Arama

Misyoner ve Misyonerlik - Tek Mesaj #3

asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
5 Ekim 2006       Mesaj #3
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın

Misyonerlerin Üçüncü Dünyaya Yönelik Faaliyetlerine

Hazırlık Aşaması Olarak Uyguladıkları Genel Yöntemler

1- Misyon faaliyetleri için uygun, elverişli hedef kitleler/toplumlar belirlemek. Misyonerlik aktivitelerine başlamadan önce dikkatle üzerinde durulması gereken en önemli konu budur: Aktivitelere konu olacak hedef insanların tespit edilmesi. Peki, misyonerlik faaliyetlerinde önceliğe sahip olan hedef kitleler kimlerdir?
• Ekonomik ve/veya sosyal ve siyasal sıkıntı çeken yöre halkları; fakir ülkeler
• Mülteciler ve sürgünler
• Etnik ya da kültürel açıdan azınlık statüsünde görülenler ya da kendilerini böyle görenler ve tanımlayanlar. Bu gruplar arasında da özellikle
o Kendisini etnik açıdan azınlık görenler. Örneğin ülkemizde kendisini Kürt, Çerkez, Gürcü, Laz vb etnik kimliklerle tanımlayanlar; Afrika ülkelerinde çoğunluğun arasında kendisini farklı kabile kimlikleriyle tanımlamayı ön plana çıkaranlar gibi.
o Çeşitli mezhepler (özellikle heterodoksal akımlar) ve azınlık statüsündeki dinsel akım bağlıları. Örneğin Ortadoğu ülkelerinde yaşayan Nusayriler, Yezidiler, Dürziler, Aleviler, Babiler, Bahailer, Kadiyaniler, Sabiiler vb akımlar.
• Tarihsel olarak Hıristiyan bir geçmişe/kökene sahip olanlar
• Savaş, iç çatışma ve kaos ortamında olan yöre halkları
Burada üzerinde durulması gereken önemli bir husus şudur: Neden misyonerler, Hıristiyan Batı ülkelerinde hızla yoğunlaşan din dışılıkları ve Hıristiyan inancına ilgisiz kalan Batı halklarını değil de yukarıda sıraladığımız üçüncü dünya halklarını ve bu arada Müslüman halkları kendilerine öncelikli hedef seçmektedirler? Esasen burada, günümüzde Hıristiyanlığın gerçekten Batının dini olup olmadığı da sorgulanmalıdır. Her ne kadar genelde halkının çoğunluğu Hıristiyan görünse de bugün Batı insanının birçoğunun Hıristiyanlıkla ilişkisi pamuk ipliğiyle bağlıdır. Günümüzde muhafazakarlığıyla ünlü İngiltere’de bile kiliseye bağlı olan Hıristiyanların oranı yüzde onun altındadır. Bu oran diğer Avrupa ülkeleriyle ABD’de de çok fazla değişmemektedir. Yine 1990’lı yılların başında Noel öncesi bir dönemde kilisenin ibadet günü olarak kabul ettiği Pazar günleri alışveriş merkezlerinin açık olup olmaması konusunda İngiltere’de yapılan bir kamuoyu yoklamasında, işyerlerinin açılmasına dini yönden karşı çıkan kiliseyi destekleyenlerin oranı da yine yüzde on civarında kalmıştır. Buna karşılık Hıristiyanlığın en fazla rağbet gördüğü ya da kiliseye bağlılık oranlarının oldukça yüksek olduğu yerlerin/halkların ise üçüncü dünya ülkeleri arasında yer alan Orta ve Latin Amerika ülkeleri, Afrika’nın Hıristiyan bölgeleri ve nispeten Hıristiyanlığı yeni kabullenmiş/kabullenmekte olan Güney Kore ve diğer bazı uzak doğu ve ön Asya halkları olduğu dikkati çekmektedir. Üçüncü dünya Hıristiyan halklarıyla yeni Hıristiyanlaştırılan bölgelerde bağlılarıyla nispeten sıkı ilişki içinde olan kilise ve Hıristiyan inancı, Hıristiyanlığın vatanı gibi görülen Batı’da gittikçe yalnızlaşmakta, Batı insanının Hıristiyan öğretilere ve yaşam tarzına fazla rağbet etmediği görülmektedir. Belki de bu nedenle günümüzde din değiştirmenin en yoğun yaşandığı yerler Batı ülkeleridir. Yine bu nedenle olsa gerek, İslam (ve ikinci sırada Budizm) Batı toplumları arasında hızla yayılmaktadır. Batının Hıristiyanlıkla ilişkisine dayalı bu durum göz önüne alındığında, neden misyonerlerin, Hıristiyan kültürüyle iç içe yaşayan ama Hıristiyanlığa ilgisiz kalan Batılılardan çok üçüncü dünya ülkelerini ve Müslüman toplumları Hıristiyanlaştırmayı hedefledikleri daha iyi anlaşılabilir.
