Arama

Dil Devrimi

Güncelleme: 8 Ocak 2010 Gösterim: 19.709 Cevap: 2
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
14 Ekim 2006       Mesaj #1
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
DİL DEVRİMİ NEDİR; NİÇİN YAPILMIŞTIR?
Türkiye Cumhuriyeti'nin uluslaşma sürecini bütünleyen Türk Devriminin ya da Atatürk devrimlerinin en önemli basamaklarından ilki cumhuriyetin kuruluşundan 4 yıl sonra yapılan imce (harf) devrimi, ikincisi de cumhuriyetin kuruluşundan 9 yıl sonra yapılan dil devrimidir. Dil devrimi kısaca, Türkçeyle düşünmeyi, Türkçenin bütün, bilim, sanat ve teknik kavramlarını karşılayacak yolda gelişmesini sağlayan eylemdir.
Dilbilimci Kamile İmer "Dil devrimini nedir?" sorusunu şöyle yanıtlıyor: "Dili daha çok yerli ögelerin egemen olduğu bir kültür dili durumuna getirmek amacıyla yapılan ve devletin desteğini kazanmış olan ulus çapındaki dili geliştirme eylemine 'dil devrimi' adı verilmektedir. " (Dilde Değişme ve Gelişme Açısından Türk Dil Devrimi, TDK Yayınları, Ankara, 1976, s. 31 ve ötesi)
Sponsorlu Bağlantılar
Dil devrimi, yine İmer'in belirttiği gibi, doğrudan dilin gelişmesiyle ilgilidir. Ancak dilde devrim yapılamayacağını öne sürerek, yıllarca devrimin karşısına dikilenler, dil devriminin salt sözcük türetme eylemi olduğunu söyleyerek, türetilen sözcükleri küçümsemişlerdir. Her kişi düşüncesini sözcükler arasında bağ kurarak oluşturduğu tümcelerle (cümlelerle) aktarır. Bu açıdan bakınca dil devrimi aynı zamanda düşüncenin yenileşmesidir.
İmer'in söylediği gibi, “Dil devriminin gerçekleşmesini sağlayan etkenler, aynı zamanda onun amaçlarını ortaya koymaktadır. Uluslaşma etkeni dili yabancı ögelerden arıtma amacını, öteki de kültür dili durumuna getirmeyi amaçlamaktadır. Bu amaçların olumlu sonuçlar vermesi, ortaya çıkan ürünlerin toplumun malı olmasına bağlıdır. Devletin desteği olmaksızın dilde yapılan devrim, bireysel bir eylem olarak kalır, topluma mal olmaz. Dil devriminin hazırlık evresindeki çabalar, bunun en güzel örnekleridir. Türk dil devriminin hazırlık evresi olarak nitelendirebileceğimiz ve Tanzimat Fermanı’yla başlayan dönemdeki dili arıtma isteği toplumu kapsayamamıştır. Ancak Cumhuriyetten sonra, 1932 yılında devletin öncülüğünde Türk Dili Tetkik Cemiyeti’nin kurulmasıyla dilde yapılan yenilikler, ulus çapında bir eylem olarak topluma mal olmaya başlamıştır.
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
25 Ekim 2006       Mesaj #2
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Dil Devrimi ya da Us Çağına Açılan Kapı

