Arama


Mira - avatarı
Mira
VIP VIP Üye
8 Ocak 2012       Mesaj #10
Mira - avatarı
VIP VIP Üye

Bilim Adamı Olarak Nasreddin Hoca

Ad:  Nasreddin_Hoca5.JPG
Gösterim: 4384
Boyut:  29.3 KB

Hoca, kaynakların ve fıkraların ışığında ele alındığında öncelikle bilgili bir kişidir. Küçük yaşlarından itibaren önce babasının yanında daha sonra Sivrihisar ve Konya medreselerinde ciddi bir tahsil görmüştür. Müderris yani medrese Hocasıdır. Devrinin önemli bilgin ve ârifleriyle münasebeti söz konusudur. Yaşadığı ve eğitim gördüğü devir de ilimbakımından dikkat çekici özelliklere sahiptir. Hoca, böyle bir çağın ve dönemin insanıdır.

Hoca, bilgindir ama bilgiçlik taslamaz. Hayatı sadece kitabi bilgilerle yorumlamaz. Meseleler karşısında sırf kitabı bilgilerin kurallarıyla hareket etmez. Aklını da kullanarak çözümler bulur. Öte yandan devrinin bilim anlayışına ilişkin eleştirel bir bakışı vardır. Medreselerdeki yabancı dil öğretiminin ezberciliğe önem vermesini kabullenmemektedir. Nitekim buraya alacağımız şu fıkraları onun bu tutumunu göstermesi bakımından dikkat çekicidir. Bu fıkralardan ilki “ezberci” eğitime bir eleştiri niteliğindedir. Bu fıkrada anlatılanlara göre Hocanın annesi bir gün çamaşır yıkayacak olur. Hoca’dan kül getirmesini ister. Hoca külhana varır ama kül bulamaz. Eve dönerken yolda o zamanlar “ekser” denilen paslanmış çiviler görür. Bunları annesine getirir. Annesi çivileri görünce şaşırır. Ekser değil kül istediğini söyler. Hoca hemen cevabı yapıştırır:” Sen de benim gibi medreseye gidip Arapça okusaydın “ekser için kül hükmü vardır” kuralını bilir, böyle konuşmazdın” der.

Yine gereksiz bilgilerin medreselerde öğretimine yahut öğretim yöntemine eleştirianlamında şu fıkrası da ilginçtir: “Hoca, talebelerine Kuduri adlı din kitabını okutuyormuş. Bir gün komşusu bir türlü uyuyamayan çocuğu için muska yazmasını isteyince bir Kuduri bulup yastığın altına koy, der. Komşunun “Kuduri muska mıdır?” sorusuna da “Muska olup olmadığını bilmem ama şunu bilirim ki bu kitabı ne zaman okutmaya kalksam bizim talebeler horul horul uyuyorlar.” der.

Bir başka fıkrasındaki tutumu ise özellikle günlük hayatta çokça kullanılan dini terimlerin halka ezberci bir anlayışla verilmesine yönelik bir eleştiridir. Bu fıkra da şöyledir: “Hocaya bir gün bir kimse ölünce ya da ölüm haberi duyulunca okunan “inna lillahi ve inna ileyhi raciun”(Allah’tan geldik ve yine ona döneceğiz) âyetinin ne anlama geldiğini sorarlar. Hoca bir süre düşündükten sonra şöyle der:” Anlamını çıkaramadım ama bildiğim kadarıyla bu ayet düğünlerde derneklerde pek okunmaz.”

Yine silah taşımanın yasak olduğu bir devirde Hoca, bir kılıçla yakalanır. Subaşı, silah taşımanın yasak olduğunu buna rağmen neden taşıdığın sorar. Hoca da der ki: “Bu kılıçla öğrencilerin yanlışlarını kazıyorum.” Subaşı bunun imkânsızlığını söyleyince Hoca” Öyle koca yanlışlar var ki kazıyıp düzeltmek için bu bile ufak geliyor.” Cevabını verir. Bu fıkra, görünüşte durumu kurtarmak adına söylenmiş gibi görünmekle beraber bilim hayatındaki yanlışlıklara ve tutarsızlıklara da bir eleştiri mahiyetinde anlaşılmalıdır.

