Arama

Mehmet Akif Ersoy - Tek Mesaj #1

cckirdax - avatarı
cckirdax
Ziyaretçi
22 Ocak 2006       Mesaj #1
cckirdax - avatarı
Ziyaretçi

ERSOY (Mehmet Akif)

Ad:  MehmetAkifErsoy2.JPG
Gösterim: 6757
Boyut:  64.1 KB

türk şair
(İstanbul 1873 -ay.y. 1936).

Babası, Fatih camii ders i âmlarından ipekli Tahir Efendi'dir. Ortaöğrenimini Fatih Merkez rüşdiyesi'nde ve Mekteb-i mülkiye idadisinde gördü, bir yandan da Fatih camisi'ndeki derslere giderek arapça ve farsça okudu, idadi öğrenimini bitirdiği yıl, yeni açılmış bulunan Halkalı ziraat ve baytar mektebine girdi, dört yıl süren bir öğrenimden sonra okulun baytarlık bölümünü birincilikle bitirdi (1893) Ziraat nezareti umur-ı baytariye şubesine memurlukla girdi, dört yıl kadar Rumeli, Anadolu, Arnavutluk ve Arabistan'da görevle dolaştı; bir süre sonra, ek görev olarak, Halkalı ziraat ve baytar mektebinde kitabet hocalığı (1906) yaptı.

1908'den sonra, arkadaşı Eşref Edip ile birlikte "Sırat-ı müstakim" (1908) ve daha sonra "Sebil ür-reşad" (1912) dergilerini çıkardı; bu yıllarda, resmi görevi olan Umur-ı baytariye müdür muavinliğinde çalışırken Darülfünun edebıyat-ı umumiye müderrisliğine atandı (1908). Balkan savaşindan sonra Umur-i baytariye şubesindeki görevinden (1913), daha sonra Darülfünun'dan (1914) istifa ederek ayrıldı. Meşrutiyet'in ilk döneminde, Ziya Gökalp'ın öncülüğüyle başlayan "Türkçülük" akımına karşı, mısırlı bilgin Muhammed Abduh'un (1849-1905) etkisiyle, "İslam birliği" görüşünü benimsedi; "Sırat-ı müstakim” ve “Sebil ür-reşad"da yayımladığı makaleler, şiirler, çeviriler ve Fatih, Şehzadebaşı, Süleymaniye, Beyazıt camilerinde verdiği vaazlarla (1912) bu ülküyü yaymaya çalıştı.

Birinci Dünya savaşı içinde, itilaf devletleri' ne karşı Ortadoğu'da bir İslam birliği kurma siyaseti güden Almanya'nın çağrısı üzerine, Harbiye nezareti' ne bağlı "Teşkilat-ı mahsusa” tarafından Berlin'e gönderildi (1914 sonları), oradan dönüşünde yine aynı örgüt tarafından birkaç ay kadar da Arabistan'a yollandı, savaş yılları içinde "Bâb ül-meşihat"e bağlı olarak kurulan "Dâr ül-hikmet il-islamiye" başkâtipliğine atandı (1918). Kurtuluş savaşı sırasında Kuvayı milliye'den yana davranış ve yazılarından dolayı, Dâr ül-hikmet il-islamiye'deki görevinden çıkarıldı (1920); bir süre sonra Anadolu'ya geçerek Birinci Büyük millet meclisi'nde Burdur milletvekili olarak görev yaptı (1920-1923); Konya ayaklanmasını önlemek, halka öğüt vermek için Konya'ya gönderildi; oradan Kastamonu'ya geçti, Nasrullah camisi'nde Sevr antlaşmasının iç yüzünü, Kurtuluş savaşı'nın niteliğim anlatan coşkulu bir vaaz verdi; bu vaaz basılarak (1921) bütün vilayetlere ve cephelere dağıtıldı; yine bu yıllarda "istiklal" marşı'nı yazdı (1921); zafer kazanıldıktan sonra İstanbul'a döndü; çağdaş ve uygar yeni Türkiye'nin kurulması için zorunlu görülen hilafet'in kaldırılması; öğretim ve hukuk birliğinin kurulması (medreselerin, şeriye mahkemelerinin kaldırılması); türbe, tekke ve zavilerin kapatılması; şapka kanunu, laiklik vb. gibi siyasal ve toplumsal hareket ve devrımleri kendi inanç ve ülküsüne aykırı gördüğü için Türkiye'den ayrıldı, mısırlı prens Abbas Halim Paşa'nın çağrılısı olarak Mısır'a gitti, Hilvan'da yerleşti, Kahire'deki "Cami ül-Mısriye" adlı mısır üniversitesende türkdili ve edebiyatı müderrisliğinde bulundu (1925-1936), siroz hastalığına tutuldu; tedavi için döndüğü İstanbul'da öldü.