2- Misyonerlerin, faaliyetlerine hazırlık aşaması olarak uyguladıkları ikinci yöntem, hedef seçilen topluma yerleşmedir. Topluma yerleşmede dikkat edilecek en önemli husus, doğal olarak o toplumun (halkın, devletin veya devlete bağlı kolluk kuvvetlerinin) dikkatini çekmemek, bir başka ifadeyle Hıristiyan misyoner olarak deşifre olmamaktır. Bunun için Hıristiyan misyonerler üçüncü dünya ülkeleriyle İslam toplumlarında genellikle kendilerini gizleyecek ve faaliyetlerine örtü olacak ikinci, hatta üçüncü bir meslek edinirler. O ülkelere bu mesleklerle ilişkili paravan kurum ve kuruluşlar aracılığıyla giderler ya da gönderilirler. Misyonerlerin aktif olarak çalıştıkları kurum ve kuruluşlar ise şunlardır:
• Çeşitli ulusal ya da uluslar arası yardım kuruluşları. Özellikle fakir ve yoksul ülkelere yönelik gıda yardımını üstlenen teşkilatlarda misyonerler yoğun faaliyet göstermektedirler. Bu çerçevede, örneğin, ülkemizde yakın geçmişte vuku bulan deprem felaketinde ABD, Avrupa ülkeleri ve Güney Kore merkezli misyonerlik teşkilatlarının örgütlediği kuruluşlar, gıda, ilaç vb yardımlar iletmek bahanesiyle deprem yöresine gelmişler; buralarda eğitim ve gençlik kampları kurmuşlar ve böylelikle misyonerlik faaliyetlerine uygun zemin oluşturmaya çalışmışlardır.
• Sosyal hizmet teşkilatları. Bugün ABD ve Avrupa ülkeleri merkezli yüzlerce sosyal hizmet teşkilatı, çeşitli misyoner kuruluşları olarak çalışmaktadırlar.
• Eğitim kurumları, yabancı okullar, yabancılarla ilişkili eğitim kurumları ve kurslar. 19. yüzyıldan itibaren misyonerlerin yoğun faaliyette bulundukları alan eğitim alanı olmuştur. Üçüncü dünya ülkelerinde açılan binlerce, on binlerce eğitim kurumu çatısı altında Hıristiyanlık propagandası yürütülmüştür/yürütülmektedir. Şüphesiz bu okulların tamamına yakını Hıristiyan din eğitimi dışında bir amaçla açılan okullardır. Fakat bu okullarda idareci, eğitmen, danışman vb sıfatlarla görevlendirilen Hıristiyan misyonerler, farklı maskeler altında gerçek görevleri olan misyonerliği ifa etmeye çalışmışlardır.
• Dil merkezleri. Misyonerlerin özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren rağbet ettikleri bir alan da dil merkezleri olmuştur. Bunda İngilizce’nin adeta bir dünya dili haline gelmesinin büyük rolü vardır. Bugün, bütün İslam ülkelerinde gerek yerli girişimcilerin çabalarıyla gerekse uluslar arası dil okullarının şubeleri olarak açılan dil merkezlerinde öğretmen olarak çalışanların azımsanamayacak miktarı, aynı zamanda misyonerlik faaliyetlerinde bulunmaktadırlar. Misyonerlik teşkilatlarının kurduğu ve örgütlediği, merkezi genellikle ABD ya da Avrupa’da bulunan, uluslar arası öğretmen yetiştirme, yerleştirme ve meslek edindirme kuruluşları, üçüncü dünya ve İslam ülkelerinde bulunan bu dil okullarının öğretmen ihtiyacını, en hızlı ve ucuz şekilde karşılamakla görevlidir.
• Turizm büro ve acentaları
• Yabancı elçilikler, konsolosluklar
• Yurtdışından idare edilen ya da din adamlarının yurtdışından atandığı kiliseler ve manastırlar.
• Son olarak çeşitli paravan ya da reel ticari, iktisadi kuruluşlar. Bu konuda verilecek şu örnek, konunun anlaşılmasına yardımcı olacaktır. 20. yüzyılın son çeyreğinde Malezya’da Hıristiyanlığın yayılması faaliyetleri için ülkeye gönderilen profesyonel misyonerler Mike ve Cindy Bowen çifti, anılarında bu ülkeye doğrudan misyoner olarak girişlerinin mümkün olmadığı için, bir Müslümanın sahip olduğu fakat yönetim kurulunda Hıristiyanların da bulunduğu bir peyzaj şirketi aracılığıyla ülkeye girdiklerini anlatır. Bu konuda şu sözler çok anlamlıdır: “Bizi kiralayan şirketin sahibi Müslümanlardı; fakat yönetim kurulunda bazı Hıristiyanlar da vardı, onlar bizim bu işe girmemize yardımcı oldular. Müslümanların sahip olduğu bir şirketin, Malezya’da İncil mesajını yaymamız yolunu bize açması gerçekten komik bir şey. Ama, kötüyü de sevmelisin!”19
3- Topluma dil, kültür ve sosyal ve geleneksel yaşam açısından adaptasyon.
4- Toplumu tanıma, toplumsal değerlerin (sosyo-kültürel yönden) güçlü ve güçsüz yönlerini etüt etme, toplumsal çatışma ve birleşme noktalarını kavrama.
5- Son olarak yerleşilen toplumun inanç yapısını, dinsel değerlerini ve dinsel kaynaklarını inceleme ve misyonerlik faaliyetleri açısından bunları değerlendirme.