Sponsorlu Bağlantılar
Ali Dündar

"1919 Mayısın 19. günü, yani Önder’ Samsun’a çıkışından beri, Ulusal Bağımsızlık Savaşı içindeyiz. Askersel, siyasal, yönetsel, türel, parasal tutumbilimsel ve sağlık alanlarında savaşımımız, tam ve kesin sonuçlara ulaşmıştır. Son dört yıldır, Önder’in 9 Ağustos 1928 Sarayburnu Söyleviyle, ulusal ekinimizin ana ve temel öğeleri üzerinde devrim ve düzeltme çalışmaları başlamış bulunuyor. Latin imcelerinin alınısı, bu alandaki utkuların ilki oldu. Ulu Önder’ in koruyuculuğundan onur ve sürekli yol göstericiliğinden ışık alan tarih çalışmaları, ulusal tarihin yüreğini kanatan iftira, düşmanlık ve aymazlık dikenlerini temizledi. Şimdi, ruhumuzun kubbesinde O’nun yeniden yükselen sesi bize diyor ki: “Ulusa verdiğimiz söz daha tam yerine gelmedi. Ulusun önünde içtiğimiz ant daha tam gereğini bulmadı. Ulusal ekin toprağı yaban öğelerden temizlenmedi. Türk dili kendi temiz ve soylu benliğine daha kavuşmadı. Onu -Türk dilini- sevgi ile sevecenlikle kucaklayınız; onu yeniden ana sütü ile emzirerek taze, çoşkun ve ölümsüz yaşamına erdiriniz. 1.Türk Dili Kurultayı, çağıran ve göreve yönlendiren bu soylu seslenişin, ulus bağrınıdan yansımış yanıtıdır."


iletisi vermiştir. Türk Dil Kurumu, 51 kurultayını yaptıktan, yani 1983’te atanmış görevlilere devredilirken, 77’si bayan olmak üzere, 517 etkin üye ile çalışmasını sürdürüyordu. Seçimle gelen üyeler Kurumdan aylık günlük almadıkları gibi, her yıl kararlaştırılan ödentileri de cepleriinden ödemek durumundaydılar. Üyeler ancak, kuruma bilimsel ve incelemeden geçmiş yazılı bir çalışma sundukları zaman belli bir yazı ücretini (telif-çeviri) alabilirlerdi. Onu da kimileri almaz, Kuruma bağışlardı.

Dilsel etkinliklere ve devrime yaklaşımlarına göre seçilerek gelen üyeler, dil olgusuna, özünde dilbilimsel, devrimci bir kavrayışla yaklaşırlardı. Dil devrimini, Atatürk devrim ve ilkelerinin bütünlüğü kapsamında alımlayan üyeler, dil sorunsalını (problematik), aydınlanma sürecinin olmazsa olmaz bir ayağı sayar, ekinleşme ve derneşme seçeneklerini bu anlayışa dayandırırlardı. Bu bağlamda yazı değişimi ve dil devrimi tekil ve olağan dışı bir devinim olarak değil; devrim sürecinde gelişmelerin ve oluşumların, ulusal boyutta iletişim - bildirişim ağı olarak değerlendirirlerdi. Başka bir deyişle, dil etkeninin devrimci bir anlayışla gündemde tutulması, aydınlanmanın temel erekleri ve amaçları açısından yaşamsal bir zorunluluk olarak görülürdü. Yüce Atatürk’ün “... Ülkesini, yüksek bağmsızlığını korumasını bilen Türk Ulusu, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır... “ sözlerinin ışığında dil devrimi, toplumsal - Ulusal derneşim sürecinde, en yaşamsal bir yurtlanma, Alman bilimeri Heidegger’in tanımlarıyla yinelemek gerekirse: Dil, toplumsallaşma - uluslaşma aşamasındaki ya da o tür savaşımı üstlenmiş durumdaki bir toplmun, gerçek evini kurup kurumlaştırması, ev’ lenmesi, kendi kendini ev’lendirmesi... Olarak algılanmış ve işlemlendirilmiştir.
Kendi kendini evriltme - derneştirme, kurumlaştırma sürecine girmiş olan bir toplum, ellbette bunun gereklerini ve gereçlerini de düşünmek; ilkelerini,yol ve yöntemlerini hazır tutmak zorunluluğundadır. Atatürk önderliğinde us kapısını uygarlık çağına açmayı göze alan Türk ulusu, İslam ortaçağı denilen karanlıkçı bir değişmezlikler ortamından, yepyeni bir ortama, yaşamda ve doğada “değişmez olan tek yasanın sürekli değişir olduğu”nu öngören bir ortama girmeye yönelince, kuşkusuz gerekli önlemlerini alacak, güçlerini ona göre yönlendirmek durumunda kalacaktı. Atatürk, bilim diyor bu aşamada ve uyarıyordu, “Yaşamda en gerçek yol gösterici bilimdir, fendir. Bilimin ve tekniğin dışında yol gösterici aramak bilisizliktir, sapkınlıktır.” Böylece Atatürk, yaşamın ve doğanın temel ilkesinin “Sürekli değişiklik yasası” ile bilimin sürekli ilerleyişi, ilerleyerek değişir oluşu arasında koşutsal bir uygunluğu öngörürken, yaşamsal-doğasal değişimin,ancak bilimsel gelişme ve yenileşmelerin içinde bulunurak karşılanabileceği, anlaşılabileceği gerçeğini bize bildirmiş oluyor. Onun için diyoruz ki, Atatürkçü düşünüş bağlamında dil devrimi, gerçekçi ve toplumbilimsel bir zorunluluktur. Dil devrimi olmasaydı bugün: Yahya Kemal’in kullandığı “Bais-İ feyz ü Hayatım, Peder-i Muhteremim Efendim” gibi mektup ağızları ya da birtakım dilsel yalakalıklarla yükseklerden “caize” uman Divancıların “münacak” düzeninde koştukları “Hak teala azamet aleminin Padişahı, lâ - mekânıdır devletinin taht-ı gehi” kısırdöngüsüne kapılanmış bir jargon ile nereye varabilirdik? Devşirme bir dille günümzün bilimine, tekniğine, ekinine, yazınına, sanatına girebilir; bugün olduğu gibi, güzel Türkçemizin ürünlerini o bilim ve tekniği, o yazın ve sanatı üreten dillere sunabilir miydik? Kuşkusuz yapamazdık.

