Arama

Arkeoloji - Tek Mesaj #1

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
27 Eylül 2006       Mesaj #1
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Arkeoloji Nedir?

Arkeoloji bir dalım dalı olarak tarih sahnesine ilk kez 15-16.yy. Avrupası’nda ortaya çıkmıştır. Arkeolojinin tarihçesine baktığımızda başlangıçta tarih ve felsefeyi açıklamada kullanıldığını görürüz. Arkeoloji bir bilim olarak kendine has metodlar uygular. Türkiye'de ilk sistemli Türk kazısına 1881'de Osman Hamdi Bey'in kişisel çabalarıyla başlanır.

Tanım
Eski Kültür ve Uygarlıkları onlardan kalan maddi kalıntıları açısından inceleyen; yer ve zamanını saptamakla uğraşan bir bilimdir, arkeoloji. Maddi Kalıntılar terimiyle insan elinden çıkan, insan düşüncesinin ürünü olan eserler, alet ve malzeme ile ev eşyaları, sanat yapıtları kastedilir. Bu yönüyle arkeolojiyi, geçmiş zaman insanlarının "el emeği göz nuru " olarak tanımlayabiliriz. Eski Yunanca'nın "Arkhaios" (eski) ve "Logos" (bilim) kelimelerinden türetilmiş olan arkeoloji kelime olarak (Osmanlıca "Atikiyat") "Eskinin Bilimi anlamına gelirse de diğer bütün bilim dallarının kaynağı " anası " durumundadır.

Amacı
Amacı ışık tutarak geçmişi canlandırmak, ilk çağ insanını düşünceleriyle ve bunların sonucu gerçekleştirdiği yapıtlarla günümüz insanına derinlemesine tanıtabilmek, onu anlamasına yardımcı olabilmektir. Bu amaçla, eski kültür kalıntılarını bulup ortaya çıkarır, tanımlayıp, aslında uygun bir biçimde tekrar kurarak geçmiş kültürleri yorumlayarak aydınlatmaya çalışır.

Faydası
Günümüz insanına geçmişini ve köklerini öğreterek geleceğini aydınlatmasında yol göstermesidir.
İnsan yaradılışı gereği merak duyduklarını, kendisinde iyi ya da kötü bir anısı olan şeyleri toplama, koruma ve saklama eğilimine sahiptir. Toplanılan bu tür malzemeler bazen bir koleksiyona dönüşebildiği gibi; bazen de basit bir biriktirmeden öteye geçmemiştir. İster zevk için olsun, isterse bilinçli olarak yapılsın, bu derleyip toplama eğilimi büyük arkeolojik koleksiyonların, ardından da müzelerin doğmasından en belirgin etkendir.
Bilinen ilk kapsamlı koleksiyonların, Roma İmparatorları ile Roma'nın önde gelen zenginleri tarafından oluşturulduğu kabul edilmektedir. Roma İmparatorları ülkenin dört bir yanından getirttikleri antik eşyaları, özellikle de çeşitli boyutlardaki heykellerle saray, şato ve villalarını süsleme yoluna gitmişlerdir; sonuçta, bugünkü değerli arkeolojik koleksiyonların oluşmasında öncülük etmişlerdir. Arkeoloji'nin tarihçesine baktığımızda İnsanlığın geçmişini aydınlatma yolunda çok eskiden beri bir takım araştırmalar yapıldığını görürüz. Başlangıçta tarih ve felsefeyi açıklamada kullanılan arkeoloji, daha sonra bu bağımlılıktan kurtulmuş ve bir bilim dalı kimliği kazanmıştır.

