Arama

U2 - Tek Mesaj #3

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
1 Eylül 2006       Mesaj #3
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Bono'ya göre bir rock yıldızının iki içgüdüsü var:
"Dünyayı değiştirmek ve eğlenmek."
Belli ki ikisini de iyi yapıyorlar. 1979'da kurulan U2, bugüne kadar yüz milyona yakın albüm sattı; kitleselleştikçe şarkı söylemekle yetinmeyip dünyanın gidişatına dair söz söylemekten çekinmedi.


18 Ağustos 2006
Derya BENGİ

Dünyayı değiştirmek ve eğlenmek
Dost acı söyler. Elvis Costello, vaktiyle Bono'ya şöyle demiş:
"U2'yu hem seviyorum hem nefret ediyorum. Akranlarınızın çıkmaya cesaret edemediği bir ipte yürüyorsunuz. Ayakta kaldığınızda şapka çıkarıyorum, ama o kadar sık düşüyorsunuz ki."
Fransız gazeteci Michka Assayas'ın Bono'yla yaptığı söyleşilerin derlemesi niteliğindeki Bono'nun Odasında adlı kitap, müzikle siyaset arasında gerili ipteki yirmi beş yıllık uzun yürüyüşün adımlarına bire bir tanıklık ediyor, Costello'nun iddiasının aksine, dengesizlikten çok, rock dünyasında az rastlanır bir tutarlılığı ve istikrarı gözler önüne seriyor...

Sivil toplum kuruluşu olarak U2
U2, İrlandalı dört genç tarafından 1979'da kuruldu. Bugüne kadar yayınladıkları on dört albümle dünya çapında yüz milyona yakın satışa ulaştılar. Kitleselleştikçe, şarkılarını söylemekle yetinmeyip dünyanın gidişatına dair söz sahibi olma gücünü de elde ettiler. Uluslararası Af Örgütü'ne, Greenpeace'e destek çıktılar, savaş muhabirleri gibi Latin Amerika, Afrika topraklarında halkın kaderini paylaştılar, Birmanyalı kadın hareketi önderi Aung San Suu Kyi'den İstanbul Avcılar'da 'kaybedilen' Diyarbakırlı Fehmi Tosun'a politik kurbanlarla dayanışma içine girdiler. Bir rock grubundan öte, neredeyse bir 'sivil toplum kuruluşu' haline geldiler. Bu 'büyük'lük, bazılarının yaptığı gibi hırsın, ihtirasın, ego şişkinliğinin tartıya vurulmasıyla değil, yoksulların, mazlumların, dünyayı değiştirmek isteyen insanların nefesinin ve kalp atışlarının debisiyle açıklanabilir ancak. Şarkıcı Bono (gerçek adıyla Paul Hewson) kitapta şöyle diyor:
"Büyük sorular sor, büyük cevaplar iste."
Bono gibi çenebaz, hazırcevap, nüktedan biriyle günler boyu konuşmak elbette çok zevkli, ama o ölçüde de zor olmalı. Şarkıcılığıyla yarışan hitabet gücüyle karşısındakini kendi yörüngesine kolayca çekebilir ve bir anda, diyalogu monologa çevirebilir çünkü. Neyse ki Bono'nun Odasında böyle bir kitap değil. Michka Assayas, yer yer siyasi konulardaki bakarkörlüğüne karşın, bu kitap için ideal bir isim. Merak ediyor, anlamaya çalışıyor, sıkıştırıyor, üstüne gidiyor... Camiada sık rastlanan 'rock-star'dan daha 'rock-star' eleştirmenlerden olmak yerine, muhabirlik mayasını korumayı bilmiş gerçek bir gazeteci. Grup elemanlarıyla aynı kuşaktan. Dörtlüyle daha 1980'de kurduğu dostluğu yıllarca sürdürmüş, U2'nun tırmandığı bütün basamakları yakından takip etmiş, sonunda bir U2 uzmanı kesilmiş. Ama Fransızcadaki en kapsamlı rock ansiklopedisini hazırlarken, belki mütevazılığından, belki de gruba kendini fazla yakın hissetmesinden, U2 maddesini kaleme almaktan kaçınmış.
80'lerin U2'su, The Police'in bir şarkısındaki "biz maddi dünyadaki ruhlarız" dizesinin canlı kanıtı gibiydi. Herkesin malumu ki, ruhsallığın yüceltildiği, dinsel metaforların ve sorgulamaların ustalıkla işlendiği şarkıları grubun ününde esaslı pay sahibi oldu. Yine de bu mülakatlarda, böylesine dindar bir Bono'yla karşılaşmak şaşırtıcı. Kitabın adı, şakayla karışık, 'Aziz Bono'ya Göre İncil' olabilirmiş pekâlâ. Nikaragua'da en çok devrimci gerillaların kiliseyle bağlarından etkileniyor, ABD'de tele-vaizlerin cirit attığı ekranlara nasıl yapıştığını anlatıyor, bir keresinde "sabah sabah başını dini durumlarla bu kadar ağrıttığım için kusura bakma" diye özürler diliyor, bir başka yerde Assayas'ın "nasıl böyle sürekli İncil'den alıntılarla konuşur hale geldin?" sorusuna maruz kalıyor. Senelerdir ısrar kıyamet Diyarbakır'a davet edilen Bono, korkarız Türkiye'ye geldiğinde sadece Efes-Meryem Ana'yı, Ayasofya'yı filan ziyaret edip ülkesine dönebilir!