Atatürk’ün kurduğu Türk Dil Kurumu, sıradan bir dil bürosuna dönüştürülmeden önce, ülkümen (idealist) bir anlayış ve yöntemle çalıışıyorudu. Atatürk’ün yolunda ve ülküsünde, O’nun adımlarıyla yol alma kararı ve çabası içindeydi. Çünkü Atatürk’ün temellerini attığı Kurumda dil, yaşamsal ve ulusçu bir yaklaşımla ele elınıyor, üretilen ve türetilen her sözcük, her terim, Anadolu Aydınlanmacılığını sonsuza dek sönmeyecek, söndürülmeyecek yaygın ışığı olarak kutsanıyordu. Ne var ki benliklerini ve beyinlerini bir türlü Arapça - Farsça kırmasının oluşturduğu tapıncadan (fetişizmden) arındıramayanlar, Türkçenin parıldayan ışığına dayanamadılar. Elli bir yıl boyunca Türk diline, Türk Dil Kurumu’na ve Kurum üyelerine atmadıkları çamur etmedikleri iftira kalmadı.
Kurum, 1983 yılına dek bilimin, yazının, sanatın ve uygulayımın hemen her alında çalışmalar yaptı. Tam 107 terim kılavuzu hazırladı ve bu kılavuzaların kapsadığı bilim - sanat alanları için on bini aşkın terim üretti ve önerdi. Olabildiğince yabancı sözcük, kavram ve kurallardan arındırılmış ilk “Türkçe Sözlük” ve “Yazım Kılavuzu”nu hazırladı, yaydı. İçeriği bütünüyle dilsel etkinliklere özgülenmiş “Türk Dili” adında bir dergiyi ara vermeksizin yayımladı, yazma-çeviri yüzlerce dilsel yapıt kazandırdı dil kaynakçamıza. Ama bugün o terim kılavuzlarırın, Türkçe ve çeviri dil kaynakçalarının hemen hiçbiri satışta yok. Bürolaşmış Kurum, ne basısı tükenenleri yeniden basıyor ne de kendisi yeni sözcük ve terim önerisinde bulunuyor. İşleri güçleri, “Lisan-ı azbülbeyani Osmanî”den (+) eksik - artık çeviriler, aktarmalar yaparak, çoktan tarihin belgeliklerine yollanmış Osmanlı jargonunu diritmeye çalışmak. Oysa Atatürk’ün Türk Dil Kurumu, bir toplum kirizmacısı gibi çalışmış ; halk ağzından derlediği sözcükleri büyük boy 12 çıltte, eski yapıtlardan taramalar yoluyla ayıkladığı binlerce Türkçe sözcüğü orta boy 8 ciltte yayımlalayarak kullanıcıların hizmetine sunmuştu. Kuuum bununla da yetinmemiş, bir yandan derlenen ve tarama yoluyla elde edilen sözcükleri madde başı değerlerine dönüştürme çalışmalarını başlatırken, biryandan da halk ağzından ses ve ağız derlemeyi yapmayı başlatmış bulunuyordu. Tam bu aşamada “Kıt’a dur!.. “ buyruğu geldi. Kurumu teslim alanlar, suçlayacak, karalayacak bir şey bulamayınca, umarı, sözçük yasakçılarına yardımda aradılar. Bugün o yasakçılar dahil, eski/yeni Osmmanlıcılar dahil, hemen herkesin kullandığı, konuştuğu / yazdığı yüzlerce sözcüğe yasak koyucuların yanında yer aldılar. Ama gene de anadilleri onları utandırdı,yasak karanamesine aldıkları: Aday, alan amaç, amaçlamak, anlam anlatım, araç-gereç, atama ayrıcalık, ayrım, ayırım vb. sözcükleri o zaman kullanmak zorunda kaldılar, bugün de kullanıyorlar.

