Arama


fadedliver - avatarı
fadedliver
Ziyaretçi
2 Aralık 2009       Mesaj #3
fadedliver - avatarı
Ziyaretçi
1860’lı yılların başında Şinasi Tasvir-i Efkar’da Ali Savi Muhbir’de halkı uyarmaya ve aydınlatmaya çalışıyorlardı. İçinde Namık Kemal ve Agah Efendi gibi tanınmış simaların da bulunduğu aydınların, sert eleştirileri hükümetçe yadırganmaktaydı. Hükümetin bu tür tenkitlere karşı tepkisi şiddetli olmuştur. 1867’de sadrazam Âli Paşa bir kararnameye dayanarak gazeteleri süresiz kapatma uygulaması başlattı. Avrupa’ya henüz gitmemiş olan Ziya Bey, Namık Kemal ve Ali Süavi gibi önde gelen aydınlar İstanbul dışına sürgün edilmeye başlamışlardı. Söz konusu aydınlar tam da ne yapmaları gerektiği konusunda bir karar verememiş durumdayken onlar muhalefet hareketlerini sürdürmeleri için yurt dışına davet edildiler.
Söz konusu davet Mısır Hidivinin kardeşi Mustafa Fazıl Paşa’dan gelmiştir. Mısır Valiliğine geçme hakkı elinden alınan Mustafa Fazıl Paşa bu hakkı elde etmek ya da Osmanıl sadrazamlığı gibi önemli bir mevkiye gelmek istiyordu. Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa’nın torunu olan Mustafa Fâzıl Paşa’ınn yetişme, öğrenim ve memuriyet hayatı İstanbul’da geçmişti. Memuriyet hayatında hızlı birşekilde yükselmesine karşın, Mısır Valisi olan kardeşinin yerine geçecek biri olması dolayısıyla Mısır Hidivliği konusunu da yakından takip ediyordu. Kardeşi İsmail kendi yerine M. Fâzıl’ı değil de oğlunu bırakmak istiyordu. İsmail Paşa veraset usulünü değiştirmeyi sağlamak için İstanbul’a geldiğinde Fuat Paşa’nın açık muhalefeti ile karşı karşıya kaldı. Fuat Paşa bu konuda M. Fâzıl’a açıkça destek vermişti. Ancak onun, hazırladığı bir tezkerede hükümetin mali konularda yaptığı hatalara dikkat çekmesi üzerine Fuat Paşa M. Fâzıl Paşayı görevli bulunduğu Meclis-i Hazâin başkanlığından alarak bir süre sonra İstanbul’u terk etmesini istedi. Arkasından Mısır Hidivi İsmail’in arzu ettiği veraset değişikliğini onayladı. Bu aynı zamanda padişah ile Fuat Paşa’nın bu konuda anlaştığını göstermekteydi. M. Fâzıl’ın bundan sonraki amacı Mısır Hidivliği hakkını geri almak veya İstanbul’a dönerek önemli bir mevkiye gelmek olacaktır.
M. Fâzıl Paşa, bu amacını gerçekleştirmede Yeni Osmanlıları bir araç olarak kullanma yolunu seçti. Aslında daha önce para gücünü kullanarak çeşitli Avrupa ülkelerindeki gazetelerde kendisini Türkiye’de “Genç Türkiye Partisi”nin sözcüsü olarak lanse etmeye çalışıyordu. Namık Kemal, Ziya Paşa, Ali Suavi gibi aydınlar taşrada çeşitli yerlere sürgün edilmişlerdi. Ziya ve Kemal, İstanbul’da kalmak için çeşitli mazeretlere başvuruyorlardı. Bu durumdan haberdar olan M. Fâzıl bu aydınları kendisiyle çalışmaları için Paris’e davet ederek onlara basın aracılığıyla Avrupa kamuoyunu da yanlarına alarak Âli Paşaya karşı muhalefetlerini sürdürmelerine maddi destek sağlama sözü verdi. Bunun üzerine önde gelen aydınlar bir şekilde Paris’e ulaştılar. Bundan sonraki 1867-1870 yılları arasında Mustafa Fazıl Paşa Yeni Osmanlıları kendi siyasal emelleri için Osmanlı sarayı ve diğerlerine karşı bir kalkan olarak kullandı. Paris’ kaçan aydınlar Âli Paşa’nın iş başından uzaklaştırıldığı takdirde Osmanlı toplumunda her şeyin değişebileceği gibi yüzeysel bir kanaate sahiptiler.
