Arama


_KleopatrA_ - avatarı
_KleopatrA_
Ziyaretçi
8 Aralık 2009       Mesaj #2
_KleopatrA_ - avatarı
Ziyaretçi
Ad:  kurtuluş2.jpg
Gösterim: 1978
Boyut:  66.5 KB

‘Kurtuluş savaşı


istiklal savaşı (harbi) da denir, bağımsız Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşuna temel olan savaş. Birinci Dünya savaşı'ndan yenilgiyle çıkan OsmanlI İmparatorluğu, imzaladığı Mondros mütarekesi ile kaderini itilaf devletleri’nin insafına terk ediyordu. (MONDROS MÜTAREKESİ.) Mütarekeyi imzalayan Ahmet izzet Paşa hükümeti, mütareke hükümlerinin ılımlı bir biçimde uygulanacağını ve OsmanlI devletinin egemenlik haklanna dokunulmayacağını ummaktaydı. Oysa, türk ulusal varlığını yok derecesine indirmeye kararlı olan İtilaf devletleri (özellikle İngiltere), mütarekeyi kendi anlayışları doğrultusunda uygulamaya başladılar OsmanlI ordusunun hızla terhisine silahlarının alınmasına ve ülkeyi işgale giriştiler.

Türkler için durum umutsuz görünüyordu. Ülke parçalanmış, nüfusu azalmış, halk uzun savaşlarla bitkin düşmüştü. Aydınlar, bağımsızlığı değil, bağımlılığın alacağı biçimi tartışıyorlardı. VVİlson ilkeleri ve amerikan mandası aydın çevrelerde büyük ümitler ve hayaller yaratıyordu.

Mütareke uygulamasına ve işgallere ilk tepkiler, rum ve ermeni nüfusun yoğun olduğu bölgelerde ortaya çıktı. Buralardaki rumluk ve ermenilik davalarına karşı Türkler, kendi hukuklannı korumak ve temsil ettikleri bölgelerin Türkiye’den koparılmasını önlemek için "Müdafaai hukuk” örgütleri oluşturmaya başladılar Yunanlılar’ın İzmir’i işgali ve Anadolu içlerine ilerlemesine Türkler'in tepkisi ani ve sert oldu, ilerleyen yunan birlikleri ordu ve milis güçlerinin silahlı direnişiyle karşılaştı. (KUVAYI MİLLİYE.)

İzmir'in işgalinden bir gün sonra 9. Ordu müfettişliği göreviyle İstanbul'dan ayrılan Mustafa Kemal Paşa'nın (Atatürk), 19 mayıs 1919’da Samsun’dan Anadolu’ya geçişiyle türk ulusal hareketi ihtiyaç duyduğu önderliğe kavuştu. Mustafa Kemal Paşa'ya verilen görev, müslûman-hıristiyan çatışmalarını yatıştırmak, bölgede faaliyet gösteren çeteleri dağıtmak, kalan türk birliklerinin terhisine ve silahsızlandırmasına nezaret etmekti. Ama o, bunun yerine türk anayurdunun işgale karşı silahlı direnişini örgütlemeye koyuldu.

Mustafa Kemal Paşa, 22 mayısta Havza'dan kolordu komutanlarına gönderdiği bir genelgeyle "mülkiye memurlarının güvene layık olanları ile işbirliği halinde bağımsızlığın savunulması ve gerekli teşkilatın yapılması” gereğine dikkat çekiyordu. (HAVZA GENELGESİ.) Amasya’da Ali Fuat Paşa (Cebesoy), Hüseyin Rauf (Orbay), Refet (Bele) beylerle görüştükten ve merkezi Erzurum'da bulunan XV. Kolordu’nun komutanı Kâzım Karabekir ve Konya'daki Yıldırım kıtaatı müfettişi Mersinli Cemal Paşa ile ilişki kurduktan sonra, sivil ve askeri makamlara 22 haziranda gönderdiği genelgede “milletin istiklalini yine milletin azim ve kararının kurtaracağı" belirtiliyor ve “milletin sesini dünyaya duyurmak" için Sivas’ ta ulusal bir kongrenin toplanacağı bildiriliyordu. (AMASYA GENELGESİ, AMASYA KARARLARI.)

