KÜLTÜREL YAŞAM.
Lübnan’ın çağdaş kültüründe görülen çeşitlilik, çok farklı öğeler içeren zengin bir mirasın varlığını yansıtır. Lübnan komşu Arap ülkeleriyle aynı dili ve kültürü paylaşmaktan kaynaklanan birçok ortak yanlar taşımakla birlikte Fransız kültürü aracılığıyla Batı etkisine daha açık bir kimlik kazanmıştır. Öte yandan 19. yüzyıldaki Arap edebiyatı rönesansmda Lübnanlı dilbilimciler öncü bir rol oynamıştır. Uluslararası düzeyde adını duyurmuş çağdaş Lübnanlı yazarlar arasında Halil Cibran ve Leyla Be’lebekki sayılabilir. Tiyatro etkinlikleri geleneksel gösteri biçimlerinden çağdaş okullara kadar çok değişik türleri kapsar. Dünya çapında ilgi gören Uluslararası Baalbek Festivali ve öteki müzik festivalleri iç savaşla birlikte askıya alınmıştır. Sinema gözde bir eğlence biçimi olarak Lübnan toplumunda önemli bir yer tutar. Radyo ve televizyon yayınları çeşitli dillerde yapılır; komşu istasyonlar da yaygın olarak izlenir. Basın dünyası da oldukça canlıdır.
Yakın dönemde ulusal kültüre karşı ilginin artması folklorik öğelerin yeniden canlanmasını sağlamıştır. Genellikle yerel üslup ve örgeler taşıyan geleneksel el sanatlarını özgün biçimiyle yaşatmaya yönelik çalışmalar da önem kazanmıştır. Lübnan halk müziğinde rebab gibi geleneksel Arap çalgıları kullanılır. Zefel denen halk şiiri ve debke dansı folklorun önemli öğelerini oluşturur. Ülkenin en önemli kültür merkezi olan Beyrut, bazı müze ve kütüphanelerin yanı sıra akademik dernekleri ve araştırma kuramlarını da barındırır.
TARİH
ilkçağlar.
Bugünkü Lübnan topraklarının büyük bölümü tarihsel Fenike’ye denk düşer. Bölgeye İÖ 3000 dolaylarında geldikleri sanılan Fenikelilerin İÖ 2613’te Mısır’la kurdukları ticari ve dinsel ilişkiler, Mısır’daki Eski Krallık’ın yıkılmasına ve Amorilerin bölgeyi istila etmesine (İÖ.y. 2200) değin sürdü. Amori yönetimine İO 18. yüzyılda son veren Hyksosların döneminde Fenike’nin Suriye’yle bağları güçlendi. İÖ 16. yüzyılda Hyksosların Mısır’dan sürülmesiyle kurulan Yeni Krallık, Asya’ya yayılarak Fenike’yi de denetim altına aldı. Hititlerin İÖ 14. yüzyıldaki istilasıyla Mısır’ın elinden çıkan Fenike’nin büyük bölümü, Firavun I.Seti döneminde (İÖ 1318-04) yeniden ele geçirildi. Ama III. Ramses’in (hd İÖ 1198-66) yönetimi sırasında Avrupa’dan ve Anadolu’dan gelen yeni istilacılar Mısır’ın bölgedeki konumunu sarstı.
Mısır egemenliğinin yıkılmasını izleyen dönemde Fenike kent devletlerinden Tyros (bugün Sur) öteki devletler üzerinde hegemonya kurarak Fenikeli tüccarlann IÖ 2000’lerde başlayan Akdeniz’deki yayılmasını daha da ileriye götürdü. Kara ve deniz ticaret yollarının kavşağında bulunan Fenike bölgenin en canlı ticaret merkezi durumuna geldi. Fenikeli tüccarlar üstün deniz güçlerine de dayanarak Akdeniz kıyılarında çok sayıda koloni oluşturdu. İÖ 9. yüzyılda yükselen Asur tehdidi Fenike’nin bağımsızlığını tehlikeye düşürdü. Bölgeye sık sık saldırılar düzenleyen Asur kralları zaman zaman kent devletlerini bağımlılığa zorladılar. Asurluların çökmesinden (İÖ 612) sonra Babil’in bölgede kurduğu egemenlik kısa sürdü.
