CAHİLİYE
a) Cahiliye Kelimesi: [1]
Cahiliye “chl” kökünden türemiş bir kelimedir. Lisanul Arab’a göre kısaca “bilgisizlik” anlamına gelir.
Ragıp el-İsfahani e- Müfredat’ında üç değişik ve geçerli anlamının olduğunu aktarır. Bunlar:
- Nefsin bilgiden yoksun olması,
- Herhangi bir konuda doğru olanın tersine inanma,
- Herhangi bir konuda yapılması gerekenin tersini yapma.
Cücani Tarifat’ında bu kelimenin terim anlamını şöyle açıklar: “İslamdan önceki devir. Bu devir, İslamın yasak ettiği, putperestlik, kan davası, haydutluk, yağmacılık, fuhuş, kız çocuklarının diri diri gömülmesi gibi kötülükler devri.” [2]
Cahiliye dönemi denilince kişinin aklına şunlar gelir. Bedeviliğin hakim olduğu, çevredeki diğer toplumlara nazaran medeniyetin geri olduğu, bilgisizlik ve gaflet içerisinde kalmış, yazılı tarihleri olmayan, göçebe, azgınlıklarını önleyici hiçbir yazılı bir kanuna sahip olmayan ve putlara tapan insanların oluşturduğu İslam öncesi çağa verilen isimdir.
b) Kur’anda Cahiliye:
Kur’an’da cahiliye dönemini anlatan dört ayet yer almaktadır. Bu ayetlerin hepsi de Medine’de inmiştir. Mekke’de Cahiliye hakkında hiçbir ayetin inmemesinin nedeni daha o dönemde Cahiliye huylarından vazgeçmemiş olmalarıdır.
ثُمَّ أَنْزَلَ عَلَيْكُمْ مِنْ بَعْدِ الْغَمِّ أَمَنَةً نُعَاسًا يَغْشَى طَائِفَةً مِنْكُمْ وَطَائِفَةٌ قَدْ أَهَمَّتْهُمْ أَنْفُسُهُمْ يَظُنُّونَ بِاللَّهِ غَيْرَ الْحَقِّ ظَنَّ الْجَاهِلِيَّةِ يَقُولُونَ هَلْ لَنَا مِنْ الْأَمْرِ مِنْ شَيْءٍ قُلْ إِنَّ الْأَمْرَ كُلَّهُ لِلَّهِ يُخْفُونَ فِي أَنْفُسِهِمْ مَا لَا يُبْدُونَ لَكَ يَقُولُونَ لَوْ كَانَ لَنَا مِنْ الْأَمْرِ شَيْءٌ مَا قُتِلْنَا هَاهُنَا قُلْ لَوْ كُنْتُمْ فِي بُيُوتِكُمْ لَبَرَزَ الَّذِينَ كُتِبَ عَلَيْهِمْ الْقَتْلُ إِلَى مَضَاجِعِهِمْ وَلِيَبْتَلِيَ اللَّهُ مَا فِي صُدُورِكُمْ وَلِيُمَحِّصَ مَا فِي قُلُوبِكُمْ وَاللَّهُ عَلِيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ
“Kederden sonra, bir takımınızı kendinden geçirecek şekilde size huzur ve emniyet indirdi; oysa bir takımınız da kendi dertlerine düşmüşlerdi. Haksız yere Allah hakkında, cahiliyye devrinde olduğu gibi inanıyorlar. «Bu işte bizim bir fikrimiz var mı?» diyorlardı; De ki: «Buyruğun hepsi Allah’ındır». Sana açmadıklarını içlerinde gizliyorlar. «Bu işte bizim fikrimiz alınsaydı, burada öldürülmezdik» diyorlar. De ki: «Evlerinizde olsaydınız, haklarında ölüm yazılı olan kimseler, yine de devrilecekleri yere varırlardı». Bu, Allah’ın içinde olanı denemesi, kalplerinizde olanı arıtması içindir. Allah gönüllerde olanı bilir.” [3]
أَفَحُكْمَ الْجَاهِلِيَّةِ يَبْغُونَ وَمَنْ أَحْسَنُ مِنْ اللَّهِ حُكْمًا لِقَوْمٍ يُوقِنُون
“Cahiliyye devri hükmünü mu istiyorlar? Yakınen bilen bir millet için Allah’tan daha iyi hüküm veren kim vardır?” [4]
