Arama

Gıybet nedir? - Tek Mesaj #3

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
23 Mart 2010       Mesaj #3
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Dedikodu(gıybet)
Gıybet; "Bir kimsenin arkasından hoşuna gitmeyecek şekilde konuşmak" demektir. Türkçe'de bu kavramın karşılığı olarak "dedikodu" ve "çekiştirme" kelimeleri kullanılır. İslam'da büyük günahlardan biridir. Hucurat suresi 12. ayette, gıybet yapmak, ölmüş kardeşinin etini yemeye benzetilmiştir.

Ancak, başka birinin arkasından yapılan her konuşma gıybet sayılmaz. Örneğin, herhangi bir haksızlığa uğramış birinin, sorununu, çözebilecek birine anlatması veya bir kişiyi ona zarar verebilecek birine karşı (iddia tahminlerle değil, bir bilgiye dayanıyorsa) uyarmak gıybet kapsamına girmez.

Konuyla ilgili âyet ve hadisler aşağıdadır:

"Ey iman edenler! Çokça zan etmekten kaçınınız, şüphe yok ki, zannın bazısı günahtır ve birbirinizin kusurunu araştırmayınız ve bazınız, bazınızı gıybet etmeyiniz. Sizden biriniz, ölü kardeşinin etini yemeği sever mi? -Bilâkis- onu çirkin görmüş olursunuz. Artık Allah'tan korkunuz, şüphe yok ki, Allah tevbeleri kabul edicidir, çok esirgeyicidir." (Kur'an, Hucurat/12)

"Hakkında bilgi sahibi olmadığın bir şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve kalpten her biri bundan sorumludur. (Kur'an, İsra/36)

Muhammed Peygamber "Gıybet nedir bilir misiniz?" diye sordu. Yanında bulunanlar: "Allah ve onun elçisi daha iyi bilirler" dediler. "Gıybet, kardeşini onun hoşlanmadığı bir sıfat ile vasıflandırmaktır." buyurdu. "Kardeşimde söylediğim sıfat bulunuyorsa?" diye sorulduğunda: "Söylediğin sıfat eğer kardeşinde bulunuyorsa gıybet etmiş olursun, bulunmuyorsa iftira etmiş olursun." buyurdu. (Tirmizî)

GIYBET DİNLEYEN NEYAPMALI?
Engel olmazsak, bizimle konuşurken gıybet yapanla suç ortağıyız. Çünkü gıybetin devam edebilmesi, bizim en azından dinliyor görüntüsü verebilmemize bağlıdır. Başkalarının gıybetine bilinçli kulak misafiri olan da gıybetin suç ortağıdır. Bu söz sadece bizimle konuşanın yaptığı gıybeti değil; çevremizde, radyoda veya televizyonda yapılırken dinlediğimiz gıybetleri de kapsamaktadır.

İlk yapmamız gereken, “Kim ki yanında Müslüman kardeşinin gıybeti yapıldığı halde, gücü yeterken ona yardım etmezse, Allah onu dünya ve ahirette zelil kılar” (22) hadis-i şerifini hatırlamak olmalıdır.

O anda kendimizi gıybeti yapılan kişinin yerine koymalı, bizden gıyabımızda bu şekilde söz edildiğinde rahatsız olup olmayacağımızı sormalıyız.

Onuru zedelenen kişinin üzülmesi gerekiyorsa üzülmeli, hakkını savunması gerekiyorsa savunmalıyız.
Önce kalbimizde derin bir rahatsızlık oluşmalı, gıybeti dinlemeye tahammül edemez hâle gelmeliyiz.
Gıybeti yapılan kişi kişisel dostumuzsa, mutlaka sözel olarak müdahale etmeli, onurunu savunmalı ve gıybeti suçlamalıyız.
Susturmanın bize zararı büyük olacaksa, ‘rahatsızlığımızı hissettirmek şartıyla’ oradan hemen uzaklaşmalıyız.
Radyo veya televizyonda yapılıyorsa, hemen kapatmalıyız. Bunları yapamıyorsak, dinlememeye çalışmalıyız.
Dahası, gıybeti dinlediğimiz için Allah’tan af dilemeli,

Gıybeti yapılan kişiye dua etmeli,

Duyduklarımızın etkisinde kalarak suizan etmemeye özen göstermeliyiz.
Uyarıp düzeltemediğimiz gıybetçiden, elimizden geldiğince uzaklaşmalıyız.