Yeni Osmanlılar yurt dışında sürdürdükleri muhalefet hareketinde çok başarılı olamamışlardı. Bunun üzerine karşı çıktıkları devlet adamlarıyla uzlaşma sağlayarak bazıları ülkeye döndüler. 1876 Anayasasının hazırlanmasında etkileri oldu. Daha sonra sesleri fazla duyulmasa da onların Osmanlı’nın çağdaşlaşması konusundaki çabaları boşa gitmedi. Bu geleneğin içinden gelen Mizancı Murat basın yoluyla sürdürmeye çalıştığı yenileşme çabaları hoş karşılanmayınca yurt dışına kaçarak Jön Türk hareketinin başına geçmeye çalıştı. Ama bunda tam olarak başarılı olamadı. Mizancı Murat bir anlamda genç yaşta içinde bulunduğu Yeni Osmanlılar akımı ile daha sonra önderleri arasında bulunacağı Genç Türk hareketi arasında bir köprü rolü oynayacaktı.
Abdülhamit’in önce Kanun-u Esasiyi ilan edip ardından derhal anayasayı uygulama dışı bırakması ve bu anayasayla getirilen kurumları ortadan kaldırması devlet otoritesinin sınırlanmasıyla ilgili Osmanlı aydınlarının taleplerinin daha yüksek sesle ifade etmeleri sonucunu doğuracaktı. Bu görevi de Jön Türk muhalefet aydınları üstlenmişlerdir. Onlar Türkiye’nin çağdaşlaşmasında batılı fikirleri tartışmaya açmış ve yayılmasını sağlamış olmaları nedeniyle düşünce hayatımızda oldukça önemli bir yer işgal etmektedirler. Bu nedenle toplumumuz ve siyasal sistemimizde çağdaşlaşmanın doğru anlaşılabilmesi için bu aydın hareketine yer vermek gereklidir.
JÖN TÜRKLER VE ÇAĞDAŞLAŞMA
Meclis-i Mebusan’ın Abdülhamit tarafından kapatılması ve aydınların çeşitli şekillerde cezalandırılmaları padişaha karşı bir aydın muhalefetinin başlamasına neden olmuştur. Bu muhalefet hem yurt dışında hem de yurt içinde aydınlarca yürütülmüştür.Osmanlı toplumunda 1876 sonrası batılılaşma ve anayasal sistemle ilgili tartışmalar ve çözüm önerilerinin ortaya çıkmasında söz konusu muhalefet hareketlerinin büyük bir rolü olmuştur. Parlamentonun kapatılması sonucu içeride ve dışarıdaki aydınlar açık ya da gizli şekilde muhalefetlerini sürdürmüşlerdir. Bu yapılanmalardan en önemlisi kuşkusuz Jön Türk ya da diğer deyimle Genç Türk hareketedir. Genç Türk muhalefeti çeşitli illegal örgütlenmeler sonucu ortaya çıkmıştır. Daha sonra İttihat ve Terakki adını alacak olan bu hareketin kurucusu askeri tıbbiye öğrencileridir. Gizli örgütlenme 1892’de gerçekleşti ve hemen Avrupa’daki muhaliflerle irtibat kurmanın yollarını aradı. Nitekim kısa süre sonra Paris’te bulunan Ahmet Rıza Bey bu gizli örgütlenmenin yurt dışı temsilciliğini üstlenmiştir. Genç Türk hareketi Abdülhamit’in baskısından kaçan çok sayıda aydının Mısır, Cenevre, Paris, Londra gibi merkezlerde özellikle basın yoluyla Abdülhamit’in padişahlığını gayrı meşru ve aldığı kararları “Şeriate” aykırı olarak niteliyorlardı Bunun yanında konumuz açısından önemli bir noktaya temas etmek gerekmektedir. Genç Türkler düşünce açıklamalarında, yazılarında sistemle ilgili ciddi reform talepleriyle ortaya çıkmışlardır. Kanun-u Esasinin yeniden uygulamaya konulması, Meclis-i Mebusan’ın açılması, hak ve özgürlüklerin teminat altına alınması, yurttaşların devlet işlerine katılımının hukuksal düzenlemelerle sağlanması talep edilmekteydi. Böylece batılılaşma Yeni Osmanlıların yaptıkları gibi yeniden siyasal bir sorun olarak ele alınmaktaydı. Avrupa başkentleri ve Mısır’da çıkardıkları yayın organlarıyla bu talepler ortaya konulmakta , iç ve dış kamuoyu desteği alınmaya çalışılmaktaydı.
Genç Türklerin ortaya koydukları siyasal sisteme ilişkin talepler aydınların çağdaşlaşma konusunda vardıkları noktayı göstermesi bakımından konu açısından büyük öneme sahiptir. Osmanlı aydınları artık kişi özgürlükleri, devlet yönetimine katılım gibi Avrupa’daki bir yönetimde bulunması gerekli vazgeçilmez koşullara sahip çıkıyorlardı.