Ne varki ussal doğrultu her zaman yolunu sürdü, aymazlaklarını, ilkelliklerini geride bıraktı. Kurumdan uzaklaştırılan seçilmişler susmadılar, “Dil Derneği”ni kurdular. İlkelerini, ülkülerini orada sürdüyor, alınlarının akıyla Atatürk devrim ve ilkelerinden aldıkları onur bayrağını Dil Derneği’nde dalgalandırıyorlar. Derneğin hazırladığı iki ciltlik “Çağdaş Türkçe Sözlük” kısa sürede 2. Basıya ulaştı, “Çağdaş Yazım Kılavuzu” ise, 4.basısıyla bugün satışta bulunuyor. Bunlardan başka: Bilim Dili Türkçe/Yazın Dili Turkçe, Dil bilim ve Türkçe, Uygulamalı Dilbilim Açısından Türkçenin Görünümü, Kitle İletişim Araçlarında Dil Kullanımı, Dil Devriminden Bu Yana Türkçenin Görünümü, Yazım ve Sorunları, Mustafa Kemal Atatürk, Öğrenciler İçin Türkçe Sözlük, Anlatım Terimleri Sözlüğü, Yazın Terimleri Sözlüğü... gibi dilsel/yazınsal yapıtlar üreterek çalışmalarını sürdürüyor.

Fakat ne yazık ki bu yıl Dil bayramı’nın 69. yılını, hiç istenmeyen, hiç kimsenin usundan bile geçirmek istemeyeceği birtakım burukluklarla kutlamak zorundayız. Yanlış yolda da olsa, kuruluşundaki ilke ve ülkülerinden saptırılmış da olsa, Yüce Atatürk’ ün temelini attığı bir kurumun yolsuzluk ve yolaksızlıklarla sorgulamasını kim ister, kim dilerdi. Elli bir yıl boyunca ve bir dernek/tüzel kişiliği kimliğiyle uğrulara metelik kaptırmayan Kurumun, sözde seçile/ayıklana atanmışlar yönetiminde bu gibi olumsuzluklara konu olabileceğini kim düşünebilir, kim isteyebilirdi.Bizlerin döneminde Tanrı korusun böyle bir durum ortaya çıksaydı, kim bilir pamuk ellere ne kınalar yakılır, boyalı basın kesiminde ne davullar, zurnalar çalınırdı. Ama biz üzülüyoruz, insan olanın başına böyle işler gelmemeli, insan bu denli utandırıcı bir durumla karşılaşmaya layık değildir, diyoruz!