GIYBET EDEN NE YAPMALI?

Yaşayan veya ölen bir insanın veya insanlar topluluğunun gıyaplarında onları üzecek doğruları söylemiş olabiliriz. Eğer yaşıyor(lar)sa, helalleşmenin bir yolunu aramalıyız. Biliyoruz ki, şehit bile olsak, kul hakkını ödemek zorundayız. Eğer vefat edenin gıybeti yapılmışsa, helallik dilemek ne yazık ki imkânsız. O zaman onun için ömür boyu dua etmekten, onun adına iyilik yapmaktan başka çare kalamaz. Zalimleri aşağılamak dışında, tarihteki insanları eleştirirken, haksızlık yapmamaya dikkat etmeli; herkesin hakkının ve onurunun Allah tarafından sonsuza dek korunacağını unutmamalıyız.

Bugünden başlayarak, gıybetlerini bilmeden yapabileceğimiz ihtimaliyle, tüm tanıdığımız insanlarla ilk karşılaşmamızda mutlaka helalleşmeli, hatta helalleşmeyi periyodik bir alışkanlık hâline getirmeliyiz. Aksi halde burada birkaç günde tamamlayabileceğimiz helalleşme faslını ihmal etmemiz, haşir meydanında binlerce yıl beklememize mal olabilir.

Gıybetini yaptığımız kişilere ismen dua etmeli, onların affı ve tüm hayatlarının rahmetle ve ihsanla kuşatılması için, ısrarlı ve vazgeçmeden gizli dualarda bulunmalıyız. Tüm bunları yaparken, —bilhassa vefat edenlerin ve toplulukların—bir daha gıybetlerini yapmamak için de ilâhî yardım dileğimizi ihmal etmemeliyiz. Çünkü, bu tür gıybetlerde helalleşmek pratik olarak neredeyse imkânsız gibidir.

GIYBET EDİLEN NE YAPMALI?

Hakkımızda yapılan gıybetler bir şekilde bize ulaşır. Ya başkaları bize aktarır, ya söz dolaştırılırken kulak misafiri oluruz, ya da kalbimizde gıybetimizi yapana karşı bir soğukluk ve sevgisizlik ilhamı alarak ondan uzaklaşma eğilimine gireriz. Toplumsal bölünmelerin ve kitleler arasında bağlılığın azalmasının ardında, kitlesel gıybetlerin ne denli etkili olduğunu hatırlamalıyız.

Şayet ‘size’ gıybet yapana küfür, hakaret ve aşağılama savurarak kendinizi savunursanız, gıybetlerinin bedelini büyük ölçüde dünyada almış olursunuz. Ancak, bunun yerine şahsınızı savunmaya girmeyip, gıybetle mücadele eder de gıybetçinin bu hasletten kurtulmasına uğraşırsanız, büyük mükafatları hak edersiniz. Hasan-ı Basrî, kendisine gıybet edene bir tabak taze hurma göndermiş ve “Duydum ki sen ibadetini bana hediye göndermişsin. Ben de buna bir karşılık vermek istedim. Kusura bakma, tam karşılığını veremedim” diye de bir not eklemiştir.

Gıybetinizi yapanlarla savaşmadığınızda, karşılarına ilâhî adalet çıkıyor ki, tevbe etmeyenleri kuşatan ilâhî ceza kimsenin intikamına benzemez. Hatalarını düzeltmedikleri sürece, ayıpladıkları şey başlarına gelinceye ve üstelik ebedî hayatta bedelini ödeyinceye kadar kurtulamazlar. Ancak kul kişisel hakkını affedip, muhatabı için hidayet dilerse, elde edeceği mükafat, aksi halde kazanacağından çok daha değerli olacaktır.