Babil topraklarını ele geçiren İran’ın Ahameniş hükümdarı II. Kyros (Büyük) İÖ 538’de Fenike’yi de egemenlik altına aldı. Böylece Fenike, Suriye, Filistin ve Kıbrıs geniş Pers İmparatorluğumun beşinci sat- raplığına dönüştü. Doğu ticaretinin yeniden açılmasıyla Tyros’un hemen kuzeyindeki Si- don (Sayda) imparatorluğun önde gelen kıyı kentlerinden biri durumuna geldi. Si- don’un gemileri Kserkses’in kurduğu donanmanın en güçlü dayanağı oldu. Fenike kentleri Pers yönetimi altında ticari konumlarım büyük ölçüde korudu.
İskender’in (Büyük) ordusuna sekiz ay direnen Tyros İÖ 332’de teslim olmak zorunda kaldı. Kent halkının çoğu köle olarak satıldı. Bu olaydan sonra gerileyen Tyros Akdeniz’deki ticari üstünlüğünü yeni kurulan İskenderiye’ye kaptırdı. Uzun yıllar Makedonya hanedanlarının çekişmelerine sahne olan Fenike İÖ 64’te Roma egemenliğine girerek Suriye eyaletine bağlandı. Sıdon ve Tyros özerk bir konum elde ederken, Beerot (bugün Beyrut) ve Heliopolis (bugün Baalbek) kentleri de önem kazandı. Fenike dili zamanla yerini Aramcaya bıraktı. Geç Roma ve Bizans dönemlerinde (İS y. 300-634) Hıristiyan imparatorlar bölgeye büyük önem verdi. Bu arada 6. yüzyılda Suriye’deki baskılardan kaçarak Lübnan’ın kuzeyine yerleşen Hıristiyan bir topluluk, yerli halkla kaynaşarak Maruni Kilisesi’nin çevresinde toplandı. 7. yüzyıl başlarındaki Sasani saldırılarını püskürten BizanslIlar, Müslümanların yayılmasını durduramayarak 634’te Lübnan’dan çekildi.
Ortaçağ.
Müslümanların fethinden sonra birçok Arap kabilesi Lübnan’ın güneyine yerleşti. Bu toplulukların önemli bir bölümü Dürziliği benimsedi. Kıyı kentlerinde ise daha çok Sünnilik yayıldı. Bu arada bazı dağlık yörelerde ve Bikaa Vadisinde Şii topluluklan güçlendi. Değişik mezheplerden Hıristiyanlar da varlıklarını korumayı başardı. Bu süreç içinde Arapça bütün kesimlerin ortak dili durumuna geldi.
Emeviler döneminde Beyrut’un çevresi ve Lübnan Dağları bölgesi Şam eyaletinin bir parçası olarak yönetildi. Marunilerin bazı ayaklanmalarına karşın, BizanslIlarla yapılan savaşlarda Lübnan’ın deniz gücünden önemli ölçüde yararlanıldı. 9-11. yüzyıllar arasında Lübnan’ın kıyı kesimi genellikle Mısır’daki bağımsız Müslüman hanedanların denetiminde kaldı.
11. yüzyılın sonundaki Haçlı seferleriyle Lübnan’ın kuzeyi Trablusşam Haçlı Kontluğu’na, güneyi ise Kudüs Krallığı’na bağlandı. Güçlü Haçlı kaleleri 12. yüzyılda Müslüman saldırılarına karşı koyamayarak birbiri ardı sıra düştü. 1290’larda Lübnan’a egemen olan Memlûkler, yerel yöneticilere sınırlı bir özerklik tanıyarak ticaretin gelişmesine destek oldu. Kıyı kentleri, özellikle de Trablusşam önemli bir gelişme gösterdi.
Osmanlı yönetimi.
I. Selim’in (Yavuz) Memlûkleri yenilgiye uğratmasından (1516) sonra Osmanlı topraklarına katılan Lübnan, kendine özgü bir toplumsal ve siyasal biçimlenme sürecine girdi. Merkezî yönetimin etkili olduğu kıyı kesimi dışındaki bölgelerde feodal ilişkilere dayanan Maruni ve Dürzi soylulara belirli bir özerklik verildi. Dürzi Maanoğullannın Lübnan’ın büyük bölümünde sağladığı üstünlük 1697’ye değin sürdü. Ardından Sünni olmakla birlikte Dürzilerden destek gören Şihâboğulları öne çıktı. Bu arada güneye doğru yayılmaya başlayan Maruni Hıristiyanlar önemli bir güç durumuna geldi. Aynı dönemde, kıyı kentleriyle ticari ilişkilerini geliştiren Batılı devletler, özellikle de Fransa Hıristiyanların koruyuculuğunu üstlenmeye başladı. Maruniler 1736’da Katolik Kilisesi’yle resmen birleşti.
