Arama


Breath - avatarı
Breath
Ziyaretçi
2 Haziran 2010       Mesaj #6
Breath - avatarı
Ziyaretçi
Etniklik Sadece Dil Grupları Değildir

Son yıllarda Dünya şartlarındaki değişmeye paralel olarak dilimize giren etniklik kavramı sürekli gündemdedir. Daha uzun yıllar gündemde kalacağa benzemektedir.
Etniklik, biyolojik olmaktan öte kültürel değerlere bağlı bir kavramdır. Kültürel değerlere yani doğuştan sonra kazanılanlarla ilgilidir. Etniklik sadece bir kültürel unsura göre şekillenmez. Diğerleri gibi dil de etnikliği belirleyen faktörlerden sadece birisidir. Bu böyle olmakla beraber Batı Avrupa ülkelerinde bizden farklı olarak dil ve mezhep etniklik belirleyicisi olabilmektedir. Çünkü Hristiyanlıkta mezhepler ayrı birer din gibi kabul edilmektedir. Dilde etniklik göstergesi olabilmektedir. Türkiye’de ise Kırmançca konuşan Türkmen köyleri vardır. Bazı Türk aşiretleri de Kırmançca konuşmaktadırlar. Türk aşiretlerinin Kürtleşmesi konusunda rahmetli Prof. Dr. Mehmet Eröz’ün araştırması ve makalesi hala başvuru kaynağı özelliği taşımaktadır. Türk aşiretlerinin Anadolu’da ayaklanmaların ve mezhep çatışmalarının yaşandığı Yavuz Sultan Selim ve sonraki dönemlerde Alevi Türkler güvenlik amacıyla kendilerini Kürt olarak da tanımlamışlardır. Bundan dolayı bugün de bunun izleri görülmektedir.
Zaman zaman Türkiye’deki etniklik, etnik gruplar ve etnik dağılım ele alındığı zaman sadece dilden veya dil ağırlıklı hareket edildiği görülmektedir. Bu yanlış bir değerlendirmedir. Bu konuda araştırma yapanlar Dünya dillerinin etnolojik verilerine dayalı olarak etniklik tayin etmektedirler. Neredeyse herkesin Sabetayist ilan edilmesindeki yanlış gibi , dillere göre etniklik tayin edilmesi de önemli sakıncalar doğurmaktadır. Anadili Türkçe olan nüfus %86.2 olarak verilmektedir. Oysa kendini Türk olarak hissedenlerin ve Türk kimliği içinde görenlerin oranı ise %94’leri bulmaktadır. Bu bakımdan anadili Türkçe olan %86.2 dışında kalanların Türk kabul edilmemesi affedilebilir bir hata değildir. Aslında Türk kimliği Anayasamızın 66. Maddesi’ne göre Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının milli ve kültürel kimliğidir. Dıştan kumandalı bölücü çetenin yabancı gazetelere ilan vererek şikayetçi olduğu ve değiştirilmesini istediği Anayasa maddelerinden birisi 3. Maddeyse diğeri 66. Maddedir. Çünkü bu maddelerde ırkçılık yoktur. Ama bunların değiştirilmesini isteyenler mikro ırkçılık yoluyla siyasi tanınma peşinde olduklarından bu maddeler işlerine gelmemektedir.
Bir ülkenin mütecanisliği , yeknesaklığı(homojenliği) belirli ölçeklere göre şekillenir. Homojen toplum, etnik ve alt kültür farklılıklarının asgari seviyede bulunduğu ve hakim kültürden asgari ölçüde farklılaştığı bir sosyal yapıdır. Anayasal vatandaşlık homojen toplumlarla çelişir. Çünkü bu toplumlarda milli kimlik Anayasadan kaynaklanmaz; ama Anayasada da ifadesini bulabilir. Homojen toplumlarda bugün bize dayatılan çok kültürlülük kalıbı çatışma kaynağı olur. Karmaşık toplumlarda ise güç kaynağı ve bir çimento rolü oynar. Bir toplumun homojen olup olmaması hakim ırk ve onun dışındakilere göre değil; hakim kültür ile hakim kültür dışındaki örnekler arasındaki ilişkiye ve orana göre şekillenir. Bazı sosyologlar hakim(standart veya dominant) kültürün varlığı için bazıları %65’i bazıları ise %80’i esas almaktadırlar. Milli devletlerin tek uluslu, çok uluslu tartışılması farklılıkların ve ayrılıkların tescil edildiği birliktelik olan “federasyon” kapsamında geçerlidir.
Bugün Türkiye’den dünün ve bugünün intikamını almak isteyenler milli devlet düşmanlığı yaparken , ferdi öne çıkarmakta fert ve devleti mutlaka çatışması gereken unsurlar olarak görmektedirler. Bu küreselci ve 2. Cumhuriyetçi çevreler devletsiz ve milletsiz fert peşindedirler.
Tabii burada devlet de tartışılmalıdır. Milletin teşkilatlı şekli olarak tarif edilen devlet ; Türk tarihinde Batı’daki devlet değildir. Bizim devlet anlayışımız koruyucu, kollayıcı, adil olmak zorunda olan ve kendini vatandaşına rakip görmeyen bir devlet baba anlayışıdır; yani bugünkü sosyal devlettir. Her ne kadar son yıllarda ve bilhassa 1980 sonrası Özal’la beraber devletin vatandaşa, vatandaşın devlete bakışındaki geleneksel çizgi değişmişse de; olması gereken budur. Bazılarının içine sindiremediği devletin kutsallığı , ferdin ve milletin varlığı ile eşdeğer olmasından kaynaklanmaktadır. Devlet ortadan kalkınca , milli varlık da tahrip olmaktadır. Batı’da devlet savaşa savaşa sosyal hakların kazanıldığı bir merkezi güçtür ve rakiptir. Hristiyanlık, devletten ayrı ve bir bakıma devlete rağmen gelişmiş ve örgütlenmiştir. Bundan dolayı dinin hem koruyucusu, hem uygulayıcısı ve denetçisi kiliseler olmuştur. Batı’nın tarihinde devlet-kilise çatışmaları önemli bir yer tutar. Bizde ise; devlet ve din birlikte ve iç içe örgütlenmiş ve gelişmiştir. Bundan dolayı Müslümanlık Batıda olduğu gibi bir kilise veya kurum dini değil; bir devlet dini olmuştur. Buna rağmen, mesela Padişah ile Şeyhülislam ilişkilerinde Şeyhülislam Padişah’ın emrinde olmamıştır. Bizde Vatikan tipi bir kurumun olmamasının sebepleri vardır.
Prof. Dr. Mustafa Erkal