İnsan, kendine yapılan gıybete ne oranda affedici olması gerekiyorsa, başkasına yapılan gıybete o oranda acımasız ve zemmedici olmalıdır. Ayrıca, şayet bir insanın ismi ve eserleri bir topluluğa mal olmuşsa, o insana veya eserine yapılan gıybet, aynı zamanda taraftarlarına yapılmıştır. Örneğin peygamberlerin gıybetini yapan, inananlarının da gıybetlerini yapmış olur. Bir babayı haksız yere aşağılayan, çocuğunu da aşağılamış sayılır. Bu durumda, bize yapılan gıybetin yakın dostlarımıza düşen hissesini affedemeyiz. Kader başkasına ait hisselerin bedelini tahsil edecektir.

GIYBETTEN NASIL KORUNURUZ?

Başlıktaki soru üç yönlüdür: Gıybet etmekten nasıl kurtuluruz? Başkalarının gıybetimizi yapma sebeplerini nasıl yok ederiz? İnsanlar niçin gıybet yapıyorlar? İşte çözümler:

• Gıybet yapmamak: Gıybet edenin gıybeti yapılacaktır. Dilimizi gıybete karşı dişlerimizin ardına hapsedersek, başkalarının gıybetlerini dahi önleyebiliriz. Dilini tutanla alay etmeye kalkanın kalbine, gizli bir elem ve hatta korku ilham edilecektir. En güvenlisi susmaktır; övmeyeceğimiz kimsenin gıyabında konuşmamaktır.

• Övünmemek ve başkalarını küçümsememek: İnsanlar başkalarının övünmelerini veya huzurlarında küçülmeyi kabullenemezler. Aramızdaki eşitliği bozduğumuzda, izzetlerini korumak için bizi aşağılama ihtiyacı duyacaklardır. Başarılarımızı, hizmetlerimizi gizleyemeyiz, gizlememeliyiz; tecrübelerimiz dostlarımıza model olacak ve onları heyecanlandıracaktır. Ama anlatırken kendimizi onlardan büyük görüyorsak, içimizde onlara yönelik bir küçümseme varsa, bu duygu algılanacak; bu durum vücut dilimize ve konuşmamıza da yansıyacaktır. Âlimin ilmine saygı göstermeli; ama çocukla da çocuklaşabilmeliyiz.

• Kıskanmamak/kıskandırmamak: Kıskandığımız insanın güzel vasıflarını reddederiz; göreceği zarardan mutluluk duyarız. Kıskandırmanın inceliklerini burada sıralamak zor; en basit formülü şudur: Kimseyle rekabet etmeyen, başarıyı sonuçlar olarak değil, niyetler ve gayretler olarak gören insan kıskanamaz ve haklı şekilde kıskandıramaz. “Kıskandırmayayım” diye hizmetlerini gizlemek ve hiçbir şey yapmıyormuş gibi bir izlenim vermeye çabalamak, ihsana nankörlüktür; insanları başarılı modellerden mahrum etmektir, insanlara pısırık bir örnek sunmaktır. Kıskançlığın olmadığı yerde sadece takdir, sevgi, saygı ve muhtemelen gıpta vardır. Temiz bir ruh, kardeşine dua edip destek olduğunda, iyiliğine ortak olacağını bilir ve kıskanmaz.

• İkiyüzlü olmamak: İnsanlar çıkarlarının veya korkularının etkisi altında ikiyüzlü davranmaya kalkışabilirler. İkiyüzlü olmayanın gıybetini yapmaktan korkarsınız; ikiyüzlünün gıybeti ise çok kolay ve pervasızdır. Dahası, ikiyüzlü olmayanın kendisi de kolaylıkla gıybet yapamaz. Çıkarlarını düşünerek iki yüzlü davrananlar, çıkarlarından mahrum olmakla cezalandırılacaklar. Basit korkuları nedeniyle ikiyüzlülüğe teslim olanlar, dayanılmaz korkularla yüzleşecekler.

