Arama

Dil Devrimi - Tek Mesaj #2

Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
25 Ekim 2006       Mesaj #2
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Dil Devrimi ya da Us Çağına Açılan Kapı

Ali Dündar

"1919 Mayısın 19. günü, yani Önder’ Samsun’a çıkışından beri, Ulusal Bağımsızlık Savaşı içindeyiz. Askersel, siyasal, yönetsel, türel, parasal tutumbilimsel ve sağlık alanlarında savaşımımız, tam ve kesin sonuçlara ulaşmıştır. Son dört yıldır, Önder’in 9 Ağustos 1928 Sarayburnu Söyleviyle, ulusal ekinimizin ana ve temel öğeleri üzerinde devrim ve düzeltme çalışmaları başlamış bulunuyor. Latin imcelerinin alınısı, bu alandaki utkuların ilki oldu. Ulu Önder’ in koruyuculuğundan onur ve sürekli yol göstericiliğinden ışık alan tarih çalışmaları, ulusal tarihin yüreğini kanatan iftira, düşmanlık ve aymazlık dikenlerini temizledi. Şimdi, ruhumuzun kubbesinde O’nun yeniden yükselen sesi bize diyor ki: “Ulusa verdiğimiz söz daha tam yerine gelmedi. Ulusun önünde içtiğimiz ant daha tam gereğini bulmadı. Ulusal ekin toprağı yaban öğelerden temizlenmedi. Türk dili kendi temiz ve soylu benliğine daha kavuşmadı. Onu -Türk dilini- sevgi ile sevecenlikle kucaklayınız; onu yeniden ana sütü ile emzirerek taze, çoşkun ve ölümsüz yaşamına erdiriniz. 1.Türk Dili Kurultayı, çağıran ve göreve yönlendiren bu soylu seslenişin, ulus bağrınıdan yansımış yanıtıdır."


iletisi vermiştir. Türk Dil Kurumu, 51 kurultayını yaptıktan, yani 1983’te atanmış görevlilere devredilirken, 77’si bayan olmak üzere, 517 etkin üye ile çalışmasını sürdürüyordu. Seçimle gelen üyeler Kurumdan aylık günlük almadıkları gibi, her yıl kararlaştırılan ödentileri de cepleriinden ödemek durumundaydılar. Üyeler ancak, kuruma bilimsel ve incelemeden geçmiş yazılı bir çalışma sundukları zaman belli bir yazı ücretini (telif-çeviri) alabilirlerdi. Onu da kimileri almaz, Kuruma bağışlardı.

Dilsel etkinliklere ve devrime yaklaşımlarına göre seçilerek gelen üyeler, dil olgusuna, özünde dilbilimsel, devrimci bir kavrayışla yaklaşırlardı. Dil devrimini, Atatürk devrim ve ilkelerinin bütünlüğü kapsamında alımlayan üyeler, dil sorunsalını (problematik), aydınlanma sürecinin olmazsa olmaz bir ayağı sayar, ekinleşme ve derneşme seçeneklerini bu anlayışa dayandırırlardı. Bu bağlamda yazı değişimi ve dil devrimi tekil ve olağan dışı bir devinim olarak değil; devrim sürecinde gelişmelerin ve oluşumların, ulusal boyutta iletişim - bildirişim ağı olarak değerlendirirlerdi. Başka bir deyişle, dil etkeninin devrimci bir anlayışla gündemde tutulması, aydınlanmanın temel erekleri ve amaçları açısından yaşamsal bir zorunluluk olarak görülürdü. Yüce Atatürk’ün “... Ülkesini, yüksek bağmsızlığını korumasını bilen Türk Ulusu, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır... “ sözlerinin ışığında dil devrimi, toplumsal - Ulusal derneşim sürecinde, en yaşamsal bir yurtlanma, Alman bilimeri Heidegger’in tanımlarıyla yinelemek gerekirse: Dil, toplumsallaşma - uluslaşma aşamasındaki ya da o tür savaşımı üstlenmiş durumdaki bir toplmun, gerçek evini kurup kurumlaştırması, ev’ lenmesi, kendi kendini ev’lendirmesi... Olarak algılanmış ve işlemlendirilmiştir.
Kendi kendini evriltme - derneştirme, kurumlaştırma sürecine girmiş olan bir toplum, ellbette bunun gereklerini ve gereçlerini de düşünmek; ilkelerini,yol ve yöntemlerini hazır tutmak zorunluluğundadır. Atatürk önderliğinde us kapısını uygarlık çağına açmayı göze alan Türk ulusu, İslam ortaçağı denilen karanlıkçı bir değişmezlikler ortamından, yepyeni bir ortama, yaşamda ve doğada “değişmez olan tek yasanın sürekli değişir olduğu”nu öngören bir ortama girmeye yönelince, kuşkusuz gerekli önlemlerini alacak, güçlerini ona göre yönlendirmek durumunda kalacaktı. Atatürk, bilim diyor bu aşamada ve uyarıyordu, “Yaşamda en gerçek yol gösterici bilimdir, fendir. Bilimin ve tekniğin dışında yol gösterici aramak bilisizliktir, sapkınlıktır.” Böylece Atatürk, yaşamın ve doğanın temel ilkesinin “Sürekli değişiklik yasası” ile bilimin sürekli ilerleyişi, ilerleyerek değişir oluşu arasında koşutsal bir uygunluğu öngörürken, yaşamsal-doğasal değişimin,ancak bilimsel gelişme ve yenileşmelerin içinde bulunurak karşılanabileceği, anlaşılabileceği gerçeğini bize bildirmiş oluyor. Onun için diyoruz ki, Atatürkçü düşünüş bağlamında dil devrimi, gerçekçi ve toplumbilimsel bir zorunluluktur. Dil devrimi olmasaydı bugün: Yahya Kemal’in kullandığı “Bais-İ feyz ü Hayatım, Peder-i Muhteremim Efendim” gibi mektup ağızları ya da birtakım dilsel yalakalıklarla yükseklerden “caize” uman Divancıların “münacak” düzeninde koştukları “Hak teala azamet aleminin Padişahı, lâ - mekânıdır devletinin taht-ı gehi” kısırdöngüsüne kapılanmış bir jargon ile nereye varabilirdik? Devşirme bir dille günümzün bilimine, tekniğine, ekinine, yazınına, sanatına girebilir; bugün olduğu gibi, güzel Türkçemizin ürünlerini o bilim ve tekniği, o yazın ve sanatı üreten dillere sunabilir miydik? Kuşkusuz yapamazdık.