İslam Ülkelerine ve Yurdumuza Yönelik Misyonerlik Faaliyetlerinde Kullanılan Yöntemler

Pavluscu misyon anlayışının “takiyye” ve “gerektiğinde olmadığı gibi gözükmek” ilkesini temel alan günümüz misyonerlerinin, İslam toplumlarında misyon faaliyetlerini yürütürken dikkat etmeleri gereken hususlara ilişkin sayısız çalışma (kitap, makale, tez, web sayfası vb) yayınlanmıştır. Çeşitli misyon merkezleri, misyonerlik eğitimi veren kurumlar ya da eğitimli misyonerler ve akademisyenlerce kaleme alınan bu çalışmalarda, Müslümanlara Hıristiyan mesajının nasıl iletileceğinin, onları ürkütmeden nasıl yaklaşılabileceğinin yolları öğretilmektedir. Örneğin ABD merkezli bir misyonerlik kuruluşu olan International School of Theology’nin web sitesinde, kendisinin de bir İslam ülkesinde misyoner olarak çalıştığı vurgulanan Charles D. Egal, “Ministering to Muslims” başlıklı yazısında Müslümanlar arasında kullanılacak metot ve yöntemlerle ilgili olarak kısaca şu hususlara değinir:
- Müslümanlarla irtibatta toplumun din dilini kullanmak.
- Dua ve vaazlarda Kur’an’dan ve İslam kültüründen, Hıristiyan teolojisiyle uyum içinde olan ya da teolojik açıdan sorun olmayan pasajları, ifadeleri ve örnekleri kullanmak. Egal, örneğin Fatiha suresinin bunun için çok uygun olduğu belirtir. Ancak zaman zaman da şu uyarıyı yapar: Kur’an’dan bazı kısımları kullanırken kesinlikle muhataba Kur’an’ın bir vahiy olduğu ya da olabileceği izlenimi verilmemelidir.
- Müslümanları iyi anlamak ve onlarla giyim kuşam, yaşam, adetler, dil vb konularda özdeşleşmek. Örneğin Müslümanların uygulaması olan Cuma ibadetine paralel olan Cuma vaazları düzenlenebilir, ev kiliselerinin liderleri (rahip veya pastörleri) imam şeklinde sunulabilir/techiz edilebilir, ev kiliselerine girerken ayakkabılar çıkarılabilir, aynı şekilde Müslümanların uyguladıkları doğum ve ölüm törenleri, bayramlar vb adetler Hıristiyan teolojisi bağlamında gözden geçirilerek bunlara riayet edilebilir ve son bir örnek olarak Müslümanların çok önem verdikleri abdest, bir günah itirafı ve Tanrıya yakarışın yeni yolu olarak kabul edilebilir.
- Müslüman halkın tepkisini çekecek/çekebilecek tavır ve davranışları gizlemek ya da ertelemek. Örneğin Egal, Müslümanların tepkisini çeken kiliseler yerine cemaat evleri (ev kiliseleri) oluşturulabileceğini, yine tepki çeken vaftiz törenlerinin ertelenebileceğini ya da dikkati çekmeyecek şekilde yapılabileceğini belirtir.
- Misyonda mümkün olduğunca yerli halktan kişileri kullanmak.
Egal, bu önerilerinin (ya da bizzat kendisinin misyon faaliyetlerinde tatbik ettiği bu metotların) haklılığının gerekçesini ise, bu şekilde Hıristiyanlığa ilgi duyup İslam’dan Hıristiyanlığa giren bir kişinin, hâlâ İslam kültürüyle ilişkisini sürdüreceği ve kendi toplumunda Hıristiyan misyonunun temsil edilip yayılmasında daha aktif olarak görev yapabileceği şeklinde açıklamaktadır. “Böylelikle dine girmiş olan bir kişi kendi toplumuyla kalacak ve İncili daha iyi yayma imkanı bulabilecektir. Ayrıca bu metot, Hıristiyan olmanın Batılı olma demek olduğu şeklindeki yanlış anlamayı da ortadan kaldıracaktır.”20

Karadeniz Bölgesinde Yoğunlaşan Faaliyetler

1- Misyonerlik
Anadolu’da faaliyet gösteren misyonerlik teşkilatları öteden beri özellikle Anadolu’nun Batı ve iç kesimlerini, bu yörelerdeki ulaşım ve iletişim imkanlarının daha elverişli olması, yabancı elçiliklerle konsolosluk hizmetlerinin buralarda yoğunlaşması ve bu bölgelerde yaşayan halkın Anadolu’nun diğer bölgelerine nazaran daha kozmopolit bir yapıda ve yabancı kültürel değerlere daha açık olması gibi nedenlerle, kendilerine hedef seçmişler; çalışmalarını buralarda yoğunlaştırmışlardı. Karadeniz (özellikle Doğu Karadeniz), Doğu Anadolu ve Kapadokya yöresi olarak da adlandırılan Niğde, Nevşehir ve Kayseri yöreleri ise, 20. yüzyılın son çeyreğine kadar misyonerlerin fazla rağbet etmedikleri bölgeler olarak kaldı. Son yıllarda misyoner teşkilatları, kendileri açısından el değmemiş bakir yöreler olarak görülen bu bölgelerde faaliyetlerini artırmaya başladılar.