19. yüzyıl Osmanlı aydını batılılaşma konusundaki bilgi eksiğini daha çok Fransız toplumunu gözlemleyerek ve bu alanda fikir adamlarının öğretilerini yorumlayarak pusulanın yönünü tayin etmeye çalışmışlardır. Paris’i üs edinen Genç Türk aydınları Avrupa’nın bu hemen hemen her sorunun tartışıldığı, çözümler üretildiği başkentinde kendileri açısından siyasal ve sosyal sorunların çözümünde yararlanabilecekleri ileri bir model ile karşı karşıya idiler. “Şu halde, onlar için, yaratmaktan ziyade taklit ve iktibas bahis mevzuu olmuştur.” Bu nedenle Genç Türkler ve onların oluşturdukları fikir odakları modern anlayışı Osmanlı toplumuna taşımada bir köprü, “alıcı”, “taşıyıcı” rolü üstlenmişlerdir. Ne var ki 19. Yüzyıl Fransız toplumunda artık 1789 Devrimi sonrası ortaya çıkan yeni sorunların çözümü ya da bu devrim ilkelerinin yeni yorumlara tabi tutmak gündemdeydi. Osmanlı aydını ise bu tartışmalar ve arayışlarda sağlıklı bir değerlendirme yapabilecek düşünsel ve kültürel birikimin çok uzağındaydı. Bir başka deyişle Yeni Osmanlılar gibi Jön Türkler de Batıdakine denk yeni fikir akımları yaratabilmekten çok uzaktaydılar. Bu durumun belki de bir sonucu olarak Osmanlı aydınları içinde modern düşüncenin Türkiye’ye taşıyıcıları olan Ahmet Rıza Bey, Prens Sabahaddin Bey gibi aydınlar kendilerini, Fransa’da düşünce hayatında ortaya atılan öneri ve projeleri iki toplum arasındaki gözle görülür ayrılıkları göz ardı ederek Osmanlı toplumunda da gerçekleştirebilecekleri kanısına kaptırmışlardı. Oysa farklı toplumsal koşulların görmezlikten gelinerek aynı teorileri başka bir topluma uygulama ve aynı sonuca ulaşılacağını düşünmek en azından gerçekçilik noktasında şüpheli sayılmak gerekir.
Genç Türkler gerçi Fransa örneğini Osmanlı toplumunu adeta bir “laboratuvar” gibi görmekte ve edindiği pozitivist görüşlerini bu toplumda hayata geçirmeye çalışmaktaydı. Halbuki Osmanlı Toplumu Fransız toplumunun aksine ne 1789 ne de 1830 devrimlerinin sağladıkları deneyime sahiptiler. Buna rağmen Jön Türkler Fransız tarihi ve toplumu ile Osmanlı siyasal ve toplumsal sistemi arasında özdeşlikler kurmakta ve analojilerde bulunmaktaydılar. Bunların bazıları düşünsel alandaki ilkeler konusundaydı. Fransız devriminin 1848’lerde somutlaştırdığı “özgürlük- eşitlik- kardeşlik” formülüne karşılık olmak üzere Osmanlı aydını “hürriyet- müsavat- uhuvvet”i koymuştu. Fransız düşünce adamlarınca mutlak monark olarak nitelenen 16. Louis veya 10. Charles’ın yerine II. Abdülhamit konmuştu. Fransa’da krallığın devrilerek yerine cumhuriyetin kurulması yerine meşrutiyetin kurulması İttihat ve Terakki’nin amaçları olarak belirmişti. Osmanlı toplumu ile Fransız toplumu arasında bu derece özdeşlikler kurulmasında Ahmet Rıza ve Prens Sabahaddin’in etkisi inkar edilemezdir. Sözü edilen düşünce adamlarının pozitivizmin etkisinde fikirler ürettikleri bilinmektedir. Bundan hareketle Comt’çu pozitivizmi bilm alanına olduğu gibi tarih alanına da uygulamaya yöneldiler. Halbu ki Comt’un pozitivizmi gelecek tarihe değil geçmişteki tarihsel olaylara uygulaması söz konusuydu. Sözü edilen iki Osmanlı aydını bu düşünce kalıbını tarihte geleceğe uygulamak gibi bir yöntem izlediler. Bunu yaparak Osmanlı toplumunun geleceğini öngörmeyi amaçladılar. Böylece devrim öncesi en az iki yüzyılda oluşan Fransız kültürü Osmanlı toplumuna uyarlanırken bu çabalar II. Abdülhamit dönemine karşılık gelen tarihsel kesite sığdırılmaya çalışılmıştır.