Afrika'nın önemi
Hayır, o kadar uzun boylu değil. Bono'nun hamurunda din kadar, rock'n'roll sekülarizmi de mevcut. Gâh giderim medreseye ders okurum Hak için, gâh giderim meyhaneye dem çekerim aşk için!.. Onun Afrika'daki yoksulluğa olan ilgisinde peygambersi bir eda yakalayıp rahatsız olanlara, kayıtsızlığın ve sinizmin karanlık kuyusunda iyi uykular dileriz. Bono bir romancının veya bir araştırmacının sabrıyla değil, bir şarkı yazarının aciliyet hissiyle ve bir cerrahın refleksiyle eğiliyor kara kıtaya. Kitapta, Afrika ister istemez önemli yer kaplıyor: "Her gün altı bin beş yüz Afrikalı tedavi edilebilir bir hastalıktan, AIDS'ten ölüyor. Ve bu, Batı'nın öncelikleri arasında değil. Günde iki 11 Eylül demek bu. Afrika'nın ücra köşelerine HIV ilaçlarını götüremediğimizi söylüyoruz, ama gazozlarımızı yollamayı biliyoruz. Afrika'da en minnacık köyde bile Coca Cola bulabiliyorsun." Bono bu ilgiyi ne Peter Gabriel, Paul Simon misali kültürel hevesle, ne de üçüncü dünyacı siyasi teorilerle temellendiriyor. Belki çok daha radikal bir çıkış noktasından, ahlaktan ve ahlaki tercihlerden hareket ederek dünyevi bir yolculuğa çıkıyor: "Ahlaki gücün ağırlığına inanıyorum. Fakat düzen hiç ahlaklı değil. Böyle bir düzenin içinde alaycı bir rota izleyeceğiz."
Bono'nun 'alaycı rota'sı Jonathan Swift'in "zenginleri yiyin" dizesinden "hayırseverlik iyidir, ama adalet çok daha iyidir" şiarına uzanıyor. Artık başkanlık saraylarında, ekonomik ve siyasi zirvelerde, iş âleminin plazalarında 'en üsttekiler'le kol kola aynı kadraja giriyor. Oralarda nasıl karşılandığını hınzırca anlatıyor: "Egzotik bir bitki", "dışarda afişleme yapması gerekirken iktidarın koridorlarında dolanan bir rock yıldızı." Aslında kimbilir daha ne aşağılanmalara göğüs germek zorunda kalıyordur. Fakat hedefi belli: "Tok açın halinden anlamaz" resmini tersine çevirmek. Önceliği çok net: İnsan hayatı. "Günde bir dolardan az kazanan bir milyar insanın adına çalışıyorum" diyor, "attığım yumruk benim yumruğum değil, o yumruk çok daha geniş çaplı bir mevzudan alıyor gücünü."