وَقَرْنَ فِي بُيُوتِكُنَّ وَلَا تَبَرَّجْنَ تَبَرُّجَ الْجَاهِلِيَّةِ الْأُولَى وَأَقِمْنَ الصَّلَاةَ وَآتِينَ الزَّكَاةَ وَأَطِعْنَ اللَّهَ وَرَسُولَهُ إِنَّمَا يُرِيدُ اللَّهُ لِيُذْهِبَ عَنْكُمْ الرِّجْسَ أَهْلَ الْبَيْتِ وَيُطَهِّرَكُمْ تَطْهِيرًا
“Evlerinizde oturun; eski Cahiliyye’de olduğu gibi açılıp saçılmayın; namazı kılın; zekatı verin; Allah’a ve peygamberine itaat edin. Ey peygamberin ev halkı! Şüphesiz Allah sizden kusuru giderip sizi tertemiz yapmak ister.” [5]
اِذْ جَعَلَ الَّذِينَ كَفَرُوا فِي قُلُوبِهِمُ الْحَمِيَّةَ حَمِيَّةَ الْجَاهِلِيَّةِ فَاَنْزَلَ اللَّهُ سَكِينَتَهُ عَلَى رَسُولِهِ وَعَلَى الْمُؤْمِنِينَ وَاَلْزَمَهُمْ كَلِمَةَ التَّقْوٰى وَكَانُوا اَحَقَّ بِهَا وَاَهْلَهَا وَكَانَ اللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمًا
“İnkar edenler, gönüllerindeki cahiliyye çağının asabiyet ateşini ateşlendirdiklerinde, Allah, peygamberine ve inananlara huzur indirdi; onların takva sözünü tutmalarını sağladı. Onlar, bu söze layık ve ehil kimselerdi. Allah her şeyi bilmektedir.” [6]
Bu dört ayette dört farklı ibare kullanılmaktadır. Bu ifadeler şunladır; ظَنَّ الْجَاهِلِيَّةِ, حُكْمَ الْجَاهِلِيَّةِ, تَبَرُّجَ الْجَاهِلِيَّةِ ve حَمِيَّةَ الْجَاهِلِيَّةِ ifadeleridir. Bu tabirlerin hepsi de cahiliye adetlerini yermek için kullanılmıştır.
CAHİLİYE DÖNEMİNDE TANRI ANLAYIŞI
Cahiliye döneminde insanlar birden çok tanrı olması gerektiğine inanıyorlardı. Onlar bütün bu karmaşık işleri evrenin yaratılmasını ve yönetilmesini bir kişinin yapamayacağı anlayışı içerisindeydiler. Bunun için bir çok putperest toplum gibi birden çok tanrı icat ederek Tanrı olgusunu zihinde basit işleyişte daha karmaşık bir yapıya dönüştürmeye çalışıyorlardı. Zira bir tek tanrı olması insanların davranışlarını kısıtlar. Her zaman o bizi görüyor anlayışına sebep olur. Bu onların fiziksel bir tanrı icat etme zorunluluğuna itmiştir.
Cahiliye döneminde ilk putun Mekke’ye getirilişinin şöyle olduğu rivayet edilir. Mekke ileri gelenlerinde Amr b. Luhay bir deri hastalığına tutulur ve iyileşmesi için Belka denilen bir yere şifalı sulardan sıhhat bulmaya gider. Orada kaldığı süre içerisinde insanların yakuttan yapılmış bir heykele tapl-tıklarını görür. Bunun ne olduğunu sorduğunda onlar bu heykelin kendilerine yağmur yağdırdığını söylerler. Bu Amr’ın çok hoşuna gider ve bundan Mekke’de çok para kazanabileceğini düşünür ve bir tane bu puttan satın alır. Bu putun adı Hübeldir. Mekkeliler önceleri buna pek inanmasalar da zamanla bu heykele tapınmaya başlarlar. Artık Mekkelilerin bir putu vardır. Bundan sonra hem Mekkede hem de çevre bölgelerde her iş için bir put icat edilir.