Türk edebiyatında "toplum için sanat" akımının başlıca temsilcilerinden biridir.
ilkin Tevfik Fikret ve Ali Ekrem Bolayır yolunda, konusu günlük olaylardan alınmış olan birtakım manzum hikâyeler (Hasta, Seyti Baba, Hasır, Meyhane, Mahalle kahvesi, istibdat, Köse imam, Kocakarı ile Ömer vb.) ile dikkati çekti. Yapıtlarını gözlem sonucu yazdığını bir şiirinde açıkça belirtir: "Hayır, hayal ile yoktur benim alışverişim; / inan ki, her ne demişsem görüp de söylemişim; / Şudur cihanda benim en beğendiğim meslek: / Sözüm odun gibi olsun, hakikat olsun teki" Böylece, şiirde gerçekçilik akımının da önde gelen temsilcisi oldu. 1911’den sonra, çoğu konuşma tarzında yazılmış olan öteki yapıtlarında, toplumsal sorunların yanı sıra, siyasal sorunlara da ağırlık verdiği görülür. Bu konudaki görüşleri, batının istilacı siyasetine karşı koyabilmek için İslam dünyasının uyanması ve bir "İslam birliği" kurması düşüncesine dayanır.

Son birkaç yüzyıl içinde cahillik, gerilik, tembellik ve yoksulluk yüzünden harap bir hale gelen İslam ülkelerinin tekrar canlanması için, Batı'nın bilimini ve sanatını almak zorunluğu bulunduğunu; ulusların yükselmesi için marifet ve faziletin birleşmesi gerektiğini; fazileti besleyen suyun ise din olduğunu; Kuran ile hadisi açık anlamlarına göre değil, akla ve zamanın gereklerine göre yorumlayarak bilim ve dini uzlaştırma olanağı bulunduğunu (Süleymaniye kürsüsünde, Fatih kürsüsünde, Berlin hatıraları. Âsim) söylemiş; "İslam birliği” konusunda da. Meşrutiyet döneminde gelişmeye başlayan "türkçülük" (ulusçuluk) akımına karşı koyarak, Yaradan'ın bütün müslümanları "bir aile efradı" olarak yarattığını; Çerkeş, Kürt, Acem, Çinli vb.'nin birbirine üstünlüğü olmadığını, kavmiyetçilik yapmanın, "küfür" (dinsizlik, imansızlık) sayılacağını, kavmiyet fikrini Peygamber'in“telin" ettiğini, bizim dine sekiz dokuz milletin sığmayacağını, bize fırka ve kavmiyet lazım olmadığını, kavmiyet denen zelzelenin (depremin) müslümanlığı temelinden yıkacağını; eğer bu bir siyasetse, bu siyasetin yürümeyeceğini (Süleymaniye kürsüsünde, Hakkın sesleri) öne sürer.

Birinci Dünya savaşı içinde geniş propagandası yapılan "İslam birliği" hayalinin yürümediğini gördükten sonradır ki. Kurtuluş savaşı yıllarında yazdığı istiklal marşı vb gibi manzumelerinde, ulusçuluk (kendi deyimiyle "kavmiyet") düşüncesini benimsemiş görünmektedir (O, benim milletimin yıldızıdır, parlayacak; / O, benimdir; o, benim milletimindir ancak .. / Hakkıdır, Hakka tapan milletimin istiklali).