Siyasetin kirli çarkları
O yumruğun gücü, hatta bir yumruk olup olmadığı Bono hayranları tarafından da tartışılıyor. Doğrusu bir punk-rock'çıda bulunması pek tavsiye edilmeyen çelikten sinirlere fazlasıyla sahip. "Politikacılarla tanıştığımda sinirlenmiyorum, bence onlar sinirlenmeli, çünkü ben bu dünyanın yoksulunu, sefilini temsil ediyorum" dese de, yürüttüğü bu postmodern Robin Hood diplomasisinde, bazen lüzumsuzca evet efendimci bir tutum takındığı gerçek. Kitapta şu satırların altını, içimiz ürpererek, kırmızı kalemle çizdik.
- Sana son kez soruyorum. George W. Bush'u gerçekten seviyor musun?
- Biz iyi anlaşıyoruz.
Bir çok konuda Bush'la aynı görüşte olmadıklarını, aralarında zaman zaman ateşli tartışmalar geçtiğini de anlatıyor, ama isteksizce ve detaysızca. Ser verip, sır vermiyor. Irak'taki işgal süreci karşısındaki tavrı açık:
"Savaşın maliyetiyle dünya tamamen değişebilir, şu anda Amerika'yı ve Avrupa'yı yuhalayan insanlar bizi alkışlayabilirdi. Bu hayalperestlik değil, sulu gözlü İrlandalı zırvalaması değil. Bu reel-politika."
Bunları Dubya'ya anlatmayı düşünür mü? Hayır, Bono sadece tek bir meselenin, Afrika meselesinin kahramanı.
"Ne yapabiliyorsam onu yapıyorum. Bu konuma gelmiş olmam zaten yeterince mantıksız. Ben de savaş bekçiliği görevini başkasına bırakacağım."
Peki Afrika konusundaki sözler tutulmazsa ne olacak?
"Sivil itaatsizlik üzerinde düşünmek zorunda kalacağız."
Kendi ifadesiyle "eski idealizmi ifade etmenin yeni yollarını arayan"
Bono'nun başka bir zaferi de şu:
Siyasetin kirli çarklarına okkayla çomak sokarken, müziğinden dirhem ödün vermiyor. Bir rock yıldızının iki içgüdüsü olduğundan söz ediyor kitapta:
"Dünyayı değiştirmek ve eğlenmek. Eğer ikisini de aynı anda becerebiliyorsa, ne âlâ".
U2 sahiden de Rock'ta özgül ağırlığı gittikçe düşen siyasete yeni kapılar aralarken, bir yandan da siyasete hiç alışık olmadığımız melodiyi ve ritmi armağan ediyor. Bono'dan bir inci daha:
"Politika ile sosis imalatının ortak yanları var: İçine neler koyduklarını bir bilsen, sonuçta ortaya çıkan şeyi yemezsin."
U2 elemanlarının öyküleri başrolde gözükse de, Bob Dylan, Johnny Cash, Bruce Springsteen, Rolling Stones, Beatles, Harry Belafonte, Brian Eno, rock ve punk mitolojisi, edebiyatçılar, ressamlar hakkında enteresan anekdotlarla, akıllıca saptamalarla tıklım tıklım dolu bir kitap bu. İster inanın ister inanmayın, 'depresyondan nasıl uzak durursunuz', 'evliliğinizin uzun ömürlü olmasını nasıl sağlarsınız', 'genç iş adamlarına öğütler' başlıklı pratik reçeteler bile var satıraralarında.
Bir tek yemek tarifleri eksik.