Kurana göre Cahiliye Arapları aslında tek yaratıcı olarak Allah’ı görürler [7] Ancak diğer bütün putların tamamı onlar için birer şefaatçidir. [8] Aynı zamanda bundan vazgeçememelerinin nedeni olarak da babalarını bu yolda bulmalarını da bahane ederler. [9]
Mekke ve çevresinde bulunan bazı putlar şunlardır: Lât, uzza, Menat, Zülhalasa, Fels, Riam, Ruda, Nesr, İsaf, Naile, Ved, Suva, Yauk. Son üçünün Hz. Nuh’un kavminden mümin kimseler olduğu rivayet edilir.
İslamdan önce Arab yarımadasında haniflik de vardı. İnsanların çoğu bu inancı bilir ve bu inanışa sahip olan insanları sever ve sayarlardı. Peygamberler ve geçmişle ilgili bazı meseleleri onlara danışırlardı. Bunun bir örneğini bir ilk vahiy geldiğinde Hatice’nin mesleyi Varaka b. Nevfel adlı hanife sormayı uygun görmeleridir.
Bilinen bazı hanifler şunlardır. Varaka b. Nevfel, Osman b. Huveyris, Ubeydullah b. Cahş, Zeyd b. Amr, Kuss b. Saide, Ümeyye b. Ebissalt.
3- CAHİLİYE DÖNEMİNDE DOĞAÜSTÜ ÇABALAR
İslam öncesi dönemde en yaygın davranış biçimleri büyü, falcılık ve kahinliktir. Bunların hepsi de doğaüstü varlıklarla ilişki içerine girme çabasıyla ilgilidir.
a) Falcılık:
Cahiliye döneminde fal çok yaygındı. Bu faaliyetlerden en yaygını Ezlam adı verdikleri faaliyettir. Ezlam “zlm” kökünden türemiş bir kelimedir. Kesmek , inceltmek ve düzeltmek gibi anlamlara gelir. Ezlam ise ucunda demir parçası olmayan oka verilen isimdir.
Cahiliye Araplarının yolculuğa çıkma, çocuk sahibi olma, evlenme, ticaret yapma, su kuyusu açma, kumar oynama gibi riskli işlere başlamadan önce başvurdukları bir fal türüdür.
Bu falda, okların ucunda yap, yapma gibi ifadeler yer alır. Rastgele bir çekim yaparlar ve çıkan sonuca göre hareket ederler.
Tarihçiler iki tür ezlamdan söz ederler.
Fal Okları: Bu da iki türdür. Üçlü ve yedili.
Kumar Okları: On oktan oluşur. Üçü boştur. Diğerlerinde hisseler yazılıdır. Herkes çekim yapar ve hissesine düşene razı olur. Buna “meysir” de denir.
Kuranda iki yerde ezlam kelimesi geçer:
وَأَنْ تَسْتَقْسِمُوا بِالْأَزْلَامِ ذَلِكُمْ فِسْق
“…fal oklarıyla kısmet aramanız size haram kılındı; bunlar fasıklıktır…” [10]
يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِنَّمَا الْخَمْرُ وَالْمَيْسِرُ وَالْأَنصَابُ وَالْأَزْلَامُ رِجْسٌ مِنْ عَمَلِ الشَّيْطَانِ فَاجْتَنِبُوهُ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُون
“Ey İnananlar! İçki, kumar, putlar ve fal okları şüphesiz şeytan işi pisliklerdir, bunlardan kaçının ki saadete eresiniz.” [11]
Fal gelecek hakkında yani gayb için bilgi edinme çabası olarak da görülebilir. İslam önce si Araplarda bu faaliyetin çok yaygın olduğunu daha önce söylemiştik. Çok yaygın olmasından ötürü fal için birçok kelimeler de vazedilmiştir. Bu tabirlerin en yaygınları şunlardır:
- Tefe’ul: Gelecek hakkında iyimser sonuçlar elde etmek için başvurulan bir yöntemdir.
- Teşe’um: Gelecek hakkında kötümser sonuçlar elde etmek için başvurulan yöntemdir.
- Tıyare: Herhangi bir şeyde uğursuzluk var mı diye araştırma yapmadır.
Bu çalışmaların hepsi de gayb hakkına bilgi edinme amacı gütmektedir. Bu Araplarda çok ilgi duyulan bir meseledir. Çünkü onlar tamamen günlük yaşamayı adet edinmiştir.
