Arama

Kutsal Yerler - Mekke - Tek Mesaj #5

ThinkerBeLL - avatarı
ThinkerBeLL
VIP VIP Üye
12 Nisan 2011       Mesaj #5
ThinkerBeLL - avatarı
VIP VIP Üye
Ad:  5.jpg
Gösterim: 1239
Boyut:  116.5 KB
Mekke, eski Grek şehirlerinde olduğu gibi yukarı şehir (Malat) ve aşağı şehir (Mesfele) olmak üzere ikiye ayrılıyordu. Kureyş'in ileri gelen ve lider konumunda olan kimseleri Malat denilen şehrin yukarı kısmında oturuyordu. Başkan Kusay'ın evi ise Beytullah'ın tam karşısında idi ve toplumun problemlerinin görüşülmesi bu evde yapılırdı (M. Hamdullah, a.g.e., 888-889). Daru'n-Nedve olarak adlandırılan yer, Kusay'ın ölümünden sonra şehir meclis binası olarak tahsis edilen bu evdir. Mekke'nin kırk yaşını doldurmuş bütün sakinleri, meclis toplantılarına iştirak edebilirlerdi. Ancak, pratikte belirli aile başkanları ve kabile ileri gelenlerinden başkalarının bu toplantılara iştirak ettiği görülmezdi. Daru'n-Nedve en hareketli günlerini kuruluşundan uzun zaman sonra, Resulullah (s.a.s)'in davetini engellemek ve inananları sindirmek için yapılan toplantılar sebebiyle yaşamıştır. Mekke'li müşrikler, Mekke şehir devletinin parlemontosunda kararlar alarak İslâmı yok etmeye çalışmışlardır. Resulullah (s.a.s.), ise ilk zamanlardan başlayarak bu parlementoya (Daru'n-Nedve'ye) karşı Erkam'ın evini (Daru'l-Erkam) karargâh yaparak mücadelesini sürdürmüştür.

Bütün Mekkelilerin ortak meclisi olan Daru'n-Nedve'nin yanında bir de er soyun kendilerine ait "Nâdî" denilen toplantı yerleri vardı. Bu Nâdîlerde de İslâm mesajını yok etmek için sürekli küçük çaplı toplantılar düzenlenmekteydi. Gerek Daru'n-Nedve'de ve gerekse Nâdîlerde yapılan toplantılar basit de olsa bir protokol çerçevesinde olurdu. Bu mekanlar siyasî ve askeri kararların alındığı yerler olmaları yanında, sosyal faaliyetlerin de yürütüldüğü yerlerdi.

Mekke bir şehir devleti olmakla birlikte, otorite tek bir kimsenin elinde değildi. Kusay, Mekke'de hâkimiyeti eline geçirdiği zaman, yabancılar üzerinde olduğu kadar kendi kabilesi üzerinde de mutlak bir hâkimiyete sahipti. Ancak o, idarî imtiyazları oğulları arasında bölüştürmüş olduğundan dolayı bir hükümdarlık idaresine geçiş olmamıştı. Oligarşik bir yönetim tarzına sahip olan Mekke, Bizans İmparatoru'nun sağladığı büyük desteğe rağmen Osman İbnu'l-Hüveyris'in krallığını tanımamış; Bizansla olan iktisadî ilişkilerini tehlikeye düşüreceğini bildikleri halde onu alaya almışlardı. İslâm vahyinin başladığı sıralarda Mekke on kişilik bir şûra tarafından idare ediliyordu. Ancak idarenin işleyişi hakkında açık bilgi veren kayıtlar yoktur. Bazı rivayetlerde altı ile on arasında memuriyetin bulunduğu zikredilir. Ancak hiç bir kazaî yetkisi olmayan bu memuriyetlerin ihdas edilmesi, eşraf zümresinin öğünme duygularını tatmin gayesine yönelikti.
Ad:  6.jpg
Gösterim: 1257
Boyut:  62.4 KB

Mekke'de dini hayat tamamen putperestlik üzerine bina edilmişti. Bu putperestlik, Hz. İbrahim'in tevhid dini çerçevesinde ortaya koyduğu ibadetlerle iç içe girdirilmişti. Mekke'li müşrikler Allah'ı, herşeyin yaratıcısı olarak kabul ederken bir çok meselede putları ona ortak koşarlar, onları kendilerine ilâhlar edinirlerdi. Beytullah ve haccın Arabistan'ın diğer bölgelerini de ilgilendiren bir husus olması, Mekke'ye, yarımadanın dini merkezi olma konumunu kazandırıyordu. Cahilî âdetler üzere yapılan haclarda, hacıların ihtiyaçlarını karşılamak için bir takım faaliyetler yapılırken, bizzat Beytullah'ın bakımı için de çalışmalar yapılırdı. Bu işlerle alâkalı görevler, babadan oğula geçmek suretiyle üstlenilirdi.

