İdealizm
Tüm varlığı düşünceye indirgeyen ve düşüncenin dışında tüm nesnel gerçekliği ya da maddî gerçekliği yadsıyan öğretilerin genel adı. İdealist öğretilerin en eskileri Elea filozoşarının öğretileridir. Elea filozofları (Ksenophanes, Parmenides, Elealı Zenon), çokluklar ve hareketler dünyası olan fizik dünyayı ancak usla kavranabilen, düşünülür dünyadan ayırıyorlar, bu düşünülür dünyayı mutlak ve evrensel bir bütünlük olarak belirliyorlardı. Onların bu belirlemeleri gerçek anlamında hareketi ve oluşu olanaksız kılıyordu. Felsefe tarihinin ilk büyük idealisti Platon'dur. Platon da Elealılar gibi bir duyulur dünya, düşünülür dünya ayrımı koyuyor, duyulur dünyayı bir gölgeler dünyası, bir görüntüler dünyası olarak belirliyor, sarsılmaz gerçeklikler olan idealarla donatılmış saydığı düşünülür dünyayı gerçek dünya olarak gösteriyordu. Platon'un idealistliğini Elealılarınkinden ayıran başlıca nokta, Platon'da duyulur bir önem taşıyan bir gerçeklikler dünyası olmasıdır. Bu yüzden bu duyulur dünya, düşünülür dünyanın bilgisine ulaşmada bize bir çıkış yolu sağlar, düşünülür dünyada almış olduğumuz bilgileri anımsamada ilk etkiyi kazandırır. Descartes'ın idealistliği Platon'unkine göre çok ılımlı bir idealistliktir, çünkü Descartes, maddenin varlığını benimsediği gibi madde dünyasında yapılan deneylerden giderek sahip olduğumuz edinilmiş bilgileri doğuştan fikirler kadar olmasa da önemser, ayrıca deney dünyasını birtakım bilgilerin doğrulanmasında bize sağlam veriler sağlayan bir alan olarak görür. Gene de "ben"i bilgi edinmede belirleyici saymasıyla, buna göre doğuştan fikirleri bilginin temeline koyuşuyla Descartes felsefesi tam anlamında idealist bir felsefedir. Descartes'ta dış dünya gerçeğiyle dengelenen idealistlik, Berkeley'de en aşırı anlamını kazanır, öyle ki Berkeley dış dünyanın varlığını tümden yadsır ve varlığı varlığın fikrine indirger, bu yüzden onun felsefesine maddesizcilik adı verilir. Berkeley'e göre maddî şeylerin varlığı onlardan elde ettiğimiz algıdadır, bir başka deyişle şeyler algılandıkları için vardır. Bu öznelci bakış, sonuna kadar götürülemez. Çünkü Tanrı'nın varlığını göstermek de gerekecektir. Tanrı, insan düşüncesinde şeylerin varlığını yaratan aşkın güçtür. Kant'ın göreli ya da aşkın idealistliğinde, dış dünya kendisinden kendi öznel koşullarımıza göre elde ettiğimiz fikirlere indirgenir. Kendinde şeyler vardır ama biz bu kendinde şeylerin bilgisine varamayız, bunlar bizim deneylerimizi aşar, biz ancak olguların bilgisine ulaşabiliriz, biz dış dünya üzerine elde ettiğimiz bilgileri de olgulardan elde ederiz. Bu yönüyle Kant idealistliği kendinde şeyi bilinmez saymakla bilinmezci idealistliktir. Bu idealistlik her bilginin insan zihninin özelliklerine göre oluştuğunu bildirmekle göreli idealistlik diye belirlenir. Hegel ve Schelling'in idealistliği varlığı evrensel fikre indirger; bu fikrin gelişimi algılanabilir varlıkların çeşitliliğini oluşturacaktır. Buna göre evren gelişen bir mutlak varlık anlamı kazanır. Schelling "ben"i ve "ben olmayan"ı ayrı ayrı şeyler saymakla birlikte onları mutlaktan getirir, bu mutlak özneyle nesnenin, maddeyle biçimin özdeşleştiği yerdir. Hegel ise mutlakın yerine fikri koyar, ama onu mutlak bir şey olarak koyar. Bu yüzden Schelling'in ve Hegel'in idealistliği temelde aynı bakış açısına dayanır. Hegel'i yeni kılan, evrensel oluşuma diyalektiği getirmiş olmasıdır. İdealistlik, ne olursa olsun, maddeye karşı fikri koyuşuyla maddeciliğe tam anlamında karşı olan bir düşünce biçimidir, bilgi edinmede özneyi nesne karşısında belirleyici saymakla birlikte deneyin bilgisini yadsımadığından hatta kendi ölçümleri içinde zorunlu gördüğünden tam anlamında deneyciliğe karşı bir görüş olarak belirmez. İdealizm, sanat ürününü yetkinlik kavramıyla açıklar. Bu anlamda sanat, yetkinliğe ulaşma çabasıdır. Nitekim bir sanat yapıtını salt biçim olarak değerlendiren düşünüş de temelde idealist öğretilere dayanmaktadır.
MsXLabs.org & MORPA Genel Kültür Ansiklopedisi