İki yüzlülük, hiç bir başarının, hiç bir kazanımın, hiç bir mutluluğun yolu olmamıştır. İkiyüzlülük insanda ne şeref bırakır, ne irade ve ne de cesaret... Bir insanın yüzüne gülüp onu takdir eden, gıyabında sözü geçtiğinde aynı şeyi yapmıyorsa ikiyüzlüdür. İnsanlara ikiyüzlülük yapan şüphe etmesin ki, ruhu Yaratıcısına da ikiyüzlülük yapıyordur.

• Kendini temize çıkarmamak: Kişisel kusurlarını reddeden insan, kusur işlediğinde suçu başkasına atacak; en azından, “Onun yüzünden yaptım” diyecektir. Böyle insanlar, başkalarını öfkelendirecek, üzecek ve haklarında gıybet yapılmasına yol açacaklardır. Kusurumuz varsa derhal kabul etmeli; başkasının suçu varsa bile, başkalarını suçlamakla vakit geçirmemelidir. Çünkü, hakkın dağıtılmadığı yerde, suçlunun kim olduğunun bilinmesinin hiçbir pratik faydası yoktur.

• Eğlence için aşağılamamak: Kimi insanlar Firavun gururuna sahiptirler. Ben merkezlidirler ve kişisel çıkarlarından başka odakları yoktur. Onların tek zevkleri başkalarını eğlence için aşağılayıp durmaktır ve bu onların hastalığıdır. Bu tür insanları insan yerine koyup muhatap olanlar, aynı geleceği paylaşacaklardır.

• Üzüntü veya öfkeye teslim olmamak: Kimi zaman da kişinin işlediği kusura üzüldüğümüz için, iyilik zannıyla gıybetini yaparız. Bazen de bu kusur nedeniyle öfkeleniriz ve kalbimiz bu duyguların etkisi altında onu manen cezalandırmak için aşağılamak ister; dilimizi tutamayız. Üzüntü, öfke veya infialin dostlarımızı ânında harcamamıza yol açmaması gerekir. Zira gün gelir, haksızlık yaptığımızı algılar, pişman oluruz.

• Alışkanlığa direnmek: Hayatımız boyunca yaşadığımız aşağılanmalar, gıybeti ruhumuza sindirmiş ve bizim için güçlü bir alışkanlığa dönüştürmüş olabilir. Ailede, mahallede, okulda, askerde, işte ve her yerde sürekli küçümsenmişsek, insan onurunu korumanın değerini idrak etmemiz zordur. Bu tür alışkanlıkları teşhis etmeli ve karşımıza almalıyız.

• Gıybet salgınına karşı korunmak: Önemli bir nokta da gıybetin içinde yaşadığımız toplumun hemen tüm bireylerine veba gibi bulaşmasıdır. TV ve gazeteler her gün gıybetle siftah yaparsa, her sabah işler gıybet seanslarıyla başlarsa, en içten dostlarımız gıybetin içerisine ölümüne saplanmışlarsa, virüsü kapmadan günün akşamına ulaşmak son derece zordur. Gıybetten ancak konuşma özürlünün kurtulabileceğini bilmeli ve gıybet karşısında çok katı ve dikkatli olmalıyız.

• Failleri gizlemek: Gıybetten korunmanın susmaktan sonra gelen en kestirme yoludur. Kötülüğü sahibinden soyutlayarak zemmedersek gıybet yapmış olmayız. “Adamın birisi sürekli yalan söylüyordu, bir tanıdığım sürekli burnunu karıştırıyordu...” Bunlar şükür ki gıybete bir şartla girmezler: Sizi dinleyenler o kişinin kim olduğunu tahmin edemiyorlarsa gıybet değildir; ama vasıflarından tanımaları hâlinde ismini söylemeseniz de gıybete girer. Kişinin kendisi kendini tahmin etse sorun değil, birisi burnunu karıştırıyorsa, bunu herkes de yapabilir. Ancak isimler meçhul olduğunda bile, iftira, aşağılama gibi şeyler her hâlükârda yasaktır.


