Arama

Queen - Tek Mesaj #3

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
3 Ekim 2006       Mesaj #3
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
80'ler
1979 ‘da yayınlanan Crazy Little Thing Called Love sıngle’ı Queen için rock n roll müziğe nostaljik bir dönüşten fazlasını ifade ediyordu.Bir sonraki yıl çıkacak olan The Game albümünde de 1950’lerin rock n roll klasiklerini hatırlatan bir çok parçanın yer alması, disko müzik ile egemenliğini kazanan kolay tüketilebilir pop şarkıların öne çıktığı bir dönemde son bir karşı duruşu sembolize etmekteydi.Albümde yer alan ve grubun Amerika listelerinde bir numara olma ve o güne kadar toplamda en çok satılan sıngle olma özelliğini taşıyan Deacon imzalı Another One Bites The Dust kırkbeşliği bu anlamda Queen için bir dönüm noktası.
Brian May’ın sanki grubun içine düşeceği sıkıntıyı görürcesine bu funk disco karışımı parçayı çalmayı başta kabul etmediği bilinmekte.Grup bu parça ile ağırlığı olan özenle işlenmiş Queen parçalarından başka bir türe kayarsa da başarılı olacağı yönünde bir eğilime kayıyor.Bir sonraki albüm Hot Space’in grup üyelerince de açıkça kabul edilen başarısızlığı ise büyük bir yanılgı içine düştüklerini göstermekte.Bir sonraki albümleri The Works’tan çıkan ilk single olan Radio Ga Ga ise disko müzikten sonra bu kez syntshezier ağırlığının grubun müziğini içine girdiğini ortaya koyuyor.Another One Bites The Dust sonrası bu single’nın tam 19 farklı ülkede bir numara olması da şaşırtıcı mı?
Birçok başarıyı yakalamış her albümü belli satış rakamlarına ulaşmayı garantileyen Queen’in 80’lerin başında yaşadığı müzikal kimlik çatışması 80’lerin müzik piyasası ve günümüz pop-rock müzik yapısı incelendiğinde oldukça masumane gözükmekte.Grup sözü geçen bu dönemde iki yılda bir değil de belki birçok grup gibi daha büyük aralıklarla albümlerini yayınlasa belki hiçbir şekilde eleştiriye muhatap olmayacaktı.Under Pressure, It’s A Hard Life, Life Is Real, Man On The Prowl, Hammer To Fall, Is This The World We Created,Tear It Up,Las Palabras De Amor.Hot Space ve The Works albümlerinde yer alan, seksenlerin pop ağırlığından uzak klasikleşmiş Queen parçaları o dönemde aynı albümde yer alsalardı sanırız bu on yıllık dönemin an iyi albümlerinden biri seçilirdi.Yine aynı şekilde 1970’lerde belirginleşen grubun mükemmel canlı konser olgusu seksenlerle beraber dört dörtlük bir sahne şovunu da müjdeleyecekti.Grubun ilk dönem albümlerinde yer alan klasiklerini dinlemeye gelen insanlar değildi konserlerde stadyumları hınca hınç dolduranlar sadece.Grubun klasik olmuş parçalarının yanı sıra stüdyo çıkışlı ve pop ağırlı eleştirisine maruz kalan parçalarını da ( I Want To Break Free, A Kind Of Magic gibi ) konserlerinde başarılı ile yorumlamaları zirvede kalmayı niçin hak ettiklerini çok iyi açıklamakta.Birçok grup ve müzisyen pop müziğin ağırlığında hem kendilerini tekrar edip hem de oldukça uzun aralıklarla albüm yayınlarken ( ki bu albümlerde birçok eski şarkı yeniden yorumlanmıştır) Queen yepyeni şarkılarla bu dönemin müzik yapısı ile zor da olsa uyum göstermeyi başarabilmiş ve konser performanslarıyla Paul McCartney’in deyimi ile bir müzik okulu işlevini de beraber yürütmüştür. Rock müzik tarihinde bugün bile unutulmayan görüntüler Queen’in bu dönemdeki canlı performanslarında yer almakta.1976 yılında Hyde Park ile başlayan, Rock In Rio, Wembley ve Budapeşte konserleri ile tamamlanan bir halka.
Ulusal ve uluslararası piyasada son dönemlerde artan rock müziğin yeniden yükselişi yorumları yanıbaşımızda.Ne yazık ki bu yorumlara referans oluşturan grupların albümlerini yayınladıktan sonra uzun süre sessizliğe büründükleri rahatlıkla gözlenmekte.Açıkçası rock müziği kitlelere sevdirmekten çok daha farklı ticari kaygılarla hareket edilmekte.Başarılı olduktan sonra hemen yeni bir albüm çıkarıp, kendilerini geliştirmek yerine insanları rock müziğe boğmaktan korkan düşüncenin sahipleri; seksenlerin asıl misyonerleri onlar galiba.

Kaynak: Deniz Kaya / Hürriyet