Bu, ulusal hareketin başlatılmasının açıkça ilanı niteliğindeydi, ingilizler'in isteği üzerine dönmesi konusunda yaptığı ısrarlı çağrılara uymayan Mustafa Kemal Paşa, görevine son veren padişah iradesi üzerine askerlik mesleğinden istifa ederek “Sine-i millette bir ferd-i mücahit olarak" çalışacağını açıkladı. 23 temmuz 1919’da toplanan Erzurum kongresi, bölgesel amaçlı bir kongre olmasına karşın ulusal düzeyde de kararlar aldı. Mondros mütarekesi imzalandığında var olan fiili sınırların vatan toprakları sayılmasını ve rumluk ve ermenilik davasına hizmet edeceğinden her türlü işgale karşı konulmasını kararlaştırdı. (ERZURUM KONGRESİ.) Mustafa Kemal Paşa, kongrece saptanan amaçlara ulaşmak için her türlü yönetsel ve siyasi önlemi almaya yetkili kılınan "Heyeti temsiliye”nin de başkanlığına seçildi. Erzurum kongresi sürerken ve sonrasında Batı Anadolu'da da ulusal kongreler toplanıyor (ikinci Balıkesir kongresi, 26-30 temmuz; Nazilli kongresi, 6-9 ağustos, Alaşehir kongresi, 16-25 ağustos), böylece ulusal hareket bölgesel kongrelerle olgunlaşıyordu. Sivas kongresi (4-12 eylül), Erzurum kongresi’nde kabul edilen ilkeleri ve tüzüğü bölgesellikten kurtararak ulusallaştırdı, amerikan mandası fikrini reddederek tam bağımsızlık düşüncesine kesinlik kazandırdı. Bütün direniş örgütlerini, kurduğu Anadolu ve Rumeli müdafaai hukuk cemiyeti'nde birleştirdi.

Cemiyetin TBMM’ nin açılışına kadar ulusal hareketi yürütecek Heyeti temşiliye'sini oluşturdu. (SİVAS KONGRESİ.) İstanbul hükümetinin Mustafa Kemal Paşa’yı tutuklama ve kongreyi engelleme girişimi başarısızlığa uğratıldı. (ALİ GALİP OLAYI.) Kongre karşısındaki tutumu İstanbul hükümetini Anadolu ile sert biçimde karşı karşıya getirmişti. Anadolu 23 gün süreyle İstanbul ile ilişkiyi kesti. Hükümet yanlısı idare amirleri tutuklandılar ya da kaçmak zorunda bırakıldılar Sadrazam Damat Ferit Paşa bu durum karşısında istifa etmek zorunda kaldı (30 eylül). Bu, ulusal hareketin gücünü gösteriyordu. Mustafa Kemal Paşa ve Heyeti temsiliye, işgal altında bulunmayan bütün illerde askeri ve sivil makamlara ve sivil ulusal güçlere yetkesini kabul ettirmiş, İstanbul’un karşısında ikinci bir iktidar odağı olarak yerini almıştı. Ali Rıza Paşa’nın kurduğu (2 ekim) yeni hükümet, ilk iş olarak Anadolu ile ilişkiye geçti ve Bahriye nazırı Salih Paşa'yı Mustafa Kemal Paşa ile görüşmek üzere Amasya’ya gönderdi. Amasya buluşması (20-22 ekim) sonucu İstanbul hükümeti, toplanması öngörülen Meclisi mebusan'ın da onaylaması koşuluyla Sivas kongresi kararlarını kabul ediyordu. (AMASYA BULUŞMASİ, AMASYA PROTOKOLLERİ.) Böylece Amasya tamimi’nden Sivas kongresi’ne kadar adım adım geliştirilen ulusal bağımsızlık hareketi İstanbul hükümetince resmen tanınmış oluyordu.