Kitaptan:
'Gerçeği öğren, seni özgürleştirecek olan budur'
Sabahları kafanda bir melodiyle uyanıyorsan, benim gibi, bütün mesele o melodiyi kafandan çıkarıp müziğe dönüştürürken ne kadarından fedakârlık ettiğinle ilgili. Ben rezil bir gitaristim, hatta piyanoda durumum daha da rezil. Yakınımda çok yönlü bir müzisyen olarak sıra dışı bir yeteneğe sahip Edge olmasaydı, durumum çok ümitsizdi. Larry ile Adam olmasa, o melodilerin hiçbiri ortaya çıkamazdı. Fakat benim için başkalarına bel bağlamak zorunda kalmak hâlâ çok zor. Sizi arkadaşlıklar kurmaya iten zayıflıklarınızdır. Sizde eksik olanları başkalarında ararsınız, ama bazen keşke bunu kendi başıma becerebilseydim diye düşünüp öfkelendiğiniz olur. Benim kafamın içindeki melodiler, benim çalabileceğimden çok daha ilginçler. Öfke, başkalarına güvenmek zorunda kalmaktan kaynaklanan bir öfke var içimde, ki aslında başkalarına güvenmekte çok başarılıyımdır. Şunu söylemem lazım, bizim grup başkalarına nasıl güvenileceği konusunda en iyi örnek bence.
Bir sanatçıya asla güvenme, onlar en büyük yalancılardır. Yaşamak için yalan söylerler. Bir anlamda oyuncusun. Ama bir yazar yalancı değildir. Kutsal kitapta şöyle bir bölüm var: "Gerçeği öğren, seni özgürleştirecek olan budur." Ta çocukken, okulda öğretmenin büyük İrlandalı şair William Butler Yeats'i anlatışını hatırlıyorum. Bir ara tıkanmıştı -hiç yazamadığı bir dönem oldu. Elimi kaldırıp "Peki neden bunun hakkında yazmadı?" diye sordum. Cevap: "Aptal aptal konuşma. İndir elini, küstahlaşma." Ama ben bunu fırlamalık olsun diye söylememiştim. Hep o fikirle yaşadım: Gerçeği öğren, seni özgürleştirecek olan budur. Söyleyecek hiçbir şeyim yoksa, bir şarkının ilk dizesidir bu.
Kendim için yarattığım rock yıldızının kafamda bir robot resmi vardı. Elvis Presley'in deri ceketi, Jim Morrison'un deri pantolonu, Lou Reed'in koca çerçeveli güneş gözlükleri, Jerry Lee Lewis'in botları, Gene Vincent'ın aksaması... Rock'n'roll mu istiyorsun? Al sana rock'n'roll.
Dostum Michael Hutchence derdi ki:
"Bu bir yıldız becerme sektörü, yıldızları en çok becerenler yine yıldızlar."
"Kimse fotoğrafımı çekmiyor. Kimse benden imza istemezse bittim demektir. Son albümüm b*k gibi galiba" sendromu var. Bilinçaltı düzeyinde, hepimiz ilgi çekmeye çalışıyoruz. Eminim ben de onlardan biriyim. Ama sanırım işim vesilesiyle yeterince ilgi çektiğimden, bunu özel hayatımla da yapmayı istemiyorum. Belki de öyle değildir... Çünkü bazen, kazayla, hop, kendimi kitabın için senle konuşurken buluyorum ya da dünya medyasının önünde o acayip başkanın elini sıkıyorum. Bilmiyorum senin psikoloji cep kitabın bundan ne çıkarır?
Başkan Bush'la fotoğraf çektirdim, çünkü Milenyum mücadelesi adı verilen dış yardım hareketi için, önümüzdeki üç yıla yayılmak üzere masaya on milyar dolar koyacaktı. Çok matrak bir fotoğraf. Bunu Inter-American Bankası'nda açıklarken ona eşlik etmiş, oradan da yeni dönmüştüm. Basın mensuplarının önünden geçerken başımı düz tuttum, ama o barış işareti gayet komik oldu. O da öyle olduğunu düşünüyor. Fotoğraf sırasında kafasını düz tutup, belli belirsiz fısıldadı: "İşte şimdi yeni bir manşet geliyor: İrlandalı rock yıldızı Toksik Teksaslı'yla birlikte." [gülüyor]
Burnum bir mendille kapalı, elimde bir molotof kokteyliyle dikiliyor olsam çok daha iyi görüneceğini biliyorum. Ama biliyorsun ki, en
fazla inandığım şey, bu işi yapabilmemizin tek yolunun entelektüel
davamızı sıkı, desteğimizi de halka yakın barışçı hareketler içinde geniş tutmak olduğu. Bu da ne Sağ'ın, ne de Sol'un mülkiyetinde.