Arkeoloji’nin Tarihçesi
İnsanlığın geçmişini aydınlatma yolunda çok eskiden beri bir takım araştırmalar yapılmıştır. Başlangıçta tarih ve felsefeyi açıklamada kullanılan arkeoloji, daha sonra bu bağımlılıktan kurtulmuş ve bir bilim dalı kimliği kazanmıştır.
15.-16. yy. Avrupa'sında arkeolojinin bir bilim disiplini içerisinde ortaya çıktığına tanık oluyoruz. Bunun da nedeni Rönesans hümanistlerinin Antik Çağ sanat yapıtlarına yönelmeleriydi. Yunan ve Roma sanatına duyulan ilginin giderek artması ve 18.yy.'da İtalya' da Pompei ve Herculaneum kentlerinin kazılması, arkeolojinin gelişmesinde önemli rol oynar.
Arkeoloji'nin bilim haline gelmesinde ve Arkeoloji'ye bir metod oluşturmasında en büyük katkıyı Alman J.J.Winckelmann (1717-1769) sağlamıştır. Winckelmann, o güne dek yapılan kazılar üzerine yazdığı yazılarla ve hazırladığı taş koleksiyonu kataloguyla Arkeoloji alanında çalışan ilk bilim adamı olur. Bu nedenle kendisi, " Arkeoloji"nin babası sayılır. O güne dek yalnız Filolojiye dayanarak yapılan geçmiş kültürlere ait açıklamaların yeterli olmadığını gören Winckelmann mitolojiden yararlanmaya; bunun ötesinde, eski insanları yaşayışlarını, yapıtlarını ve kültürlerini öğrenmek için, onların yer altında kalmış sanat ürünlerini kazı yaparak aydınlığa çıkarmanın gerekliliğine inanmıştır.
Batı'da Winckelmann ile başlayan bu hareket, Doğu'da bir imparatorun öncülüğü ile gerçekleşir. Fransız İmparatoru Napelyon, 1789'deki Mısır seferi sırasında kalabalık bir bilim adamları ekibini de beraberinde götürür. Bunlardan ülkede gördükleri antik kalıntıları resim ve çizimlerle belgelemeleri ve kopya çıkarmaları istenir. Böylece Mısır Arkeolojisinin ilk temelleri atılır ve bu belgeler "Description de L'Egypte " (1808-1825) adlı yapıtta yayınlanır. Napolyon'un bu seferinde elde edilen bilgilere dayanarak ayrıca " Rozetta taşı (üç dilli yazıt)" nın yardımıyla 1822'de Jean-François Champollioni, Eski Mısır yazısını çözer. Bundan sonra da Mısırlılar'dan kalma birçok yazılı belgenin okunması sağlanır. Ardından Mısır'da çıkarılan eserlerin korunmasına yönelik Fransız Auguste Mariette'nin Kahire'de kurduğu Mısır Arkeoloji Müzesiyle arkeolojide sistemli ve denetimli bir döneme geçilir.
Alman Mecklenburg'lu Heinrich Schliemann'da arkeoloji tutkusuna kapılanlardan biri olmuş, küçüklüğünde babasının kendisine okuduğu Homeros destanlarının doğruluğuna ve gerçek olduklarına inanmıştır. Destanlarda adı geçen kenti bulabilmek, ayrıca Truva 1970'lerde gerçekleştirdiği Truva Kazıları ve burada bulduğu Priamos'un hazinesini kaçırışı, Avrupa'da geniş yankılar uyandırmıştır. Ancak Schliemann'in hareketinin asil önemli yani, -daha sonra kazılan Mykenai ve Tyrns sehirlerinden çıkan sonuçlarla birlikte- efsanelerde ve antik destanlarda anlatılan olayların birer hayal ürünü olmadıkları, bunların gerçek ve yaşanmış olaylar olduğunu belgelemiş olmasıdır. H.Schliemann'in Truva ve Mykenai'de Yunan Uygarlığının kökenlerini araştırmaya yönelik kazılarına aynı dönemde M.A. Biliotti'nin Rodos; Ernst Curtius'un 1875'de basladığı Olympia; Alexander Conze'nin Semendirek Adası kazıları eklenir. Conze'nin kazı raporunda ilk kez fotoğraf kullanması arkeolojik dünyada yeni bir çığır açar. 1880'de Mısır'da çalışmalara girişen İngiliz arkeolog Flinders Petrie uzun yaşamı boyunca Mısır ve Filistin'de araştırmalar yapar ve yeni buluşlarıyla arkeolojiye önemli katkılarda bulunur. Petrie ilk kez sistemli bir kazı yöntemi gerçekleştirir ve bunun ilkelerini "Methods and Aims in Archaeolgy (1904)" adli yapıtında anlatır. 1846'da Henry Creswicke Rawlinson, Mezopotamya çivi yazızısını çözmeyi başarır. Anadolu'nun her türlü kalıntılarıyla araştırılıp adım adım gezilerek tanıtıldığı dönem 18.yy. sonu 19 yy. başlarına rastlar. Anadolu'ya bu ilginin gösterilmesinde Ch. Texier, İngiliz Fellows, W. Hamilton ve G. Perrot gibi gezginlerin yayınları etkili olmuştur. 20.yy.'da Anadolu'da Hitit, Frig ve Lykia, Kilikia ile Urartu kültür ürünlerinin tanıtılmaya başlandığı bir dönemi kapsar. Anadolu'da ilk kazı ise 1871'de H. Schliemann tarafindan Truva (Hisarlik)’da gerçekleştirilir. Truva Kazılarına daha sonra W. Döpheld devam eder; bu kazılar 1. Dünya Savaşına dek sürdürülür. Bu yeni dönemde Almanlar Pergamon, Priene, Milet ve Didyma'da; Avustralyalilar Efes'te; Amerikalilar ise Lydia'nin başkenti Sard'da kazılar yaparlar. Istanbul Arkeoloji Müzeleri adına Makridi Bey ve H. Winckler'in gerçekleştirdiği Boğazköy (Hattusas) kazıları Hitit devlet arşivini ortaya çıkarır. Sir L. Wooley'in Kargamış'ta (Cerablus), J. Garstag'in Sakçagözü'nde, Von Luschan'in Zincirli (sam'al)’da, N. Özgüç'ün Kültepe'de; R. O. Arık'ın Alacahöyük'de, L. Delaporte'nin Malatya-Aslantepe'de, U. B. Alkim'in Karatepe' de, H. Z. Kosay'in Erzurum-Karaz ve Güzelova'da yaptıkları kazılarla Anadolu Arkeolojisi kurulmus olur. 1. Dünya Savaşı'ndan sonraki kazılar, Anadolu'nun Doğu ile Batı arasında özel ve önemli bir yeri olduğunu göstermeye yaramıştır.