Arama


ThinkerBeLL - avatarı
ThinkerBeLL
VIP VIP Üye
12 Temmuz 2011       Mesaj #1
ThinkerBeLL - avatarı
VIP VIP Üye
Rüşvet
MsXLabs.org & İslam Ansiklopedisi

Her çağda, her toplumda hüküm sürmüş olan rüşvet, zamanımızda da, sık sık gerçek yüzüyle, ara sıra da he­diye, eşantiyon, komisyon, avanta... gibi isimler altında hüküm sürmeye devam etmektedir.

Din kitapları rüşveti şöyle tanım­lıyor:
Hakkı boşa çıkarmak, bâtılı hak göstermek için alman veya veri­len şeydir.
Modern tanımı biraz daha farklıdır:
Yaptırılmak istenen bir işe kanun dı­şı kolaylık sağlanması için bir kimse­ye verilen mal veya para veya herhan­gi bir şekilde sağlanan menfaat.
Zamanımızda bu iki tanımın da kapsamına girmeyen rüşvetler türe­miş, rüşvetin alım sahası da verim sa­hası da genişlemiştir.
Rüşvet, başından beri hep devlet kapısında alınıp verilmiştir. Rüşvet alanın, kendisine rüşvet verilen kim­senin daima resmi bir görevi, devlet katında küçük veya büyük bir yetki­si olmuştur. Bu nedenle rüşvet tarih boyunca devletin bozulmasına en faz­la etki yapan yolsuzluk olmuştur. Devleti bozulmaktan korumak ve bo­zulmuş devleti düzeltmek isteyenler en büyük ağırlığı rüşvetle mücadeleye vermişlerdir. Osmanlı devletinde Koçi Bey, Kâtip Çelebi gibi tarihçi ve ilim adamları "Nesayihü'l-Ümera ve'l-Vüzera" (Hükümdarlara ve devlet adamlarına öğütler) adıyla yazdıkla­rı eserlerde rüşveti en büyük tehlike olarak görmüşler ve göstermişlerdir.
Bunlara göre hiçbir mevki, hiçbir me­muriyet rüşvetle verilmemeli, her iş için yetenekli kimseler aranıp bulun­malıdır.
Bu aynı zamanda, İslam'ın da gö­rüşüdür. Kur'an'da,
"Muhakkak ki Allah size emanetleri ehline vermeni­zi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder" (Nisa sure­si, 58)
buyurulmaktadır. Ayette geçen "emanetler" ifadesinin her derecede­ki devlet memuriyetini de kapsadığın­da Müslüman bilginler görüşbirliği içindedir. Bir memurun göreviyle il­gili bir konuda halkı zor durumda bı­rakması, mağdur etmesi zulümdür. Görevi dolayısıyla bir çıkar sağlama­sı da haramdır.
Bir gün Peygamberimizin huzuru­na bir adam geldi ve;
Ey Allah'ın Peygamberi kıya­met ne zamandır? diye sordu. Pey­gamberimiz bu soruya,
Emanet zayi edildiği zamandır, diye cevap verdi.
Adam anlamadı ve yeniden sordu:
— Emanet ne zaman zayi olur? Peygamber bu soruyu da,
— Din ve dünya işleri ehliyetsiz­lere verildiği zaman, diye cevaplandır­dı.
Herhangi bir mevki için, bir gö­rev için dürüst ve yetenekli kimse ara­nıp bulunmasının önemi bundan da­ha iyi anlatılabilir mi?
Müslümanlıkta her türlü hak ne kadar basit ve önemsiz olursa olsun kutsaldır, saygı duyulmalıdır ve gereği yerine getirilmelidir. Haksızlığın da her türlü, ne kadar küçük ve önemsenmez ölçüde olursa olsun haramdır. Rüşvet ise en küçüğünden en büyüğü­ne tam bir zulümdür. Dinde en ağır hükümlerin konusudur. Peygamberi­miz,
"Allah, rüşveti alana da, verene de, alanla veren arasında aracılık ede­ne de lanet etmiştir."
buyurarak hiç­bir açık kapı bırakmamıştır.
Hatta bu konudaki titizliğini da­ha da ileriye götürdüğüne tanık ol­maktayız. Bilindiği gibi rüşvet, güç ve yetki sahiplerine verilen hediyeler şek­linde başlamıştır. Hz. Peygamber ise daha işin başında bu yolu kapatmış­tır.