İstanbul’da toplanacak olan Meclisi me- busan için, Kasım 1919'da yapılan seçimler büyük ölçüde Müdafaai hukuk örgütlerince desteklenen adayların kazanmasıyla sonuçlandı. Bu arada Heyeti temsiliye Sivas'tan işgal altındaki Batı ve Güney Anadolu ve İstanbul ile haberleşme olanakları daha fazla olan Ankara’ya taşındı (27 aralık 1920). Bundan sonra Ankara, zafere kadar ulusal hareketin merkezi oldu.

12 ocakta çalışmalarına başlayan Meclisi mebusan, 17 şubatta, Erzurum ve Sivas kongrelerinde belirlenen esaslara göre Türkiye’nin kabul edebileceği barış koşullarını tüm dünyaya ilan etti (Misakı milli beyannamesi). Misakı milli'nin ilanı itilaf devletleri’ni memnun etmemişti. Ankara’ ya yerleşen Mustafa Kemal ve Heyeti temsiliye, İstanbul’da kendisini destekleyen bir meclis ve belirli ölçüler içinde tanıyan bir hükümetle kuvvetli durumda görülüyordu. Başkentteki gizli gruplar Anadolu hareketini daha aktif biçimde destekler duruma gelmişlerdi. Bu gelişmelerden endişelenen ingilizler, siyasetlerini sertleştirmek yoluna gittiler. 16 martta İstanbul resmen işgal edildi ve fiili işgal pekiştirildi. 18 martta Meclisi mebusan çalışmalarını tatil etti.

Meclisi mebusan'ın tatilinden bir gün sonra Mustafa Kemal Paşa, olağanüstü yetkilere sahip bir meclis için seçim yapılmasını istedi. Meclis, Heyeti temsiliye'nin yerleştiği Ankara'da toplanacak, Meclisi mebusan'ın Ankara’ya gelebilen üyeleri de bu meclise mebus olarak katılabileceklerdi. Bu arada İstanbul’dan Ankara'ya bir subay ve sivil akını başladı. Damat Ferit Paşa’nın yeniden sadrazam atanması (5 nisan), İstanbul'un, ulusal harekete karşı siyasetini sertleştirdiği anlamına geliyordu. Padişah ve hükümeti, yükselmekte olan ulusal harekete karşı siyasi, dini, askeri tüm olanaklarını kullanarak saldırıya geçti. 11 nisanda, şeyhülislam Dürrizade Abdullah’ın ulusal harekete katılanların "padişah ve halifeye karşı asi oldukları ve katillerinin meşru ve farz olduğuna” ilişkin fetvasını yayımladı. Ulusal harekete karşı var olan ayaklanmaları desteklediği gibi, işi bizzat ele alarak 18 nisanda “Kuvayı inzibatiye" adıyla bir kuvvet oluşturdu.

23 nisanda Ankara'da toplanan ve Mustafa Kemal Paşa’yı başkan seçen meclis (Türkiye Büyük Millet Meclisi) bu girişimlere karşılık vermekte gecikmedi. Ulusun kaderini eline almış bir kurul olarak 29 nisanda meşruluğuna karşı duranlan vatan haini sayan Hıyaneti vataniye kanunu'nu kabul etti. 4 mayısta bu meclis bir Bakanlar kurulu (Heyeti vekile) atadı. 5 mayısta İstanbul’un fetvasına karşı, Ankara müftüsü Rıfat Efendi (Börekçi) tarafından çıkanlan ve 152 müftü tarafından onaylanan fetva yayımlandı.

