Nakşibendilik
MsXLabs.org & İslam Ansiklopedisi
Bu tarikat, Buharalı Muhammed Bahaüddin tarafından kurulmuştur. Bu zat, 718'de (1318) Buhara köylerinden olup sonradan "Kasr-ı Arifan" adı verilen köyde doğmuştur. Tarikat zinciri, beş vasıtasıyla Yusuf-ı Hemedani'ye ulaşan Seyyid Emir Külal'e intisap etmiştir. Küçüklüğünde, Emir Külal'in şeyhini de görmüştür. Bu zat, kendisini evlat edinmiştir. Şeyhinin izniyle Yeseviyyeden Kuşem Şeyh ve Halil Ata'yla da sohbet etmiştir. Nakşibendilere göre, Yusuf-i Hemedani'nin halifesi Abdülhalik-ıl Gucduvani'nin rühaniyetinden feyzalmıştır.
Bir müddet Nesep'te, bir zaman da Merv'de oturmuş, iki kere haccetmiş, 791'de (1389), doğduğu köyde vefat etmiş, oraya defnedilmiştir.
Nakşibendiyyede sema' ve cehri zikir yoktur. Bu bakımdan bu tarikat, hafi, yani gizli, sessiz zikir erbabındandır ve tarikat zincirlerinin, bir yandan Hz. Ali'ye, bir yandan da Hz. Peygamber tarafından kendisine gizli zikir telkin edilen Hz. Ebu-Bekr'e ulaştığına inanırlar.
Nakşibendilerde, salikin şu on bir esası gözetmesi şarttır:
1. Huş der dem (Soluk alıp verdikçe Tanrı'dan gaflet etmemek)
2. Nazar ber kadem (Yürürken sağa sola bakıp oyalanmamak, gaflete düşmemek için gözü yerde olmak)
3. Sefer der vatan (Yurdundayken de Tanrı'ya yönetip gitmekte olduğunu düşünmek)
4. Halvet der encümen (Bir toplulukta dahi yalnızmış gibi Tanrı huzurunda olduğunu düşünmek)
5. Yadkerd (Sesli olmamak şartiyle Tanrı'yı kalbiyle de anmaya gayret etmek)
6. Bazkeşt (Dili, Tanrı'yı anarken gönlünden, "İlahi ente maksudi ve rıza-ke matlubi", yani, "Allah'ım, dilediğim sensin; isteğim de senin razılığındır" sözünün anlamını düşünmek)
7. Nigâhdaşt (Dünyaya ait şeyleri gönlünden çıkarmaya çalışmak)
8. Yaddaşt (Boyuna Tanrı'yı düşünmeye uğraşmak)
9. Vukuuf-ı adedi (Zikrin sayısına riayet etmek)
10. Vukuuf-ı zamani (Vaktini Tanrı'ya ulaşmaya sarfetmek)
11. Vukuuf-ı kalbi (Zikrederken soluğunu kesip Tanrı'ya bağlanmak
Görülüyor ki bu tarikat, şu on esasla tam mistik bir tarikattır; saliki, gerçekten de bir iç aleme daldıran, ruhi teşevvüşlere düşüren bir yoldur.
Nakşibendilerde zikir, temiz elbiseyle, temiz ve kimsenin bulunmadığı bir yerde, bilhassa geceleyin, başa beyaz bir örtü atılıp kıbleye karşı oturularak, ölüm, öldükten sonra yıkanmak, gömülmek, soru meleklerinin gelişleri, kıyametin kopuşu, mahşer ve ahiret ahvali düşünülerek, gözler yumulup rabıta yapılmak, yani gönülden dünya işleri çıkarılıp mürşidin yüzü, iki kaş arasında farzedilerek yirmi kere istiğfar, sonra bir Fatiha (sure. I), üç İhlas (sure CXII) okunmak, sonra da sesli olmamak üzere, yukarıda "Bazkeşt'te anlattığımız gibi Allah'ın razılığını dilemek suretiyle "Allah" adını, muayyen sayıda anmaktır.
Ayrıca, toplu bir halde yirmi beş istiğfar, yedi fatiha, yetmiş dokuz Elem neşrah (sure. XCIV), bin bir lhlas, tekrar yedi fatiha ve yüz salâvat okunur ki buna "Hatm-i Hacegân - Hacelerin hatmi" denir (Silsile-i aliyye-i Nakşibendiyye-i Halidiyye; tst. Takvimhane-i Âmire - 1275).
Bahaüddin Nakşibend'e de, birçok sufilere atfedilen, ölüyü diriltmek, mevsimsiz meyve izhar etmek, ölünün selamını duymak ve duyurmak, Hızır'la konuşmak gibi kerametler atfedilmiştir (Abdülbski Gö-Ipmarh, 100 Soruda Mezhepler ve Tarikatlardan).