Msn Star Osmanlı, Devlet Dili kavramını çok geç tanıdı, tanıdığı zaman da, Arap ve Acem dilleri bütün sözcük, terim ve kurallarıyla gelip Osmanlının diline yerleşmişti. Dilinin ne olduğu sorusu, Osmanlı’nın usuna ilk kez 1. Kanuni Esasi’nin düzenlemesi sırasında geldi. Uzun süren tartışmalardan sonra, Osmanlıca için şöyle bir tanım getirdiler: “Lisan-ı azbül beyani Osmani, Arabi,Farisi ve kısmen Türkiden mürekkeptir” Tanımda geçen “azbülbeyani” sözcüğü Arapça,tatlı, tatlı söyleyişli, kuş ötüşlü dil anlamlarına geliyor.

asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
8 Ocak 2010       Mesaj #3
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
Dil Devrimi(12 Temmuz 1932) , Türkçe'nin vatandaşların çoğunluğunun anlayamadığı Arapça ve Farsça kökenli sözcük ve dilbilgisi kurallarından arındırılıp Türkiye Cumhuriyeti'nin ortak milli dili olarak yazı ve konuşma dili haline getirilmesini amaçlayan devrim.

Cumhurbaşkanı Atatürk öncülüğünde 1932 yılında başlatılmış, 1932-1938 yıllarındaki en köklü değişim döneminden sonra değişen hız ve yoğunluk düzeylerinde 1970'lere kadar sürmüştür. Eski Türk Dil Kurumu'nun kapatıldığı 1982 yılı, Dil Devrimi'nin bitiş tarihi olarak kabul edilebilir.

Dil Devrimi, 1928'de gerçekleştirilen Harf Devrimi ile birlikte, Türkçenin 20. yüzyılda geçirdiği büyük yapısal değişikliğin iki temel taşından biridir.


Tarihçe

Türkler Arapça ve Farsça konuşan milletler ile münasebete girdiklerinde kendi dillerinde bulunmayan sözcükleri almışlardı. Ancak bulunmayan sözcüklerin yanında Türkçe sözcükler de zaman içinde işlerliğini yitirmiş ve yerlerini Arapça ve Farsça sözcüklere bırakmıştı. Türkçede ateş manasında od sözcüğü yerini Farsça ateş sözcüğüne bırakmıştı. Sadece sözcükler değil her iki dilden de tamlamalar ve bazı yapılar ve bunun yanında dil bilgisi kuralları da alınmıştı. Fakat esasen dilin kalbinde yine Türkçe çekimler ve dil bilgisi kuralları kullanılıyordu. Osmanlı Devleti, Bâb-ı Âlî'den idare ediliyordu. Arapça kapı anlamındaki bâb ile Farsça -ı tamlaması Farsça yüce anlamındaki âlî ile birleşmişti ve Osmanlıca yeni bir sözcük türemişti. Bu çeşit bir Osmanlıca'yı ne Türkçe konuşan tebaa, ne Arapça ve Farsça konuşan tebaa ne de diğerleri anlayabiliyordu. Sadece eğitimli kesim, yazarlar ve şairler ile devlet kademelerindekiler bu dili kullanıyordu. Yazı dili ile konuşma dili arasında bir uçurum vardı. Öyle ki gazeteleri geniş halk kesimlerince anlaşılmadığı için satılmayan gazeteciler gazetelerinde kullandıkları dili arılaştırmanın yollarını arıyorlardı. Mesela doğal bilimler anlamındaki Arapça Ulûm-i Tabiiyye tamlaması yerine Tabii İlimler demenin daha anlaşılır olduğunu keşfettiler ve yazılarında bu tür sadeleştirmelere gittiler.