Giybet etmek

--------------------------------------------------------------------------------

Muhterem Müslümanlar!

Aiiah Teâîâ, kullarına dünya ve âhirette zarar verecek kötülük­leri haranı kılmıştır.

Gıybet, bir Müslümam, duyduğu zaman hoşuna gitmeyecek bu­seyle anmaktadır.

Gıybet, dinî bakımdan hiçbir zaruret yok iken, bir insanı kusu­ru ile anmaktadır.

Gıybet, ölmüş bulunan kardeşinin kokmuş etini didiklemektir.

Gıybet; kıskandığı bir insanı halkın gözünden düşürmek için onun vücudundaki, soyundaki, giyinişindeki veya ahlâkındaki kusur­ları çekiştirmektir.

Gıybet, nefse esaret örneğinin en çirkinidir.
İnsan, kendi aybını görürse, başkasının aybını aramaya vakit bu­lamaz. Bir insan için, kendi aybı varken, başkasının kusurunu arama­sından daha ayıp bir şey olur mu?

Bir gün Peygamber Efendimiz şöyle buyurdu:

«Gıybet nedir, biliyor musunuz?» Ashâb:
«Allah ve Resulü daha iyi bilendir» dediler. Resûl-i Ekrem:

«Kardeşini, hoşlanmayacağı bir şeyle anmaktır» buyurdu. Ashab-tan biri taraf ınddan:
«Eğer söylediğim, kardeşimde (mevcud) olursa (bir mahzur) gö­rür müsünüz?» denildi. Resûlullah:
«Şayet söylediğin onda bulunursa gıybet etmiş olursun. Eğer söy­lediğin onda yoksa iftira etmiş olursun» buyurdular (1).

Bir kimse bir din kardeşini, başının kelliği, gözünün şaşılığı ve­ya körlüğü, boynunun uzunluğu veya kısalığı, renginin siyahlığı veya kırmızılığı ile anacak olursa onu sıfatı ile gıybet yapmış olur.
Bir şahıs, din kardeşini, babasının cimriliği ile anacak veya «Fâ-sık adamın oğlu» diyecek olsa, soyu itibariyle gıybet yapmış olur.

Bir ferd, din kardeşini; pinti, kibirli, mürâî, korkak ve âciz diye anacak olursa onu huyu itibariyle gıybet yapmış olur. Ashabtan Ebû Hüreyre (r.a.) naklediyor: «Biz Peygamber (s.a.v.) in huzurunda bulunuyorduk. Bir adam kalktı (ve dışarı çıktı). Bazı kimseler:
«Falan ne kadar âciz kimsedir» dediler. Resûl-i Ekrem:

«Arkadaşınıza gıybet ettiniz ve etini yediniz!» buyurdu.

Okumuş olduğum âyet-i kerimede buyruluyor ki:
«Ey iman edenler, zannın bir çoğundan kaçının. Çünkü bâ'zı zan (vardır) ki günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Kiminiz de kiminizi arkasından çekiştirmesin. Sizden herhangi biriniz ölü kar­deşinin etini jemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz! Allah'­tan korkun. Çünkü Allah tevbeleri kabul edendir, çok esirgeyicidir)) (2).

Bir insan, din kardeşinin arkasından konuşmanın onun kokmuş etini yemekle müsavi olduğunu, gerek âyet-i kerime gerekse hadîs-i şeriflerden öğrendikten sonra acaba bu kötülüğe dili döner mi?