Mekke'de İslâm öncesine ait oturmuş bir hukukî sistemin varlığından sözedilmesi mümkün değildir. Halk ihtilâfa düştüğü konularda kabile reislerinin hakemliğine başvururdu. Eğer problem bu şekilde halledilemezse kemal ve hikmet sahibi olarak ün yapmış bazı şahsiyetlerin hakemliğine başvurulurdu. Bunlardan biri olarak Halid'in babası Velid zikredilebilir ki o, "el-Adl" lakabıyla tanınmaktaydı. Yine Haceru'l-Esved'in yerine yerleştirilmesi esnasında çıkan ihtilâfın çözümünün havale edileceği hakem tesadüfe bırakılmıştı ve bu Resulullah (s.a.s.)'e isabet etmişti. Ancak hakemlerin verdiği kararları infaz edecek bir kurum yoktu ve çoğu zaman hakemin haklı gördüğü kimse güç kullanarak hakkını almak zorundaydı. Hukuki işlerin yürütülmesinde fal ve kehanet gibi hurafelerin çok etkisi vardı. Mekke'li veya yabancı olsun haksızlığa uğrayan kimselerin hakkını almak için tamamen fahri olarak oluşturulmuş bir kurum olan Hilfu'l-Fudûl, fonksiyonunu oldukça etkili bir şekilde yerine getirmekteydi. Resulullah (s.a.s.)'in de bu gruba üye olduğu bilinmektedir (bk. Hilfu'l-Fudûl Mad.), Mekke, tarım açısından hiç bir özelliği olmayan susuz ve taşlık bir arazide kuruludur. Bu durumda halk, geçimini ve ihtiyaç duyulan maddeleri sağlamak için ticarî faaliyetlere yönelmek zorunda kalmıştır. Bu yüzdendir ki diğer bölgelere nazaran Mekke'nin Arabistan yarımadasında önemli ve merkezi bir yeri vardır. Mekke'deki ticari faaliyet yaz-kış yoğun bir şekilde kesintisiz olarak sürerdi. Yaz seferleri Suriye taraflarına, kış seferleri ise Yemen taraflarına gönderilen kervanlardır (H.İ. Hasan, a.g.e., I, 62). Bu ticarî kervanlar Mekke için o kadar önemli idi ki, Allah Teâlâ; Kış ve yaz yolculuklarında kendilerini güvenlik ve esenliğe kavuşturduğu için onlar bu Beyt'in Rabbine ibadet etsinler" (Kureyş, 106/2-3) buyurmaktadır.

Bu ticarî faaliyetler, yıl boyu bütün Arabistan Yarımadasını dolaşacak şekilde düzenlenen panayırlar ve Suriye, Filistin ve Yemen taraflarına düzenlenen kervanlarla yapılmaktaydı. Otoriteden yoksun ve anarşi içerisindeki Arap Yarımadasında bu tür iktisadî teşebbüsleri emniyet altına almak oldukça güç bir konu olmakla birlikte, barış ve güvenlik ayları olarak tesbit edilmiş haram aylar içerisinde bu emniyet tam olarak sağlanıyordu. Bu konuda bile Mekke'nin ayrıcalıklı bir konumda olduğu görülür. Zira diğer bütün panayırlar için sadece Recep ayı haram kabul edilirken, Mekke, dört ay olan Eşhuru'l-Hurûm'un tamamına sahipti. Ayrıca Basl adındaki müessese ile Mekke'deki bazı ailelerin malları yağmalamalara karşı koruma altına alınmıştı (M. Hamidullah, a.g.e., I, 26-27).

Mekke civarında Ukaz, Mecenne ve Mina panayırları, Mekke'ye ihtiyaç duyduğu malları sağlarken aynı zamanda ticaretin hareketlenmesine ve Mekke'li tüccarların bolca kazanç sağlamalarına imkan veriyordu. Hire Hükümdarı Numan b. Münzir, bizzat tertiplettiği kumaş ve koku yüklü kervanları bu panayırlara gönderirdi. Ülkesinin ihtiyaç duyduğu malları satın alarak bu ticarete iştirak etmekteydi (A. Köksal, İslâm Tarihi, Mekke Devri, İstanbul 1981, 88). Tam Hac zamanına denk gelen bu panayırlar, çok kalabalık oluyordu. Mekke'nin din konusunda sahip olduğu imtiyazın yanında onun ticari ulaşım yollarının kesiştiği noktada bulunması ona ayrı bir önem kazandırıyordu (H. İbrahim Hasan, a.g.e., I, 61). Dolayısıyla Mekke, sermayenin bol miktarda toplandığı ve en ideal şekilde değerlendirildiği bir merkez konumunda idi. Bu durum Mekkelilere; özellikle şehre hakim olan Kureyşlilere büyük itibar sağlıyordu. Mekke'ye giren paralar, Bizans altın dinarı, Sasanî ve Himyerî gümüş dirhemleri gibi çeşitli cinslerden oluşuyordu.
Ad:  8.jpg
Gösterim: 1131
Boyut:  49.5 KB