Kararlaştırılan barış koşullarını Türkiye' ye kabul ettirebilmek için gerekli kuvveti doğuda bulunduramayan Ingiltere, bu iş için yunan askerlerini kullanmak eğilimindeydi. Daha büyük pay almak amacıyla İngiliz çıkarları için kullanılmaya gönüllü olan yunan kuvvetleri Milne hattı'nı geçerek ileri harekâta başladılar (22 haziran 1920). Ciddi bir direnişle karşılaşmadan Balıkesir (30 haziran), Nazilli (3 temmuz), Bursa (9 temmuz) ve Uşak’ı (29 ağustos) işgal ettiler ve İzmit-Sapanca-Eskişehir -Inegöl-Gediz-Uşak-Sarayköy çizgisine ulaştılar. Yunanlılar, Batı Anadolu’daki ilerleyişleri sürerken 20 temmuzda Doğu Trakya'da da saldırıya geçtiler. 20 temmuzda Tekirdağ, 23 temmuzda Lüleburgaz ve Babaeski, 25 temmuzda KIrklareli ve Edirne işgal edildi. Kolordu komutanı Cafer Tayyar Bey (Eğilmez) Yunanlılar'a tutsak düştü.

Bu arada itilaf devletleri ile İstanbul hükümetinin temsilcileri arasında Sevr antlaşması imzalandı (10 ağustos 1920). Antlaşma, Türkler'i ulusal varlıklarını savunacak her şeyden yoksun bırakıyor, Orta Anadolu'da gölge bir devlet durumuna getiriyordu. (SEVR ANTLAŞMASI.) itilaf devletlerinin padişahın uysal hükümetine empoze ettiği bu antlaşmayı Ankara'daki TBMM tanımadı ve onu imzalayanlarla saltanat şûrasında onaylayanları vatan haini ilan etti (19 ağustos). 1920 eylülünde siyasal durumun olgunlaşması üzerine TBMM, Doğu cephesi komutanlığına Ermeniler'e karşı askeri harekât için izin verdi. 28 eylülde taarruza geçen türk kuvvetleri 29 eylülde Sarıkamış’ı, 30 ekimde de Kars’ı kurtardıktan sonra 7 kasımda Gümrü’yü ele geçirerek Ermeniler’i barış istemek zorunda bıraktı (Gümrü antlaşması, 2 aralık 1920). Böylece, Misakı milli’nin Kafkasya için öngördüğü ulusal sınır, İğdır ve Tuzluca ilçeleri ile Kars geri alınarak gerçekleştirildi. Böylece, Doğu cephesi'nde kazanılan bu zaferle Kurtuluş savaşı’nın bir cephesi kapanmış, asıl savaşın verileceği Batı cephesi'ne kuvvet kaydırmak olanağı sağlanmış oluyordu.

1920 yılı sonlarında Batı cephesi'ndeki Kuvayı milliye birlikleri tasfiye edilerek düzenli ordu birliklerine dönüştürüldü. Yunanlıların 1921 ocak ve martında gerçekleştirdiği iki saldırı, İnönü'de durduruldu. (İNÖNÜ SAVAŞLARI.)

ikinci İnönü savaşı'nda aldıkları yenilgiden sonra Yunanlılar yeni bir stratejik saldırı için hazırlanmaya başladılar. Yunan taarruzu 10 temmuz 1921'de başladı ve hızla gelişti. Afyon ve Kütahya, Yunanlılar’ın eline geçti. Türk komutanlığı ordunun yeniden düzene sokulması için kademe kademe Sakarya gerisine çekilmesine karar verdi. Batı cephesi kuvvetleri 25 temmuz akşamına kadar Sakarya gerisine çekildiler. 10 temmuzdan 25 temmuza kadar aralıksız süren bu savaş sonunda Yunanlılar, önemli toprak kazançları sağladılar, ama öngördükleri biçimde türk kuvvetlerini yok etmeyi başaramadılar. (KÜTAHYA-ESKİŞEHİR SAVAŞLARI.)

Ordunun Sakarya’nın doğusuna çekilmesi, tehlikenin Ankara yakınlarına kadar gelmesi birtakım olağanüstü önlemleri gündeme getirdi. Mustafa Kemal, Meclis' in bütün yetkilerine sahip olarak başkomutanlığa getirildi. Ordunun donatımı için halktan fedakârlık istendi (Tekalifi milliye emirleri). Doğu ve Güney cephesi’ndeki birlikler Sakarya’ya kaydırıldı.