İbn-i Uteybe adında bir zâtı bir kabilenin zekâtını toplamaya memur tayin etmişti. Bu zât geri döndüğün­de topladığı aynî ve nakdi zekâtları mescitte sahabenin huzurunda Pey­gambere takdim etti.
Ya Resülallah, şunlar zekât olarak size, şunlar da hediye olarak bana verildi, şunlar size, şunlar bana verildi, diye zekât olarak verilenleri Peygamber'in önüne, hediyeleri de kendi yanına koydu.
Peygamberimiz bunun üzerine öf­keli bir şekilde mimbere çıktı ve;
— Bu zât eğer anasının evinde otursaydı, bana hediye olarak verildi diye bir kenara ayırdığı şeylerden hiç­biri kendine verilir miydi? Bana ve­rildi dediği şeyler ancak bizim verdi­ğimiz memuriyet dolayısıyla verilmiş­tir. Bu nedenle hediye olarak da ve­rilse o devlet hazinesinindir, dedi.
Görülüyor ki resmi bir görev do­layısıyla hediye adı altında alman ve­ya verilen şeyler de açıkça rüşvet sa­yılmıştır.
Bu dikkat ve titizliğe rağmen İs­lam toplumlarında kısa süreli bazı dö­nemler hariç rüşvet alınmış ve veril­miştir. Bu illetten bütünüyle yakayı kurtarabilen ülke ve toplum yoktur. Tarihin en uzun ömürlü imparatorlu­ğu olan Osmanlı İmparatorluğu ise belirli bir döneminden sonra en bü­yük rüşvet olaylarına sahne olmuştur. Ünlü dîvan şairi Fuzûlî'nin memur sı­nıfının şahaser bir yergisi olan "şikâyetname" adındaki eserinin
"Selam verdim rüşvet değildir diye almadılar"
cümlesi bir atasözü gibi rüşvet lafı edildiğinde herkesçe söy­lenir olmuştur.
Osmanlı devletinde rüşvet ilk de­fa Kanuni'nin veziri ve aynı zaman­da damadı olan Rüstem Paşa tarafın­dan devlet hayatına sokulmuştur. Barbaros Hayrettin Paşa bile, sahip olduğu serveti oğluna bırakabilmek için Rüstem Paşa'ya 200 kile ile 30 bin altın vermek zorunda kalmıştır.
Kâtip Çelebi'nin Mizanü'l-Hakk adlı kitabında rüşvet almak ve vermek konusunda şu ayırımlara rastlıyoruz:
1-
İki tarafa da (alana ve verene) haram olan rüşvet: Para ile memuri­yet almak gibi.
2- Hüküm vermek için hâkimin rüşvet alması da iki tarafa haram­dır. Rüşvet alan hâkim yasaya uygun hüküm verse bile batıldır, hükmü ge­çersizdir.
3- Almak haram, vermek caiz olan rüşvet: Bir kimse malına veya ca­nına yönelen tehlikeyi önlemek için rüşvet verse bu alana haram, verene caizdir.
Günümüzde ise iki türlü rüşvet vardır:
  • Adi rüşvet
  • Ağır rüşvet
Adi rüşvet, memurun zaten yap­ması gereken bir işi, bir menfaat kar­şılığı yapmasıdır. Cezası memuriyet­ten uzaklaştırmadır.
Ağır rüşvet, memurun kanunen yapmaması gereken bir işi rüşvet kar­şılığı yapmasıdır. Cezası memuriyet­ten uzaklaştırmanm yanında para ve hapis cezasıdır.
Dediğimiz gibi, rüşvet her devir­de alınıp verilmiştir. İnsanlar her za­man kötülüğün, kanunsuzluğun yol­larını çok çabuk keşfetmişlerdir. Gü­nümüz açısından üzüntü veren nok­ta şurasıdır ki rüşvet artık kanıksan­mıştır. Dinin ve her namuslu kişinin gözünde açık bir haksızlık olan rüş­vet, çoğunlukça artık gündelik, ale­lade işlerden sayılmaya başlanmıştır. Bu durum belki rüşvetin kendisinden bile tehlikelidir.
Tanrı varsa eğer, ruhumu kutsasın... Ruhum varsa eğer!