Doğu Karadeniz bölgesinde öteden beri aktif olan Katolik kiliseler bulunmaktadır. Bunlardan Samsun’daki kilise Mater Delarosa, 19. yy’ın ikinci yarısından itibaren bölgede faaliyettedir. Geçmişte bir ara kapalı kalmış, ancak sonradan yeniden açılmıştır. Günümüzde Fransa Strazburg başpiskoposluğunun dinsel denetimi altında faaliyet gösteren bu kilise, Samsun merkezli Katolik misyon faaliyetlerinin odağı konumundadır. Kilisenin yerli cemaati yok gibidir. Aslında Katolik inancı, tarihsel olarak da Anadolu’ya yabancı bir akımdır; dolayısıyla bu kilise Samsun’un bir liman ve ticaret şehri olması ve şehre dışarıdan gelen/gelebilecek Katolik Hıristiyanlara hizmet etme amacıyla kurulmuştur. Ancak kilise son yıllarda yerli halka yönelik faaliyetlerini artırmıştır. Kilisenin şimdiki papazı Pierre Brunissen’in sık sık, misyonerlik faaliyetlerinde bulunmadıkları, ancak kiliseye gelip kendilerinden Hıristiyanlıkla ilgili bilgi talep edenlere Hıristiyanlığı anlattıkları yolunda açıklamalarına rağmen,21 yöre halkının, kilisenin yoğun Hıristiyanlık propagandası yaptığı, gençleri iş ve eğitim vaadiyle kiliseye gelmeye teşvik ettiği konusunda şikayetleri vardır. Hatta bu nedenle kilise aleyhine açılan çeşitli davalar da söz konusudur. Bugün, Samsun’da çoğunluğu gençlerden oluşan 30 civarında kişinin (bunlardan bir kısmı Anadolu Liseleri ile çeşitli özel kolejlerde öğrencidir) kiliseyle irtibatı vardır. Bu kişilerin büyük çoğunluğu yalnızca sempatizan konumundadır. Kilise papazı, kilisede ve kilise dışında Latince, ve diğer Batı dilleri dersleri de vermektedir. Bu faaliyetleri dışında kilise papazı, gayrimüslimlerle ilgili çeşitli tarihsel olayların takibini yapıyor olarak da görünmektedir. Örneğin, çok öncelerde mevcut olan ancak sonradan şehir planlaması esnasında yıkılan Hıristiyan mezarlığının yeniden tahsis edilmesi konusunda girişimlerde bulunmuş ve bildiğimiz kadarıyla bunun sonucu olarak Kıranköy mezarlığında bir yerin Hıristiyan Mezarlığı olarak tahsis edilmesini sağlamıştır.
Periodik olarak zaman zaman başta Fransa olmak üzere çeşitli ülkelerden Katolik din adamları ve kilise yetkilileri, Samsun’a gelmektedirler. Bu ziyaretlerin amacı dışarıya basitçe kilise ve Fransız papazın ziyareti olarak yansıtılmaktadır. Ancak kişisel olarak yaptığımız inceleme ve görüşmelerde bu ziyaretlerin aynı zamanda Samsun ve civarındaki (Trabzon’daki) Katolik aktivitelerin yerinde denetlenmesi kiliselerin ve papazların sorunlarıyla kiliselerle yöre halkı arasındaki irtibatın incelenmesi amacına yönelik olduğu anlaşılmaktadır.
Doğu Karadeniz’de Trabzon’da aktif olan Katolik kilisesi bünyesinde de benzer faaliyetler yürütülmektedir.
Yörede Katolik misyonerlik faaliyetleri dışında, çeşitli Protestan teşkilatlarına bağlı yoğun misyonerlik faaliyetleri yürütülmektedir. Bu faaliyetler özellikle Samsun ve Trabzon’daki üniversitelerle Doğu Karadeniz sahili boyunca yer alan merkezlerdeki Anadolu liseleri ile özel kolejlerde yoğunlaştırılmaya çalışılmaktadır. Protestan misyoner faaliyetlerinde özellikle iki grup dikkati çekmektedir. Bunlardan ilki Kurtuluş Kilisesidir. Türkiye’de Ankara merkezli bu kilise çerçevesinde Kore ve Çin asıllı olan çeşitli ABD vatandaşları, dil okulları ve kurslarda İngilizce öğretmeni, meslek edindirme ve uluslar arası eğitim faaliyetleri merkezi vb paravan kuruluşların yöre temsilcisi veya benzeri yollarla Samsun ve diğer şehirlere yerleşmekte; buralarda yaptıkları hazırlık çalışmalarını tamamladıktan ve belirli bir sempatizan ve çekirdek cemaat edindikten sonra yerlerine başkalarını bırakarak yöreyi terk etmektedirler. Bu yabancı misyonerlerin yöreyi terk etmelerinde, misyoner olarak deşifre olmalarının/edilmelerinin ve emniyet güçlerince faaliyetlerinin izlendiğini düşünmelerinin de büyük etkisi vardır. Bir başka Protestan misyoner hareket, İstanbul merkezli Presbiteryen Kilisesidir. Bu kilise de özellikle Trabzon ve Rize civarında aktiviteleri artırmış durumdadır. Ayrıca Almanya merkezli Protestan Havariler Kilisesi gibi kiliseler de kendilerine taraftar bulmak amacıyla yoğun bir faaliyet içindedirler. Bu kiliseler özellikle Almanya’daki Türk işçi aileleri arasından edindikleri taraftarlarını misyoner olarak kullanmak suretiyle yörede cemaatler kurmaya çalışmaktadırlar.