Yunan birlikleri 13 ağustosta ileri harekâta başladılar ve 23 ağustosta Sakarya’ daki türk cephesiyle temasa geçtiler. 23 ağustosta başlayan Sakarya meydan savaşı 22 gün ve gece aralıksız sürdü ve Mustafa Kemal’in bizzat komuta ettiği türk kuvvetlerinin kesin zaferiyle sonuçlandı. (SAKARYA MEYDAN SAVAŞI.) 13 eylülde yunan kuvvetleri Sakarya’nın batısına atılmıştı.
Sakarya zaferi Kurtuluş savaşı’nın dönüm noktası oldu. Bu zamana kadar Yunanlılarda bulunan taarruz insiyatifi Türkler’e geçti. Sakarya zaferi Türkiye'nin dış siyasetinde de yeni gelişmelere yol açtı. 13 ekimde Kafkasardı devletleri (Gürcistan, Azerbaycan, Ermenistan) ile Kars antlaşması imzalandı. Fransa ile imzalanan Ankara itilafnamesi ile Kuvayı milliye birliklerinin ocak 1920’den beri savaşım verdikleri Güney cephesi kapanmış oldu.

Sakarya’dan sonra, taarruz sırası Türkler’e gelmişti. Yaklaşık bir yıl süren hummalı bir hazırlıktan sonra türk ordusu 26 ağustos 1922 sabahı taarruza geçti. (BÜYÜK TAARRUZ.) 30 ağustosta düşmanın asıl kuvvetleri büyük ölçüde imha ve esir edildi. (BAŞKOMUTAN MEYDAN SAVAŞİ.) Yunan ordusunun imhadan kurtulan birliklerini izleyen türk kuvvetleri, 9 eylülde İzmir’e girdi. 18 eylülde son yunan askerleri Bandırmadan Anadolu’yu terk ettiler.

Mudanya mütarekesi (11 ekim 1922) ile itilaf devletleri İstanbul’da, Boğazlarda ve Doğu Trakya’da türk egemenliğinin kurulmasını kabul ettiler. (MUDANYA MÜTAREKESİ.) Lozan antlaşması ile (24 temmuz 1923) Kurtuluş savaşı siyasi olarak da sona erdi.

Kurtuluş savaşı’nı yürüten kadronun çekirdeğini, asker ve sivil milliyetçi aydınlar oluşturuyordu. Birinci Dünya savaşı’na girerken orduda geniş bir operasyon yapılmış, eski kadrolar tasfiye edilerek genç subaylar büyük sorumluluk mevkilerine getirilmişti. Bu subayların çoğu İttihat ve Terakki hareketi içinde yetişmişler ve Birinci Dünya savaşı deneyinden geçmişlerdi. Bu kadro, milliyetçi sivil aydınlarla birlikte Kurtuluş savaşı’nın belkemiğini oluşturur. Eşraf, Kurtuluş savaşı’nda ağırlıklı biçimde yer aldı ve direnme hareketinin gerektirdiği mali kaynakların sağlanmasında, Kuvayı milliye müfrezelerinin hazırlanmasında vazgeçilmez bir rol oynadı. Ulusal harekete katılan din adamları, şeyhler, ağalar, aşiret reisleri, halkla öncü kadrolar arasında köprü işlevi gördüler, para ve asker sağlanmasında etkili oldular.