Cahiliye çağında bir çok fal yöntemi ortaya çıkmıştır. Bunlardan bazıları şunlardır:
- Hattu’r Reml: Toprak üzerine bir takım çizgiler çizerek bakılan fal türüdür.
- Zecr, Tıyare, Iyafe: Hayvan ve insanların hareketlerine bakılarak bakılır.
- Irafe: Su dolu bir kaba bakılarak yapılır. Bu işi yapanlara Arrâf denir.
- İhtilac: İnsan vücudundaki kasların seğirmelerine bakılarak yapılan bir faldır.
- Tark: Çakıl taşları, bakla, nohut, fasulye gibi şeylerle bakılan fala denir.
- Firaset: İnsanların fizyolojik özelliklerine bakılarak yapılan faldır.
Kurana göre gayb hakkında hiçbir kimse bilgi edinemez. Peygamberler dahi gaybı bilemezler. Bu bilgi sadece Allaha mahsustur. Kuranda gayb çok yerde geçmektedir. Ancak biz bir iki örnek vermekle yetineceğiz.
وَلِلَّهِ غَيْبُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَمَا أَمْرُ السَّاعَةِ إِلَّا كَلَمْحِ الْبَصَرِ أَوْ هُوَ أَقْرَبُ إِنَّ اللَّهَ
عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِير
“Göklerin ve yerin gaybı Allah’a aittir, kıyamet saatinin kopuşu bir göz kırpması kadar veya daha çabuk bir zaman içinde olur. Şüphesiz Allah her şeye Kadir’dir.”
[12]
عَالِمُ الْغَيْبِ فَلَا يُظْهِرُ عَلَى غَيْبِهِ أَحَد
” Görülmeyeni bilen Allah, görülmeyene kimseyi muttalı kılmaz.” [13]
4- SONUÇ Kısaca sonuç için şunları söyleyebiliriz. İslam öncesi dönem kuralların pek olmadığı, güçlülerin hayatı her yönüyle idare ettikleri, günlük yaşmayı adet edinmiş insanlardan oluşur. İslam bu dönemin üstüne geldiğinde Mekke döneminde sadece Tevhid anlayışını tekrar ihdas etmeye çalışmıştır. Tekrar diyorum çünkü Cahiliyede Allah anlayışı yok değildi. Sadece bozulmuş bir tanrı anlayışı vardı. İslam bu anlayışı tekrar düzenledi.
İslamın bazı konularda ise metodu farklı olmuştur. Fal, büyü, ezlam gibi Cahiliye döneminin ritüelleri tamamen kaldırılmıştır.
Günlük hayattaki uygulamaların da bazıları aynen kabul edilmiş ve uygulanmasında herhangi bir beis görülmemiştir.
Buna göre İslam Cahiliye dönemine karşı üç tür yaklaşım sergilemiştir. Birincisi; o dönemle ilgili bazı şeyleri tamamen kaldırmaktır ki buna örnek olarak fal ve kadınlara karşı yapılan aşırı haksızlıklar gösterilebilir. İkincisi; Cahiliye adetlerini kısmen değiştirerek kabul etmesidir. Buna da tevhit anlayışı örneklik teşkil eder. Üçüncü ve yaklaşımda da Cahiliye ile ilgili bazı konularda hiç değişikliğe gitmemesidir. Buna örnek evlenme merasimleri gösterilebilir.
Bütün bunlardan anlıyoruz ki İslam sanıldığının ve iddia edildiğinin aksine Cahiliye dönemini tamamen silip atmamıştır. Zaten buna gerek de yoktur. Eğer böyle bir anlayışa girmiş olsaydı sosyal yaşamda bir çok güçlüklerle karşılaşılabilir ve İslamın benimsenmesinde yavaş kalınabilirdi.
Kaynakça
[1] DİA; “Cahiliye”, VII, s. 17.
[2] Cürcani S. Şerif; Ta’rifat, çev: Arif Erkan, Bahar Yay., İstanbul, 1997, s. 82.
[3] Âl-i İmrân; 154.
[4] Maide; 50.
[5] Ahzab; 33.
[6] Feth; 26.
[7] Ankebut; 61.
[8] Zümer ;3.
[9] Araf; 28.
[10] Maide; 3.
[11] Maide; 90.
[12] Nahl; 77.
[13] Cin; 26.