Doğu Karadeniz yöresinde faaliyet gösteren protestan misyoner teşkilatları ev cemaatleri metoduyla çalışmaktadırlar. Ev kiliseleri olarak da adlandırılan dairelerde ya da evlerde haftada bir toplanmak, dua etmek, yapılan ve yapılacak faaliyetleri görüşmek ve misyon faaliyetinde bulunulacak sempatizanları belirlemek konusunda çeşitli görüşmeler yapılmaktadır. Bugün OMÜ personeli ve öğrencilerinden (özellikle Tıp Fakültesinde) oluşan Protestan Hıristiyanlar ve sempatizanları bünyesinde toplayan çeşitli ev kiliselerinin bulunduğu bilinmektedir.
Bu gruplardan başka başta Samsun olmak üzere Doğu Karadeniz sahil şeridindeki yerleşim birimlerinde, Yahova Şahitleri ve Bahailik gibi akımların misyonerlik faaliyetlerine de rastlanmaktadır. Bu faaliyetler, özellikle bu gruplara bağlı olan ve yöredeki üniversitelere öğrenci olarak dışarıdan gelen öğrenciler tarafından yürütülmektedir.
Diğer bölgelerde olduğu gibi, Karadeniz bölgesinde de misyonerlik faaliyetleri yörede yerleşik olan veya memur ya da öğrenci olarak bulunan Alevi vatandaşlar ile kendilerini Kürt, Çerkez, Gürcü, Laz vb kimliklerle tanımlayanlar üzerinde yoğunlaşmaktadır. Bundan başka, dini ve milli hassasiyetleri zayıf, sosyal ve ekonomik sıkıntı yaşayanlar da yörede faaliyet gösteren misyonerlerin potansiyel hedefi konumundadır. En azından, kişisel olarak tanıdığımız Hıristiyanların ve sempatizanlarının büyük kısmının böyle olması bunu desteklemektedir.

2- Pontusçuluk
Anadolu’nun Batı bölgeleri gibi Doğu Karadeniz bölgesi de 19. yy sonlarından itibaren, Anadolu’da ayrılıkçı hareketleri örgütlemek, azınlıkları devlete karşı kışkırtmak ve başta Yunanistan olmak üzere çeşitli Batı ülkelerinin Anadolu’ya yönelik tarihi emellerini gerçekleştirmek amacıyla oluşturulan birçok yıkıcı/bölücü örgütün üssü haline geldi. Başta Merzifon ve Havza yöresi olmak üzere kurulan birçok Pontusçu dernek ve örgüt, 20. yy başlarında, yöredeki azınlıkları devlete ve Müslüman halka karşı kışkırtmak ve tedhiş hareketlerine yöneltmek görevini üstlendi. Ayrıca bu örgütlerin üstlendikleri bir diğer önemli görev ise, yörede, Müslüman halkın aslen Türk ve Müslüman olmadıkları, asıllarının Rum veya –Rize ve Artvin yöresinde yaşayanlar için- Ermeni olduğu ve zorla Müslümanlaştırıldıkları propagandasını yürütmekti.
İstiklal Savaşı ve ardından Cumhuriyetin kuruluşu sonrası genel misyonerlik faaliyetleri gibi yöredeki Pontusçu faaliyetlerde de bir duraklama yaşandı. Ancak son yıllarda, yine misyonerlik faaliyetlerinde olduğu gibi Pontusçu faaliyetlerde de yeniden bir canlanma görülmektedir.
Yöredeki Pontusçu faaliyetlerin organize edildiği merkez başta Yunanistan olmak üzere çeşitli dış ülkelerdir. Giresun Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Baki Onurlubaş’ın basına yansıyan demecinde de vurgulandığı gibi,22 Trabzon ve ilçelerini merkez seçen bu hareket Yunanistan’daki çeşitli dernekler tarafından desteklenmektedir. Eğitim ve iş vaadiyle yöredeki fakir gençler toplanıp Yunanistan’a götürülmekte ve turizm adı altında yapılan gezilerde yöre halkına Pontusçuluk propagandası yapılmaktadır. Örneğin Tonyalı öğrencilerimizle yaptığımız kişisel görüşmelerde de son yıllarda Yunanistan’dan gelen grupların sistematik olarak Tonya ve köylerini dolaştıklarını, kendilerinin aslen burada yaşayan halkın akrabaları olduklarını, Hıristiyan ve Rum olduklarından dolayı zorla Yunanistan’a sürüldüklerini söylediklerini anlamaktayız. Bu şekilde yapılan propagandalarla, yöre halkının Rum ve Yunan sempatizanı yapılmaya çalışıldığı, buradaki halka asıllarının Rum olduğu ve zorla Müslümanlaştırıldıkları kanaatinin benimsetilmeye çalışıldığı ortadadır.