18. yüzyıl sonlarında Şihâboğullarının bir bölümü Hıristiyanlığı benimsedi. Dürzilerle mücadeleye giren II. Beşir Şihâb (hd 1788- 1840) Kavalalı Mehmed Ali Paşa’yla ittifak kurma yoluna gitti. OsmanlIlar 1842’de Şihâboğullarının egemenliğine son verdikten sonra Dürzilere dayanarak düzeni sağlamaya çalıştı. Bu politika Dürziler ve Maruniler arasında çatışmalara yol açtı. Fransız müdahalesinin ardından Batılı devletlerin baskısıyla 1861’de Marunilere özerklik verildi. Kıyı kesiminde ve Bikaa Vadisinde etkili bir yönetim kurmayı başaran OsmanlIlar, I. Dünya Savaşı öncesinde Lübnan Dağlarındaki Hıristiyanlan da denetim altına aldı.
19. yüzyıldaki önemli bir gelişme de yabancı misyonerlerin Lübnan’da Hıristiyanlar için çok sayıda okul açmasıydı. Kıyı kentlerinde de giderek çoğunluğu oluşturan Hıristiyanlar önemli ticaret ve meslek dallarını ele geçirmeye başladı. Beyrut uluslararası limanıyla Akdeniz’in önemli bir ticaret merkezi durumuna geldi.
Fransız manda yönetimi.
I. Dünya Şavaşı sonunda Lübnan Fransız askeri yönetimi altına girdi. Lübnan Dağlarındaki özerk bölge 1920’de Beyrut ve öteki kıyı kentleriyle Bikaa Vadisini de içine alacak biçimde genişletildi. Milletler Cemiyeti Büyük Lübnan olarak adlandırılan bu toprakları 1923’te Fransız mandasına bıraktı. Yeni düzenlemeyle Hıristiyanlar ve Müslümanlar arasındaki nüfus dengesi hemen hemen eşit bir düzeye geldi. Bununla birlikte yönetimde Marunilere tanınan ağırlık özellikle Dürzilerin ayaklanmalarına yol açtı. Dürzileri sert biçimde bastıran Fransızlar 1926’dan sonra daha dengeli bir politika izleyerek etkili bir denetim kurdu.
Fransız yönetimi altında kentlerin hızla büyümesi güçlü bir orta sınıf yarattı. Buna bağlı olarak gelişen milliyetçi akımın baskısıyla 1936’da Lübnan’a bağımsızlık verilmesini öngören bir antlaşma imzalandı. Ama Fransız hükümeti antlaşmayı onaylamadı. II. Dünya Savaşı’nm başlarında Vichy Hükümeti’ne bağlı yöneticilerin denetiminde kalan Lübnan, 1941’de İngiliz ve Özgür Fransız Kuvvetleri’nce işgal edildi. 22 kasım 1943’te bağımsızlığa geçiş için yapılan seçimlerin ardından Bişara Huri cumhurbaşkanlığına getirildi. Fransızların bağımsızlığı önleme girişimi İngilizlerin müdahalesiyle boşa çıktı. 1946'nın sonlarında Lübnan'ın bağımsızlığı resmen tanındı.
Bağımsızlık sonrası.
1948'de anayasada değişiklik yaparak ikinci kez cumhurbaşkanı seçilmeyi başaran Huri, yolsuzluklardan dolayı yaygın bir muhalefetle karşılaştığından Eylül 1952'de çekilmek zorunda kaldı. Yerine geçen Kamil Şamun. Batılı ülkelere yakın bir politika izlediğinden Mısır ve Suriye'nin sert eleştirilerine hedef oldu. 1957'deki güdümlü seçimlerin yarattığı gerginliğin de etkisiyle
Müslümanlar arasında başlayan silahlı hareketler, ordunun müdahaleden kaçınması nedeniyle Şamun’u zor durumda bıraktı. 1958’de Şamun’un çağrısı üzerine ABD Deniz Piyadeleri Beyrut'a çıkarma yaptı. Bu sırada ayaklanma yatışırken, parlamento da General Fuad Şehab'ı cumhurbaşkanlığına seçti. Müslümanların direnişinde önemli rol oynayan Raşid Kerami de başbakan oldu.