Kurtuluş savaşı’nın maddi ve mali kaynakları, büyük ölçüde Anadolu halkının özverisiyle sağlandı. TBMM Ankara'da çalışmalarına başlayıncaya kadar Müdafaai hukuk cemiyetleri ve onlara bağlı çeteler tümüyle halkın "nakdi ve ayni" bağışlarıyla yaşamlarını sürdürmüşlerdi. Heyeti temsiliye bir hükümet gibi davranarak vali ve komutanlara buyruklar verse de vergi toplayamıyordu. Heyeti temsiliye'nin giderleri için sınırlı miktarda para bulmak bile bir sorun olmaktaydı. Sivas kongresi ulusal hareketin parasal sorununu ele almış, ancak bu konuda bir karara varmaktan kaçınmıştı. Para toplanması işi Müdafaai hukuk cemiyetleri aracılığıyla halkın yurtseverliğine bırakılmıştı. Ulusal hareket, Anadolu’nun gelirlerine ancak TBMM çalışmaya başladıktan sonra elkoyabildi. Düyunu umumiye idaresi ile varılan anlaşma sonucu bu idarenin topladığı vergilere elkonuldu. Öteki devlet gelirleri de Ankara'nın eline geçti. Ancak bu gelirler bir Kurtuluş savaşı'nın örgütlenmesi için yeterli değildi. Tekalifi milliye emirleri ile halkın özverisi son sınırlarına kadar zorlandığı gibi dış kaynaklar arama yoluna da gidildi. Özellikle Sovyetler Birliği'nden önemli miktarda para (11 000 000 altın ruble) ve askeri malzeme (39 275 tüfek, 327 makineli tüfek, 54 top, yaklaşık 63 000 000 tüfek mermisi, 147 079 top mermisi, 4 000 el bombası, 4 000 şarapnel, 1 500 kılıç, 20 000 gaz maskesi) sağlandı.

Kurtuluş savaşı boyunca Ankara, gerçekçi bir dış siyaset izledi, itilaf devletleri ve onların desteklediği Yunanistan ile savaşan Türkiye için itilaf devletleri ’ni dengeleyecek bir müttefike gerek vardı. Bu zorunluluk, aradığı dış desteği Batı'da bulmasına olanak bulunmayan Ankara hükümetini, siyasal ve ideolojik nedenlerle türk ulusal hareketine ilgi duyan Sovyetler Birliği ile yakınlaşmaya yöneltti. İlk resmi temas, Mustafa Kemal Paşa'nın, Lenin'e TBMM'nin açılışından üç gün sonra gönderdiği, taraflar arasında askeri ve siyasi bir ittifak öneren mektubuyla başladı. Sovyet Dışişleri komiseri Çiçerin’in imzasını taşıyan cevabi mektupta, Sovyetler Birliği' nin Ankara hükümetini tanıdığı bildirilmekle birlikte, bir ittifak antlaşmasından söz edilmiyordu. Sovyetlerle ilişkiler bazı pürüzlere karşın sürdü ve 16 mart 1921'de imzalanan dostluk antlaşmasıyla (Mosko
va antlaşması) sonuçlandı. Bu, Ankara' nın ilk siyasi başarısıydı. Moskova antlaşması ile ulusal hareket doğu sınırlarını güven altına aldığı gibi siyasi durumunu da güçlendirmiş oluyordu.

Ankara'nın Batı’ya karşı dış siyasetinin hedefi, itilaf devletleri arasında başgösteren çelişkilerden olabildiği ölçüde yararlanmak ve Yunanistan'ı siyasi düzeyde mümkün olduğu kadar yalnız bırakmaktı.

Suriye ve Irak’taki askeri başarılarıyla Türkiye’nin yenilgisinde başlıca rolü oynayan İngiltere, Türkiye'nin ağır biçimde cezalandırılmasından yanaydı. Ancak, bunun için doğuda gerekli kuvveti bulundurma olanağından yoksun olduğundan Yunanistan’ı öne sürmüştü. Ancak bu politikayı uygulamanın sanıldığı kadar kolay olmadığı bir süre sonra ortaya çıktı. Özellikle Kafkas cumhuriyetlerinin bolşevikleştirilmesinden sonra Ingiltere, bu politikasını yeniden değerlendirmek zorunda kaldı. 1920 sonlarında İngiltere’nin ulusal harekete karşı tutumunda değişiklikler gözlenmeye başlandı. Desteklediği Venizelos’un iktidardan uzaklaştırılmasından sonra İngiltere önce Yunanistan'a mali yardımı kesti, daha sonra Türk-Yunan savaşı'nda tarafsızlığını açıkladı.