Yöredeki Pontusçu faaliyetlerle misyonerlik aktiviteleri arasında da sıkı bir bağ bulunmaktadır. Zira her iki hareketin de birleştiği geri plan siyasal Hıristiyanlık anlayışıdır. Kökü ABD, Almanya, Fransa ve İngiltere’deki Katolik ve Protestan misyonerlik teşkilatlarıyla kökü Yunanistan’da olan ve Rum Ortodoks Hıristiyanlığı merkezinde yörede Rum milliyetçiliğini ve Yunan sempatizanlığını yaymaya çalışan Pontusçu teşkilatlar Hıristiyanlık ekseninde birleşmektedirler. Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, misyonerlik teşkilatları öteden beri Hıristiyanlığın siyasallaşmasına paralel olarak, Hıristiyanlığı resmi din anlayışı olarak benimseyen ve kendi anladığı Hıristiyanlık öğretisini, kendi siyasal ve kültürel egemenliğini yaymak ve etki/otorite alanını genişletmek amacıyla faaliyette bulunan imparatorlukların ve ulusların emrinde olmuştur. Dolayısıyla yöreye yönelik Yunan milli politikası olan Pontusçuluk idealini gerçekleştirmekte de Hıristiyan değer ve öğretileri misyonerler tarafından kullanılmakta, bu idealin gerçekleştirilmesinde yöre halkının Rum Hıristiyan kimliğine en azından sempatizan hale getirilmesine çalışılmaktadır.

Misyonerlik Faaliyetlerine Karşı Alınacak Önlemler

Misyonerlerin ve misyonerlik faaliyetlerinin yıkıcı ve bölücü etkilerine karşı kısa, orta ve uzun vadede alınması gereken önlemler şöyle sıralanabilir:
1. Öncelikle misyonerliğin geleneksel anlamda yüzeysel değerlendirilmesinden vazgeçilerek daha gerçekçi ve ayağı yere basar tanım ve değerlendirmeler yapılmalıdır. Misyonerlikle ilgili yukarıda yapmaya çalıştığımız analitik çalışma bu yöndedir. Misyonerlikle ilgili yapılacak çalışmalarda ve misyonerlere karşı alınacak tedbirlerde, bizimle yüzyıllardır bir arada yaşamış ve hâlâ yaşamakta olan Hıristiyan vatandaşlarımızın inançlarını yaşama ve ifade etme hakları da gözetilmeli, onları küstürecek, soğutacak ya da kendilerini baskı altındaymış gibi gösterecek ortamların oluşumundan sakınılmalıdır. Bir diğer ifadeyle testiyi taşıyanla testiyi kıranlar aynı kefeye konulmamalıdır. Misyonerliğin doğru tanımı ve tahlilinde dikkat edilmesi gereken en önemli husus, bunun sıradan (ve masum) din ve inanç özgürlüğünden farklı bir yapıda olması, bir başka ifadeyle salt inanç ve ifade özgürlüğü sınırlarının dışında emeller taşımasıdır. Zira misyonerlik, gerek kökeni Pavlus’a kadar uzanan ve muhatapların Hıristiyanlaştırılması için her yolu kullanmayı caiz gören -dolayısıyla da açık, dürüst ve şeffaf olmayan- metoduyla, gerekse – daha da önemlisi- Hıristiyan geleneğini resmi öğreti olarak benimsemiş siyasal iktidarlarının egemenlik alanlarının genişletilmesinde ve buna bağlı olarak kültür emperyalizminin yaygınlaştırılmasında aracı olan yapısıyla, masum din ve inanç özgürlüğü isteminin dışına çıkmaktadır.
2. Misyonerler ve misyonerlikle mücadelede tek başına polisiye tedbirlerin sorunu çözemeyeceği görülmelidir.
3. Halka, özellikle de çocuklarla gençlere milli ve manevi değerlerimizin öğretilmesi konusundaki eksiklikler giderilmelidir. Her kötülüğün temelinin cehalet ve bilgisizlik/aymazlık olduğu hatırda tutulmalıdır. İslam’ı terör, anarşi, savaş, gericilik ve yobazlıkla özdeşleştiren yaklaşımlara karşı çıkılmalı; kelime anlamı itibarıyla adı “barış ve esenlik” olan bir din, bu özelliğiyle genç zihinlere kazınmalıdır. Kim hangi şekilde ve ne amaçla yaparsa yapsın, İslam’ın terör ve anarşiyi lanetlediği konusu işlenmelidir. Aynı şekilde İslam’ın cahillikle, yobazlıkla, gericilik ve irticayla mücadele eden bir din olduğu, Kur’an ayetlerinde azımsanmayacak kadar çok yerde insanların düşünmeye, aklını kullanmaya, tefekkür etmeye ve sorgulayıcı beyinlere sahip olmaya yönlendirildikleri vurgulanmalıdır.
