Arama


ThinkerBeLL - avatarı
ThinkerBeLL
VIP VIP Üye
3 Ekim 2012       Mesaj #4
ThinkerBeLL - avatarı
VIP VIP Üye
Ad:  karb2.jpg
Gösterim: 4638
Boyut:  99.5 KB

Karbonhidratlar


MsXLabs.org & Temel Britannica

Karbonhidratlar, en basitinden en ge­lişmişine kadar bütün canlıların hücrelerinde bulunan ve karbon, hidrojen ile oksijenden oluşan çok önemli organik bileşiklerdir. Ör­neğin "şeker" adı altında toplanan çeşitli bileşikler ile nişasta ve selüloz birer karbon­hidrattır. Bu bileşikler moleküllerindeki kar­bon atomlarının sayısına göre sınıflandırılır ve karbon sayısı arttıkça bileşiğin yapısı da gide­rek karmaşıklaşır. Bu sınıflandırmaya göre karbonhidratların en basit üyeleri glikoz (üzüm şekeri), früktoz (meyve şekeri) ve galaktoz gibi altı karbon atomu içeren basit şekerler ya da monosakaritlerdir. İki monosakaritin birleşmesiyle sakaroz ya da sükroz (bildiğimiz sofra ya da çay şekeri), laktoz (süt şekeri) ve maltoz (malt şekeri) gibi disakaritler, çok sayıda monosakaritin birbirine bağ­lanmasıyla da nişasta ve selüloz gibi karmaşık yapılı polisakaritler oluşur.
Hemen hemen bütün karbonhidratlarda hidrojenin oksijene oranı ikiye birdir. Başka bir deyişle, su molekülünde (H2O) olduğu gibi karbonhidrat moleküllerinde de her oksi­jen atomuna karşılık iki hidrojen atomu bulunur. Örneğin en basit karbonhidratlar­dan biri olan glikozun kimyasal formülü C6H12O6'dır. Bu formül, her glikoz molekü­lünde 6 karbon [C], 12 hidrojen [H] ve 6 oksijen [O] atomu bulunduğunu gösterir.
Glikoz ve früktoz gibi basit şekerler meyve­lerin pek çoğunda, bitkilerin balözünde ve balda bulunur. Pastane ve fabrikalarda büyük çapta üretilen tatlı, reçel ve şekerlemeler de genellikle evlerde kullandığımız şekerden (sa­karozdan) daha ucuz olan glikozla yapılır. İnsan ve hayvanların kanında çözünmüş ola­rak bütün hücrelere taşınan şeker de gene glikoz biçimindedir. Çünkü, yiyeceklerle alınan nişasta gibi daha karmaşık karbonhidrat­lar sindirim sırasında parçalanarak glikoza dönüşür. Kandaki glikoz miktarı insanın sağ­lıklı ya da hasta olduğunun önemli göstergele­rinden biridir. Örneğin şeker hastalığında kandaki şeker miktarı normal değerin çok üstüne çıkabilir.

Yiyeceklerdeki en büyük enerji kaynağı kar­bonhidratlardır. Karbon, hidrojen ve oksijen­den oluşan bu bileşikler yiyeceklerde daha çok şeker ve nişasta biçiminde bulunur. Örne­ğin üzüm şekeri denen glikoz en basit karbon­hidratlardan, yumrulu bitkilerin köklerinde depolanan nişasta ise en karmaşık karbonhid­ratlardan biridir. Karbonhidratça zengin yiye­ceklerin yapısında genellikle glikozdan daha karmaşık şekerler ve nişastalar bulunur. Ama bu bileşiklerin tümü sindirim sırasında parça­lanarak glikoza indirgendiğinden, yiyecekler­deki bütün karbonhidratlar sonunda glikoz olarak kana geçer ve karaciğerde glikojen biçiminde depolanır. Vücuda enerji gerekti­ğinde, karaciğerdeki glikojen yeniden glikoza dönüşerek kan dolaşımı aracılığıyla hücrelere dağıtılır. Bu nedenle, kanda bulunduğu için kan şekeri de denen glikoz vücudun temel enerji kaynağıdır .
Bazı karbonhidratlı yiyecekler oldukça kar­maşık işlemlerden geçirilerek hazırlandığı için, bileşimlerindeki vitamin ve mineraller kaybolur, geriye yalnızca enerji değeri kalır. Sofra ya da çay şekeri, pekmez ve reçel bu gruptandır. Daha basit işlemlerden geçirile­rek hazırlanan, hatta bazıları hiç pişirilmeden yenen ekmek, bulgur, patates, baklagiller ve meyveler gibi karbonhidratlı yiyeceklerde ise enerji verici besinlerin yanı sıra vitamin ve mineral gibi yararlı besinler de bulunur.