Bunalımın atlatılmasını sağlayan uzlaşma, Müslümanlarla daha yakın bir işbirliği politikası izleyen Şehab'ın yönetimi altında daha da gelişerek sürdü. Şamun döneminde başlamış olan ekonomik büyüme siyasal bir istikrarın sağlanmasına olanak verdi. Bu arada Lübnan'ın komşu Arap ülkeleriyle ilişkileri de düzeldi. 1964'te Şehab’ın yerini alan Charles Helou, işbirliği politikasına bağlı kalmakla birlikte yeni sorunların üstesinden gelemedi.
1960’lardaki hızlı kentleşme sürecinde dinsel topluluklar arasındaki toplumsal ve ekonomik çekişmeler giderek çatışma düzeyine çıktı. Aynı dönemde çok sayıda Filistinli mülteci Lübnan'a sığınmaya başladı.
Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) Lübnan'da üslenme girişimleri ve Filistin mülteci kamplarındaki kötü yaşam koşulları önemli bir gerginlik yarattı. Bu arada Lübnan’ın Arap- Israil çatışmasındaki tutumu, Suriye’nin siyasal baskılarına yol açtı.
FKÖ’nün Kasım 1969’da mülteci kamplarında silahlı birlikler kurma iznini almasından sonra, İsrail Lübnan içlerine sık sık baskınlar düzenlemeye başladı. Ağustos 1970’te cumhurbaşkanlığına seçilen Süleyman Franjiye, sağcı partilerin ve İsrail’in baskısı altında Filistinlileri sindirme politikasına yöneldi. Filistinlilerle ordu birlikleri arasında çatışmalar sürerken, hükümet düzeyinde siyasal bir bunalım baş gösterdi. Falanjist Parti’nin Filistinlilere yönelik saldırılara katılması üzerine, Kemal Canbulat önderliğindeki Dürzilerin yanı sıra başta Şiiler olmak üzere çeşitli solcu Müslüman gruplar da Filistinlilerin yanında yer aldı.

Tırmanan olaylar Nisan 1975’te iç savaşa dönüştü. Suriye’den yardım gören Müslümanlar ve Filistinliler, 1976 başlarında kesin bir üstünlük elde etti. İsrail’in gelişmelere müdahale etme olasılığının belirmesi üzerine, Suriye birdenbire tutum değiştirerek Hıristiyanlan desteklemeye başladı. Ardından İsrail ve Suriye birlikleri Lübnan’a girdi. 1976 yazında iç savaşın seyri bütünüyle değişti; inisiyatifi ele geçiren Hıristiyan kuvvetler Filistin mülteci kamplarında kıyıma girişti. Beyrut'un merkezinden geçerek Şam yoluna kadar uzanan Yeşil Hat’la Lübnan ikiye ayrıldı. Kuzeyde Hıristiyanlar, güneyde de Müslümanlar denetim kurdu.
Mayıs 1976'da Suriye'nin desteklediği Elias Sarkis’in cumhurbaşkanı seçilmesinden sonra, çarpışmalara son verme girişimleri arttı. Sonbaharda çoğunluğunu Suriyeli askerlerin oluşturduğu Arap Birliği ne bağlı barış gücü Yeşil Hat'a yerleştirildi. Ama büyük bir güç kazanan Falanjist Parti'nin saldırıları yoğunlaşırken, İsrail birlikleri de 1978'de Güney Lübnan'ı işgale girişti. Küçük bir Birleşmiş Milletler kuvvetinin İsrail birliklerinin yerini almasına karşın, İsrail'in Hıristiyanlara verdiği etkin destek sürdü. Falanjist Parti Maruni kuvvetlerini tek bir komuta altında birleştirdi. Bu arada Suriye yeniden tutum değiştirerek Filistinlilere ve Müslümanlara yardım etmeye başladı.