4. Örgün ve yaygın din eğitimi üzerinde hassasiyetle durulmalıdır. Eksik ya da yanlış bir din eğitimi almış ya da hiç almamış kimselerin ve dini değerlere mesafeli duranların, misyonerlerin öncelikli hedefleri arasında oldukları unutulmamalıdır. Her seviyedeki örgün din ve ahlak eğitimi mutlaka bu konuda yeterli formasyon sahibi olan uzman kişilerce verilmelidir. Bu konudaki eksiklikler süratle giderilmeli, mevcut öğretmenlerin bilgi ve becerileri hizmet içi kurslarla sürekli takviye edilmelidir. Bugün ilköğretim okullarının 4. ve 5. sınıflarında din kültürü ve ahlak bilgisi dersleri hâlâ bu ders konusunda özel formasyonu olmayan sınıf öğretmenlerince okutulmaktadır. Yeterli formasyonu olmayan sınıf öğretmenlerinin bu dersi ne kadar başarılı verebilecekleri tartışma konusudur. Bir an önce, en azından yeterli öğretmen kadrosuna sahip olan ilköğretim okullarında bu dersler ilgili branş öğretmenleri tarafından okutulmalıdır.
5. Misyonerlik faaliyetleri şehirlerde özellikle Anadolu liseleriyle özel kolejlerde ve üniversitelerde yoğunlaşmaktadır. Dolayısıyla Milli Eğitim Bakanlığı ve YÖK, kendilerine bağlı eğitim-öğretim kurumlarını bu yıkıcı ve bölücü aktiviteler konusunda uyarmalı, eğitim kurumları idarecilerini ve okullardaki rehber öğretmenleri bilgilendirmeli; böylelikle öğrencilere yönelik yapılan/yapılacak olan bu faaliyetlere karşı öğrencilerin ve öğretmenlerin bilgilendirilmeleri konusunda gerekli tedbirler alınmalıdır.
6. Yüzyıllardır İslam’ ülkelerine yönelik misyonerlik faaliyetlerine karşı önemli bir direnç noktası olan İslam’ın temel kaynaklara (özellikle Kur’an’a) dayalı olarak halka öğretilmesi konusunda gerekli çalışmalar yapılmalıdır. Bu konuda halka yönelik yaygın eğitim hizmetlerini üstlenen Diyanet ve Milli Eğitim’e bağlı kurumlar çeşitli etkinlikler yürütebilirler.
a. Örneğin, Kur’an’ın Türkçe çevirisiyle temel dini ve milli bilgiler içeren bazı kitaplar, broşürler vb malzeme halka (ya da isteyenlere) bu kurumlar aracılığıyla parasız dağıtılabilir. Böylelikle halkın İslam inanç ve öğretilerini temel kaynağından öğrenebilmesi ve temel dini ve milli konuları anlaması sağlanabilir. Öteden beri misyonerlerin sayısı yüz milyonlarla ifade edilen kutsal kitap, dini broşür ve mecmuayı Türkiye vb İslam ülkelerinde bedava dağıttıkları ve misyonerlik aktiviteleri açısından bundan hayli yararlandıkları hatırda tutulmalıdır.
b. Yayın basında, sesli ve görsel medyada dinsel ve milli konuların şov ve reyting amaçlı olarak olur olmaz kişilerce değil yetkin kişilerce işlenmesine önem verilmelidir. Halkı bilgilendirmeyi amaçlayan seviyeli programların sayısı artırılmalıdır. Aynı şekilde, medyada ve yayın basında Hıristiyanlık ve misyonerlik konusu reyting ya da şov maksatlı olarak ve konuyu bilmeyen kişilerle değil gerçek uzmanlarıyla tartışılmalıdır. Aksi taktirde yapılanlar Hıristiyanlığın ve misyonerliğin reklamından öteye gitmeyecektir.
c. Gelişmiş Batı ülkelerinin birçoğunda benzeri kurumlara ilişkili olarak söz konusu olduğu gibi, Türkiye’de de Diyanet İşleri Başkanlığı’nca yürütülen ve dinsel eğitim amaçlı olarak yayın yapan radyo ve TV kanalları mutlaka olmalıdır.
d. Diyanet İşleri Başkanlığına bağlı birimlerle İlahiyat Fakülteleri halka yönelik faaliyetlerini daha sistemli ve etkili çalışmalar haline getirmelidir. Özellikle misyonerler ve faaliyetlerine ilişkin halkı uyarıcı/bilgilendirici çalışmalara ağırlık verilmelidir. Örneğin zaman zaman hutbe ve vaazlarda konu işlenmeli, uzman kişilerin katılımıyla konferans, seminer ve panel gibi programlar düzenlenmelidir.
e. Dinsel konularda halkı aydınlatmak görevini üstlenen DİB personeli (özellikle imam ve hatipler) Hıristiyanlık, Türkiye’deki Hıristiyan akımlar ve misyonerlikle ilgili bilgilendirilmeli, gerekiyorsa hizmet içi kurslarla eksiklikler giderilmelidir.