Yazı dilinin karmaşık Arapça ve Farsça deyimlerden arındırılarak konuşulan Türkçeye yaklaştırılması konusu, Tanzimat'tan itibaren Türk yazarlarını ilgilendirdi. Şinasi (1824-1871) ve Namık Kemal (1840-1888) ile başlayan yalınlaştırma eğilimi, Ahmet Mithat Efendi (1844-1912) ile büyük bir aşama kaydederek ve İkinci Meşrutiyet yıllarında Ömer Seyfettin, Mehmet Emin Yurdakul (1868-1944) gibi yazarlarla doruğa çıktı.
Atatürk'ün kendi el yazısı: Ülkesinin yüksek istiklalini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmasını bilecektir

1910'lu yıllar, Türk Ocağı ve İttihat ve Terakki Cemiyeti gibi kuruluşlar bünyesinde, Türkçü ve Turancı görüşlerin yükselişine tanık oldu. Bu dönemde yalınlaştırmacı görüşe bazı yeni düşünceler katılmaya başladı. Bunlar arasında en etkili olanı, İstanbul konuşma Türkçesinden başka Türk lehçelerinden, özellikle de Orta Asya'nın eski yazı dillerinden sözcükler alma görüşüydü. Fransız Doğubilimci Pavet de Courteille'in 1870'te yayımlanan Çağatayca Sözlüğü, 1896'da çözülüp yayımlanan Orhun Yazıtları, 1917'de basılan Divan-ı Lûgat-it Türk bu yaklaşıma varsıl malzeme sağladı.

Varolan Türkçe köklerden yeni kavramları karşılayacak sözcükler türetme eğilimi de 1914 dolaylarında duyumsanmaya başladı.

Cumhuriyet Dönemi

Dil yenileşmesi görüşleri Kurtuluş Savaşı döneminde ve Cumhuriyet'in ilk yıllarında geri plana çekildi. Atatürk'ün 1931'den önce bu konuda net bir tavrı görülmez. 1932 yılında ise Türk Dil Kurumu'nun açılması ile dil devrimi hız kazanır. Türk Dil Kurumu'nun açılışından sonra 1932 yılında meclis açılış konuşmasında "Milli kültürün her çığırda açılarak yükselmesini Türk Cumhuriyeti'nin temel dileği olarak temin edeceğiz. Türk dilinin, kendi benliğine, aslındaki güzellik ve zenginliğine kavuşması için, bütün devlet teşkilatımızın, dikkatli, ilgili olmasını isteriz." sözleri ile Dil Devrimi'ne dikkat çekmiştir.

Mustafa Kemal Atatürk'ün en başta gelen ilgi alanlarından biri tarih diğeri ise dildi. Türk dilindeki sorunu pek çok aydın gibi o da görüyordu. 1932 yılında Türk Dili Tetkik Cemiyetini kurdu. Bu cemiyetin görevlerinde biri de dildeki sözcükleri araştırmak ve yabancı sözcüklerin yerine Türkçelerini bulmaktı. Her ilde valilerin başkanlığında sözcük tarama faaliyetleri başlatıldı. Bir sene içinde 35,000 yeni sözcük haznesi kaynağı oluştu. Bilim adamları da bu sırada 150 eski eseri araştırmış ve o güne değin Türkçe'de hiç kullanılmayan sözcükleri toplamıştı. 1934 yılında tespit edilen 90,000 sözcük Tarama sözlüğünde toplanarak yayınlandı. Arapça kökenli kalem sözcüğü yerine yerel şivelerde kullanılan farklı öneriler gelmişti (yağuş, yazgaç, çizgiç, kavrı, kamış, yuvuş,...). Akıl kelimesi için 26, Hediye sözcüğü için ise 77 farklı öneri gelmişti. Sonunda hediye sözcüğü yerine farsça kökenli Armağan sözcüğü seçildi.

