Arama

Sait Faik Abasıyanık - Tek Mesaj #9

_EKSELANS_ - avatarı
_EKSELANS_
Kayıtlı Üye
14 Ocak 2011       Mesaj #9
_EKSELANS_ - avatarı
Kayıtlı Üye
1906 yılında Adapazarı'nda dünyaya geldi. Babası Mehmet Faik Abasıyanık, kereste, ceviz kütüğü üzerine iş yapan bir tüccardı. Dedesi Sait Ağa'nın Adapazarı'ndaki kahvesi, aydın kişilerin toplantı yerdi. Annesi Makbule Hanım, Adapazarı'nın ileri gelenlerinden Hacı Rıza Bey'in kızıdır. İstanbul Erkek Lisesi'nin onuncu sınıfından Bursa Lisesi'ne geçerek oradan mezun oldu. Bir süre Edebiyat Fakültesi’nde okudu. Babasının isteği üzerine ekonomi tahsili için İsviçre’ye gitti. 15 gün sonra Fransa’ya geçti. 3 yıl orada yaşadı. Geri dönünce, aile mesleği olarak ticaretle uğraştıysa da başarılı olamadı. Fransa'dan döndükten sonra kısa bir müddet Halıcıoğlu Ermeni Yetim Mektebi'nde Türkçe grup dersleri öğretmenliği yaptı.
Bütün ömrünü, bazan Şişli'de Bulgar Çarşısı'ndaki apartmanında, çoğu zaman da Burgaz Ada'daki köşklerinde annesi ile geçirdi. Evlenmedi. 11 Mayıs 1954 Salı günü sirozdan ölmesinden sonra evi, müze haline getirildi. Annesi bir Sait Faik Hikaye Armağanı düzenledi. Şiir, roman ve hikâye türlerinde eser vermiştir.
Ad:  Sait Faik Abasıyanık8.jpg
Gösterim: 3502
Boyut:  32.3 KB

Sait Faik Abasıyanık hikayelerinin özellikleri


Sanat aslında insandır`diyen Sait Faik, eserlerinde genel anlamıyla insanı işlemiştir. Konusu da, kaynağı da, malzemesi de, duygusu da insandır. Onda güneş gören bir evin insana açılan bütün pencereleri vardır. Dülger balığını anlatırken bile aslında insanı konu edinir. Dülger balığının içine, insanı öyle titiz bir ustalıkla yerleştirmiştir ki, bundan etkilenmemek mümkün değildir. Bu duruma yol açan etkeni, Sait Faik`teki dinmez insan sevgisine bağlamamız oldukça yerinde olacaktır. O, hayatı insan temelinde algılar. Bütün yollar insana uzar onun anlayışında. Her şey insan için vardır, insansız dünya ve hayat anlamsız olacaktır: `İnsansız hiçbir şeyin güzelliği yok, her şey onun sayesinde onunla güzel. Bu dakikada, bu günün güzelliği gökte ay, uzakta güneşin bir billur bahçe gibi pırıltısı; hiçbir şey değil.`

`İnsanın kendisinin odak noktası olmadığı hiçbir öz yoktur` der edebiyat kuramcısı Georg Lukacs. Sait Faik`in temel hareket algısı Lukacs`nın savının özü şeklinde işliyor. O, insana aşıktır. Hatta yer yer Sait Faik`in insan sevgisi, bana aşırı gelen hümanist çığlıklarla bile doludur. Bu durum kanımca yazarın, hayatı var oluş çağrısının uzağında yaşamasıyla özetlenebilir. Bunda modern zamanları hatırlatan ince bir fark vardır.

Sait Faik`in toplumsal bakışı da yine insan teki üzerinden işler. Aslında insanı vermekle toplumu verdiğine inanır. Bireyin kişisel sorunlarını, iç sıkıntılarını, duygularını, sevinçlerini, kızgınlıklarını işleyerek, insan teki üzerinden toplumsal yaklaşımın toplu fotoğrafını çekmiş olur.

Sait Faik`in bireyciliği, `nevi şahsına münhasır bireyciliktir` dememiz bizi yanıltmayacaktır. Dış anlatımla gerçeküstü anlatımın birleşmesi Sait Faik`in hikayesinin temel noktalarından biridir. `Havada Bulut` hikayesindeki insan özüne odaklanan tavrı aynı düzlemde devam eden; `Haritada bir nokta`, `Ermeni balıkçı ile topal martı`, `Dülger balığının ölümü` gibi hikayelerinde de fazlasıyla görülebilir. Bu hikayelerdeki gerçeküstü anlatım da dikkate değerdir.