İbrahim ibni Edhem, bazı kimseleri evine davet etmişti. Müsaîir-ler sofraya oturunca bir şahsı çekiştirmeye başladılar. O büyük zat,

«Bizden evvelkiler, evvelâ ekmeği sonra eti yerlerdi. Siz eti ek­mekten önce yemeye başladınız» diyerek gıybetlerine engel olmuştur.(3)-
;
Muhterem Müslümanlar!

Müslümanm Müslümana kanı (nı dökmek), ırzı (na saldırmak), malı (m gasbetmek) haramdır (4).
Gıybet yapmak, faizcilik ve tefecilik yapmaktan daha büyük bir haramdır (5).

Gıybet yapan, bu hareketine tevbe ederse, cennete en son gire­cektir. Tevbe etmez ve dedikodu devam edecek olursa cehenneme ilk girenlerden olacaktır.

Gıybet yapan, iyilik ve sevaplarını sağa sola atan kimse gibidir. Hasan Basrî Hazretlerine, «Falan senin aleyhinde konuşuyor» denildi. Bu büyük zât, bir tabak helva doldurup komşusuna götürdü ve:
«Sevaplarını bana hediye ettiğini haber verdiler. Ona mükâfat olmak üzere bunu getirdim. Çok bir şey değil amma kusura bakma» dedi Msn Demon.

Haksız yere gıybet olunan kimsenin, günahının yansını Allah Te-âlâ bağışlar. Gıybet yapanın sevabından bir kısmı, aleyhinde konuş­tuğu kimseye verilir. Kıyamette bu kimsenin amel defteri, sahifeleri açık olarak, kendisine takdim olunduğunda, kul:

«Yâ Rabbi, şu yaptığım (ibadetlerimin) şu (oruçlarımın) ve na­mazlarımın sevapları nerede? Onlar sahifelerimin arasında yok?» di­yecek. Cenâb-ı Hak:
«Halkı gıybet etmen sebebiyle (onlar) mahvoldu» buyuracak (7).

ibrahim b. Edhem Hazretleri diyor ki:
«(Ey Müslüman!) dünya malında dostlarına karşı cimrilik ya­parsın; fakat âhiret sermayesiyle düşmanlarına karşı sahavette bulu­nursun. Pintiliğinde mazur değilsin, cömertliğinde övgüye lâyık ola­madın» Msn Note.

Gıybet yapan kimse, ağzından çıkan sözlerin ne kadar nefreti mucip olduğunu bilse, bu işe asla tenezzül edemez. Ashâb-ı kiram Resûlullah Efendimiz'in huzurunda otururlarken çirkin bir koku ya­yıldı.

Peygamber Efendimiz:

«Bu koku nedir, biliyor musunuz? Bu mü'minleri gıybet edenle­rin (ağzından çıkan) kokudur» buyurdu (9). Bazı kimselerin aklına şöyle bir şüphe gelebilir:

«O zaman duyulan koku, bu gün neden lıis
sedilmiyor?». Günümüzde gıybet o kadar çoğaldı ki, bunlar o pis ko­kuya alıştı, onun çirkinliğini hissedemez oldu (10).

Gıybet o kadar büyük bir suçtur ki aleyhinde konuşulan kimse gıybet yapanı 'bağışlamazsa o kimseyi Allah da affetmez.

Bu kadar büyük günah olan gıybet, bazı zaruretler sebebiyle mu­bah olur:
. .
Zulme uğrayan kimsenin hakkını aramak için âmirlere ve adlî mercilere giderek zalimin halini anlatması; dinî bir mes'elede müftü­ye giderek, «Falan bana karşı şöyle davranıyor. Ben ona karşı nasıl hareket etmem gerekir?» demesi; bir kötülüğün önünü almak için, fe­nalığı yapan kimsenin hareketinin anlatılması; bid'at ehliyle düşüp kalkana nasihat ederek onun yaptıklarının dile getirilmesi;

fışkını or­taya koyan ve alenî olarak fenalık yapan kimsenin hâlinin anlatılma­sı gibi şeyler, gıybetten sayılmamıştır (11