1929 yılında başlatılan Dil Encümeni çalışmaları 1932 yılında Atatürk'ün kurduğu Türk Dilini Tetkik Cemiyetinin kurulması ile sonuçlandı. Bu cemiyetin iki temel amacı olacaktı. Birincisi Türk dilinin yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarılarak özüne dönmesini sağlayarak konuşma dili ile yazı dili arasındaki ayrımı ortadan kaldırmak ve sadece eğitimli kesimin değil vatandaşların tamamının kendi konuştuğu dil ile yazabilmesini ve okuyabilmesini temin etmek. Bunun için Arapça ve Farsçsa'dan zamanla dilimize yerleşmiş Türkçe'ye yabancı dil bilgisi kuralları ve yapıların kullanımdan kaldırılarak yerine doğru Türkçelerinin konmasını sağlanacaktı. Halk şivelerinden taramalar yapılarak terim haznesi meydana getirilecekti. İkinci amacı ise olan ölü dillerin mukayeselerinin yapılıp ortaya çıkarılmasıydı.

Türkçe'nin sözcük varlığındaki sadeleştirmeler zamanla Türkçeleşmiş ve edebi eserlerde kullanılan yabancı kökenli sözcüklerin tasfiye edilerek yerlerine bazen Türkçe dil kurallarına bile uymayan zorlama kelimelerle değiştirilmeye çalışılması dilin kültürel ve tarihsel kaynaklardan kopması tehlikesini doğurdu.

Atatürk'ün geometri kitabı

Agop Dilaçar kitabın 1971 baskısına yazdığı özsözde, kitabın yazılış hikayesini anlatır. 1936 yılının sonbaharında Atatürk, Özel Kalem Müdürü Süreyya Anderiman ve Agop Dilaçar'ı Beyoğlu'ndaki Haşet kitabevine gönderir ve Fransızca geometri kitapları aldırır. 1936 yılının kışında Atatürk kitap üzerinde çalışır ve 44 sayfalık içinde geometri terimlerinin Türkçeleştiği kitap ortaya çıkar. Kitabın yazarının Atatürk olduğu kitapta belirtilmez sadece kapağında geometri öğretenlerle, bu konuda kitap yazacaklara kılavuz olarak Kültür Bakanlığı’nca neşredilmiştir şeklinde bir not düşülür.

Osmanlı döneminde okullarda okutulan geometri kitaplarındaki terimler anlaşılmaz bir durumdaydı. Üçgene müselles, Alan için Mesaha-i sathiye, dik açı yerine zaviye-i kaime, yükseklik yerine kaide irtifaı deniliyordu. Üçgenin alanını tanımlamak için üçgenin alanı taban uzunluğu ile yüksekliğinin çarpımının yarısına eşittir tanımı yerine, bir müsellesin mesaha-i sathiyesi, kaidesinin irtifaına hâsıl-ı zarbinin nıfsına müsavidir deniliyordu.

Atatürk bizzat kendisi bir geometri kitabı yazdı. Osmanlıca eğitimde kullanılan geometri tabirlerinin yerine Türkçelerini buldu. Bu terimler bugün de Türkçe müfredatta değişmeden kullanılan boyut, uzay, yüzey, düzey, çap, yarıçap, kesek, kesit, yay, çember, teğet, açı, açıortay, içters açı, dışters açı, taban, eğik, kırık, çekül, yatay, düşey, dikey, yöndeş, konum, üçgen, dörtgen, beşgen, köşegen, eşkenar, ikizkenar, paralelkenar, yanal, yamuk, artı, eksi, çarpı, bölü, eşit, toplam, oran, orantı, türev, alan, varsayı, gerekçe ,.. gibi sözcüklerdir..

Vikipedi
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....

Benzer Konular

9 Nisan 2013 / Misafir Tarih
29 Ocak 2016 / Ziyaretçi Taslak Konular
2 Haziran 2010 / _Yağmur_ Taslak Konular