Evlerde yiyecek ve içeceklerimizi tatlandır­mak için kullandığımız tozşeker ya da kesme-şeker, şekerpancarının köklerinden ve şekerkamışının gövdesinden elde edilen sakaroz ya da sükrozdur. C12H22O11 formülüyle gösterilen bu disakarit bir glikoz ile bir früktoz molekülünün birleşme­siyle oluşur. Birbirine bağlanmış iki glikoz molekülünden oluşan maltoz (malt şekeri) çim­lenmiş arpadan, yani malttan elde edilir. Glikoz ile galaktozun birleşmesiyle oluşan laktoz (süt şekeri) ise bütün memelilerin sütünde bulunur. Yiyeceklerle alınan bu karmaşık şekerler de gene sindirim sırasında parçalanır ve birbirine bağlanmış olan basit şekerlere indirgenir. İster basit, ister birleşmiş halde bulunsun bü­tün şekerler tatlıdır ve hepsi suda kolayca çö­zünür.
Bütün karbonhidratların temel kaynağı yeşil bitkilerdir. Yeşil bitkiler, yapraklarındaki klo­rofil pigmentinin yardımıyla ve güneş ışığından sağladıkları enerjiyi kullanarak, karbon dioksit ile sudan glikoz üretirler. Fotosentez denen bu süreçte oluşan glikozun binlerce molekülü birbi­rine bağlanarak nişastaya dönüştürülür ve fasul­ye ile buğdayda olduğu gibi bitkinin tohumla­rında, patates ve havuçta olduğu gibi köklerinde ya da yumrularında yedek besin olarak depola­nır. Hücrelerin içinde depola­nan nişasta çok küçük tanecikler biçiminde­dir. Eğer üstlerine iyodun sudaki çözeltisi damlatılırsa nişasta taneciklerinin rengi laci­verde ya da siyaha döner. Yiyeceklerde nişas­tanın varlığı bu yöntemle saptanır. Bitkiler bir yandan da binlerce glikoz molekülünü birleş­tirerek hücre duvarlarını oluşturan selülozu yapar.

Bitkiler şeker ve nişasta ürettiklerinde, güneş ışığındaki enerji bu maddelerde depo­lanmış olur. İnsan gibi dışbeslek canlıların en önemli enerji kaynağı karbonhidratlardır. Bu temel besinleri ekmek ve patates gibi nişastalı yiyeceklerden, işlenmiş şekerden ve tatlılar­dan alırız. Hatta birçok uzmanın görüşüne göre gereğinden çok alırız.
Bitkilerin hücre duvarını oluşturan ve yal­nız bitkisel besinlerde bulunan selüloz, 3.000 kadar glikoz molekülünün birbirine bağlan­masıyla oluşmuş karmaşık bir karbonhidrat­tır. Ama insanın sindirim sisteminde parçala­nıp dokularca emilemediği için gerçek anlam­da bir besin maddesi sayılmaz. Bununla bir­likte, sindirim artıklarından oluşan dışkıyı yumuşatıp hacmini artırarak bağırsak hare­ketlerini hızlandırmak ve besinlerin emilmesi­ni kolaylaştırmak gibi önemli bir işlevi vardır. Bol selüloz içeren bitkisel liflere beslenmede yer verilmesi kabızlığın ve bazı bağırsak hastalıklarının önlenmesinde etkili olur. Bi­lim adamları, insanın ilk atalarının bol selülozlu yiyeceklerle beslendiğini ve sindirim sisteminin bu tip beslenmeye uyarlanmış ol­duğunu düşünürler. İnsanlar zamanla birçok yiyeceği doğal haliyle yemeyip, selülozun parçalanmasına yol açan karmaşık işlemler­den geçirdikleri için, bağırsakları artık selülo­zu sindirme yeteneğini yitirmiştir.
Midede şişerek tokluk duygusu veren, do­kularca emilmeyen ve besin değeri olmadığı için insanı şişmanlatmayan bitkisel lifler, özel­likle bol selüloz içeren kepekli tahıllar, çiğ sebze ve meyveler, zayıflamak isteyenler için hazırlanan rejim listelerinin temel öğesidir. Oysa dengeli bir beslenmede bu tür yiyecek­lere her zaman yer vermek gerekir.

Sindirimden sonra, bağırsaklardan emilen glikoz kan dolaşımıyla karaciğere taşınır. Glikoz molekülleri glikojen oluşturacak bi­çimde birbirine bağlanarak karaciğerde ve kaslarda depolanır. Vücudun glikoza gereksi­nimi olduğunda glikojen glikoza parçalanır ve bu dönüşümdeki kimyasal tepkimeler sonu­cunda, örneğin kasları hareket ettirmek için gerekli enerji sağlanmış olur. Eğer aşırı çaba, hastalık ya da açlık nedeniyle vücudun gliko­jen yedeği tükenirse, bu kez depolanmış olan yağlar, hatta bazen proteinler karbohidratlara dönüştürülerek enerji kaynağı olarak kullanı­lır. Buna karşılık gereğinden çok karbonhid­ratla beslenen kişilerde tüketilemeyen glikoz fazlası yağa dönüştürülerek vücutta depolanır ve insan giderek şişmanlar. Uzmanlar aşırı miktarda alınan işlenmiş şekerin diş çürüme­lerine, şeker ve kalp hastalıklarına yol açtığı kanısındadırlar.
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 2 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 25 Mayıs 2016 00:23
Tanrı varsa eğer, ruhumu kutsasın... Ruhum varsa eğer!