Atatürk’ün kurduğu Türk Dil Kurumu, sıradan bir dil bürosuna dönüştürülmeden önce, ülkümen (idealist) bir anlayış ve yöntemle çalıışıyorudu. Atatürk’ün yolunda ve ülküsünde, O’nun adımlarıyla yol alma kararı ve çabası içindeydi. Çünkü Atatürk’ün temellerini attığı Kurumda dil, yaşamsal ve ulusçu bir yaklaşımla ele elınıyor, üretilen ve türetilen her sözcük, her terim, Anadolu Aydınlanmacılığını sonsuza dek sönmeyecek, söndürülmeyecek yaygın ışığı olarak kutsanıyordu. Ne var ki benliklerini ve beyinlerini bir türlü Arapça - Farsça kırmasının oluşturduğu tapıncadan (fetişizmden) arındıramayanlar, Türkçenin parıldayan ışığına dayanamadılar. Elli bir yıl boyunca Türk diline, Türk Dil Kurumu’na ve Kurum üyelerine atmadıkları çamur etmedikleri iftira kalmadı.
Kurum, 1983 yılına dek bilimin, yazının, sanatın ve uygulayımın hemen her alında çalışmalar yaptı. Tam 107 terim kılavuzu hazırladı ve bu kılavuzaların kapsadığı bilim - sanat alanları için on bini aşkın terim üretti ve önerdi. Olabildiğince yabancı sözcük, kavram ve kurallardan arındırılmış ilk “Türkçe Sözlük” ve “Yazım Kılavuzu”nu hazırladı, yaydı. İçeriği bütünüyle dilsel etkinliklere özgülenmiş “Türk Dili” adında bir dergiyi ara vermeksizin yayımladı, yazma-çeviri yüzlerce dilsel yapıt kazandırdı dil kaynakçamıza. Ama bugün o terim kılavuzlarırın, Türkçe ve çeviri dil kaynakçalarının hemen hiçbiri satışta yok. Bürolaşmış Kurum, ne basısı tükenenleri yeniden basıyor ne de kendisi yeni sözcük ve terim önerisinde bulunuyor. İşleri güçleri, “Lisan-ı azbülbeyani Osmanî”den (+) eksik - artık çeviriler, aktarmalar yaparak, çoktan tarihin belgeliklerine yollanmış Osmanlı jargonunu diritmeye çalışmak. Oysa Atatürk’ün Türk Dil Kurumu, bir toplum kirizmacısı gibi çalışmış ; halk ağzından derlediği sözcükleri büyük boy 12 çıltte, eski yapıtlardan taramalar yoluyla ayıkladığı binlerce Türkçe sözcüğü orta boy 8 ciltte yayımlalayarak kullanıcıların hizmetine sunmuştu. Kuuum bununla da yetinmemiş, bir yandan derlenen ve tarama yoluyla elde edilen sözcükleri madde başı değerlerine dönüştürme çalışmalarını başlatırken, biryandan da halk ağzından ses ve ağız derlemeyi yapmayı başlatmış bulunuyordu. Tam bu aşamada “Kıt’a dur!.. “ buyruğu geldi. Kurumu teslim alanlar, suçlayacak, karalayacak bir şey bulamayınca, umarı, sözçük yasakçılarına yardımda aradılar. Bugün o yasakçılar dahil, eski/yeni Osmmanlıcılar dahil, hemen herkesin kullandığı, konuştuğu / yazdığı yüzlerce sözcüğe yasak koyucuların yanında yer aldılar. Ama gene de anadilleri onları utandırdı,yasak karanamesine aldıkları: Aday, alan amaç, amaçlamak, anlam anlatım, araç-gereç, atama ayrıcalık, ayrım, ayırım vb. sözcükleri o zaman kullanmak zorunda kaldılar, bugün de kullanıyorlar.