Bu ticarî faaliyetlerden ve elde edilen büyük kârlardan bütün Mekkeliler aynı oranda istifade edemiyorlardı. Bütün cahili kapitalist sistemlerde olduğu gibi Mekke'deki düzende de sermaye, belirli para babalarının elinde toplanıyordu. Haşimîlerin bir bölümünün dahil olduğu bir kesim malî sıkıntı içerisinde yaşamaktaydı. Resulullah (s.a.s.) zamanında Mekke, iktisadî gelişiminin en zirve noktasındaydı. Mekke kervanları deri, Taif'te üretilen kuru üzüm, Benu Süleym maden ocaklarından elde edilen altın ve gümüş, Afrika'dan gelmiş olan altın tozu, fildişi, Yemen pazarlarından satın alınan Hind mahsulleri ve Çin ipeklikleri ile en önemli yükler arasında sayılan güzel kokular taşırlardı. Mekkelilerin, rağbet ettikleri mal cinsleri ise, Akdeniz bölgesi ülkelerinin sanayi mahsulleri olan pamuklu, yünlü ve ipekli dokumalar ve parlak erguvani renkte kumaşlar; Basra ve Suriye'den, bedevîler için çok değerli olan silahlar, hububat ve nebatî yağlardı. Mekke'li tüccarlar bu arada önemli ölçüde para ticareti de yapmakta idiler.

Mekkelilerin düzenledikleri kervanlarda mallar, sadece develerle taşınırdı. Bazen develerin sayısı iki bin beş yüze ulaşırdı. -Bu durum bu kervanların ne kadar büyük malî meblağlara ulaştığını gösterir. Kervanlar; tüccarlar, rehberler ve muhafızlardan oluşurdu. Muhafızların sayısı geçilen bölgenin güvenlik durumuna göre, yüz elli ile üçyüz kişi arasında değişirdi. Mekkelilerin Bizans ve İran imparatorlukları ile ticari anlaşmalar yaptıkları ve onlardan bazı imtiyazlar elde ettikleri bilinmektedir. Habeşistan ve diğer memleketlerle de bir takım anlaşmaları bulunmaktaydı. Ancak, Bizanslılar, Arapların silah, zeytinyağı ve şarap türü maddeleri satın alıp, ülkelerine götürmelerini yasaklamışlardı.

Mekke'nin coğrafi açıdan bulunduğu özel konumu, etrafındaki devletlerin dikkatini çok eski devirlerde bile üzerine çekmekte idi. Beytullah'ın bulunduğu yer olması sebebiyle de büyük bir saygınlığı vardı. Mekke, bir çok teşebbüslere rağmen yabancı güçler tarafından işgal edilememiş ve tarihi boyunca bağımsızlığını korumuştu. Rivayetlere göre, Yemen melikleri olan Tubba'lar ve hatta Farslar bile Hac maksadıyla Mekke'yi ziyaret etmekte idiler. Abdulmuttalib'in Zemzem kuyusunu kazdığı vakit çıkardığı altından mamul geyik heykeli buna delil olarak gösterilmektedir (İbn Haldun Mukaddime, Terc. Z.K. Uğan, İstanbul 1988, II, 243). Arapların geleneksel rivayetlerine göre, İskender Mekke'ye gelip Kâbe'yi ziyaret etmişti (Hamidullah, a.g.e., II, 834; Dineverî, Ahbaru't-Tıval, Kahire 196, 33-34). Romalı tarihçiler, Yemen bölgesinde Necran'ı istila eden General Aelius Gallus (M.Ö. 24)'un Mekke'yi ele geçirmek istediğini, ancak buraya ulaşmaya muvaffak olamadığını kaydetmektedirler. Romalılar, Neron (ö. M.Ö. 66) zamanında defalarca Mekke'ye yakın yerlere gelmişler ancak, her seferinde başarısızlığa uğrayarak çekilip gitmişlerdi. Romalıların bu teşebbüslerinin sebebi, muhtemelen baharat ülkesi olan Yemen'in ticaret yollarını kendi açılarından emniyet altına almak istemeleridir. Bizanslılar, Mekke üzerinde nüfuz kurmak için sürekli gayret göstermişler. Ancak onlar da doğrudan bir bağımlılık sağlayamamışlardı. Bazı Mekkeliler, hemşehrilerine bir üstünlük sağlamak için Bizanslılardan yazılı belgeler getirmişlerse de bu, Mekkeliler için hiç bir şey ifade etmemiştir. Ancak şu var ki, ticarî bağımsızlıkları, Mekkelilerin ustaca diplomatik faaliyetlere girişmelerine sebep olmuştur. Fakat bu, gurur ve kibir sahibi Mekkelilerin hiç bir zaman boyun eğmeleri neticesini doğurmamıştı. Onlar, sürekli savaş halinde olan Bizans ve İran'la ustaca politikaları sayesinde menfaatleri doğrultusunda ilişkilerini sürdürüyorlardı.
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 10 Haziran 2017 04:50
Tanrı varsa eğer, ruhumu kutsasın... Ruhum varsa eğer!