Yazar tek başına bir insandır, yalnızdır. Özgün sanat yapıtlarının, sanatçıların istemli yalnızlıklarının tetiklemesiyle ortaya çıktığını düşünürsek Sait Faik`in yalnızlığı, diğer sanatçılar gibi ona da sanat ürünleri hediye etmiştir. Ancak Sait Faik, mütemadiyen yalnızlığından sıyrılıp insanlar arasına kaçmak istemiştir. İnsanların yanına gitmiş ve her seferinde orada birilerini bulabilmiştir. Kahvecilerle kahve pişirmiş, balıkçılarla balık tutmuş, onlar gibi konuşmuş, onlar gibi yaşamıştır. Onlar gibi yaşaması, yani içimizden biri gibi yaşaması Sait Faik`in, insan tavrını yakalamasını kolaylaştırmıştır. İnsan tavrını kolayca ele geçiren Sait Faik, hikayelerinde de bunu yine kolayca yansıtabilmiştir.

Hikayelerindeki şiirsel anlatım, birçok şairi kıskandıracak ustalıktadır. Hikayelerinde zaman zaman, şiir mi yoksa hikaye mi okuduğunu unutturabilecek satırlarla karşılaştırır okuyucuyu. Sait Faik`i okurken; `Elinin üstündeki mavi damarlar bir dostluk denizine akıyordu`, `Şu Sirkeci`nin otelleri her Anadolu kasabasından eşya ve merhaba taşır`, `İstanbul`da tifüs, memlekette zelzele, dışarıda harp, ben sana aşıkım` gibi yüzlerce şiir mısrasıyla karşılaşmak mümkündür.

`Kalinikhta` hikayesindeki; `Yanıma baktım kimseler yok. Az önce çevrem insan doluydu. Köpekler havlıyor, ağaçlar hışırdıyordu. Bir ırmak akıyordu kulağımın dibinden. Ağaçlar suları yıkıyordu. Hayvanlar insanları öpüyordu, köpekler konuşuyor insanlar havlıyordu. Gökyüzü sarıydı.` Bu paragraf öyle sanıyorum ki başlı başına Sait Faik`in şiirsel üslubunu anlatmak için yeterlidir.

Albert Camus; `Yaşama umutsuzluğu olmasa, yaşama sevgisi de olmaz` diyor bir kitabında. Bu durum Sait Faik`in eserlerinde sıkça karşılaştığımız bir anlayıştır. Eserlerinde, umutsuzluk teması en az umut teması kadar geçmektedir.

Sait Faik`in hikayelerinde, durum ve olaydan çok izlenim vardır. İzlenim önemlidir. Bir günün ya da bir olayın izlenimi... Yine eserlerinde sıkça karşılaştığımız durum ruhsal çözümlemelerin fazla olmasıdır. Konudan çok, izlenim kendisini dikkatle takip ettirir. Bazen olay tamamen ikinci planda kalır, bunun yerine insanın içyapısının anlatımı tercih edilir.

Eserlerini daha çok konuşma diliyle yazması ve iç monologlara oldukça fazla yer vermesi, kendi döneminde Sait Faik`in ayırt edici özelliği olarak okunabilir. Hikayelerindeki kişilerin eylemleri, genellikle iç tedirginlikle oluşur. Oluşmak; bu da yazarın dış görüntüden çok içe dönük izlenimlerin peşinde olan bir sanatçı oluşuyla açıklanabilir.

Hikayelerindeki karakterler fazlasıyla canlıdır. Bu fazlalık, hikayelerinin hayatın herhangi bir bölümünde soluk alıp vermesine olanak sağlıyor. Kitabın kapağını kapattıktan sonra, odadan çıkarken yeni tanıştığınız bir Sait Faik karakteriyle karşılaşmanız işten bile değil. Karakterlerinin `diri` olması, sokakta karşılaştığımız ya da muhtemel karşılaşacağımız izlenimini bırakması hikayenin kaynağının yine sokakta olduğunun bariz ispatıdır.

Sait Faik`in kent ve kalabalık temalı hikayelerinde kişi sayısı da oldukça fazladır. Buna karşın sesli bir yalnızlığı içeren -şimdilik `kasaba` diyelim- hikayelerinde kişi sayısının azlığı göze çarpar. Ayrıca hikayelerindeki ölüm vurgusunun yalnızca ölümü içinde hissetmeye başlayan hasta bir adamın ölme korkusundan kaynaklandığını söyleyemesek bile, bu ağırlığı bir kenara not etmemiz gerekir. Bozulan sağlığıyla birlikte son yıllarındaki bunalımlı dönemlerini buna bağlamak, hikayelerindeki ölüm temasının inceden inceye ölüm korkusuyla beraber işlenmiş olduğu kanısını yakamıza iliştiriverir.
Son düzenleyen Safi; 26 Temmuz 2016 23:42