3’üne eşit iken, 1991-1998 döneminde ise bu oran %9'a yükselmiştir. Bu da bütçe açığının finansmanı için, bu dönemde Merkez Bankası kaynaklarından büyük ölçüde yararlanıldığını göstermektedir. 1980-2003 yılları arasında tahvil ve bono ihraç gelirleri toplam borç servisinin ortalama %90'ını oluşturmuştur. Bu durum, yatırımlara tahsis edilebilecek fazla bir bakiye kalmadığını göstermektedir. Burada hatırlatılması gereken bir konu, borçlanmaların servis gerekleri, öbür yılın borçlanmalarının gerekçesini oluşturmaktadır. Bir başka deyişle, Hazinenin, borçlarını ödeyebilmek için borçlanmak durumunda kalması, bütçe açıklarının sürekliliğinin bir göstergesi olmuştur. Diğer taraftan, 1990'lı yıllarda kamu açığı ve buna bağlı olarak borç stokundaki hızlı artış aynı zamanda faiz oranları üzerinde baskı yaratarak faizlerin yükselmesine neden olmuş, faizlerdeki yükseliş ise devletin borçlanma gereğini olumsuz yönde etkileyerek, iç borç-faiz kısır döngüsüne girilmiştir. Ayrıca, iç borç faiz oranlarındaki yükselişin, özel sektörün yatırımlarını olumsuz etkilediği ve bir dışlama etkisi yarattığı da söz konusudur. Türkiye'de kamu iç borçlanmasının özel yatırım harcamalarını dışlayıp dışlamadığını görebilmek için, rezerv para veya Merkez Bankası parası içinde kamu payının artıp artmadığına bakmak yeterli olacaktır. Eğer kamunun payı artmışsa, Hazine özel kesim fonlarını azaltmıştır diyebiliriz. Türkiye'de Merkez bankasınca verilen özel ve kamu kesimleri arasında rezerv para bileşimi incelendiğinde, kamu kesiminin payının 1980-1983 döneminde azaldığı, ancak bu dönemden sonra sürekli arttığı ve 1992'de üç haneli rakamlara ulaştığı görülmektedir. Bu durum, Hazine'nin rezerv paranın tamamını kullandığı ve hatta ötesine geçtiğini göstermektedir. Finansal anlamda dışlama etkisinin olup olmadığının test edilmesinin bir başka yolu ticari bankaların özel kesime açtığı krediler ile tahvil ve bono stokunun toplam aktifler içindeki payına bakmaktır. 1980-1990 dönemine egemen olan eğilim, banka kaynaklarının giderek azalan oranda özel kesime açılan kredilere yönlendirilmiş olmasıdır. Ancak 1990 yılına gelindiğinde bu oranda bir artış kaydedilerek %52,2 düzeyine ulaşılmıştır. Bundan sonraki dönemde ise bu oran 1997 yılı hariç (%56,2) devamlı düşme eğilimi içine girmiş ve 2002 yılında %20'lere kadar gerilemiştir. Buna karşılık, banka aktifleri içinde devlet tahvili ve hazine bonolarının payının 1980-2002 döneminde düzenli olarak arttığı, %52'den %127'ye yükseldiği görülmektedir. Bu durum, banka kaynaklarından kamu kesimine aktarılan fonlarda nispi bir artış olduğuna işaret etmektedir. Ayrıca, ticari banka aktiflerinde yer alan tahvil ve bono stokunun özel kesime açılan kredilere oranı dikkatle bakıldığında, bu oranın 1980-1998 döneminde ortalama 0,3 olduğu, ancak 1999 yılından sonra hızla arttığı ve 2001 yılında 1,8 ve 2002 yılında da 2,5’e yükseldiği görülmektedir. Diğer yandan, kamunun en büyük fonlayıcısı olan bankaların aktif büyüklükleri, yıllar itibariyle artış gösterir iken bu durum reel sektöre yansımamış ve verilen ticari kredilerin GSMH'ye oranı yıllar itibariyle sabit bir seyir izlemiştir. Kredi-Mevduat oranlarına bakıldığında da kredilerdeki daralmanın boyutları daha iyi bir şekilde ortaya çıkmaktadır. 1986'da 100 birim mevduatın 70 birimi kredi olarak reel sektöre aktarılır iken, 2001 yılında ancak 31 birimi reel sektöre aktarılmıştır. Bu durum kamu iç borçlanmasının yarattığı dışlama etkisinin boyutunu açık bir şekilde göstermektedir Özet olarak, Türkiye'de Kamu, yüksek faizli, vergiden muaf ve risksiz borçlanma senetleriyle ekonomideki tasarrufların büyük bir kısmının kamu kesimine akmasını sağlamıştır. Buna paralel olarak, devletin rekabet gücüne zayıf kalan özel sektörün, talep ettiği fonların maliyeti yükseldiği gibi miktarı da azalmıştır. Çünkü Türk mali sisteminde hâkim güç olan bankacılık sektörü mevduat kaynaklarını yüksek getiri sağlayan ve de özel sektöre açacağı kredilere göre avantajlı olan borçlanma senetlerine plase etmeyi tercih etmiş ve özel sektörün dışlanmasına neden olmuştur. Kamu, banka kesimi aracılığıyla özel tasarrufları kamu finansmanı için kanalize ettiği gibi, 1992 uygulanmaya başlanan, halka doğrudan iç borçlanma senetleri satışıyla, özel kesim birimlerinin de tasarruflarına yönelmiştir. Bu şartlar altında özel kesimin dışlama etkisiyle mali piyasalardan dışlanmasının boyutu da büyümüştür.
Tanrı varsa eğer, ruhumu kutsasın... Ruhum varsa eğer!