Müttefikler, Türkiye'nin temsilcisi olarak resmen İstanbul hükümetini tanımakla birlikte, Türkiye ile sorunlarını Ankara hükümetini yok sayarak sonuçlandıramayacaklarını çok geçmeden anladılar. Londra konferansı'na önce İstanbul hükümeti aracılığıyla, daha sonra doğrudan, Ankara hükümetini çağırmak zorunda kaldılar. Konferans sırasında İstanbul’un temsilcisi Tevfik Paşa'nın, sözü Ankara hükümeti temsilcisine bırakması üzerine Türkiye'nin tezleri Ankara'nın temsilcilerince ileri sürüldü. Konferans sırasında Ankara hükümetinin Dışişleri bakanı ve temsilcisi Bekir Sami Bey, İngiliz, transız ve İtalyan temsilcileriyle ayrı ayrı anlaşmalar imzaladı. Bunlardan Ingiltere ile yapılanı esirlerin değiştirilmesine ilişkindi. Fransa ve İtalya ile yapılanlarsa bu devletlerle çatışmaya son veriyordu TBMM, İtilaf devletleri'ne Türkiye'nin kabul edemeyeceği ödünler veren bu antlaşmaları onaylamadı.

Fransa, Ankara ile bir anlaşma yapmak üzere 9 haziran 1921'de Franklin -Bouillon'u Ankaraya göndermişti. Ancak, antlaşma, Sakarya'daki türk zaferi Fransa’ nın tereddütlerini giderdikten sonra 20 ekim 1921'de imzalanabildi. Bu antlaşma (Ankara itilafnamesi) Fransa ile çatışmaya son veriyor, Güney cephesi’ni güven altına alıyordu. Ayrıca Fransa, hazırlayıcılarından biri olduğu Sevr antlaşmasının uygulanma olanağı olmadığını kabul etmiş oluyordu.

1922 başlarına gelindiğinde Sovyetler Birliği'nin desteği sağlanmış, Fransa ve İtalya ile çatışmaya son verilmiş, böylece Ingiltere ve Yunanistan'a karşı hareket olanağı genişlemişti.

Türk kurtuluş savaşı’nın bir özelliği de, dış düşmana karşı verilen savaş sırasında adım adım yeni türk devletinin kurum- larınt yaratmasıydı. Ulusal hareketin osmanlı hanedanının tasfiyesi ve Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulması sonucunu doğurması, onu gerçekleştiren kadronun önemli bir bölümünün amaçlamadığı, hatta karşı olduğu bir olguydu. Türk ulusal hareketinin amacı, işgal altındaki vatan topraklarını kurtarmak, hilafet ve saltanatın hukukunu müdafaa ve temin olarak açıklanıyordu. Ancak TBMM, fiilen “bir halk devleti ve hükümeti" oluşturmuş ve en yüksek yetkili organ olarak ulusun kaderini eline almıştı. Bu meclisin yaptığı anayasanın (Teşkilatı esasiye kanunu) birinci maddesinde, egemenliğin "kayıtsız şartsız" ulusun olduğunun açıklanması demokratik cumhuriyete yönelişin bir işaretiydi. Ayrıca Meclis kendi tonumunu "milletin yegâne ve hakiki mümessili" olarak tanımlıyordu. Devletin adı da "Türkiye devleti" olarak anılıyordu. Bunlar, uzun vadede saltanatla bağdaşamayacak siyasal ilkelerdi ve Türkiye’nin islami bir imparatorluktan ulusal devlete geçiş sürecinin kesin adımlarıydı. Bu süreç, askeri zaferin ardından Cumhuriyetin ilanı, daha sonra da hilafetin kaldırılmasıyla noktalandı.

Kaynak: Büyük Larousse
Son düzenleyen Safi; 1 Eylül 2016 22:21