Nasreddin Hoca’nın önemsediği bir husus da bilginin gerçeklere dayanması ve bilim adına ortaya konan bilgilerin bir işe yaramasıdır. Bir fıkrasında anlatılan şu olay onun bu tutumunu gösterir. Bir gün Akşehir’e üç bilgin gelir. Bunlar gereksiz bilgilerle kafalarını doldurmuş ve bunun verdiği gururla ortada dolaşan tiplerdir. Hoca’ya dünyanın merkezsinin neresi olduğunu sorarlar. Hoca da “Eşeğimin sağ arka ayağının bastığı yerdir” der. Onlar Hocadan ispat isteyince de Hoca “İnanmazsanız ölçün de görün.” der. İkinci soruları gökteki yıldızların sayısının kaç olduğudur. Hoca “Eşeğimin kılları kadar” cevabını verir. Yine ispat istediklerin ise cevap aynıdır. “İnanmazsanız sayın.” Üçüncü soru ise “Sakalında kaç kıl olduğu” şeklindedir. Hoca “Eşeğimin kuyruğundaki kıllar kadar.” der. Yine ispat istenince de Hoca, taşı gediğine koyar ve muhatabını kesin bir dille susturur. “İnanmazsan” der “Bir kıl senin sakalından bir kıl eşeğinin kuyruğundan koparalım. Bakalım denk çıkacak mı görürüz.”

Başka bir fıkrası da şöyledir: Akşehir’e gereksiz sorularla insanların kafasını karıştıran bir softa gelir. “Şehrinizin en büyük bilginiyle görüşmek istiyorum” der. Adamı Hoca’nın yanına gotürürler. Softa, Hoca’ya “Efendi, size kırk soru soracağım ama bunların hepsine birden, tek cevap vereceksiniz.” Şeklinde bir şart ileri sürer. Hoca, hiç oralı olmaz. Adam kırk soruyu peş peşe sorar. Sorular bitince Hoca’nın verdiği cevap muhteşemdir: “Bilmem!...”

Burada ilk bakışta hemen görebildiğimiz gerçek; bilim adına gereksiz, hiçbir işe yaramayan bilgi(!)lerle meşguliyetin manasızlığı vurgusudur. Çünkü bu tür soruların cevapları yoktur. Olsa da bir yararından söz edilemez. Ne yazık ki din adına bilim adına bu tür boş şeyler her devrin meselesi olmuştur. Günümüzde bile Hz. Nuh’un gemisinin kaç direği olduğundan, meleklerin erkek ki dişi mi olduklarına kadar uzanan soruların manasızlığı asırlar öncesinden Hocanın bilgin ve bilge kişiliğiyle cevaplarını böylece bulmuş olur.

Bilimin en önemli yöntemlerinden biri de şüpheciliktir. Hoca da bunu da görürüz: Hoca bir gün eşeğine binmiş giderken adamın biri “Hoca efendi!” der. “Eşeğinin kaç ayağı var.” Hoca, eşekten iner. Hayvanın ayaklarını sayar ve dört tane olduğunu söyler. Adamın bu durum tuhafına gider ve “Hoca! der. “Sen eşeğin kaç ayaklı olduğunu bilmiyor musun da tekrar saydın?” Hoca “Biliyordum da” der “Fakat akşamdan beri kontrol etmemiştim. Belki bir değişiklik olmuştur diye tekrar saydım.”

Hoca, bilim ve din dili konusunda mevcut anlayışı kabullenir gözükmemektedir. Milli dilimiz olan Türkçe’den yana bir tavır gösterir. Kimi fıkralarındaki Arapça ve Farsça konusundaki yetersizliğini ima eden özellikler, yetersizlikten çok Hoca’nın Türkçe’ye verdiği önemin bir göstergesi olsa gerektir. Zira, o devirde devlet dili Farsça idi. İlim dili olarak da Arapça kullanılıyordu. Türkçe’yi ise Halk ve göçebe Türkler konuşuyordu. Hoca, tıpkı Yunus Emre, Âşık Paşa gibi, tercihini Türkçe’den yana kullanmış bir kişidir.

Hoca’nın Türkçeciliğine bir örnek olarak şu fıkrasına bakabiliriz: “Adamın biri Farsça yazılmış bir mektubu Hoca’ya okuması için getirir. Hoca, mektubu evirir çevirir fakat okuyamaz. Adam buna sinirlenerek : “Bir de Hoca olacaksın. Bari başındaki şu kavuktan utan” deyince Hoca, kavuğunu başından çıkarıp adamın başına koyar ve “ Marifet kavuktaysa al sen oku!..” der.

Bu fıkrada bir yandan mektup gibi çok özel yazışmanın Farsça olmasına eleştiri getirilirken, bir yandan da şeklin özü her zaman temsil etmeyeceği şeklinde bir anlayışı da ortaya koymuş olur. Zira, bilgininin bilginlerin çok önemsendiği bir devirde bu mesleğin prestijinden yararlanmak isteyenler de muhtemelen olur. Hoca, gerçek bilginin, sahtesinin ayrılması şeklinde de bir mesaj vermek ister.
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 2 üye beğendi.
Son düzenleyen Baturalp; 30 Kasım 2016 14:09 Sebep: başlık ve sayfa düzeni