Barış kuvvetlerinin varlığı ve çeşitli ateşkes uygulamaları sonraki yıllarda da çatışmaları durduramadı. İsrail'in Haziranı 1982'de Filistinlileri Güney Lübnan'dan çıkarmak için başlattığı harekât, bunalımı doruğuna çıkardı. Hızla ilerleyen İsrail birliklerinin Batı Beyrut'u kuşatmasından sonra güneydeki Filistinli gerillalar uluslararası bir gücün gözetiminde Lübnan'ı terk etti. Bu durumdan yararlanmak isteyen Suriye 1983 sonlarında Bikaa Vadisindeki Filistin kamplarında kendi yandaşı örgütlerin üstünlüğü ele geçirmesini sağladı.
İsrail'in desteğiyle Ağustos 1982’de cumhurbaşkanlığına seçilen Falanjist Parti başkanı Beşir Cemayel, göreve başlamasından 10 gün sonra bombalı bir saldırıda öldürüldü. Yerini alan kardeşi Emin Cemayel, İsrail ile bir barış antlaşması imzalamayı kabul etti. Ama İsrail birliklerinin Eylül 1983’te çekilmeye başlamasından sonra, Suriye’nin ve Müslümanların baskısıyla antlaşmadan vazgeçti. Ekim 1983’te Beyrut’taki ABD Deniz Piyadeleri karargâhı ve Fransız kışlası bombalı saldırıya uğradı. 1984’te Uluslararası Barış Gücü Lübnan’ dan çekildi. Buna karşılık Suriye’nin yanı sıra 1985'te geri çekilme harekâtını tamamladığını açıklayan İsrail de Lübnan’da kuvvet bulundurmaya devam etti. 1986’dan sonra Suriye birlikleri, Şii Emel milisleri İve Filistinliler arasında yeni çatışmalar Içıktı.
1989’da Emin Cemayel’in görev sü- jresi sona erdiğinde Ulusal Meclis yeni bir cumhurbaşkanı seçemedi. Cemayel bunun üzerine Michel Aoun başkanlığında geçici bir askeri hükümet atadı. Aoun, Kasım 1989’da cumhurbaşkanlığına seçilen Rene Moavvad’ı Suriye’nin kuklası olduğu gerekçesiyle tanımadı. Moawad cumhurbaşkanlığına seçildikten 17 gün sonra bir suikast sonucu öldü ve yerine Elias Hravi seçildi. İktidarı bırakmaya yanaşmayarak cumhurbaşkanlığı sarayını işgal eden Aoun’uh direnişinin Ekim 1990’da kırılması ulusal birliğe giden yolda bir dönüm noktası oldu. Başbakan Selim el-Hoss bir ulusal birlik hükümetinin kurulmasına olanak sağlamak için Aralık 1990’da istifa etti. Ömer Kerami başkanlığındaki yeni hükümette yedi ayrı milis örgütünün liderine yer verildi; bunlar arasında Dürzi lider Velid Canbulat ile Şii Emel örgütünün lideri Nebih Berri de bulunuyordu.
Aynı yıl çeşitli örgütlerin kaçırdığı Batılı rehineler serbest bırakılmaya başladı. 1991’de Lübnan ordusu ülkenin büyük bölümünde denetimi ele geçirdi ve çatışan grupların çoğu silahsızlandırıldı. Ömer Kerami’nin Mayıs 1992’de istifası üzerine Raşid es-Sulh başkanlığında geçici bir hükümet kuruldu. Ağustos 1992’de 20 yıllık bir aradan sonra ilk genel seçimler yapıldı. Seçimlerin Suriye birliklerinin ülkeden tümüyle çekilmesine değin ertelenmesini isteyen Hıristiyanların çoğu seçimleri boykot ettiler. İç savaşın başlamasına değin ülkenin siyasal yaşamına yön vermiş olan Maruniler ise yeni parlamentonun ülkeyi Suriye’nin uydusu durumuna getireceğini ileri sürdüler. Daha çok Suriye yanlısı üyelerden oluşan yeni parlamentoda Hizbullah örgütünün üyeleri de yer alıyordu. Ekimde Refik el-Heriri başkanlığında yeni hükümet kuruldu. İsrail kuvvetlerinin Temmuz 1993’te Güney Lübnan’a yönelttiği büyük saldırıya karşın, Lübnan’ın ekonomik toparlanması 1993’te de sürdü.
kaynak: Ana Britannica