Ne varki ussal doğrultu her zaman yolunu sürdü, aymazlaklarını, ilkelliklerini geride bıraktı. Kurumdan uzaklaştırılan seçilmişler susmadılar, “Dil Derneği”ni kurdular. İlkelerini, ülkülerini orada sürdüyor, alınlarının akıyla Atatürk devrim ve ilkelerinden aldıkları onur bayrağını Dil Derneği’nde dalgalandırıyorlar. Derneğin hazırladığı iki ciltlik “Çağdaş Türkçe Sözlük” kısa sürede 2. Basıya ulaştı, “Çağdaş Yazım Kılavuzu” ise, 4.basısıyla bugün satışta bulunuyor. Bunlardan başka: Bilim Dili Türkçe/Yazın Dili Turkçe, Dil bilim ve Türkçe, Uygulamalı Dilbilim Açısından Türkçenin Görünümü, Kitle İletişim Araçlarında Dil Kullanımı, Dil Devriminden Bu Yana Türkçenin Görünümü, Yazım ve Sorunları, Mustafa Kemal Atatürk, Öğrenciler İçin Türkçe Sözlük, Anlatım Terimleri Sözlüğü, Yazın Terimleri Sözlüğü... gibi dilsel/yazınsal yapıtlar üreterek çalışmalarını sürdürüyor.

Fakat ne yazık ki bu yıl Dil bayramı’nın 69. yılını, hiç istenmeyen, hiç kimsenin usundan bile geçirmek istemeyeceği birtakım burukluklarla kutlamak zorundayız. Yanlış yolda da olsa, kuruluşundaki ilke ve ülkülerinden saptırılmış da olsa, Yüce Atatürk’ ün temelini attığı bir kurumun yolsuzluk ve yolaksızlıklarla sorgulamasını kim ister, kim dilerdi. Elli bir yıl boyunca ve bir dernek/tüzel kişiliği kimliğiyle uğrulara metelik kaptırmayan Kurumun, sözde seçile/ayıklana atanmışlar yönetiminde bu gibi olumsuzluklara konu olabileceğini kim düşünebilir, kim isteyebilirdi.Bizlerin döneminde Tanrı korusun böyle bir durum ortaya çıksaydı, kim bilir pamuk ellere ne kınalar yakılır, boyalı basın kesiminde ne davullar, zurnalar çalınırdı. Ama biz üzülüyoruz, insan olanın başına böyle işler gelmemeli, insan bu denli utandırıcı bir durumla karşılaşmaya layık değildir, diyoruz!

Msn Star Osmanlı, Devlet Dili kavramını çok geç tanıdı, tanıdığı zaman da, Arap ve Acem dilleri bütün sözcük, terim ve kurallarıyla gelip Osmanlının diline yerleşmişti. Dilinin ne olduğu sorusu, Osmanlı’nın usuna ilk kez 1. Kanuni Esasi’nin düzenlemesi sırasında geldi. Uzun süren tartışmalardan sonra, Osmanlıca için şöyle bir tanım getirdiler: “Lisan-ı azbül beyani Osmani, Arabi,Farisi ve kısmen Türkiden mürekkeptir” Tanımda geçen “azbülbeyani” sözcüğü Arapça,tatlı, tatlı söyleyişli, kuş ötüşlü dil anlamlarına geliyor.