Balkan savaşı, Birinci Dünya savaşı ve Kurtuluş savaşı yıllarında yazdığı vatanı şiirlerini hep dinsel-ulusal bir heyecanla kaleme almıştır.
"Edebıyat-ı cedide'nin tutumuna karşı, "Gerek konuda, gerek üslupta, elden geldiğince halka söyleyecek yapıtlar meydana getireceğiz; havâs (seçkin kişiler) için yazmaya yeltenecek derecede sersem değiliz" (Sebil ür-reşad sayı 1) diyen Akif, bu konuda "...Bir fenne girmemek koşuluyla, havâs için kitap yazmak kadar dünyada saçma bir şey yoktur" (Bahar-ı diniş önsözü) diyen Namık Kemal’in izleyicisi sayılabilir.

Halka seslenmenin doğal bir sonucu olarak, 1911 yılında Ömer Seyfettin ve Ziya Gökalp tarafından başlatılan ve "Yeni lisan” diye anılan "konuşma dilini yazı dili haline getirme" akımını benimsemiş; "Türkçülük" konusunda karşıtı olduğu Ziya Gökalp'ın adını anmamakla birlikte, onun önerdiği "sade dil”in yayılmasına büyük katkısı olmuş; yine onun görüşüne koşut olarak, "tasfiye"cilerin düşüncelerine karşı çıkmış, "Sade yazmak bizim için asildir; yalnız, sadelikte 'cennet'i beğenmeyip 'uçmak' 'cehennem’i bırakıp 'tamu' diyecek kadar ileri gidecek değiliz" demiştir, ilk kitabında görülen bazı yabancı sözcüklerle yabancı dil kurallarını, bu görüşü benimsedikten sonra yazdığı şiirlerinde gittikçe azaltmış; hâttâ kimi yabancı sözcük ve tamlamaları sonraki baskılarda türkçeleştirmiştir (sözgelimi, "Ebr-i nisanı açık türbene çatsam da tavan1' dizesini, sonradan, "Mor bulutlarla, açık türbene..." [Âsım\ biçiminde değiştirmiştir).

Akif, Tevfik Fikret ile başlayan şiiri düzyazıya yaklaştırma ve sözcüklerin söyleniş biçimlerini bozmadan yazma hareketini daha da geliştirmiştir. Ayrıca, halkın söyleyiş özelliklerini ilk kez şiire uygulamıştır (sözgelimi, Mehmet ağanın yerine Mehmet ağnın; kulağıma yerine kulağma; çocuğu yerine çocuğ; bir parti yerine bi parti; buyurun yerine buyrun vb. diye yazmıştır). Şivenin bütün inceliklerini koruyarak, türkçeyi aruz veznine uydurmakta üstün bir başarı sağlamış; bu yolda manzum dilekçe yazacak kadar beceri göstermeye kalkışmıştır.

Mehmet Akif, şiirlerim Safahât genel başlığı altında 7 ciltte toplamıştır: Safahât, birinci kitap (1911); Safahât, ikinci kitap, Süleymaniye kürsüsünde (1912); Safahât. üçüncü kitap, Hakkın sesleri (1913); Safahât, dördüncü kitap, Fatih kürsüsünde (1914); Safahât, beşinci kitap, Hatıralar (1917); Safahât, altıncı kitap, Âsim (1924); Safahât. yedinci kitap, Gölgeler (1933).
Ölümünden sonra, bütün bu yapıtlarla, kitaplarına girmeyen öbür şiirleri bir araya toplanarak, damadı Ömer Rıza Doğrul tarafından latin harfleriyle de bastırılmıştır: Safahât (2 cilt, 1943; tek cilt 1956).

Akif, bunlardan başka, Ferit Vecdi, Şeyh Muhammed Abduh, Şeyh Abdülaziz Çaviş'ten çevirdiği birtakım dinsel broşürler de yayımlamıştır (1905-1924).

Kaynak: Büyük Larousse
Son düzenleyen Safi; 10 Mart 2017 23:50