7. Misyonerlik ve Pontusçuluk gibi yıkıcı bölücü faaliyetlere karşı yapılacak mücadelede özellikle sesli ve görsel medyaya da önemli görevler düşmektedir. Milli ve manevi değerlerimize saygılı, aydın din adamı portresini ön plana çıkaran dizi ve filmler, halka olumlu mesajlar vermede son derece yararlı olacaktır. Maalesef yıllar yılı medyamızda hep kara softa, cahil, çıkarcı, yenilik ve bilim karşıtı ya da şehvetten gözü dönmüş din adamı portresi filmlerimizde dizilerimizde işlenmiş, dolayısıyla din adamı, imam, müftü denildiğinde halkın bilinç altına bu olumsuz portre yerleşmiştir. Bu da halkımızın dinsel ve ahlaki değerlerimize karşı yabancılaşmasına önemli katkıda bulunmuştur/bulunmaktadır. Oysa benzer durumu, Hıristiyanlık kültürüne sahip gelişmiş Batı ülkelerinde görmek olası değildir. Bu durumu, medyamızda sıklıkla izlediğimiz Batı patentli film ve dizilerde görmek mümkündür. Bu film ve dizilerde Hıristiyan din adamı her zaman aydın, barışçıl, iyiliksever, bilim yanlısı ve kendisini toplumun huzur ve refahına adamış kimse rolündedir. Şüphesiz bizde olduğu gibi Batıda da bu özelliklerden uzak cahil ve bağnaz din adamları yok değildir. Ancak din adamlarıyla ilgili halka yönelik yayınlarda oluşturulan bu olumlu portre, halkın kendi dinsel ve kültürel değerlerinden kopmaması, bunlardan soğumaması amacına yönelik kapsamlı bir eğitim programının uzantısıdır. Kısaca, aynı şekilde bizde de halka yönelik yayınlarda din adamı portresi sunulurken, olumsuz örnekler değil çoğunluğu yansıtan olumlu örnekler üzerinde durulmalıdır.
8. Misyonerliğe karşı yapılacak önemli çalışmalardan birisi de Hıristiyanlığa dair akademik çalışmaların ortaya çıkmasıdır. Orta ve uzun vadede Hıristiyan misyonerliğinin yıkıcı faaliyetlerine karşı mücadele edebilmek için bu çalışmalar olmazsa olmaz değere sahiptir. Maalesef bugün Hıristiyanlığın kökeni, tarihi, mezhepleri, teolojisi, etik anlayışı, dinsel kaynakları, Türkiye’deki Hıristiyan ekoller ve bunların yapılanmalarıyla aynı şekilde misyonerlik tarihi, teşkilatları ve yöntemleri konularında bilimsel çalışmalar –yeterli olması bir tarafa- yok denecek kadar azdır. Unutulmamalıdır ki İslam’a karşı mücadele ile sömürgeciliğin İslam ülkelerinde yerleştirilmesi faaliyetlerinin en önemli ayağını oryantalistlerce yürütülen İslam’la ve İslam toplumlarının tarihi, dili, kültürü vb konularla ilgili bilimsel çalışmalar oluşturmuştur. Dolayısıyla, ülkemize yönelik Batı ve Hıristiyan misyonerliği kaynaklı olumsuz etkinliklere karşı köklü ve tutarlı bir mücadele verebilmek için mutlaka biz de Batı kültürü, tarihi ve toplumsal yapısıyla birlikte Hıristiyan geleneğini bilimsel düzeyde her yönüyle irdelemek ve oryantalizme karşı bir oksodantalizm oluşturmak zorundayız. Bu konuda, diğer bilim dallarından çok üniversitelerin dinler tarihi, din etnolojisi gibi anabilim dallarıyla Diyanet İşleri Başkanlığının diğer dinleri araştıran birimlerine önemli görevler düşmektedir (şayet DİB’nın böyle bir birimi yoksa mutlaka kurulmalıdır). Örneğin, başkanlığını yürüttüğün OMÜ İlahiyat Fakültesi Dinler Tarihi Anabilim dalında, bu çerçevede son yıllarda gerek kendi çalışmalarımızda gerekse danışmanlığını yürüttüğümüz lisansüstü çalışmalarda Hıristiyanlık, Türkiye’deki Hıristiyan ekoller ve benzeri konulara ağırlık verilmektedir.
9. Merkezi yurtdışında ya da Türkiye’de bulunan çeşitli paravan kuruluşlarda faaliyette bulunan ya da çeşitli iş ve hizmet kuruluşlarında yabancı dil öğretmeni, teknik danışman, sosyal hizmet uzmanı vb sıfat ve unvanlarla çalışan misyonerlere karşı uyanık olunmalı, bunların hareketleri incelenmeli ve gerekli önlemler alınmalıdır. Aynı şekilde yabancı okullar ve kurslarla elçilik ve konsolosluklar ve burada çalışanların faaliyetleri de yasal şartlar çerçevesinde dikkatle izlenmelidir.
10. Son olarak, terör ve anarşi gibi pontusçuluk ve misyonerliğin de beslendiği önemli kanallardan birisinin yöre halkının yaşadığı ekonomik sıkıntılar ve yoksulluk olduğu unutulmamalı, ekonomik sorunlarla işsizliğin çözümü için kalıcı tedbirler uygulanmalıdır.
Şinasi Gündüz

OMÜ Ilahiyat Fakültesi Dinler Tarihi Anabilim Dalı
Kaynak : Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi II (2002)
Son düzenleyen Safi; 12 Ekim 2018 20:31
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....